26 Haziran 2020 Cuma

(Çeviri) Azerbaycan Kürtleri – Tural Hemid

Eski Çağlar

Azerbaycan topraklarındaki Kürtlerin varlığı hakkında bilgiler Antik Çağ’a kadar uzanmaktadır. Kürtlerin Büyük İskender döneminden günümüze kadar Kuzey Azerbaycan’da ve  Güney Azerbaycan’da yaşadıkları düşünülüyor. Azerbaycan tarihçisi Giyaseddin Geybullayev’e göre Kafkas Albanyası’nda[1] birkaç Kürt aşireti vardı (Geybullayev, 1991: 171). Bu Kürtlerin sayısının Atropatena devletine oranla çok daha az olduğu tahmin ediliyor. İngiliz tarihçi Vladimir Minorsky’e göre, Kürtler Atropatena’daki[2] yerli halklardan biri olmuştur. Atropatena’da yaşayan Kürtler hakkında eski tarihçilerin ve coğrafyacıların eserlerinde bilgi verilmektedir. Örneğin Strabon, Atropatena’daki Kürtleri “kirti” olarak adlandırmıştır (Jwaideh, 2006: 12). Kürtler, bu bölgede şimdi de Azerbaycanlılardan sonra en kalabalık halk olarak var olmaya devam ediyor.

Şeddadiler ve Revvadiler Devleti

Kürtlerin güneyden Arran’a[3] akınının Arap Halifeliği sırasında başladığı düşünülüyor. 10. ve 12. yüzyıllarda Azerbaycan’ı yöneten iki Kürt hanedanı vardı. Bu dönemde Azerbaycan’ın kuzeyinde Kura Nehri’nden Aras Nehri’ne, Gence’den ve Dvina’ya kadar geniş bir bölgede Şeddadiler devleti kurulmuştur (Aşurbeyli, 1983: 62). Aynı dönemde Azerbaycan’ın güneyinde Revvadiler devleti de vardı. Revvadilerin kurucuları Arap olmasına rağmen zamanla hanedan Kürtleşmiş ve tarihsel kaynaklara bir Kürt hanedanı olarak geçmiştir (Frye, 1975: 236). O dönemde Şeddadiler devleti Gence, Dvin ve Ani emirliklerine bölünmüştü. 10. yüzyılda, Şeddadiler devletini kuran Kürtler Azerbaycan’ın kuzeyini ve Ermenistan’ın tamamını yönetiyordu. 1054 yılında Selçuklu birlikleri Azerbaycan’a girdi, Gence’yi ele geçirdi ve Şeddadiler devletini kendilerine bağladı. Daha sonra 1066’da Şirvan’a yürüyen Selçuklu ordusunun buradaki göçebe Kürt aşiretlerini yağmaladığı tarihi kaynaklarda belirtiliyor (Aşurbeyli, 1983: 94). Şeddadiler devleti (Gence Kolu) 1075’te Selçuklu İmparatorluğu tarafından ortadan kaldırıldı (Boyle, 1968: 34).

Orta Çağ’da Kürtler

Şeddadilerin Gence kolu çökmüş olsa da, bölge nüfusunun bir kısmı Kürt olarak kaldı. Gence’de doğan Doğu’nun en önemli orta çağ şairi Nizami Gencevi’nin annesinin Kürt olması gerçeği bu iddiayı desteklemektedir (Aliyev, 1981: 268). Azerbaycan’da sadece Gence’de değil, Dağlık Şirvan ve Arran bölgelerinde de Kürt yerleşimleri vardı. Abbasi döneminin ünlü coğrafyacı ve tarihçisi Yakut el-Hamawi, Azerbaycan’daki Balasacan’da (şimdi Beylagan) Kürtlerin yaşadığından bahseder. 12. yüzyılda Beylagan şehrinin hazinedarı Mesud ibn Namdar da Kürtlerin Beylagan’da yaşadığını belirtir. Yazar, özellikle şehrin yakın olan Alian ve Asadan adlarında Kürt köylerinin olduğunu belirtiyor (Geybullayev, 1991: 89). İngiliz tarihçi Vladimir Minorsky, Dağlık Şirvan’da “Kurdivan” ismini bölgedeki Kürt yerleşimlerinin varlığıyla ilişkilendirdi. Önde gelen Azerbaycan tarihçisi Sara Aşurbeyli de bu iddiayı doğruluyor. Aşurbeyli, bugünkü Ismayilli rayonunda[4] olan Kürdüvan ve Kürdmaşı köylerinin, Kürdamir şehrinin, Abşeron rayonunda bulunan Kürdakhani köyünün isimlerinin Kürtlerle bağlantılı olduğuna inanmaktadır (Aşurbeyli, 1983: 16). 13. yüzyılda bütün bölgeyi harap eden Moğol işgalinden sonra İran’dan gelen Kürt aşiretleri, nüfusun neredeyse yok edildiği Karabağ’ın güney bölgelerine göçtüler.

Kürtler, 14-15. yüzyıllarda Azerbaycan tarihinde özel bir rol oynadılar. Azerbaycan halkını tamamen biçimlendiren Safevi hanedanı da Kürt kökenlidir (Jackson, Lockhart, 1986: 620). Bu hanedan daha sonra Türkmen aşiretlerinin bölgeye akması sonucu Türkleşti ve 16. yüzyılın başlarında bölgede güçlü bir devlet haline geldi.  Bu devletin kurulmasında Türk aşiretleri ile birlikte, İran halklardan gelen Kürtler ve Talışlar[5] da yer aldı. Örneğin Kızılbaş aşiretleri arasında bir Kürt aşireti (Keruk) vardı. 19. yüzyılda Azerbaycan’ın Göyçay ve Cavad uyezdlerine[6] bu aşiretin adını taşıyan birkaç köyün olduğu bilinmektedir. 18. yüzyılda Şirvan’daki hanlık döneminde eyaletlerden birine bu aşiretten dolayı “Kerus” adı verildi. 1831 yılına ait bir bilgiye göre Kerus eyaleti bugünkü Ağsu rayonunun Nuran ve Zarkava köylerini ve Ismayilli rayonunun Sulut köyünü kapsıyordu (Keybullayev, 1986: 101).

Kürtlerin Azerbaycan’a üçüncü akını 15-16. yüzyıllarda gerçekleşti. Sovyet etnograf Grigory Çursin’e göre, Kürtlerin eski Kürdistan uyezdine ilk gelişi İran-Osmanlı savaşından sonra 1589’da gerçekleşti (Çursin, 1925: 2). Bu savaşta Osmanlı Safevileri yenmiş ve Osmanlı ordusuyla gelen Kürtler, bugünkü Kelbecer, Laçin, Kubadlı ve Zangilan bölgelerine yerleştiler. 16. yüzyılın sonlarında Şah Abbas, kuzeydeki Türkmen aşiretlerine karşı kendisini desteklemeleri için binlerce Kürt’ü İran’ın Osmanlı ve Buhara hanlıklarıyla olan sınırlarına zorla yerleştirdi. Bu politika, 18. yüzyılda Afşar hanedanının kurucusu Nadir Şah tarafından da devam ettirildi. Bu sınır yerleşimlerinin inşası, İran’ın kuzeydoğusunda (şimdiki Azerbaycan’ın Aras Nehri ile sınır bölgelerinde) ve Atrek Nehri’nin kuzeyinde, bugünkü Türkmenistan’da Kürt nüfusunun artışına neden oldu (McDowall, 1996: 491).

Çarlık Rusyası Döneminde Kürtler

19. yüzyılda Kürtlerin Kafkasya’ya göçünün dördüncü aşaması gerçekleşti. 19. yüzyılın ikinci yarısında Kürtlerin İran’dan Sürmeli, Şarur-Daralayaz, Üçmüadzin, Aleksandropol, Erivan, Nahçıvan ve Yeni Bayazid uyezdlerine kitlesel bir akını başladı. 1804-1813 ve 1826-1828 yıllarındaki iki Rus-İran savaşından sonra Kürt aileleri ve aşiret grupları Kafkasya’ya geldiler (Aristova, 1966: 67). Bu Kürt aşiret gruplarının çoğu İran hükümetinin baskısı altında Azerbaycan’a, kısmen Ermenistan’a kaçan göçmenlerden ve daha iyi meralar bulmak için göç eden köylülerden oluşuyordu. Türkmençay Antlaşması’nın 14. maddesine göre İran sakinlerine (uyruklarına bakılmaksızın) ve ailelerine yerel makamların engellemesi olmaksızın İran’dan Rusya’ya serbestçe hareket etme hakkı verildi. Kürt aşiretlerinin Azerbaycan’a yoğun göçü bununla bağlantılandırılır (Aristova, 1962: 20-21). Kürt nüfusunun büyük bir kısmı 19. yüzyılın başlarından Sovyet yönetiminin kurulmasına kadar Zengezur’un dağlık bölgelerine göç etmeye devam etti. Yelizavetpol guberniyasının[7]Zengezur uyezdinin doğusunda Kürtlerin daha sonra nüfusun mutlak çoğunluğunu oluşturması bununla izah edilmektedir. 19. yüzyılın ikinci yarısında ve 20. yüzyılın başlarında, Kürtler Azerbaycan’ın Kürdistan bölgesine yerleşti. Rusya ile Osmanlılar arasındaki savaşlar (1804-1813, 1828-1829, 1853-1856, 1877-1878) ve Kürt ayaklanmaları da bölgede güvenli bir yer arayan Yezidi Kürt nüfusunun göçünü tetikledi. Yezidi Kürtleri kendilerini Hıristiyanlar arasında daha güvende hissettikleri için göç dalgası Ermenistan ile sınırlı kaldı. Bugün Ermenistan’da kalan tek etnik azınlık olan Yezidi Kürtlerin torunları göç sırasında bölgeye gelen Kürtlerden gelmekteler (Aristova, 1962: 24).

Rusya İç Savaşı Sırasında Kürtler

1918-1920 yıllarında bu bölgedeki savaşlar Azerbaycan’daki bazı Müslüman Kürt gruplarının Ermenistan’a (özellikle Başarkeçar ve Zangibasar bölgelerine) göç etmesiyle sonuçlandı. Bu, Ermenistan’ın bu bölgelerindeki Müslüman Kürtlerin sayıca üstünlüğünü açıklıyor. Bu savaşlar ayrıca Zengezur’un Ermenistan’daki kesiminden ve Nahçivan’dan Azerbaycan’a göçü tetikledi. Bu dönemde Azerbaycan Kürtleri ülkenin siyasi yaşamında aktif rol aldı. Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti (ADC) döneminde Bakanlar Konseyi Başkanı Fatali Han Hoyski, Savaş Bakanı Hüsrev Bey Sultanov, ADC’nin 5. Kabinesinde Eğitim ve Diyanet İşleri Bakanı Nurmammad Bey Şahsuvarov, Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti (SSC) sırasında Savaş ve Deniz İşlerinden sorumlu Halk Komiseri olan Çingiz Yıldırım, Zengezur’daki Taşnaklara karşı savaşan “Kırmızı Tabur” komutanı Abbaskulu Bey Şadlınski Kürt kökenlidir. Fatali Han Hoyski’nin soyu Hoy Hanlığını yöneten Dumbuli adındaki Kürt aşiretine (Petruşevski, 1949: 24), Hüsrev Sultanov Laçin’in Kürdhacı köyünü oluşturan Kasımuşağı (Hacısamlı) Kürt aşiretine,  Çingiz Yıldırım Kubadlı’nin aynı adlı Kürt aşiretine, Nurmammad Bey Şahsuvarov Laçin’in Minkend köyünü oluşturan Kürt aşiretlerinden biri olan Şahsuvarlı aşiretine, Abbaskulu Bey Şadlınski ise Şeddadiler devletini oluşturan Azerbaycan’da yaşayan en eski Kürt aşireti olan Şadlı aşiretine mensup idiler (Lerh, 1856: 87).

Sovyet Yönetimi Sırasında Kürtler

Kürtlerin yoğun bir biçimde yaşadığı Zengezur bölgesi, Azerbaycan ve Ermenistan arasında tartışmalı bir bölgedir. 1921’de Transkafkasya Orgbüro’nun[8] kararı ile Zengezur iki kısma bölündü ve bölgenin doğu kısmı (Kürtlerin çoğunlukta olduğu bölgeler) Azerbaycan SSC’sine verildi. 1918-1920 yılları arasında Zengezur ve Karabağ’da devam eden savaş ve etnik temizlik, bölgede yaşayan Azerbaycanlılarla birlikte Kürtler üzerinde de ciddi bir olumsuz etki yarattı. Bunu 1922 ve 1923’te ortaya çıkan bir dizi kuraklık ve dolu izledi ve bölgede ekonomik bir felaket yaşandı. Bu dönemde, eski Kürdistan uyezdindeki nüfusun yüzde 50’den fazlası açlık çekiyordu (Aristova, 1990: 77). 14 Kasım 1921’de “Bakinskiy Rabochiy” gazetesi, bu bölgede 10 gün içinde 20 çocuğun açlıktan öldüğünü bildirmekteydi. Azerbaycan SSC hükümeti bu bölgenin ekonomik ve idari sorunlarını ortadan kaldırmak için ilk önce Kelbecer, Laçin, Kubadlı, Karakışlak, Koturlu ve Muradhanlı rayonlarını birleştiren Kürdistan uyezdini kurdu. Neriman Nerimanov, bu bölgenin ekonomik ve idari sorunlarını ortadan kaldırmak için, bölgedeki açlıkla ilgili Lenin’e acil bir telgraf gönderdi ve yardım istedi. Volga’da yaklaşık 5 milyon insanın açlıktan muzdarip olmasına rağmen, Lenin Nerimanov’un talebine olumlu cevap verdi. Lenin, 17-21 Kasım 1921 arasında Nerimanov’a bir telgrafta şöyle yazdı: “Açlıktan eziyet çeken Kürdistan’a ve Volga’ya 40 milyon rublelik yardım, Kızıl Enternasyonal bayrağı altındaki ilerlemenin en iyi göstergesidir” (Akopov, 1975: 22). Bu ekonomik yardım bölgedeki açlığı hafifletti. 16 Temmuz 1923’te Semyon Kirov’un önerisiyle, Azerbaycan Komünist Partisi (Bolşevikler) Merkez Komitesi Başkanlık Heyeti, Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı yerlerdeki Kürdistan’a özerklik verildiğini duyurdu. Bu özerklik tarihsel kaynaklarda “Kızıl Kürdistan” olarak geçmektedir. Kürdistan uyezdinin toplam alanı 3312 kilometrekareye ulaştı ve nüfusu 44.000 idi. Bu nüfusun %80,7’si Kürt, %19,3’ü Azerbaycanlıydı (Çursin, 1925: 2). Hüsü Hacıyev, Sovyet Kürdistanı hükümetinin ilk başkanı olarak seçildi. Azerbaycan Merkez Yönetim Kurulu sekreteri olarak görev yapan tanınmış yazar Tağı Şahbazi, yeni bölgenin başkenti olarak Abdallar köyünü seçti. Ancak, merkez için yeni bir yer seçerken, Tağı Şahbazi Abdallar adını sevmedi ve merkez olacak yeni yere Laçin ismini verdi. Abdallar köyü ile Laçin kayasının altındaki düz alanda yeni bir şehrin temeli atıldı. İlk cadde Laçin Dağı’nın eteklerinde, Abdallar postanesi yakınındaki bir ovada inşa edilir. Böylece, günümüzdeki Laçin şehrinin temeli 1924’te Özerk Kürdistan’ın başkenti olarak atılmıştır (Aliyarlı, 2013: 306). 1926 yılında Azerbaycan’da yapılan ilk resmi nüfus sayımına göre, Kürdistan uyezdinde 51.200 kişi yaşamaktaydı; bunların % 73’ü Kürt ve % 26’sı Azerbaycanlı idi. Kürdistan uyezdinin kurulması, bazı Azerbaycanlıların (eskiden Kürtlerin) yaşadıkları bölgedeki yer adlarının Kürtçeleştirilmesine neden oldu. 1926 nüfus sayımına göre Kürdistan uyezdinde 37.200 Kürt bulunmakla birlikte, bunların sadece 3.100’ünün anadili Kürtçe olarak kabul edilmiştir (Qardanov, 1969: 58).

Bu gerçekler etnik asimilasyon sürecinde rol oynamıştır. 1930’da yapılan bir araştırma, Laçin ve Kelbecer rayonlarındaki bir dizi Kürt köyü sakininin ana dilinin artık Azerbaycanca olduğunu göstermiştir. Ne var ki, bu köylerde 40 yaş üstü Kürtler Kürtçe konuşabiliyordu. Azerbaycan’da Kürtlerin daha yoğun oldukları bölgelerde Kürtçe tamamen korunmuş olsa da, Azerbaycancanın Kürtçe üzerindeki etkisi burada da hissedildi. Azerbaycan’ın diğer etnik azınlık bölgelerine kıyasla, bu bölgede Azerbaycanca konuşmayan Kürt köyü yoktu. Kürtlerin asimilasyonunu tetikleyen bir başka faktör de, Kürtler ve Azerbaycanlılar arasında sık rastlanan evlilikti. Bu ya da diğer doğal faktörler, bölgedeki Kürtçenin önemli ölçüde zayıflamasına neden oldu. Doğal faktörlerin yanı sıra Kürtçe devlet tarafından da baskıya uğramaya başladı. Lenin’in ölümünden sonraki Stalin döneminde, her cumhuriyette etnik azınlıklara karşı devlet asimilasyon politikası başlattı. 1929’da, yeni bölgeselleşme ile bağlantılı olarak, Kürt ve kısmen Azerbaycanlı ahalisi bulunan Kürdistan uyezdinde üç bağımsız rayon kuruldu: Laçin, Kelbecer ve Kubadlı (Bukshpan, 1932: 10). Azerbaycan Kürtleri için Azerbaycanca okullarının kurulması, Kürtçe’den Azerbaycanca’ya geçişlerinde büyük bir rol oynamıştır.

1930’lardan itibaren Kürtler, birçok Kafkas halkı gibi, Stalin’in bir dizi baskıcı önlemiyle karşı karşıya kalmaya başladılar. 1937’de binlerce Kürt zorla Azerbaycan’dan Kazakistan’a, diğer Orta Asya cumhuriyetlerine ve Sibirya’ya sürüldü. 1937’deki sınır dışı edilmede bir çocuk olan Nadir Nadirov şöyle anlatıyor: “Tüm yetişkin erkekler bir yere toplandı ve trene götürüldüler, daha sonra onlar hakkında hiçbir bilgi alamadık. Erkeklerin ardından kadınlar ve çocuklar evlerini ve hayvanlarını terk etmek zorunda kaldılar. Hayvanlar için kullanılan bir trende bilinmeyen bir yöne götürüldük. Kimse neden veya nereye götürüldüğünü bilmiyordu. Hayatta kalanların akrabalarını bulmaları birkaç yıl aldı. Sokağa çıkma yasağı altında yaşadığımız pek çok yerleşim yerinde ve şehri veya köyü izinsiz terk etmek 25 yıla kadar hapis cezasına neden olabilirdi” (McDowall, 1996: 492).

Azerbaycan Komünist Partisi Merkez Komitesi’nin o dönemdeki Birinci Sekreteri Mircafer Bağırov, bölgede yaşayan diğer Kürtleri korkutmaya yönelik yaptığı bir açıklama hatırlardadır: “Eğer Ermenistan’daki ve Nahçıvan Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ndeki soydaşlarınız gibi baskı görmek istemiyorsanız, “Kürt” kelimesini tamamen unutmalısınız“(Aliyeva, 1993: 97). Kürt nüfusu ile yapılan bütün aydınlanma çalışmaları azaltılmaya başlandı, okullar kapatıldı ve gazetelerin dağıtımı durduruldu. “Kürt” kelimesinin kullanımı dergilerde gayriresmi olarak sansürlendi. Her ne kadar 1933’te Laçin’de müdürü Museyib Akhundov olan Kürt Pedagoji Teknik Okulu açılsa da bu teknik okul kısa süre sonra kapatıldı (Aristova, 1966: 205-206). 1937’de çok sayıda Kürt komünisti, Sovyet ve parti çalışanları ve aydınlar tutuklandı. 1937-38’de Azerbaycan ve Ermenistan’dan gelen Kürtler Orta Asya cumhuriyetlerine ve Kazakistan’a yerleşmeye başladılar. Kürdistan’ın özerkliğinin kurulduğu yıllarda burada 48.000 Kürt yaşıyorduysa da, 1979 nüfus sayımına göre Azerbaycan’da Kürt yoktu. Ulus ve milliyetçilik  konusunda uzman olan Valery Tişkov konuyla ilgili şöyle diyordu: “Birlik cumhuriyetleri azınlıklar konusunda Moskova’dan daha sertti. Sovyetler Birliği’nin dağılmasının arifesinde bu gibi ulusal meselelere bağlı bütün dikkatler Moskova’ya yöneldi, ancak Gürcistan, Azerbaycan ve Özbekistan en büyük asimilasyonu yapan devletler arasındaydılar” (De Waal, 2003: 133).

Laçin ve Kelbecer Kürtleri

Kürdistan uyezdinde en çok Kürt’ün yaşadığı iki yer Laçin ve Kelbecer’di. 19. yüzyılın ortalarında, Kürdhacı veya Kasımuşağı olarak adlandırılan bir aşiret Laçin’de Erikli, Kasımuşağı (şimdiki adı Kürdhacı), Elekçi, Bozdağan, Piçenis, Nağdalı, Çorman (aynı adı taşıyan köyler Kelbecer’de de mevcuttur), Hacısamlı ve Şamkend köylerini kurdu (Geybullayev, 1986: 102). Laçin rayonundaki Karakeşiş köyü, Erivan guberniyasının Şarur-Daralayaz uyezdinden olan göçmenler tarafından kurulmuştu. 19. yüzyılın ikinci yarısında Azerbaycan’a göç eden Kürt aşiretlerinden biri Şahsuvarlılar idi. Onlar da Şarur-Daralayaz uyezdinden eski Kürdistan uyezdinin topraklarına göçmüşlerdi. Bu aşiret Laçin rayonundaki Minkend köyüne yerleşti.

Şahsuvarovlardan kısa bir süre sonra, birkaç Kürt aile Minkend’e geldi. İstatistiklere göre, 1888’de köyde 23 Kürt ve 47 Ermeni ailesine ait çiftlikler vardı. Laçin bölgesindeki diğer köyler Bozlu, Ağcakend, Mirik, Kamallı’nın nüfusu 19. yüzyılın sonunda tamamen Kürttü. 1960’larda bu köyler Azerbaycanlılarla Kürtlerin ortak köyleri olarak nitelendiriliyordu. Azerbaycan’ın diğer büyük Kürt köylerinden biri de Kelbecer rayonunun Zeylik köyüdür. Bu köyde yaşayan Kürtlerin ataları, 1826-1828 yılları arasındaki ikinci Rus-İran savaşı sırasında Kaçar iktidarının baskısıyla Azerbaycan’a geldi (Aristova, 1962: 23). Böylece 19. yüzyılın sonunda, Yelizavetpol guberniyasının Zangazur uyezdinin Şahsuvarlı köy grubu, 7 Kürt köyünden oluşuyordu: Şahsuvarlı, Minkend, Bozlu Kamallı, Ağkerli (Boznalı), Alpaut, Varazgun, Minkend-Hasanlı.  Ferehkanlı köy grubuna ise 2 Kürt köyü dahildi: Ferehkanlı ve Hasanlı (Aristova, 1962: 28).

Aynı zamanda Kelbecer’deki köylerin bir kısmının Laçin’den göç eden Kürtler tarafından işgal edildiğine dikkat edilmelidir. Örneğin, Kelbecer rayonunun Oruçlu ve Ağcakend köyleri, Laçin rayonunun Ağcakend ve Minkend köylerinden gelen Kürtler tarafından kurulmuştur (Aristova, 1966: 40). Yerel ahaliye göre, Oruçlu köyü bölgeye ilk giren kişinin adını, Ağcakend ise Kürt kızı Ağca’nın adını almıştır. Kelbecer rayonundaki Oruçlu ve Ağcakend köylerinin kurucuları Kürt olmasına rağmen isimleri Azerbaycan (Türk) kökenlidir. Bunun esas nedeni Azerbaycan Kürtlerinin yereldeki Türklerle iç içe olması ve hatta bu dili kendi aralarında konuşmasıdır. Azerbaycan Kürtleri, komşu Ermenistan Kürtlerinin aksine çocuklarına Türk kökenli isimler verdiler.

Kubadlı ve Zengilan Kürtleri

Azerbaycan’da bazı rayon adlarından sadece Kubadlı ve Zengilan Kürt kökenlidir. Zengilan, Azerbaycan’ın en eski Kürt bölgelerinden biri olarak kabul ediliyor. 13. yüzyıla ait kaynaklarda zikredilen Zengilan ismi, Azerbaycan’daki eski Kürt yerleşimlerinin varlığına işaret ediyor. İran’ın güneybatısındaki Bahtiyari aşiretlerinden birine Zengi denir. Zengiler, Kürtlerle bağlantılı olan Lor (Bahtiyari) aşiretlerinden biridir. Zengilan rayonunun adı ise bu Kürt-Bahtiyari aşiretinin adından gelmektedir (Aliyarlı, 2013: 247). Bahtiyari adı hala bölgenin köylerinde mevcuttur. Zengilan’a komşu olan Kubadlı rayonunda hâlâ Bahtiyarlı ismi mevcuttur ve Zengi etnonimi[9] bu bölgenin Kürt köylerinin isimlerinde korunuyor. Kürtlerin Zengilan’a bir sonraki göç dalgası 18. yüzyılın sonlarında başladı. İran Azerbaycanı’ndaki Mincivan bölgesinden gelen Kürt aileleri kuzeye göçtü ve günümüzdeki Zengilan ve Ordubad rayonunda aynı adı taşıyan köyler kurdular (Geybullayev, 1986: 101). Ordubad’daki Mincivan köyü günümüze kadar ulaşamamış olsa da, Zengilan rayonundaki Mincivan köyü büyüdü ve işgalin arifesinde kasaba statüsüne sahipti. Azerbaycan’daki Sovyet yönetiminin ilk günlerde, Zengilan’da yaşayan Kürtlerin sayısı Kelbecer, Kubadlı ve Laçin Kürtlerine kıyasla çok daha azdı. Bu nedenle bu rayon Kürdistan uyezdine dahil edilmedi. Burada yaşayan Kürtler, dil statüsü eksikliği ve diğer doğal ve doğal olmayan faktörler nedeniyle asimilasyona uğrayarak tamamen Türkleştiler.

Azerbaycan Kürtlerinin yaşadığı bir başka alan da Kubadlı idi. Kubadlı Kürtlerinin çoğu buraya Çarlık Rusyası döneminde gelen göçmenlerin nesillerinden oluşmaktaydı. Bölgenin adı olan “Kubadlı” ismi Kürt kökenlidir. Kubadlı adlı Kürt aşireti günümüzde İran’da yaşıyor (Geybullayev, 1986: 101). 19. yüzyılın ikinci yarısında, İran hükümetinin zulmünden kaçan ve burada yaşayan akrabalarına sığınan Kürtlerin akını, Kubadlı’nın etnik haritasını önemli ölçüde değiştirdi. Kürt aşiretlerinin Kubadlı’ya ilk akını 19. yüzyılın başlarında başladı. 16. ve 17. yüzyıllarda Türkiye’deki Van Gölü’nün doğusunda yaşayan Cibikli ve Mahmudlu aşiretleri, daha sonra Azerbaycan’da bir dizi köy oluşturmak için diğer aşiretlerle birleştiler (Kubadlı’daki Aşağı Cibikli, Yukarı Cibikli, Mahmudlu köyleri, Fuzuli’deki Birinci Mahmudlu, İkinci Mahmudlu, Üçüncü Mahmudlu köyleri, Cebrayil’deki Mahmudlu köyü, Şemkir’deki Mahmudlu köyü ve İmişli rayonundaki Kürdmahmudlu köyü).

Kürtlerin Kubadlı’ya en büyük göçü ise 1807’de gerçekleşti. O tarihte 600 Kürt aile İran’dan Karabağ Hanlığı’na göçmüştür. Bu ailelerin çoğu bugünkü Kubadlı rayonunun köylerinde yaşamaktadır (Bukshpan, 1932: 56). 1820’de “Mahrızlı” adlı Kürt aşiretinin İran’dan Azerbaycan’a göçü başladı. Mahrızlı etnonimi, bugün Kubadlı rayonunda ve Ağdam rayonundaki Mahrızlı köyünde kendini göstermektedir. Kubadlı’da İran’dan gelen Kürt aşiretlerinin oluşturduğu köylerin yanı sıra eski zamanlara dayanan Kürt köyleri de var. Bu köyler Azerbaycan-İran sınırı boyunca bulunuyordu ve Rus-İran savaşlarından önce İran tebaaları idiler. Bu köylere örnek olarak Kubadlı rayonundaki Zilanli ve Şotlanlı  (aynı adı taşıyan köy günümüzde Ağcabedi ve Ağdam rayonunda bulunmaktadır) köyleri verilebilir (Aristova, 1966: 39).

Nahçıvan Kürtleri

Kürtlerin Nahçıvan’a ilk göçü ikinci Rus-İran savaşından sonra gerçekleşti. İlk olarak Zilanlı aşiretlerin birliğinin göçü Aras boyundaki topraklara gerçekleşti. Zilanlı aşiretlerin birliği Buriki, Celali, Milaya, İradi, Zabuk, Cunuk, Çahmanlı, Arizanli ve Halisanlı aşiretlerinden oluşuyordu. Bu aşiretlerden bir kısmı Aras boyundaki topraklara, esas kısmı ise Erivan guberniyasının Nahçıvan uyezdine göçtüler.

Nahçıvan’da yaşayan Kürtler hakkında bilgiler çok çelişkilidir. 1833’deki bilgilere göre Nahçıvan’da yaşayan Kürtler 9 aşiret topluluğundan oluşuyordu: Hacısamlı, Şadmanlı, Kulukçu, Külekanlı, Hesenallı, Bozlu, Ferruhanlı, Püsyan ve Milli (Geybullayev, 1986: 101). Nahçıvan’da Milli, Acısamlı, Eliyanlı, Şadmanlı, Püsyan, Külekanlı, Ferruhanlı, Bozlu ve Hesenallı aşiretleri yaşamaktaydı. Kürt aşireti olan Bayramlı ise günümüzde Ermenistan’da kalan Azizpeyasi, Damlı, Zorkeşiş, İskenderhanası, Kovuşuk ve Aşağı Ulukhan köylerini oluşturmuştu. 1918-1920 yıllarında bu bölgede Taşnaklar tarafından yapılan etnik temizliğin kurbanlarından biri de Kürtler idi. Bu nedenle Azerbaycan’da Sovyet hükümeti kurulduğunda Nahçıvan’da yaşayan Kürtlerin sayısı önemli ölçüde azalmıştı. 1931 yılına kadar Arazdayan istasyonu arazisindeki Sadarak’ın çevresinde ve Culfa-Bakü demiryolu hattının sınırlarından Aras Nehri’ne kadar olan bölgede 7 Kürt köyü vardı: Karaburun, Yanık, Korkmaz, Gelevan, Mahmudkend (şimdiki Şarur), Vodokaçka ve Kirkaç. Tüm bu yerleşimler aşiretin adını taşıyan köylerdi: Karaburun ve Yanık köyleri Şavliki, Korkmaz köyünü Banuki, Kirkaç köyünü Başki, Gelevan, Mahmudkend ve Vodokaçka köylerini ise Kariki aşireti tarafından kuruldu (Bukshpan, 1932: 37-38). Darakand da Nahçıvan’da bulunan Kürt köylerinden biriydi. Buna ek olarak, 1980’lere kadar Ordubad’daki Kilit köyünde kendine mahsus bir dil konuşuluyordu. Kilit olarak sınıflandırılan bu dili birçok araştırmacı Kürtçeye yakın bir dil olarak kabul edilmektedir (Baskakov, 1971: 34). Bu dil, 20. yüzyılda Azerbaycan’da Arapça’dan sonra ölen ikinci dil olarak kabul edilir. 1960’larda Nahçıvan Kürtlerinin neredeyse tamamı Şarur rayonunda ve Arazdayan istasyonunun topraklarında yaşıyordu. Şu anda, resmi bilgilere göre Nahçıvan’da Kürtler Şarur rayonunun Darakand ve Culfa’nın Teyvaz köyünde yaşıyorlar.

Azerbaycanda Kürt Etnonimleri

Azerbaycan’da Kürt etnonimine sahip çok sayıda köy mevcuttur. Orta Aran bölgesinde ve Aras ovalarında Kürt aşiret isimlerine yakın pek çok yer ismi vardır: Seleli, Zazalı, Zengene, Zilanlı, Cibikli ve diğerleri. Kızılbaş  aşiretleri arasında Kürt ve Lor (Bahtiyari) aşiretleri olan Bergüşad, Ardalan, Bahtiyarlı, Dümbuli, Garus aşiretlerinin hala İran ve Azerbaycan’da isimlerini verdikleri yerler vardır. Abşeron rayonunda bulunan Kürdehani köyü buna eklenebilir. Kürt-Lor kökenli Kızılbaş aşiretlerinden biri Zengene aşiretiydi. 19. yüzyılın ortalarında 24 aileden oluşan bu aşiret Cavad uyezdinde yaşıyordu. Sabirabad rayonunda bulunan Zengene köyü de bu Kürt aşiretinden miras kalmıştır (Geybullayev, 1986: 102) 19. yüzyılın ortalarında Ivan Şopen’in belirttiğine göre; Azerbaycan’da yaşayan Kürtlerden Karaçorlu, Heseneli, Külekanlı, Şadmanlı, Şeylanı, Tehmezli, Bergüşad, Babalı, Kulukçu, Kelovçi, Ferruhanlı, Sisianlı, Terterli, Hacısamlı, Sultanlı, Bozlu, Kuluhanlı, Elikyanlı, Kolanı ve Püsyan aşiretleri Şii; Celali, Biryuki (Buruklu), Radikyanlı, Azizanlı, Şeyhbizanlı, Gelturi, Karaçorlu, Dilheyrimli, Banuki, Sibiki, Cuniki, Çahamanlı, Halisanlı aşiretleri ise Sünni Kürt aşiretlerdir. Ancak Şopen’in bahsettiği Kürt aşiretlerinin çoğu Ermenistan’da yaşıyordu. 19. yüzyılın ortalarında Milli, Karaçorlu, Alihanlı ve Püsyan gibi Kürt aşiretlerinin Azerbaycan’da yaşadıkları belirtilmektedir (Geybullayev, 1986: 101-102).

Ülkedeki diğer yaygın Kürt aşiretlerinden Püsyan Türkiye’den, Garus aşireti ise İran’ın Hamadan eyaletinin Garus bölgesinden Azerbaycan’a gelmişlerdi. Azerbaycan’da bu aşiretlerle bağlantılı yer isimleri aşağıdaki uyezdlerdeki köylerde mevcuttur.

Kuba uyezdi – Karaçallı ve Karakurdlu. (Her ikisi de şimdiki Haçmaz rayonundadır)

Cavad uyezdi – Karalar (4 köy), Karacalar, Büyük Garus, Cır Garus.

Şamahı uyezdi – Kürt, Karalı, Gorus-Çaparlı.

Göyçay uyezdi – Cir-Kürt (şimdiki Cırkurd köyü), Kürdşaban, Kürd-Karabağlar (şimdiki Karabağlar köyü), Kürdmaşı (İsmayıllı), Kürd, Karaçallı, Karaca, Gorus-Ağa-Ark (Ağsu), Garus-Arat-Kend (Ağsu).

Lenkeran uyezdi – Bergüşad, Kürd Abazlı, Kürdler (Celilabad), Karalı-Böyük, Karalı-Kiçik.

Ağdaş uyezdi – Kürd (Kebele).

Zengezur uyezdi – Karalar (Kubadlı), Karacalı (şimdiki Karaçanlı, Laçin), Sisian, Kürdhacı (Laçin), Kürd-Ali (şimdiki Ermenistan), Kürdkala.

Kazah uyezdi – Karalar (şimdiki Tovuz).

Cebrayıl uyezdi – Karacılar (şimdiki Karaçalı, Kubadlı), Kürd Mahrızlı (Kubadlı), Kürd Efendiler (şimdiki Efendiler köyü, Kubadlı), Kürd Çapık.

Cavanşir uyezdi – Karkuşed, Kürdborakı (şimdiki Berde), Gazi Kürd Ali (şimdiki Gazikurdali köyü, Berde), Kürtler (şimdiki Kurtlar köyü, Berde), Kürt-Amaniyan.

Gence uyezdi – Safikürd (şimdiki Goranboy).

Şuşa uyezdi – Kürt-Karadağlı, Kürtler (Kürtler köyü, şimdiki  Ağcabedi).

Şarur-Daralayaz uyezdi – Püsyan (şimdiki Şarur rayonu). (Valiyev, 1921: 48-49).

1957’de Bölgedeki Genel Etnik Durum

SSCB’nin kuruluşundan sonra Zengezur’da yapılan araştırmalar sırasında bölgedeki hemen hemen bütün Kürtlerin köylerinin tarihini bildikleri anlaşıldı. Bu nüans, kural olarak, Kürtlerde köyün kurulmasıyla bağlantılı olarak nesilden nesile aktarılan halk adet ve geleneklerinin güçlü olduğunu göstermektedir. Bu alanlarda 1957 yılında yapılan araştırma sonuçlarına göre, Laçin rayonunda hem Kürtçe hem de karma Azerbaycanca-Kürtçe dilinde konuşan 12 köy, Kelbecer’de 8 Kürt köyü, Kubadlı’da hem Kürtçe hem de karma Azerbaycanca-Kürtçe dilinde konuşan 18 köy, Zengilan rayonunda ise karma Azerbaycanca-Kürtçe dilinde konuşan 6 köy bulundu (Kuriyev, 1980: 93). Bölgede yapılan araştırma sırasında Laçin rayonunda Minkend, Aşağı Zerti, Yukarı Zerti, Kalaç, Bozlu, Kamallı ve Karakeşiş köyleri, Kelbecer rayonunda Zeylik, Aşağı Şurtan, Ağcakend, Oruçlu köyleri, Kubadlı rayonunda ise Yukarı Mollu ve Zilanlı köyleri Kürt kimliğine sahip olan köyler olarak tespit edilmiştir (Aristova, 1962: 22).

Yukarıda da belirtildiği gibi, sürüleri için daha iyi otlaklar ve topraklar arayan Kürtler, akınlarını Azerbaycan’ın bir kısmından diğerine, özellikle de dağlara taşıdılar. Bu yaşam tarzı Sovyet döneminde de devam etmiştir. Azerbaycan Kürtlerinin diğer Kürtlerden farkı ise hangi aşirete ait olduklarını tam olarak bilmemeleridir. 1950’lerde yapılan bir araştırma sırasında, çoğu yaşlı Kürt bu soruya Acem (Bu ifade Orta çağlarda İran coğrafyasında yaşayanlar için kullanılmaktaydı) olarak yanıtladı. İki köyde yaşayan Kürtler, Acem ile birlikte Babayalı, Ferehkanlı ve Şahsuvarlı soyundan olduklarını söylediler. İlginç bir şekilde, bu ifadeler aşiret isimlerini değil, toprağa olan bağlılığı yansıtmaktaydı. Örneğin, Ferehkanlı ve Şahsuvarlı terimleri, Kürt köylerinin de dahil olduğu kırsal toplulukların isimleridir. Bu nedenle, Azerbaycan’daki Kürt yer isimlerinin temel olarak Kürt aşiret birleşmelerinin adlarını yansıttığını söyleyebiliriz.

Kürt halkına has olan özelliklerinden biri, hâlâ korunan bir aşiret bölünmesinin varlığıdır. Bu özellik Azerbaycan’ın yer isimlerine de yansımıştır. Birçok Kürt etnonimlerinin sonuna Azerbaycancaya has eklerden (-par, -li) oluşması ve bir dizi Kürt aşiretinin etnonimlerinin Türkçe olması, Azerbaycan Kürtlerinin yoğun bir biçimde değil Azerbaycanlılarla karışık biçimde yaşadığı gerçeğinden kaynaklanmaktadır. Kürtlerin bu derecede çok hızlı bir şekilde asimilasyona uğrayarak Azerbaycanlılarla karıştığı gerçeği, bu kültürel yakınlık ile açıklanmalıdır (Geybullayev, 1986: 102)

Karabağ Savaşı

1991’de Sovyetler Birliği’nin çöküşüne Kafkasya’da milliyetçi hareketler eşlik etti. O sırada Ermenistan ve Azerbaycan arasındaki Dağlık Karabağ çatışması, Müslüman Kürtlerin Ermenistan’dan sürgün edilmesine, eski Kürdistan arazilerinin tamamen yok edilmesine ve 150.000 Kürt’ün kendi topraklarından sınır dışı edilmesine neden oldu (Lockman, 1997: 17). İlk olarak, 1992’de Laçin bölgesi Ermeni kuvvetleri tarafından işgal edildi. Ermeniler, Laçin’in işgalini hukuki bir biçime sokmak için, bölgedeki çok az sayıda Kürt (yaklaşık 60 kişi) ile birlikte “Kürt Laçin Cumhuriyeti”nin kurulduğunu ilan ettiler. Bu cumhuriyet bir hafta bile yaşamadı. Bunun temel nedeni bölgedeki cumhuriyet için herhangi bir kitle desteğinin  olmamasıydı. Azerbaycanlılar gibi Kürtler de Laçin’in işgali sırasında bölgeden kovulmuşlardır (Kemper, Conermann, 2011: 92). Bu mesele sadece Azerbaycan’da değil, aynı zamanda yurt dışında yaşayan Kürt diasporasının protestolarında da kendini gösterdi. Nisan 1993’te Kelbecer kuşatmasından sonra, Azerbaycan Kürtlerinin “Ronahi” Kürt Kültür Merkezi dünyadaki Kürtlere seslendi:

“Biz, binlerce Azerbaycan Kürtleri, yüzyıllardır Azerbaycanlılarla barış ve dostluk içinde yaşadık. Azerbaycan’da demokrasinin gelişmesine gelince, dilimize, geleneklerimize ve işlerimize saygı duyulur. Azerbaycan’da kendi dilimizde yayınlanmış kitaplarımız ve gazetelerimiz var. Ayrıca kendi dilimizde radyo programlarımız vardır. Ancak diğer Azerbaycan halkları gibi Kürt halkı da son 5 yıldaki Ermeni saldırganlığı sonucunda çok acı çekti. Laçin Kürtleri soykırım politikasına maruz kaldılar. Orada yüzlerce erkek, kadın ve çocuk öldürüldü ya da esir alındı. Laçin’deki on iki Kürt köyü yeryüzünden silindi. Kürtlerin, Ermeni saldırganlığı ile topraklarından atılmasına yol açan askeri saldırganlık bugün de devam ediyor. Kelbecer’de 60.000 sivil kuşatma altındadır ve orada Hocalı katliamından daha büyük bir felaket yaşanıyor. Bölgedeki Kürtler orada yaşayan Azerbaycanlılarla birlikte katlediliyor, evleri yağmalanıyor ve insanlar öldürülüyor. Bu Ermenilerin Kürtlere karşı ilk saldırganlığı değil. 1905, 1908, 1937, 1947-1948’de binlerce Kürt Ermenistan’dan sürgün edildi. 1988-1989’da Ermenistan’daki 20.000’den fazla Müslüman Kürt yurtlarından kovuldu ve 12.000’i bugün Azerbaycan’da yaşamaktadır. Şimdi, bir kez daha, Ermenistan’ın Azerbaycan’a karşı temelsiz toprak iddialarından dolayı Azerbaycan’da yaşayan tüm halklar evlerinden atılmanın bir sonucu olarak kanları akıyor. Biz Kürt topluluğu olarak bir kez daha Azerbaycan’ın ülkemiz olduğunu ve Azerbaycanlıların en yakın dostlarımız olduğunu tekrarlamak istiyoruz. Sevgili kardeşler! Lütfen Ermenilerin neden olduğu trajedi hakkında tüm yoldaşlarınızı bilgilendirin! Azerbaycan’ın Kürt kadın ve erkeklerinin uğradığı felaketleri kendi üzüntünüz olarak kabul edin! Laçin ve Kelbecer’deki felaketlerin Hocalı katliamının devamı olduğunu bildirin! Dünya Kürt toplumunu bize katılmaya ve ülkemizi saldırganlık ve işgalden kurtarmak için kitlesel, uluslararası bir dayanışma kampanyası başlatmaya çağırıyoruz! Kadim vatanımız Azerbaycan’da adalet ve barış uğruna kurtulmamıza yardım etmenizi istiyoruz!”. Ancak bu itiraz, yurtdışındaki Kürt diasporasının Ermenilerle dostane ilişkileri nedeniyle güçlü bir şekilde desteklenmedi. Buna istisna olarak İranlı Kürtleri gösterilebilinir. İranlı Kürt bir bilgin olan Mehrdad Izadi, Laçin ve Kelbecer’in işgali sırasında Kürtlerin kovulması konusundaki Ermeni iddialarını reddediyor ve şu retorik soruyu soruyor: “Sen de,  Ermenistan?” (Goltz, 1998: 346).

1993 yazındaki saldırılarda Kürtlerin yaşadığı bir diğer rayon olan Kubadlı işgal edildi. Bu bölgelerin işgalinden sonra Kürtler Azerbaycan’ın bir dizi bölgesine göçmek zorunda kalıyorlar. Kubadlı rayonunun büyük kısmı şu anda Sumgayıt’a yerleşmiştir. Kelbecer ve Laçin Kürtlerinin çoğu günümüzde Ağcabedi rayonunda yaşıyor. Rus tarihçi Zayonçkovskaya’ya göre Azerbaycan’da yaşayan Kürtlerin yüzde 80’i bu rayonda yaşıyor (Zayonçkovskaya, 1999: 82).

Günümüzde Kürtler

Günümüzde Azerbaycan Kürtlerinin sayısı hakkında çeşitli bilgiler vardır. Azerbaycan Cumhuriyeti’nin 2009 yılı resmi nüfus sayımına göre ülkede 6.100 Kürt yaşıyor. Batılı uzmanlara göre, Kürtler Azerbaycan nüfusunun yaklaşık yüzde 2,8’ini oluşturuyor. Şu anda Azerbaycan’da 200.000’den fazla Kürt’ün yaşadığı tahmin edilmektedir (McDowall, 1996: 490). Bu Kürtlerin neredeyse tamamı, Azerbaycan Türkleri gibi, İslam’ın Şii mezhebine mensupturlar. Bu Kürtler Kürtçe’nin Kurmanci lehçesini konuşmaktadırlar (Aristova, 1966: 21). Şu anda Azerbaycan’da yaşayan Kürtler kendi dillerinde eğitim alma şansına sahiptirler. Bunların yanı sıra ülkede “Ronahi” Kürt Kültür Merkezi faaliyet göstermektedir. Yakın zamana kadar Azerbaycan’da Kürtçe gazete Diplomat yayınlanmaktaydı. Ancak bu gazete, Türkiye’deki Kürt ulusal mücadelesini desteklediği için Türk hükümetinin baskısıyla kapatıldı.

Kullanılan Literatür

Rusça kaynaklar

Гиясаддин Гейбуллаев, (1991),  К этногенезу азербайджанцев, Том 1.

Гиясаддин Гейбуллаев, (1986), Топонимия Азербайджана.

Татьяна Аристова, (1962) Из истории возникновения современных курдских селений в Закавказье // Советская этнография.

Татьяна Аристова , (1966), Курды Закавказья: историко-этнографический очерк

Татьяна Аристова, (1990) Материальная культура курдов XIX – первой половины XX в. Проблема традиционно-культурной общности

Рустам М. Алиев, (1981), Выдающиеся русские ученые и писатели о Низами Гянджеви.

Сара Ашурбейли, (1983), Государство Ширваншахов(VI-XVI вв.)

Григорий  Чурсин,   (1925), Азербайджанские курды (Этнографические заметки), Известия Кавказского и историко-археологического института. Т.З.

Илья Петрушевский , (1949), Очерки по истории феодальных отношений в Азербайджане и Армении в XVI — начале XIX вв.

Пётр Лерх, (1856),  Изслѣдованія об иранских курдах и их предках, сѣверных халдеях.Том 1.

Гурген Акопов, (1975), Страны и народы Ближнего и Среднего Востока. Том VII. Курдоведение

Валентин Гарданов, (1969),  Кавказский этнографический сборник, Том 4.

Александр Букшпан, (1932) Азербайджанские курды: Лачин, Кельбаджары, Нахкрай: Заметки.

Светлана  Алиева, (1993), Так это было: национальные репрессии в СССР 1919-1952 годы, Том 1.

Николай Баскаков, (1971), Тюркская лексикология и лексикография: Сборник статей.

Мухаммедгасан Бахарлы, (1921), Азербайджан:физико-географический, этнографический и экономический очерк.

Тамерлан  Гуриев, (1980), Ономастика Кавказа: межвузовский сборник статей.

Жанна Зайончковская, (1999), Миграционная ситуация в странах СНГ

Azerbaycanca ve İngilizce kaynaklar

Wadie Jwaideh, (2006), The Kurdish National Movement: Its Origins and Development

Richard N. Frye, (1975), The Cambridge History of Iran, Volume 4: The Period from the Arab Invasion to the Saljuqs

John A. Boyle, (1968), The Cambridge History of Iran, Volume 5:The Saljuq and Mongol Periods

Peter Jackson, Lawrence Lockhart , (1986), The Cambridge History of Iran, Volume 6: The Timurid and Safavid Periods.

David McDowall, (1996), A Modern History of the Kurds.

Lokman I. Meho, (1997), The Kurds and Kurdistan: A Selective and Annotated Bibliography

Michael Kemper , Stephan Conermann, (2011), The Heritage of Soviet Oriental Studies.

Thomas Goltz, (1998), Azerbaijan Diary: A Rogue Reporter’s Adventures in an Oil-rich, War-torn, Post-Soviet Republic: A Rogue Reporter’s Adventures in an Oil-rich, War-torn, Post-Soviet Republic.

Thomas de Waal, (2003),  Black Garden: Armenia and Azerbaijan through Peace and War

Əliyarlı İltifat, (2013), İstiqlal fədailəri-Azərbaycan Xalq Cümhuriyyətinin Daxili İşlər Nazirləri və silahdaşları: 1918-1920.

 

(Bu yazı El Yazmaları için AzLogos sitesinden Türkçeye Caner Malatya tarafından çevrildi. Orijinali için: https://azlogos.eu/az%c9%99rbaycan-kurdl%c9%99ri/ )

 

Dipnotlar:

[1] Bugünkü Azerbaycan ile Dağıstan’ın güneyini kapsayan eski bir krallık.

[2] MÖ 4. Yüzyılda çoğu bugünkü İran Azerbaycanı ve İran Kürdistanı olarak bilinen bölgede kurulmuş eski bir krallık.

[3] Kafkasya’da Kura ve Aras nehirleri arasındaki tarihi-coğrafi bölge.

[4] Azerbaycan’ın bölge düzeyindeki merkezi idarenin taşra yönetim birimidir.

[5] Azerbaycan Cumhuriyeti’nin güneydoğu rayonları Lenkeran, Astara, Masallı ve Lerik ile İran’ın kuzeydoğu eyaletleri Gilan ve Erdebil’de yaşayan bir halktır.

[6] Bir ilçeye denk olan yönetim birimidir.

[7] Bir ile denk olan yönetim birimidir.

[8] Orgbüro, Sovyetler Birliği’ndeki örgütsel çalışmalar hakkında önemli kararlar vermek üzere oluşturuldu. Yerel parti komitelerinin çalışmalarını denetleme ve komünist üyeleri uygun gördükleri konumlara seçme ve yerleştirme yetkisine sahipti.

[9] Ulus veya kavim adı.

16 Haziran 2020 Salı

Fuwa’nın Lenin Eleştirisi Bağlamında Marx, Engels ve Lenin’de Demokratik Cumhuriyet

Uzun yıllar kapitalizmin en önemli merkezlerinden biri olan Japonya’daki devrimci mücadeleye ve tartışmalara dair bilgilerimiz oldukça kısıtlı olagelmiştir. Bununla birlikte hem internetin sağladığı olanaklar hem de yayımlanan çeşitli kitaplar bu kısıtlılığı aşmamızı sağlıyor.

Yayımlanan kitaplardan biri ise uzun yıllar boyunca Japon Komünist Partisi’nin (JKP) üst düzey yöneticilerinden biri olan Tetsuzo Fuwa’nın Lenin’in Devlet ve Devrim Eserine Eleştirel Bir Yaklaşım isimli (alt başlığı Marx ve Engels’te Barışçı Devrim ve Demokratik Cumhuriyet) eseri.

Bu yazımızda kitaptan yola çıkarak, Fuwa’nın Marx ve Engels’ten alıntılayarak ortaya koyduğu Demokratik Cumhuriyet kavramına Marx, Engels ve Lenin’in metinleri aracılığıyla eleştirel bir yaklaşım sergileyeceğiz. Bununla birlikte Marx, Engels ve Lenin’in metinlerinin farklı tarihsel bağlamlarda farklı içerikler kazandıklarını göz ardı etmeksizin daha çok ortak noktalarını öne çıkartan bir yaklaşım sergileyerek, Marksizm’deki Demokratik Cumhuriyet kavramına ve devlet aygıtının Demokratik Cumhuriyet’teki biçimine yönelik bir görüş ortaya koymaya çalışacağız. Böylece ülkemizde çeşitli biçimlerde tartışılan Demokratik Cumhuriyet meselesine katkı sunmayı amaçlamaktayız.

Öncelikle JKP ile Tetsuzo Fuwa hakkında bilgi vermeliyiz.

JKP ve Tetsuzo Fuwa

Meiji Restorasyonu sonrası 1890’lı yıllarda Marksist yazın ülkeye girmeye başlar ve okuma grupları oluşturulur. 1917 Ekim Devrimi’nin de etkisiyle JKP, 15 Temmuz 1922’de kurulur. 1920-30’lardaki baskılar nedeniyle parti siyasal alanda etkili olamasa da özellikle ekonomi bölümünde okuyan üniversiteli öğrenciler arasında yaygınlaşır. 1945 sonrasında canlanan parti 1950’de ikiye bölünür. Bölünme nedeni ise Stalin’in Çin Devrimi’nin başarılı olmasından sonra JKP’yi Çin Komünist Partisi gibi silahlı mücadele etmesi için zorlamasıdır. Bu ayrışma sonrası “Tokuda-Nosaka Grubu” olarak bilinen grup Pekin’de bir üs kurar ve “Askeri Yönelim” adını verdiği mücadelesine başlar.[1] Bu grup bir süre sonra etkisini yitirirken diğer grup yasal alanda mücadeleye yönelir. Yasal alanda faaliyet gösteren JKP 1946-1972 arasındaki seçimlerde yüzde 2 ila 6, 1972-2017 arasındaki seçimlerde yüzde 7 ila 10 arasında oy alır. Partinin yüzde 10’un üzerinde çıktığı üç seçim vardır: 1996’da yüzde 13, 2000’de yüzde 11, 2014’te yüzde 11,4 oy alır.

1930 yılında Tokyo’da doğan Tetsuzo Fuwa ise 1970 yılında JKP parti sekretaryası başkanı, 1982’de Merkez Komite Yürütme Kurulu Başkanı, 2000’den 2006’ya kadar JKP Merkez Komitesi Başkanı olmuştur.[2]

SSCB’ye karşı genellikle olumsuz bir tavır sergileyen Fuwa, 2002 yılındaki bir konuşmasında Çin, Küba ve Vietnam’ın uyguladığı piyasa sosyalizmini Lenin’in önerdiğini, Stalin’in ise bunu reddettiğini ileri sürer. Devamında Fuwa JKP’nin siyasette ve ekonomide geniş kapsamlı değişiklikler elde etme ve sosyalist değişimler yerine kapitalizm çerçevesinde demokratik değişimler arama mücadelesinde olması gerektiğini söyler. [3] Fuwa’ya göre sosyalizm çok sayıda siyasi partinin varlığına izin veren bir siyasi sistem ve seçimler yoluyla hükümetin değiştirilmesini ve satılacak veya satın alınacak malları seçme özgürlüğünü garanti eden bir piyasa ekonomisini içerir. [4]

Fuwa’nın Marks ve Engels Bağlamında Lenin Eleştirisi

Fuwa, Lenin’in “Devlet ve Devrim” eserine eleştirel bir yaklaşım getirirken, Marx ve Engels’in Demokratik Cumhuriyet’e dair görüşlerini ortaya koyarak bu yaklaşımını temellendirmeye çalışmış.

Fuwa’ya göre Marx ve Engels, sınıf savaşımının şiddete dayalı olarak değil, barışçıl bir şekilde gelişim gösterdiğini ifade etmektedir. Buna göre parlamento, genel oy hakkı gibi yasal kazanımlar oldukça önemlidir. Nitekim Marx ve Engels, demokratik haklar için mücadeleyi de araçtan çok amaç olarak görmüşlerdir. Fuwa’ya göre Komünist Manifesto’da burjuvazinin zorla devrilmesinden bahsediliyordu, çünkü o zaman genel oy hakkı olmadığı için şiddetten başka yol yoktu.[5]

Marx, New York Daily Tribune gazetesinin 25 Ağustos 1852 tarihli sayısındaki “Çartist” başlık makalesinde şöyle yazar: “İngiltere’de genel oy hakkının gerçekleşmesi bu yüzden, bu kıtada daha önce sosyalizm adına onurlandırılmış her şeyden daha ileri bir sosyalist adım olacaktır. Bunun burada kaçınılmaz sonucu “işçi sınıfının siyasi üstünlüğüdür.” Fuwa’ya göre Marx’ın bu düşüncesi geliştirilecek olursa, işçi sınıfının bir çoğunluk haline gelebileceği koşulların bulunduğu başka ülkelerde de genel oy hakkı ve seçim yoluyla işçi sınıfının siyasi iktidarı kazanma yolunu açabilir.[6]

Marx’ın New York’taki The World adlı gazetenin Londra muhabiri R. Landor’a Temmuz 1871’de verdiği röportajı ve 8 Eylül 1872’de Lahey’de Enternasyonal’in kongresinde yaptığı konuşmayı örnek gösteren Fuwa, Marx’ın barışçıl yollarla yapılacak devrimi dışlamadığını, bunun için gerekli koşulların, kurumların, gelenek ve göreneklerin olduğunu belirttiğini söyler.[7] Bununla birlikte Fuwa, Marx’ın şiddete dayalı yolu tamamen reddetmediğini, özellikle ABD İç Savaşı’nı da örnek göstererek bir noktada şiddetin kaçınılmazlığını vurguladığını belirtir. Fakat Marx’ın esas olarak parlamenter yoldan devrime önem verdiğini belirtmeyi sürdürür.[8]

Fuwa’ya göre meclis yeterli güce sahip olduğu koşullarda parlamenter yoldan devrime gitme olasılığı vardır ve “sosyal iktidarı o anda elinde bulunduranlar tarafından zorla engellenmezlerse” devrimin barışçıl yoldan zafere ulaşması mümkündür.[9]

“Kesinliği açık olan bir şey varsa, o da, partimizin ve işçi sınıfının egemen duruma ancak Demokratik Cumhuriyet biçimi altında gelebilecekleridir. Hatta, Demokratik Cumhuriyet, Büyük Fransız Devrimi örneğinin gösterdiği gibi, proletarya iktidarının özgül bir biçimidir de.” [10] Fuwa’ya göre ise Engels’in buradaki Demokratik Cumhuriyet tanımı parlamenter Demokratik Cumhuriyet’tir. Bu nedenle Engels burada da oy hakkına dayalı, parlamentoda çoğunluğu kazanarak iktidarı alma olasılığını kabul etmiş ve böylece şiddete dayalı devrimi reddetmiştir.[11]

Fuwa, barışçıl bir yolla gerçekleşecek olan Demokratik Cumhuriyet’te, özellikle devlet kurumlarının yıkılmasına gerek olmadığını, gerekli değişiklikler yapılmasının yeterli olacağını belirtir.

Fuwa, Marx’ın “İşçi sınıfı, hali hazırdaki devlet aygıtını basitçe öylece ele geçirip onu kendi amaçları için kullanamaz” sözünü şöyle anlıyor: İşçi sınıfı hali hazırdaki devlet aygıtını, işçi sınıfının çıkarlarına hizmet edebilir hale getirene kadar “değiştirmesi ve dönüştürmesi” ya da “uyarlama” işlemine tabi tutması gerekir. [12] Buna ek olarak Engels’in Nisan 1883’te Philipp Van Patten’e ve Ocak 1884’te Bernstein’a yazdığı mektuplarından alıntı yaparak devlet aygıtının “gerekli değişikliklerden” ve uygun bir biçimde “yeniden biçimlendirmeden” sonra kullanılabileceğini vurguladıkları söyler. [13] Marx ve Engels’in Komünist Manifesto’da “yıkmak” veya “havaya uçurmak” gibi ifadeleri kullanmayarak barışçıl ve yasal araçlarla devlet aygıtını yeniden inşa etmenin mümkün olabilirliğini ifade etmişlerdir. [14] Keza Engels’in Fransa’da İç Savaş eserinin 1891 baskısına yazdığı önsözde “yıkmak” değil de “en kötü yanlarını kesip atmaktan” bahsetmesi de bunun göstergesidir. [15]

“Kuşkusuz, böylesi bir anda, bütün teorisi İngiltere’nin iktisadi tarihinin ve durumunun ömür boyu süren bir incelemesinin ürünü olan ve bu incelemeden, İngiltere’nin, en azından Avrupa’da, kaçınılmaz toplumsal devrimin tümüyle barışçıl ve yasal araçlarla gerçekleştirilebileceği tek ülke olduğu sonucunu çıkarmış bulunan bir adamın sesine kulak verilmeli. Elbette İngiltere’nin egemen sınıflarının, bir “proslavery rebellion” çıkarmadan bu barışçıl ve yasal devrime boyun eğmesini neredeyse hiç beklemediğini eklemeyi asla unutmadı”[16] Engels’in Kapital’in 1. Cildine yazdığı bu önsözdeki “barışçıl ve yasal araçlar” vurgusuna dayanan Fuwa barışçıl mücadeleyi esas almaya devam eder. [17]

Fuwa’nın Lenin’e yönelik ilk eleştirisi ise şiddete dayanan devrim kavramı üzerinedir. Fuwa, Lenin’in şiddete dayalı devrimin kaçınılmazlığı teorisinin özel ve ayrıksı bazı koşullarda geçerli olduğunu belirtir.[18]

Fuwa, Lenin’in Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı döneminde yaşadığı için, özel durumlar dışında, barışçıl gelişimden çok şiddete dayalı devrime önem verdiğini ve Marx ile Engels’i de bu bağlamda okuduğunu belirtir. Diğer yandan Lenin’in, Marx ve Engels’in barışçıl gelişim ve Demokratik Cumhuriyet’e verdiği önemi gösteren metinleri okuma fırsatını da bulamadığını belirtir.

Fuwa, Lenin’in parlamentoyu ortadan kaldırmak istediğini fakat temsiliyeti ve seçimleri kaldırmak istemeyerek çelişkiye düştüğünü ifade etmektedir. Lenin’in Bolşeviklerin Duma çalışmalarına yaptığı katkıları sunarak Lenin’in demokratik mücadeleye verdiği önemi gösterip, şiddete dayalı devrim teorisinin konjonktürel bir tercih olduğunu vurgulamaktadır.

Marx ve Engels’te Genel Oy Hakkı ve Parlamento

Fuwa’nın Marx ve Engels’e yaklaşımını çeşitli alıntılarla tekrardan gözden geçirmekte fayda var.

Öncelikle genel oy hakkı mücadelesi ve parlamenter mücadeleye yönelik yaklaşımı ele alalım. Evet, Marx ve Engels’in genel oy hakkı mücadelesinde sonuna kadar gidilmesini ve kimi yerlerde bunun esas alınması gerektiği vurgusunu yaptıklarına şüphe yok:

“Ama genel oy hakkı, cumhuriyetçi beyefendilerin düşündüğü gibi mucizeler yaratan bir maden arama çubuğu olmasa bile, sınıf mücadelesinin zincirlerini çözmek; burjuva toplumunun farklı orta katmanlarının, yanılsamalarını ve hayal kırıklıklarını hızla yaşayıp geride bırakmalarını sağlamak; (monarşi kendi sayım yöntemiyle burjuvazinin yalnızca belirli kesimlerinin kendilerini rezil etmesini ve diğerlerinin sahnenin arkasında gizlenmesini sağlar ve sahne gerisindekileri bir ortak muhalefetin halesiyle çevrelerken) egemen sınıfın tüm kesimlerini tek bir hamleyle devlet sahnesinin üzerine fırlatmak ve böylece aldatıcı maskelerini indirmek gibi çok daha büyük meziyetlere sahipti.”[19]

Engels’in Fransa’da Sınıf Mücadeleleri’ne yazdığı Önsöz’de oy hakkına büyük bir paye biçtiği de malumdur:

“Ve genel oy hakkının, kendimizi üç yılda bir saymamızı mümkün kılmaktan; oy sayısının düzenli olarak saptanan beklenmedik hızdaki yükselişiyle orantılı olarak işçilerin zafere olan inancını ve düşmanın korkusunu artırmaktan ve böylece en iyi propaganda aracımız olmaktan; hem kendi gücümüz hem de tüm düşman partilerin güçleri hakkında bizi eksiksiz şekilde bilgilendirerek ve böylece eylemlerimiz için benzersiz bir ölçüt sunarak bizi zamansız çılgınlıklar kadar zamansız çekingenliklerden de korumaktan başka hiçbir yararı olmasaydı, oy hakkının bize yararı bundan ibaret kalsaydı bile, bu hak yeterli olmanın fazlasıyla ötesine geçmiş olurdu. Ama çok daha fazlasını yaptı. Seçim propagandası yaparken, henüz uzağımızda duran halk yığınlarıyla temas kurmamız ve tüm partileri saldırılarımız karşısında kendi görüşlerini ve eylemlerini tüm halkın önünde savunmaya zorlamamız için benzersiz bir araç sundu.”[20]

Fakat Engels’in bu cümlelerin ardından eklediği cümleler onun tamamen “barışçıl” olmadığını göstermektedir: “Bu söylenenler, sokak savaşının gelecekte herhangi bir rol oynamayacağı anlamına mı geliyor? Kesinlikle hayır. Sadece, 1848’den bu yana, koşulların sivil savaşçılar için çok daha elverişsiz, askerler için çok daha elverişli hale geldiği anlamına geliyor. Dolayısıyla, gelecekteki bir sokak savaşı, ancak, durumun bu elverişsizliğinin başka unsurlar tarafından dengelenmesi halinde zafere ulaşabilir. Bu nedenle, büyük bir devrimin başlangıcında, bu devrimin ileri aşamalarıyla karşılaştırıldığında daha az görülecek ve daha büyük güçlerle yürütülmesi gerekecek. Ama bu güçler, büyük olasılıkla, tüm Büyük Fransız Devrimi boyunca ve 4 Eylül ile 31 Ekim’de Paris’te olduğu gibi, açık saldırıyı pasif barikat taktiğine tercih edecek.” [21]

Buna ek olarak Marx “yasal zaferlere” yönelik uyarısını da 1848 Devrimi’nden alınan dersle sarih bir şekilde ortaya koymuştur: “10 Mart zaferi kesin bir zafer olmaktan çıktı; karar günü bir kez daha ertelendi, halkın enerjisi boşaltıldı. Ve halk, devrimci zaferler yerine yasal zaferlere alıştı.” [22]

Genel oy hakkının nerede nihayete varacağını ise yine Marx açıkça ortaya koyar: “Genel oy hakkı, görevini tamamlamıştı. Halkın çoğunluğu, devrimci bir dönemde genel oy hakkının sunabileceği tek şey olan geliştirme okulundan geçmişti. Bir devrim ya da gericilik tarafından kaldırılmak zorundaydı.” [23]

Sonuç olarak Marx ve Engels’in genel oy hakkını “amaç” değil “araç” olarak gördüğü barizdir.

Marx ve Engels’te Devlet Aygıtı

Devlet aygıtının değiştirilmesine gelirsek; devlete yönelik yaklaşım Komünist Manifesto’da sade bir şekilde ortaya konulmuştur: “Modern devlet iktidarı bütün burjuva sınıfının ortak işlerini yöneten bir kuruldan başka bir şey değildir.”[24]

Devlet aygıtının değiştirilerek kullanılması konusunda ise Marx pek de “iyimser” değil: “Ama işçi sınıfının hazır devlet mekanizmasına basitçe el koyarak onu kendi amaçları için kullanması mümkün değildir.” [25]

Engels de devlet aygıtının “yeniyi” kaldıracak bir yapıda olmadığını belirtir: “Kendilerini ve partiyi “bugünkü toplumun sosyalizmin içine doğru büyümekte olduğuna” ikna etmeye çalışanlar, kendilerine şunları sormuyor: Bu toplum, böyle yaparken, aynı derecede kaçınılmaz olarak kendi eski toplum yapısının dışına doğru büyümüyor mu ve bu eski kabuğu tıpkı yengecin kendi kabuğuna yaptığı gibi zorla parçalamak zorunda değil mi?” [26]

Bu nedenle Engels Bebel’e 1875’te yazdığı mektupta proletaryanın kullanacağı aygıtın “devletten” farklı olacağını ifade eder: “Proletarya, devleti kullanmaya devam ettiği sürece, onu özgürlük adına değil, hasmını bastırmak için kullanır ve özgürlükten söz edilebilecek duruma gelinir gelinmez, bu anlamıyla devletin varlığı son bulur. Bu nedenle, devlet sözcüğünün, her yerde, Fransızcadaki “komün” sözcüğünün yerini çok iyi bir şekilde tutabilecek eski ve güzel bir Almanca sözcük olan “Gemeinwesen” {topluluk} sözcüğüyle değiştirilmesini önerirdik.” [27]

Dolayısıyla Fuwa’nın ileri sürdüğünün aksine Marx ve Engels’in devlet aygıtının değiştirilmesini ve dönüştürülmesini değil, adının bile aynı kalmamasını ileri sürdükleri görülmekte.

Marx ve Engels’te Demokratik Cumhuriyet

Demokratik Cumhuriyet’in biçimine dair basit bir tanımı ise Engels’in 1892’de Giovanni Bovio’ya verdiği cevapta görüyoruz: “Marx ve ben, kırk yıldır, bıkmaksızın şunu tekrar ettik: Demokratik cumhuriyet, işçi sınıfı ile kapitalist sınıf arasındaki mücadelenin önce tam anlamıyla genelleşeceği ve sonra da işçi sınıfının kesin zaferi ile doruğuna ulaşabileceği tek siyasi biçim olabilir.” [28]

Burada Engels’in Demokratik Cumhuriyet’i tam anlamıyla bir burjuva cumhuriyet değil, işçi sınıfı ile burjuvazi arasında devam eden savaşımın bir başka veçhesi olarak gördüğü anlaşılıyor. Bu veçhede işçi sınıfı devleti değiştirerek veya dönüştürerek kullanamaz: “Son olarak, parlamenter cumhuriyet, devrime karşı yürüttüğü mücadelede, iktidar gücünün araçlarını ve merkezileşmesini baskı önlemleriyle artırmak zorunda gördü kendisini. Tüm devrimler, bu mekanizmayı kırmak yerine onu yetkinleştirdi. Dönüşümlü olarak iktidar mücadelesi veren partiler, bu devasa devlet yapısının ele geçirilmesini, kazananın en önemli ganimeti saydı.” [29]

Dolayısıyla Demokratik Cumhuriyet aşamasında da işçi sınıfının eski yönetim mekanizmasını ortadan kaldırmalı ve Paris Komünü’nden alınan dersin ışığında kendi iktidarını sağlamlaştıracak yeni bir mekanizmayı kurmaya başlamalıdır: “Komün, bir kez iktidara gelmiş olan işçi sınıfının eski devlet mekanizmasıyla yoluna devam edemeyeceğini daha en başta görmek zorunda kaldı; bu işçi sınıfı, daha yeni kazanılmış olan kendi iktidarını yeniden yitirmemek için, bir yandan o zamana kadar kendisine karşı kullanılmış olan baskı mekanizmasını ortadan kaldırmak, ama diğer yandan, istisnasız olarak tümünü her zaman görevden alınabilir ilan ederek temsilcileri ve memurları karşısında kendisini koruma altına almak zorundaydı.” [30]

Burada da Engels’in vurgularının bir özyönetim yüceltmesi olmaktan çok, sınıfının özgücüne dayanan ve bu özgücün sınıfın bütünü (veya olabildiğince çoğunluğu) tarafından tekrardan üretilmesini sağlayacak bir yapının (devlet mekanizmasından farklı bir “yapı”) kurulması üzerine olduğuna dikkat çekmek isterim.

Ortaya konulacak bu mekanizmaya tamamen işçi sınıfı hâkim olmalıdır: “Programa koyulabilecek ve söylenemeyenlere en azından dolaylı olarak işaret etme görevini üstlenebilecek olan şey, şu taleptir: “İlde, ilçede ve beldede, genel oy hakkıyla seçilmiş memurlar aracılığıyla eksiksiz özyönetim. Devlet ataması yoluyla gelinen tüm yerel makamların ve il makamlarının kaldırılması.” [31]

Lenin’de Demokratik Cumhuriyet

Lenin devlet aygıtına yaklaşım konusunda Marx ve Engels’in görüşlerini izlemeye devam eder: “[Oportünistler] Marx’a göre proletaryanın sadece yok olup giden bir devlete, yani hemen yok olup gitmeye başlayacak ve yok olup gitmeden edemeyecek şekilde kurulmuş bir devlete ihtiyaç duyduğunu ve ikincisi, emekçilerin ihtiyaç duyduğu şeyin bir “devlet, yani egemen sınıf olarak örgütlenmiş proletarya” olduğunu eklemeyi “unutuyorlar”.”[32]

Ek olarak Lenin, Marx’ın hali hazırdaki devlet aygıtına el konmasını değil parçalanması gerektiğini 1871’de İngiltere dışındaki diğer Avrupa ülkeleri için dediğini belirtir. Lenin’e göre o zaman İngiltere militarist klik ve büyük ölçüde bürokrasiden azade olduğu için Marx böyle demiştir. Fakat 1914-1917 arasında görüldüğü üzere militarist klik ve bürokrasi bu boşluğu doldurmuştur ve devlet aygıtı parçalanmalıdır der Lenin. [33]

Böylece Lenin’in, Fuwa’nın iddia ettiğinin aksine, Marx’ın “barışçıl gelişime” dair metinlerini okuduğunu görmekteyiz, Buna ek olarak Lenin’in “şiddet” vurgusunun 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın tarihselliğinden dolayı değil devlet yapısının “tamamlanması” üzerinden yaptığını görüyoruz.

Lenin buradan devam ederek burjuvazinin demokrasi ve devrimlerinin ilerlemesinin kendi çıkarlarına zararlı olacağını bildiğini, bundan dolayı da gerici güçlerle ittifak kuracağını belirtir. [34]

Bu nedenle proletarya, demokrasi için savaşımda ve bu savaşımın sonucunda oluşacak Demokratik Cumhuriyet’teki öncülüğü burjuvaziden almıştır. Fakat bu Demokratik Cumhuriyet’in hâlâ kapitalist düzen içerisinde olduğu uyarısını da ekler: “Biz, kapitalist düzende, proletarya için en iyi devlet biçimi olarak demokratik bir cumhuriyetten yanayız; ama en demokratik burjuva cumhuriyetinde bile halkın payına ücretli köleliğin düştüğünü unutma hakkına sahip değiliz.” [35]

Demokratik devrim için mücadele sadece konjonktürel veya belli bir coğrafyayla sınırlı bir mücadele değildir Lenin’de. Aynı zamanda sosyalist devrime giden bir sürekliliğin içerisindeki bir noktadır. İşçi sınıfının bilinçlenmesi ve örgütlenmesine giden yolda bir duraktır. Fakat devrimciler demokratik devrimin burjuva egemenliğini meşrulaştırdığını göz ardı etmeden, değişen sınıf karşıtlığı üzerinden mücadeleye devam etmelidirler. Lenin küçük-burjuvaların ve köylülerin devrimci çizgiye çekilmesinin gerekli olduğunu ve proletaryanın ve köylülüğün devrimci demokratik diktatörlüğün kurulmasının zorunlu olduğunu belirtir. [36]

Lenin bu düşüncenin Marx ve Engels’in temel düşüncesi olduğunu ifade eder: “Engels burada, Marx’ın tüm eserlerinin dokusunu ören temel düşünceyi, yani Demokratik Cumhuriyet’in proletarya diktatörlüğüne en yakın geçiş noktası olduğu düşüncesini üstüne basa basa tekrarlıyor. Çünkü böyle bir cumhuriyet, sermayenin egemenliğini ve dolayısıyla da kitlelerin ezilmesini ve sınıf mücadelesini hiçbir şekilde ortadan kaldırmaksızın, kaçınılmaz olarak bu mücadelenin öylesine genişlemesine, gelişmesine, açılmasına ve şiddetlenmesine yol açar ki, ezilen kitlelerin temel çıkarlarını karşılama olanağı doğar doğmaz, bu olanak kaçınılmaz olarak ve sadece proletarya diktatörlüğüyle, proletaryanın söz konusu kitlelere önderlik etmesiyle hayata geçirilir.” [37]

Lenin’in küçük-burjuvalar ve köylülerle ittifak kurma çabası savaşı kazanmaya yönelik “pragmatik” bir yaklaşımı değil sosyalist devrime yönelik sürekliliği içeren bir yaklaşımı barındırır. Nitekim küçük-burjuvaların ve köylülerin devrimden çıkarı olacağı için onların devrimci saflara çekilmesi çeşitli zorlukları da olsa gereklidir. Fakat bu küçük-burjuva ve köylüler içerisindeki karşı-devrimci unsurlara dikkat edilerek etkisiz hale getirilmeli ve yarı-proleter unsurlarla sosyalist devrime devam edilmelidir. Dolayısıyla devrimden sonra devrimi sönümlendirip uzlaştırmaya çalışanlara karşı devrimin ileri götürülmesi zorunludur.[38]

Bu süreçte devlet aygıtının yapılanması önem taşımaktadır. Fakat bu devlet elbette ki  “devletten” farklı olmalıdır: “Köylülerin bulunduğu her kapitalist ülkede (kapitalist ülkelerin çoğunda bulunurlar), bunların büyük çoğunluğu yönetim tarafından ezilmekte ve yönetimin yıkılması özlemini, “ucuz” hükümet özlemini duymaktadır. Bu, yalnızca proletarya tarafından gerçekleştirilebilir ve proletarya, bunu gerçekleştirerek, aynı zamanda devletin sosyalist yeniden yapılanmasına doğru bir adım atmış olur.” [39]

Bütün bunların gerçekleşmesi için ise kitlelere önderlik etme ve iktidarın alınması zorunludur. Lenin de “İki Taktik”te Yeni-Iskracıların muğlak, belirsiz kavramlar ve tanımlar kullanmasının ardında iktidarı alma ve kitlelere önderlik etme konusundaki isteksizlikleri yattığını belirtmektedir. [40]

Sonuç

Marksizm’de Demokratik Cumhuriyet, Fuwa’nın belirttiği üzere burjuva parlamenter sistemin en özgürlükçü ve demokratik halini değil; burjuvazinin üretimdeki konumunun önemli ölçüde tasfiye edildiği ve meta ekonomisinin devam etmekle birlikte işçi sınıfının üretime hakim olduğu, parlamento yerine işçi sınıfıyla birlikte anti-kapitalist alanlar tarafından tabanda oluşturulan örgütlenmelerin olduğu ve taban tarafından sürekli denetlenip değiştirilebilen (salt merkezi olan değil) merkezdeki bir meclisin olduğu bir yapılanmayı ifade etmektedir. Diğer yandan devlet aygıtı ise Fuwa’nın Marx ve Engels’ten alıntılarla vurguladığı gibi parçalanmayıp değiştirilip-dönüştürülecek bir aygıt değil; Marksizm’in devrimci niteliği gereğince parçalanıp dağıtılacak, işçi sınıfıyla birlikte anti-kapitalist alanların çıkarı doğrultusunda ve onlar tarafından oluşturulacak yeni bir (artık adı devlet olmayan) yapı olmalıdır. Bunun gerçekleşmesi için ise Lenin’in ısrarla vurguladığı üzere, kitlelere önderlik etmek ve iktidarı almak zorunludur. İşçi sınıfının öncülüğünde ve halkçı-demokrat-antikapitalist güçlerin ittifakıyla iktidarın alınması sonucunda oluşacak Demokratik Cumhuriyet, aynı zamanda sosyalizme doğru ilerleyiş açısından önemli bir ilk adım da olacaktır.

Dipnotlar:

[1] Tetsuzo Fuwa, “Two Centuries and Japanese Communist Party”, Japan Press Weekly, Ekim 2002, s. 9.

[2] Tetsuzo Fuwa, Lenin’in ‘Devlet ve Devrim’ Eserine Eleştirel Bir Yaklaşım, Marx ve Engels’te Barışçıl Devrim ve Demokratik Cumhuriyet, Çev. Deniz Kızılçeç, İstanbul, Canut Yayın Evi, 2015, s. 5.

[3] Fuwa, 2002, s. 15-16.

[4] Fuwa, 2002, s. 19.

[5] Fuwa, 2015, s. 75-76.

[6] Fuwa, 2015, s. 86.

[7] Fuwa, 2015, s. 90.

[8] Fuwa, 2015, s. 95.

[9] Fuwa, 2015, s. 106.

[10] Friedrich Engels, Karl Marx, Gotha ve Erfurt Programları Üzerine, Çev. Erkin Özalp, İstanbul, Yordam Kitap, 2017, s. 99.

[11] Fuwa, 2015, s. 59.

[12] Fuwa, 2015, s. 51.

[13] Fuwa, 2015, s. 54.

[14] Fuwa, 2015, s. 56.

[15] Fuwa, 2015, s. 57.

[16] Karl Marx, Kapital 1. Cilt, Çev. Mehmet Selik, Nail Satlıgan, İstanbul, Yordam Kitap, 2018, s. 38.

[17] Fuwa, 2015, s. 112.

[18] Fuwa, 2015, s. 39.

[19] Karl Marx, Fransız Üçlemesi, Çev. Erkin Özalp, İstanbul, Yordam Kitap, 2016, s. 58-59.

[20] Marx, 2016, s. 27.

[21] Marx, 2016, s. 30.

[22] Marx, 2016, s. 128.

[23] Marx, 2016, s. 130.

[24] Friedrich Engels, Karl Marx, Komünist Manifesto ve Hakkında Yazılar, Çev. Nail Satlıgan, İstanbul, Yordam Kitap, 2015, s. 24.

[25] Marx, 2016, s. 308.

[26] Engels, Marx, 2017, s. 97.

[27] Engels, Marx, 2017, s. 52.

[28] August H. Nimtz, Demokrasi Savaşçıları Olarak Marx ve Engels, Çev. Can Saday, İstanbul, Yordam Kitap, 2012, s. 382.

[29] Marx, 2016, s. 236.

[30] Marx, 2016, s. 265.

[31] Engels, Marx, 2015, s. 102.

[32] Vladimir İlyiç Lenin, Devlet ve Devrim, Çev. M. Halim Spatar ve Celal Üster, İstanbul, Yordam Kitap, 2016, s. 39.

[33] Lenin, 2016, s. 56.

[34] Lenin, 1978, s. 51.

[35] Lenin, 2016, s. 33-34.

[36] Vladimir İlyiç Lenin, Demokratik Devrimde Sosyal-Demokrasinin İki Taktiği, Çev. Muzaffer Erdost, Ankara, Sol Yayınları, 1978, s. 46, 47, 58, 59.

[37] Lenin, 2016, s. 94.

[38] Lenin, 1978, s. 106-109.

[39] Lenin, 2016, s. 63.

[40] Lenin, 1978, s. 39-42.


Guglielmo Carchedi’nin “Başka Bir Avrupa İçin” adlı eseri üzerine

5 Eylül 1938 tarihinde doğan Guglielmo Carchedi, Amsterdam Üniversitesi İktisat ve Ekonometri Bölümü’nde öğretim üyeliği yapmış Marksist bir...