9 Kasım 2022 Çarşamba

Lula’nın “Seçimi”

(El Yazmaları, 10 Kasım 2022 (Toplumsal Özgürlük, Kasım Aralık 2022 sayısı))

Ekonomik açıdan Latin Amerika’nın en büyük, dünyanın ise ilk on beş ülkesinden biri olan Brezilya’da aylardır beklenen seçim gerçekleşti. Büyük farkla ve “rahatça” kazanması “beklenen” eski başkan Lula, yüzde 1,8 ve 2 milyon oy farkıyla Bolsonaro’yu anca geçebildi. Öncesi ve sonrasıyla seçim sürecinde yaşananlar ise başta Brezilya olmak üzere Latin Amerika ve dünyadaki önemli gelişmelere “beklenmedik” şekilde etkileri olabilme potansiyelini taşıyor. 

Adam “Kazandı” 

2003-2010 yıllarında arasında iki dönem Brezilya Başkanı olan Lula, bu dönemde izlediği politikalarla ülke içindeki popülaritesini yüzde 80’in üzerine çıkarmıştı. ‘Bolsa Famila’ adı verilen programla milyonlarca insanın yoksulluk seviyesinin üzerinde gelir elde etmesini sağlayan, BRICS’in kurucularından biri olarak dünya siyasetini etkileyen, pembe dalgayla iktidara gelen “solcu” iktidarları bölgesel ittifaklarla birleştiren, Brezilya ekonomisini hızla büyüterek 2010’da dünyanın 7. büyük ekonomisi yapan Lula, koltuğunu eski gerilla Dilma Rousseff’e devretmişti. Halefi Dilma Rousseff’in 2016 yılında yargı darbesiyle azledilmesinden sonra kolları sıvayan Lula, başkanlığa tekrar aday olduğunu ilan etmişti. 

2018’de ABD’nin de desteğiyle yargı komplosuyla 580 gün hapis yatan Lula, aynı yıl gerçekleşen seçimlerde aday olamamıştı. ABD destekli müesses nizamın çabalarına rağmen Lula, özellikle alt sınıflardan aldığı büyük desteğiyle tekrar seçilebilmeyi başardı. Alt sınıflardan gelen destekle birlikte Bolsonaro’nun izlediği politikalar da halkın diğer kesimlerinin yönünü Lula’ya dönmesini sağladı. 

Asker eskisi olan Bolsonaro kamu kurumlarını özelleştirmesi, ülkenin en önemli gelir kaynaklardan biri olan petrolü çıkartan ve işleten Petrobras’ın rafinerilerini kapatıp ABD’den petrol ürünleri alması, amazonları talana açması, pandemi sürecinde kamu sağlığını hiçe sayarak 680 binden fazla ölüme neden olması, kadın ve LGBT+ karşıtı söylemleri Brezilya halkının başkanlığında izlediği halkçı politikalar nedeniyle Lula’ya destek vermesine neden oldu. 

Diğer yandan Lula’nın Bolsonaro’nun faşizan söylemleri ve politikaları karşısında “demokrasi” söylemini öne çıkartıp geniş bir cephe kurması da seçimleri “kazanmasına” sağladı. 

“Sınırlamalar” 

Seçimi kazanmasına karşılık Lula’nın önündeki engeller ve sınırlılıklar azalmak bir yana giderek artmakta. Seçim sonrasındaki konuşmasında Lula’yı tebrik etmeyen, seçim sonuçları kabul ettiğini açıklamayan Bolsonaro’nun “mücadelesine” farklı biçimlerde sürdürmekten imtina etmeyeceği görülüyor. Seçim öncesinde ve sırasında darbe söylentilerinin eksik olmaması, darbeci geçmişine inkâr etmeden sahip çıkan Brezilya ordusundaki kimi generallerin Bolsonaro’ya desteklerini sunması önümüzdeki süreçte (Lula’nın başkan olmasına kadardan başkan olduktan sonraki dönemde de) askeri darbenin önemli bir olasılık olduğuna işaret ediyor. 

Diğer yandan Temsilciler Meclisi ve Senato’da Lula’yı destekleyen partilerin ve ittifakların çoğunluğa sahip olamaması, önemli eyaletlerin valiliklerinin Bolsonaro’nun müttefiklerinin elinde olması “yasama” ve “yürütme”de de Lula’ya sınırlama çabalarının uygulanabileceğini gösteriyor. 2018’de Lula’yı mahkûm ettikten sonra adalet bakanı olan Sergio Moro’nun biçim verdiği “yargı”nın da Lula’yı sınırlama konusunda yasama ve yürütmeye katılma ihtimali yüksek. 

Lula’yı “dışarıdaki” bu sınırlamalar kadar “içerideki” sınırlamalar da bekliyor. Brezilya’da neoliberalizmin öncüsü PSDB (Brezilya Sosyal Demokrasi Partisi) partisinden 2006 yılında Lula’ya karşı aday olan, uzun yıllar valiliğini yaptığı Brezilya’nın en büyük eyaleti Sao Paulo’da kentin yoksul mahallerinde gerçekleştirdiği yıkımlarla “kötü bilinen”, sermayedarlarla yakın ilişkilere sahip Geraldo Alckmin’i başkan yardımcısı yapması Lula’nın izleyeceği açlık ve yoksulluk karşıtı “sosyal” politikalarda önemli frenleyici olacaktır. Keza kurduğu Bolsonaro karşıtı, “demokrasiyi” önceleyen cephenin bileşenleri de Lula’nın izleyeceği “sınıfsal” ya da “ilerici” politikaları sınırlamaya çalışabilirler.  

Fakat Haziran 2013’te ulaşım zamlarına karşı sokaklar zapt ederek Gezi’ye selam çakan, Bolsonaro’yu sokakta adım adım gerileten Brezilya halkının bu “sınırlamalara” uyacağı pek olası değil. Çocuk işçilikten gelme Lula da “halk”tan yana tavır aldığı takdirde sınırlamaların aşılması oldukça mümkün. 

Mümkünatlar 

Brezilya’daki bu gelişmelerin etkilediği ve etkilendiği bir diğer gelişmeler de Latin Amerika’da ve dünyada yaşananlar.  

2000’li yılların başında yükselen, ama ABD’nin özel hamleleriyle sönümlenen Latin Amerika’daki pembe dalga tekrar yükselişe geçmiş durumda. 

2018 yılından bu yana gerçekleşen seçimler sonucunda Meksika, Arjantin, Peru, Honduras, Şili ve Kolombiya’da devlet başkanlıkları “solcular” kazandı. Yaklaşık 560 milyon insanın yaşadığı Amerika kıtasındaki bu ülkelerdeki “solcuların” kızıllığı farklı tonlarda olsa da ortak noktaları bulunuyor.  

Kapitalizmin krizine karşı toplumsal serveti yoksullara lehine dağıtma, kadın mücadelesinin partiler ve hareketlerde önemli bir özne olması, ekolojik talanı ve yıkımı durdurma, barınma krizini çözme gibi ortak noktaları olan bu “solcu” iktidarların ayakta kalarak güçlenmeleri dünya halklarına da mücadelelerinin zaferle sonuçlanabilmesinin mümkün olduğunu gösteriyor.  

Bu iktidarların kapitalizmi karşısına alıp, onu aşarak sosyalizme yönelme gibi kesin hedeflerinin olmamasının ise kapitalizmin krizinin derinleştiği, hegemonya mücadelesinin dünyayı savaşa buladığı günümüzde değişebilmesi oldukça mümkün. Krizler ve savaşlar derinleştikçe halkların kapitalizme karşı mücadelesinin büyümesiyle bağlantılı olarak “solcu iktidarların” daha sola kaymakla birlikte alternatif bir blok oluşturmaları ihtimal dahilinde. 

Bu bağlamda çok kutupluluğu desteklediğini belirten, Ukrayna krizinde Putin’le birlikte Biden’ın ve AB’nin de suçlu olduğunu söyleyen, Çin’e açılan ‘Soğuk Savaşı’ eleştiren ve önceki dönemde kurulmasına öncülük ettiği “alternatif” ittifaklar sürdürme isteğinde olan Lula’nin öncülüğündeki bir Brezilya oldukça önemli bir noktada duracaktır. Lula’nın izleyeceği politikalar, Latin Amerika ve dünya halklarının isyanları ile buluşabilme çabasını gösterdiği takdirde “başka bir dünya mümkün” sloganın mümkünatlarını artırabilir.  

2 Kasım 2022 Çarşamba

Çin, Kongre ve Sonrası

(El Yazmaları, 3 Kasım 2022)

avaşlar, ekonomik krizler, hegemonya mücadeleleriyle çalkalanan dünya siyasetinde önemli bir belirleyici güce sahip olan Çin’de iktidardaki Çin Komünist Partisi (ÇKP) 20. Kongresi’ni 16-22 Ekim tarihleri arasında gerçekleştirdi. Kongrede partinin yürütme komitesi, politbüro gibi önemli organlarında görev alacak isimlerin belirlenmesinin yanı sıra Çin’in önümüzdeki dönemde izleyeceği politikalara dair kimi vurgular da ortaya konuldu. Bu açıdan kongre tarihsel bir niteliğe sahip oldu.

Kasım 2021-Temmuz 2022 tarihleri arasında çeşitli parti birimlerinde gerçekleşen seçimler sonucunda belirlenen 2296 delegenin katılımıyla gerçekleşen kongrede kadın delegelerin oranı yüzde 27 iken, etnik azınlıkların oranı yüzde 11,5, işçi ve yerli göçmen işçilerin oranı yüzde 8,4, çiftçilerin oranı yüzde 3,7, uzman ve teknik personelin oranı da yüzde 11,6 idi. Yaş ortalaması 52 olan delegelerin yüzde 97’si ise partiye 1978’deki “dışa açılma” döneminden sonra katılmış.[1]

Delegelere dair bu bilgiler, ÇKP’nin erkeklerin yanı sıra parti bürokratlarının ağırlıkta olduğu, giderek yaşlanan ve “komünist” ideallerin yayılmasından çok Çin’in güçlenmesine önem verenlerden oluşan bir parti olduğu izlenimini vermekte. Nitekim kongredeki gelişmeler, alınan kararlar ve konuşmalardaki vurgularda da bu izlenimi görmek mümkün.  

“Şiizm”in Zaferi 

2012’deki 18. Kongrede ÇKP Genel Sekreteri seçilen ve ertesi yıl devlet başkanı olan Şi Cinping, 2017’deki 19. Kongrede de seçilerek görevine devam etmişti. Fakat Şi, Deng Şiaoping döneminde getirilen iki dönem seçilme kuralının 2018’de yapılan anayasa değişikliği ile iptal edilmesi nedeniyle 20. Kongrede 3. defa aynı göreve seçilebildi. Böylece Şi Cinping, Mao’dan sonra iki dönemden fazla iktidarda olan ilk kişi oldu. 

Şi’nin iktidarını uzatmasının ardındaki önemli nedenlerden biri ise küresel güçler arasındaki sert mücadelede Çin’in yekpare bir siyasal yapıya ihtiyaç duyması. Şiddetin yükseldiği ve hamlelerin hızlandığı bir mücadelede çabuk karar alıp güçlü bir şekilde uygulayan “iktidar” oldukça önem taşıyor. Nitekim yönetim kademesindeki yapılan değişiklikler de Şi’nin yekpare bir iktidar gücüne sahip olmayı amaçladığını gösteriyor.  

Selefi Hu Jintao’dan kalan ekibi tamamen tasfiye eden Şi Çinping, Yürütme Komitesi’ndeki 7 kişiyi de kendine yakın isimlerden seçtirdi. Sıradan bir parti geçmişine ve zayıf siyasi kişiliklere sahip bu isimlerden biri olan Li Qiang, baharda yapılacak Halk Kongresi’nde “başbakan” olacak ama merkezi hükümet deneyimi yok. Seçilen 7 ismin Şi ile bir geçmişi var ve Şi’ye oldukça bağlılar. Ve ayrıca Şi sonrasındaki liderlik için aday değiller. 

Bunlara ek olarak reform yanlısı Hu Chunhua ve Wang Yang yürütme komitesinin yanı sıra 24 kişilik Politbüro’ya da giremediler ve “reformcu” kanat neredeyse tamamen tasfiye edildi. Hu Jintao’nun dünyanın gözü önünde salon dışına çıkartılması bunun bir ilanı olmakla birlikte Şi yanlıların dışında kimsenin partide kolay kolay barınamayacağına dair de bir mesaj. Kongrede “Şi Cinping Düşüncesi”nin partinin ve devletin “kırmızı kitaplarındaki” yerinin genişletilmesiyle de Şiizm’in önümüzdeki dönemde Çin’e neredeyse tamamen hâkim olacağı görülüyor. 

“İç” ve “Dış” Güvenlik 

Kongrenin açılış konuşmasını yapan Şi, genellikle kalkınmaya yapılan vurgunun dışına çıkarak 73 defa güvenlikten bahsetti. Ülkenin güvenliğinin “içeriden” başladığına değinerek Şi, ortak refahın arttırılması, yoksullukla mücadele edilmesi vb. bu minvalde özel önem vereceklerini vurguladı. Fakat Covid-19 önlemlerinden dolayı işsizlik oranının yükselmesi, küçük ve orta ölçekli işletmelerdeki iflasların artması, kentli “orta sınıfın” gelirinin azalması, 2022 için öngörülen yüzde 5,5’lik büyüme oranının 2,8 olarak revize edilmesinin de gösterdiği üzere ekonomideki “daralma”, nüfusun yaşlanması gibi sorunlar Şi’nin işinin kolay olmadığını gösteriyor. Nitekim Şi’nin iktidarını konsolide etmesinin bir diğer nedeni de “içerideki” güvenliği gerekirse sert bir şekilde sağlama kapasitesine sahip olma isteği. 

“İçerideki” güvenlik ile “dışarıdaki” güvenliği birbiriyle bağlantılı gören Şi yönetimi, bu doğrultuda ordu içerisinde de önemli değişikliklere imza attı. Ordunun en üst merkezi organı Merkezi Askeri Komisyonu’nda da Şi’ye yakın kişiler önemli görevler aldılar. Güçlü ordu oluşturma hedefiyle çatışma deneyimlerine sahip komutanların yeri korunurken, üst düzey komutanların rütbeleri siyasi pozisyonlarından çok operasyonel rolleri üzerinden terfi ettirildi.  

Şi’nin kongredeki konuşmasında Çin Halk Kurtuluş Ordusu’nu dünya standartlarına ulaştırmanın stratejik görev olduğunu vurgulanırken Çin bu yıl Hint-Pasifik bölgesinde savunmaya en çok kaynak harcayan ülke oldu. Askeri malzemelerinin yüzde 77’sini Rusya’dan alan Çin, küresel hegemonya mücadelesinin askeri ayağında kendisini güçlendirme çabasına “mecburen” hız vermiş durumda. Çünkü ABD’nin 2022 Ulusal Savunma Stratejisi belgesinde esas tehdit olarak Hint- Pasifik’teki Çin görülüyor. 

“Diplomasi” 

Çin, ABD tarafından esas tehdit olarak görülse de içeride ve dışarıda “sert” güce özel önem ve ağırlık vermeye başlasa da geleneksel diplomatik tavrını sürdürüyor.  

Şi konuşmasında uluslararası kurumları reforme edilmesi, barış içinde bir arada yaşama, insanlığın ortak kader doğrultusunda hareket etme, soğuk savaş zihniyetine karşıtlık, Tayvan konusunda barışçıl birleşmede ısrar etme, ABD ile uzlaşabilme ihtimali gibi değinilerde bulunarak kapıları olabildiğince açık tutmaya çalışacağını da gösteriyor.  

Şi, kapıları açık tutmaya çalışarak bir yandan Çin’e ekonomik güç sağlayan dünya pazarından kopmamaya çalışırken diğer yandan da 2012’de iktidara geldiğinden bu yana özel çaba gösterdiği “teknolojik” alanda hegemon olma mücadelesini sürdürmek istiyor. 

Bu açıdan Tayvan meselesi ve “yeşil teknoloji” önem taşıyor.  

“Dünyanın fabrikası” olan Çin, ağır sanayide kullanılan aletlerin hemen hemen hepsinde bulunan çiplerin yaklaşık yüzde 60’ını üreten Tayvan’a oldukça bağımlı. Çip üretiminin yüksek uzmanlık gerektirmesi ve bu uzmanlığın da değişik ülkelere dağılmış durumda olması nedeniyle Çin’in Tayvan’daki çiplere bağımlılığı bir süre daha sürecek.  

Şi’nin konuşmasında yeşil teknolojiye özel vurgu yapması doğrultusunda Çin’in iklim krizini “durdurmak” için öncülüğe soyunmuş durumda. Bu nedenle elektrikli otomobillerde dünya lideri olmayı arzulayan Pekin, Çin’in en büyük beş pil üreticisine kapasitelerini arttırmasını isterken Tesla’nın Çin’e fabrika açmasına da izin verdi. 

Çin’in hamlelerinin farkında olan ABD ise ticari yaptırımlar getiriyor, Tayvan meselesini “kaşıyor” ve Çin’i “savaş” alanına çekmeye çalışıyor. Buna karşılık Şi açıklamalarında “güç kullanımını asla dışlamadıklarının” altını çizse de ABD ile olan gerilimi düşürmeye özen gösteriyor. Covid-19 önlemlerinin tedarik zincirinde aksamalara neden olmasıyla yabancı şirketlerin Hindistan ve Vietnam’a kayması ve Çin ekonomisine önemli zarar görmesi, Ukrayna’daki savaşın Almanya ve dolayısıyla Avrupa ile olan ekonomik ilişkileri daha ileri bir seviyeye taşıma ihtimali Pekin’i “savaş” alanından uzaklaşmaya itiyor. Nitekim Alman hükümetinin Hamburg limanı hisselerinin bir bölümünü Çin devletinin kontrolündeki Cosco’ya satmak istemesi, Almanya Şansölyesi Scholz’un Çin gezisine hazırlanması gibi gelişmeler Pekin’i “diplomatik” alanda mücadeleye teşvik ediyor.

Kaos, Çatlak ve Olanak 

ABD’nin hegemonyasına karşı çıkan, ama uluslararası bir düzen kurabilme kapasitesi de sınırlı olan Çin dünya düzenin olabildiğince “stabil” olmasını diliyor. Fakat kapitalizmin krizinin derinleşmesinin süreklilik arz etmesi stabilliğin bir daha mümkün olmayacağına, “kaos”un farklı şiddetlerdeki çeşitli biçimlerinin önümüzdeki sürece hâkim olacağına işaret ediyor. Pekin yönetimi ise bir yandan bu biçimlere uyum sağlayabilecek “sert” güce sahip olana kadar süreci olabildiğince “yumuşak” güçle geçiştirmeye çalışırken, diğer yandan da sert gücü inşa edecek “sert” öznenin inşasının son rötuşlarını yapıyor.

Bu nedenle önümüzdeki süreçte Pekin, alışılmışın dışında “ikili” politikalar izleyip kendi gücünü büyüterek ABD hegemonyasına karşı duran “hegemonik” güç olmaya çabasını sürdürecektir. Çin’in bu çabasının küresel güçler arasındaki hegemonya mücadelesinde açacağı çatlak, yerkürenin dört bir yanında seslerini yükselten dünya halklarının nefes alıp kendi yolunu inşa ederek büyümesine de olanak sağlayacaktır.

Dipnot: 

[1] https://twitter.com/SeriyeSezen/status/1581684178386833410

Sırada “Ekonomik” Savaş mı var?

12 gün süren İsrail-İran füze savaşı “şimdilik” ateşkesle bitti. ABD’nin yıllar sonra İran’ı vurması ve ardından İran’ın da ABD’nin Katar’da...