1 Şubat 2019 Cuma

Tunuslu Emekçiler “İsyana” Devam Diyor

(Toplumsal Özgürlük, Şubat 2019 sayısı)

Arap coğrafyasının ve Orta Doğu’nun direniş ve isyan dolu tarihinin öncülerinden olan Tunus halkı, yeni dönemin de ilk tohumlarını atıyor. Son 3 ayda kitlesel katılımın olduğu iki grev gerçekleştiren Tunuslu emekçiler, üçüncü bir grevle halkın öncülüğünü yapmaya kararlı olduklarını gösteriyorlar. 

Kitlesel iki grev 

Tunuslu emekçilerin öncülüğünün gücü ise tarihinden geliyor. Fransız emperyalizmine karşı bağımsızlık mücadelesinin en önemli örgütü 1946’da yılında işçiler tarafından kurulan Tunus Genel İşçi Sendikası (UGTT) idi. Bu sendika 1956’da bağımsızlığın kazanılmasının ardından da mücadelesini sürdürmüş ve 26 Ocak 1978’te gerçekleştirdiği genel grev ile Tunus’un ilk cumhurbaşkanı Habib Burgiba’nın liberal politikalarına karşı koymuştu. Hükümetin IMF ile yaptığı 2,8 mlyar dolarlık anlaşma doğrultusunda özellikle kamu emekçilerinin maaşlarına yapılacak zam konusunda “kısıntıya” gitmesi, UGTT öncülüğünde emekçilerin ayağa kalkmasına neden oldu. UGTT’nin çağrısı sonucunda, 22 Kasım’da yaklaşık 700 bin kişinin katıldığı bir günlük uyarı grevi ve ardından 17 Ocak’ta yaklaşık 650 bin kişinin katıldığı genel grev gerçekleştirildi. Bu iki grevde de bütün devlet daireleri kapatıldı, okullar tatil edildi ve Tunus’ta yaşam tam anlamıyla durduruldu. 

Hükümet “uzlaşmıyor” 

Tunus hükümeti ise bu grevlere karşı uzlaşmaz tutumunu sürdürüyor. Kamu emekçilerine ödenen maaşın “yüksek” olduğunu ve bundan dolayı zam yapılmaması gerektiğini söyleyen IMF’ye kulak veren hükümet, zam yapmama konusundaki ısrarını sürdürüyor.

Fakat son 3 yılda alım gücünün yüzde 40 düştüğü, enflasyonun yüzde 5’ten yüzde 8’e çıktığı Tunus’ta emekçilerin zam almama gibi bir “lüksleri” yok. Bu yüzden direnişi sürdürme kararı alan UGTT, 20-21 Şubat’ta iki günlük grev çağrısında bulundu. 

İktidar sarsılıyor 

Her ne kadar hükümet bu grevleri görmezden gelerek atlatmaya çalışsa çatlaklar oluşmuş durumda. Meclisin en büyük partisi Nida Tunus, blok halindeki istifalar sonucunda ikinci parti oldu. Birinci parti durumuna gelen İslamcı Nahda Partisi’nin lideri Raşid el-Gannuşi de grevlere destek vererek iktidara yerleşmenin hesabını yapıyor. 

Öte yandan sol, sosyalist, demokrat örgütlerin oluşturduğu ve mecliste 15 vekilliğe sahip Tunus Halk Cephesi’nin sözcüsü Hamma Hammami hükümet devrilene kadar grevlerin sürdürülmesi çağrısında bulunmakta. Dolayısıyla Tunuslu emekçiler şimdiden siyasi iktidarın kurulu dengesini sarsarak başka bir olasılığın olabileceğini işaret etmekteler. Bu yüzden 20-21 Şubat’taki grev öncelikle Tunus emekçileri olmak üzere savaş girdabına hapsedilmek istenen Orta Doğulu emekçiler için büyük önemini taşıyor. Tunus’ta emekçilerin söyleyeceği sözün, Arap coğrafyası ve Orta Doğu’yu baştan başa sarması olasılığı hiç de düşük değil. 

ABD “Çekiliyor”

(Toplumsal Özgürlük, Şubat 2019 sayısı)

Geçtiğimiz yılın sonlarında Trump’ın açıkladığı ABD askerlerinin Suriye’den çekilmeleri kararının yarattığı etkisi, kararın gerçekleşmesinden daha hızlı “ilerliyor”. Bunda özellikle ABD’ye “yakın” aktörlerin oluşacak yeni sahnede rol kapma savaşının payı ile İran’ın hedef alınmasının önemi büyük. 

Güvenli Bölge 

Çekilme kararı sonrasında yapılan “uyarılar” sonuncunda Trump tarafından getirilen yeni önerilerden en önemlisi “güvenli bölge” önerisi oldu. SDG’nin Menbiç kırsalına Rusya ve Suriye güçlerini davet ederek bir ihtimalin daha olduğunu göstermesi, güvenli bölge önerisinin sunulmasının önemli nedeni. 

Bu öneriyle ABD ilk olarak SDG’yi ve Suriye’deki zeminini kaybetmeyi istememekte. Diğer yandan ise Türkiye’nin isteğini “kısmen” karşılayarak Astana sürecinden koparıp yanına çekmeyi diliyor. Esas olarak iki müttefiğinin güçlerini birbirlerine karşı zayi etmemelerini arzulamakta. Ankara’nın isteğini kısmen karşılamanın altında ise esas olarak “İran” hedefi yatıyor. ABD, güvenli bölgeyle SDG’deki “devrimci” unsurları zamanla ehlileştirileceğini düşünerek Türkiye’nin sınırlı gücünü İran’a yöneltmesini amaçlıyor. 

Arap “Birliği” 

ABD’nin İran’a yönelik bir diğer hamlesi ise “Araplardan” geliyor. Soykırım suçlusu Sudan Devlet Başkanı Ömer el-Beşir’in Şam ziyareti, Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn’in tekrardan Şam büyükelçiliklerini açmalarının ardından Esad’ın Arap Birliğindeki koltuğunu tekrardan alacağının açıklanması bu hamlenin boyutunun büyüklüğünü ve önemini gösteriyor. 

ABD, İran’ın Fars yayılmacılığı karşıtlığı üzerinden Arap ülkelerini bir araya getirip onların üzerinden Suriye’deki etkisini sürdürmekle birlikte Esad’a da yanaşması için bir koltuk sunuyor. 

Öte yandan Arap ülkeleri de İran’ın yanısıra Türkiye’nin Suriye’deki etkisini kırmak için bu rolü oynamaya sabırsızlandıkları görülüyor. 

ABD’nin planları 

Kapitalizmin yapısal krizi ve hegemonya krizinin zorlaması sonucunda alınan “çekilme” kararı ile ABD, sınırlı gücünü efektif kullanmakla birlikte sert-yumuşak güçlerini de duruma gore uygulamaya çalışıyor. Bunun için “müttefikleriden” yararlanmayı ihmal etmemekte.

Fakat bu müttefiklerinin hem içlerinde hem de dışlarında çelişen çıkarlarının açacağı sıkıntılar, ABD’nin planlarını suya düşürebilir. Kapitalizmin derinleşen krizini ve daha da önemlisi mayalanan halk direnişlerini göz önüne aldığımızda ABD’nin işinin hiç de kolay olmadığı görülüyor. 

Rusya İçin Fırsatlar ve Tehlikeler

(Toplumsal Özgürlük, Şubat 2019 sayısı)

Sovyetlerin yıkılmasının ardından Suriye’deki savaşla Orta Doğu’ya tekrardan dönen Rusya, yerini sağlamlaştırmakla birlikte başka adımlar atmanın da arifesinde. Bu nedenle Suriye’deki “meselelerin” çözülmesi, çözülemiyorsa da mevcut durumun korunması Moskova için önemli. 

ABD’nin çekilmesi 

ABD’nin çekilme kararı Rusya’nın Suriye’deki konumu için fırsatlarla birlikte tehlikeleri de barındırıyor. Bundan dolayı kararı temkinli bir memnuniyetle karşılayan Rusya, geçmiş tecrübelerden kaynaklı ABD’nin tamamen çekilmeyeceğini düşünerek, olası “tehlikelerin” önünü almaya yönelmekte. 

Diğer yandan Moskova, ABD’nin bırakacağı her boşluğun yaratacağı fırsatlardan da yararlanmaya çalışıyor. 

İdlib operasyonu 

İdlib’teki son gelişmeler de fırsat-tehlike ikilisini barındırıyor. El-Kaide bağlantılı Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) örgütünün İdlib’in nerdeyse tamamını ele geçirmesi, operasyon yapmak için Rusya ve Esad’a bekledikleri fırsatı verdi. Fakat HTŞ’nin ciddi boyutlara ulaşan savaş gücü, olası operasyonun Rusya ve Esad’a ciddi zararlar verme tehlikesini de kapsıyor. 

Rusya bu tehlikeyi Türkiye’nin aracılığıyla asgariye indirmeye uğraşmakta. Türkiye’ye güvenli bölge anlaşmasındaki yükümlülüklerini hatırlatan Rusya, cihatçıların savaş gücünün kırılmasını bir “iç çatışmayla” sağlamayı hedefliyor. Bunun da sınırlı olabileceğinin farkında olan Moskova, orta vadede mutlaka gerçekleşmesi gereken bir İdlib operasyonuyla da fırsatı kaçırmamak isteyecektir. 

Türkiye’ye izin çıkmaz 

ABD’nin çekilme kararı sonrasında Fırat’ın doğusuna dair oluşan “belirsizlik” de bir fırsat-tehlike ikilisini içeriyor. PYD’nin Şam ile görüşmesini olumlu olduğunu açıklayan Rusya, ABD’nin bırakacağı boşluğu doldurmakla birlikte Esad’ın maliyetsiz bir biçimde kontrol alanını arttırma “fırsatını” kapmak, diğer yandan Türkiye’nin bölgeye girme “tehlikesini” engellemek istemekte. 

Astana süreciyle yanına çektiği Türkiye’nin bir NATO ülkesi olduğunu ve günün sonunda ABD’nin yanında olacağını aklında tutan Rusya, Ankara’nın girdiği yerden kolay kolay çıkmadığının da farkında. Dolayısıyla Moskova bir taraftan Kürtlere Ankara kartını göstererek onları Şam ile anlaşmaya zorlamakta, diğer taraftan da Suriye ordusunu Türkiye sınırlarına çekerek Ankara’nın önünü kesip savaşı hızla sonlandırma amacında. 

Bu yüzden Moskova’nın Ankara’ya bir operasyon izni vermesi oldukça düşük bir olasılık. 

Rus hegemonyası 

Bu fırsatlar ve tehlikeler Rusya’nın sadece Suriye’deki değil, Orta Doğu’daki konumu açısından da önem taşıyorlar. Kapitalizmin kriziyle birlikte oluşan ABD’nin hegemonya krizinin açtığı boşluğu özellikle Orta Doğu’da yavaş ve emin adımlarla dolduran Moskova, tehlikeleri bertaraf edip fırsatları değerlendirme gayesinde. Rusya’nın amacı Orta Doğu’daki “savaş halini” sona erdirmekten çok “savaş halinin” yarattığı fırsatlardan kendi hegemonyasını kurmak için yararlanmak gibi görünüyor. 

Guglielmo Carchedi’nin “Başka Bir Avrupa İçin” adlı eseri üzerine

5 Eylül 1938 tarihinde doğan Guglielmo Carchedi, Amsterdam Üniversitesi İktisat ve Ekonometri Bölümü’nde öğretim üyeliği yapmış Marksist bir...