26 Mayıs 2023 Cuma

Türkçülerin “Fırsatı”

(El Yazmaları, 27 Mayıs 2023)

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci tura kalmasıyla kendilerini “Türk milliyetçisi” olarak ifade eden özneler siyasal alanda ön plana çıktılar. Ümit Özdağ ve Sinan Oğan kişiliklerinde temsil olunan özneler, kısa süreçte ayrılıkları ve aynılıkları ile gündemi işgal etmekle kalmayıp arka planda kalan kimi durumların sahneye çıkmasına da neden oldular.

Kökler

Seçim sürecinde bir araya gelen Özdağ ve Oğan, uzun bir süredir aynı nehrin farklı kolları olarak akmaya özen göstermekteydiler. Gerek kişisel tarihleri gerekse konumlandıkları zemin bu ayrı akışı gerekli kılmaktaydı. 

27 Mayıs’ın Türkeşçi kanadından olan babasından itibaren devletle “içli dışlı” olan Özdağ, bu ilişkileri devam ettirmekte. Özdağ’ın Zafer Partisi’ni kurmasıyla birlikte kimi eski askerler ile politikacıların partiye katılması, kurduğu Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin (ASAM) Çevik Bir’in aracılığıyla Ülker grubu tarafından finanse edilmesi gibi olgular Özdağ’ın devletle ilişkisinin “köklülüğüne” işaret ediyor. Bunlara ek olarak Özdağ’ın geçmişte ABD büyükelçiliğinin resepsiyonlarına resmi görevli olmadığı halde katılabilmesi ABD ve Batı ile olan “ilişkilerinin” iyi olduğunu gösteriyor. 

Özdağ’a nazaran daha “sıradan” bir aileye sahip olan Oğan’ın geçmişi içeriden çok “dışarıyla” dolu. Rusya’daki doktorasının ardından resmi olarak Kremlin himayesindeki Valdai Forumu’nda çalışmaya başlayan Oğan, 2011 yılında Azerbaycan tarafından “Terakki (İlerleme) Madalyası”na layık görüldü. SSCB’nin dağılmasından önce Elçibey’le ilişki kuran, sonrasında TİKA’nın Azerbaycan temsilcisi olan ve Azerbaycan’ın önemli sermaye grubu SOCAR ile yakın ilişkisi bulunan Oğan’ın, ülke içerisinde siyasi faaliyetlerini iki defa ihraç edildiği MHP içerisinde gerçekleştirme ısrarı ise “ilginç”.

“Türkçülük”

Özdağ ve Oğan’ın aynı dönem MHP’de olmaları ve Oğan’ın bir süre ASAM’da Rusya-Ukrayna Araştırmaları Masası Başkanlığı yapması dışında ortak bir zeminde bulunmadılar. Onları “bir araya” getiren şey ise “Türkçülük” ile birlikte seçim sürecinde oluşan “fırsatlar”. 

AKP iktidarı boyunca İslamcı söylemlerin içeriğinin boşalması ve itibar kaybetmesi ile “Ilımlı İslam” modelinin Orta Doğu’da çökmesi, içinden çıktığı tarihsel koşulların pragmatik politikalarının ifadesi olan Kemalizm’in müzeye kaldırılmak yerine günceli nostaljiyle ikame etme politikalarına uygulanması sonucunda süregelen garabet düzen içi siyasal alan, “Türkçü” politikaların filizlenmesi için gereken ortamı sağlamakta. 

Gezi’den bu yana çeşitli biçimlerdeki eylemlerle büyüyen halkın demokrasi mücadelesi, Kürt halkının direnişinin bitirilememesi ve kapitalizmin dünya çapındaki krizinin yılın başından bu yana yaşanan iflaslarla daha da derinleşeceğinin ortaya çıkması vb. gelişmeler Türk burjuvazisini önümüzdeki dönemde “reaksiyoner” bir tavır gösterebilmek için bazı önlemleri almaya itiyor. Geçtiğimiz yüzyılda olduğu gibi “Türkçülük” bu açıdan oldukça kullanışlı. Özdağ ve Oğan Kürtlere ve sığınmacılara yönelik söylemleriyle bu konuda “etkin pozisyon” alabilecek potansiyele sahip olduklarını ilk turda ispatladılar. Önümüzdeki süreçte ise oylarını aldıkları kitleleri uygulayacakları “reaksiyoner” politikalar kapsamında militanlaştırmaya çalışacaklardır. Bunun için de iktidar alanında “etkin pozisyon” almaları şart.

Fırsatlar

Seçimin ikinci tura kalması ise onların iktidar alanında “etkin” olabilmelerine yönelik fırsatı ortaya çıkartmış durumda. Fakat “fırsat”, halkın değil yüce Türk milleti söylemi altında Türk burjuvazisinin ve devlet kliklerinin çıkarını esas alan ikilinin arasını açarak farklı yollara savurdu. 

AKP’nin son yıllarda “iyi ilişkiler” geliştirdiği Aliyev ve Rusya’nın doğrudan desteğine haiz olan Oğan’ın, ülke içerisindeki kitlesel güç eksikliği ile devlet klikleri içindeki “etkisizliğini” MHP’den ikame etmek istediği görülüyor. Bu ikameyle Oğan, hem iktidarın büyük ortağı olarak hem de devletin içinde etkili bir güç olarak faşizmin inşa sürecinin nihayete erdirilmesi “planına” katkı sunmayı hedefliyor.

Defalarca başkanlığına adaylığını koyduğu MHP’den sürekli ihraç edilen Özdağ ise devlet içindeki etkisini kullanarak “fırsattan” yararlanmayı amaçlıyor. 15 Temmuz ile su yüzüne çıkan ve derinleşerek süren devlet krizinden de faydalanmayı isteyen Özdağ, içişleri bakanlığını alıp devlet içindeki gücünü büyüterek “krizi fırsata çevirmeye” çabalıyor. 

İkilinin planlarını etkileyen bir diğer etken ise “dış güçler”. Kapitalizmin krizi dolayısıyla devam eden ABD’nin hegemonya krizi, sıkıştırılmaya çalışılan Rusya’ya yeni etki alanları da açıyor. Orta Doğu ve Latin Amerika’ya yeni hamlelerde bulunan Rusya için Türkiye gerek siyasi gerek ekonomik gerekse askeri açıdan oldukça önemli bir ülke. Bu nedenle Oğan gibi “iyi ilişkiler” içinde olduğu birisinin iktidar alanında olması önümüzdeki dönemde Moskova için oldukça kritik. Keza AKP/Erdoğan iktidarı için de manevra yapabilme imkanı taşımasından dolayı Moskova ile “iyi ilişkilerin” daha da gelişmesine Oğan’ın yapacağı katkı oldukça önemli.

Diğer yandan ABD ile iyi ilişkileri olan Özdağ ise Washington’un Türkiye ve özellikle bölge politikaları için önemli katkılar sunma olasılığı taşıyor. Özdağ’ın “hızla geri göndereceği” Suriyeli mülteciler, Suriye’de ve son dönemde ABD’nin etkisini kaybetmesiyle “iyi kötü” bir stabil duruma ulaşan Orta Doğu’da yeni gelişmelerin önünü açabilir.

Seçimden çıkacak sonuç ikiliden birisinin “kazanmasını” sağlayarak “fırsatlarını” gerçekleştirebilmesi için ciddi bir olanak yaratabilir. Fakat içerideki devlet krizinden dışarıdaki hegemonya krizine uzanan krizler silsilesi ile halkın yükselen demokrasi ihtiyacının, “Türkçülerin” hevesle şişirdikleri fırsat balonunun patlamasına neden olma ihtimali de oldukça yüksek.

11 Mayıs 2023 Perşembe

Sadece Kötülük Mü?

(El Yazmaları, 12 Mayıs 2023)

Seçimlere bir haftadan daha kısa bir süre kala iktidar cenahı “beklenen” saldırılarına hız verdi. Erzurum, Tarsus, Sakarya ve Denizli başta olmak üzere ülkenin dört bir yanında gerçekleştirilen irili ufaklı bu saldırılar, iktidar cenahının sadece karakterini değil uygulamayı vaat ettiği politikalarında bir göstergesi.

Şiddetin “Yaşamsallığı”

Gerek çocukların gerekse yaşlıların yaralanmalarına neden olması ve polisin saldırganlara müsamaha göstermesinden dolayı öne çıkan Erzurum’daki saldırı, iktidar cenahının şiddet ve zordan oluşan bir “kötülük” bloku olduğunu açıkça ortaya koydu. Fırsat bulduğunda uygulayacağı şiddetin dozunun ve hedefinin sınır tanımadığını gösteren bu “kötülük” bloğu, faşizmi inşası sürecini bitirmeye ve iktidarını sürdürmeye odaklanmış durumda. Sürece engel çıkaracak herhangi bir “pürüz”ün karşılaşacağı muamelenin “etkisiz hale getirilmekten” başka olmayacağı görülüyor.

Muamelenin şiddetten ibaret olmasında iktidar cenahının “kötü” insanlardan oluşması kadar faşizmin inşası sürecinin büyük oranda şiddetle ilerletilmesi zorunluluğunun da payı bulunmakta. Şiddet dışında uygulanan her hamlenin süreci durdurmakla birlikte geriye gitmeye ve hatta iktidar alanının sarsılmasına da neden olması bu zorunluluğu getirmekte. Nitekim sürece karşı gösterilen büyük küçük her direnişin faşizmi inşasında gedikler açması ve o gediklerden gerçekleşen sızmalar iktidarın alanını sürekli daralttı ve daraltmaya devam ediyor. Ama bu daralma iktidar bloğunun temeline yaklaşsa da bina ayakta durmayı sürdürüyor. Binanın ayakta kalması ise gediklerin kapatılması ve kaybedilen her alanın tekrardan kazanılması olasılığını ve gücünü barındırmasından dolayı oldukça yaşamsal. Bu nedenle bedeli ve “kötülük” derecesi ne olursa olsun binayı ayakta tutmak için uygulanacak sınırsız şiddet iktidar cenahı için olmazsa olmaz.

Şiddetin yaşamsallığı, iktidar blokunun dışarıya karşı varlığını koruması kadar içerisinin bütünlüğünü sağlaması açısından da zorunlu. Sinan Ateş cinayetinden tutalım da milyarlarca dolara varan soygunlar, ortakların birbirlerine aba altından gösterdikleri sopaların çok büyük olduğunu gösteriyor. Bu sopalar kaldırıldığı takdirde yaşanacak sarsılmalar, zaten gediklerle dolu binanın içeriden yıkılmasına neden olabilir. Dolayısıyla uygulanan her şiddet içeriye yönelik “birleştirici” bir mesaj niteliği de taşımakta.

Dışarıya “Mesaj”

Şiddetin dışarıya verdiği mesajın ise birden çok adresi bulunuyor. En yakın adresi ise ülke içerisindekiler.

Yeşil Sol Parti ve sosyalistlere yönelik irili ufaklı ama süreklilik arz edilen saldırılarla iktidar cenahı, güç kazanan ve önümüzdeki dönemde belirleyici güç olacağı belli olan halk güçlerini durdurabilecek ya da yavaşlatabilecek gücün kendisi olduğunu göstermek istiyor. Bunu başaramadığı takdirde ise bir saldırı mirası bırakarak halk güçlerine yönelik devlet şiddetini sürmesini amaçlıyor. Fakat her saldırının halkın direnişiyle püskürtülmesi ve bununla birlikte halkın sürece daha da özneleşerek katılmasına yol açması “miras”ın ve şiddetin sürekliliğinin mümkünatını ortadan kaldırıyor.

Mesajın bir diğer adresi CHP üzerinden ise seçim anı ve sonrasına yönelik sergilenecek “performansların” provaları yapılmakta. Bu provalarda ülkeyi yönetme kapasitesine sadece iktidar cenahının olduğu mesajı kadar (ve ondan daha çok) olası iktidar “restorasyonunun” kolayca kabullenilmeyeceğinin ve son sınırına kadar zorlamalarda bulunulacağının mesajı da veriliyor. Gün geçtikçe şiddet dozu artan saldırılar ise bu mesajı kör göze parmak misali ortaya koyuyor. Saldırıların artmasında “restorasyonun” halkın mücadeleye dahil olarak özneleşmesini engelleme çabasının payı büyük. Faşizan saldırılara karşı halkın gösterdiği tepkilere “itidali koruyun”, “seçim gecesi evden çıkmayın” diyerek ayar çeken ve halk güçlerinin bu saldırılara karşı birlikte mücadelesini özellikle engellemeye çalışan “muhalefet”, iktidar cenahının daha büyük saldırılarını engelleyebilecek halkın bariyerini ortadan kaldırıyor. Bu nedenle Kılıçdaroğlu’nun “korkunç şeyler yapmayı planlıyor, biliyorum” sözü ve Davutoğlu’nun kamu bürokrasisini “uyarması” gelmekte olanı engellemeye değil, daha da hızla gelmesine neden oluyor.

Şiddetin verdiği mesajın önemli adreslerinden biri de “küresel güçler”. Finansal alanda ve tedarik zincirlerinde yaşanan son krizler kapitalizmin yapısal krizinin derinleşmesini sürdürmekle birlikte küresel güçler arasındaki hegemonya mücadelesini de büyütüyor. Orta Doğu’dan Kuzey Afrika’ya Ukrayna’dan Uzak Doğu’ya kadar dünyanın dört bir yanındaki savaş ateşi gün geçtikçe harlanıyor. Bu durumdan kendi çıkarları doğrultusunda faydalanmak isteyen güçler ise savaş baltalarını biliyorlar. İktidarı boyunca her savaş ateşine benzinle koşan AKP/Erdoğan iktidarı, çevresinde topladığı MHP-Hizbullah ve bilimum cihatçılarla benzin deposunun dolu olduğunu göstermek istiyor. Deposundaki benzini iktidarının çıkarları doğrultusunda verimli ve pragmatik bir şekilde kullanma konusunda tecrübeye sahip olması, iktidar cenahını küresel güçler nezdinde “çekici” kılma şansına sahip.

Dolayısıyla kapitalizmin açtığı “cehennem kapıları”, dünya çapında şiddetin belirleyici güç olma niteliğini de büyütüyor. Bu mesajı oldukça iyi alan iktidar cenahı, bütün varlığıyla şiddet gücüne yüklenmiş durumda. Kendisini var eden ve kendisini var etmek istediği sermaye düzleminde başka bir şansı da yok. İktidar cenahının uyguladığı şiddetin nedeni, karakterlerindeki “kötülük” kadar sermaye düzeninde hayatta kalabilmek için “zorunlu” olmasıdır da.

Guglielmo Carchedi’nin “Başka Bir Avrupa İçin” adlı eseri üzerine

5 Eylül 1938 tarihinde doğan Guglielmo Carchedi, Amsterdam Üniversitesi İktisat ve Ekonometri Bölümü’nde öğretim üyeliği yapmış Marksist bir...