29 Şubat 2024 Perşembe

Erdoğan’ın “İkazları”

 (El Yazmaları, 29 Şubat 2024)

Seçim sürecine girilmesiyle birlikte siyasal alandaki öznelerin hamleleri “açıklık” kazanmaya başladı. Sürecin sonuna doğru “açıklığı” artacak hamleler, siyasal alanın şimdisi ve sonrası için olası gelişmelerin işaretlerini barındırıyor.

Bunlardan birisi de doğalgazdan deprem yardımına kadar ortaya konan hizmetlere dair Erdoğan’ın söylemlerine yansıyan “ikazlar”.

“İkaz” Halka

“İkazların” ilk olarak Hatay’da dile getirilmesi tesadüf olmamakla birlikte birkaç “mesajı” da içinde taşıyor.

Mesajın ana alıcısı ise Gezi İsyanı ile birlikte halkçı direniş odaklarının önderlerinden olması ve direnişini baskılara ve şiddete rağmen bugüne kadar da sürdürmesi nedeniyle Arap Alevi halkı.

Hayati önem taşıyan depremin ilk günlerinde hiçbir yardım alamayan, kendi imkanları ve sol-sosyalist örgütlerin dayanışmasıyla hayata tutunan Arap Alevi halkı, kadim topraklarında var olmada ısrar ederek devletin bölgedeki demografik yapıyı değiştirmesine karşı durduğu için özellikle hedef seçilmiş durumda. Depremin yıl dönümü nedeniyle gerçekleşen anmada devlet ricaline gösterilen öfke dolu tepki de halkın öncelikli hedef seçilmesini “sağladı”. Dolayısıyla Arap Alevi halkına verilen “ikaz” hem devletin hem de Erdoğan’ın gücünü göstermesi açısından önemli ve “ibret-i alem” niteliğini taşıyor.

“İbret-i alem”in içerisinde ise halkçı ve devrimci hareketlerle birlikte bir bütün olarak halkın kendisi bulunmakta.

Deprem sürecinde gösterilen dayanışma ile sol-sosyalist örgütlerin yerellerde alternatif iktidar odakları yaratabileceklerini ortaya koyması ve başta ekoloji ve kadın mücadelesi olmak üzere çeşitli toplumsal hareketlerin uzun yıllardır ortaya koydukları mücadeleyle yerellerinde düzen içi öznelere alternatif özne olmaları iktidarın kaşlarının çatılmasına neden olmakta. Erdoğan “ikazıyla” yerellerdeki olası alternatif iktidar odaklarına merkezi iktidarın sunmak zorunda olduğu en temel katkıları sunmayacağını ve ilk fırsatta yıkmaya çalışacağını açıkça belirtmiş oluyor.

Alternatif iktidar odaklarına yönelik “ikaz”, bir yanıyla halkın bu mücadele odaklarıyla bütünleşmesini engelleme anlamı taşımakla birlikte neoliberalizmin ve onu ilke edinen siyasal iktidarların geldiği noktayı da ortaya koyuyor. En temel kamusal hakların metalaştırılarak satılması şiarıyla yola çıkan neoliberalizm, kapitalizmin derinleşen ve genişleyen yapısal krizini her şeyi metalaştırarak aşmaya çalışıyor. Bu metalaştırma sürecinde kendilerine büyük görev düşen siyasal iktidarlar ise hem ayakta kalabilmek hem de burjuvaziye kaynak sağlayabilmek için yerellerdeki yaşamın her zerresini satılabilir hale getirmek zorundalar. Bu bağlamda halka hizmet almanın yolu olarak daha sonra yerini paraya bırakacak olan “oy”u kendilerine vermelerini dayatıyorlar. Halka yapılan oy verme dayatması (Barthes’in “faşizm konuşma yasağı değil söyleme mecburiyetidir” sözünün de gösterdiği üzere) neoliberalizmin otoriter yönetimlerden faşizme doğru iyice yöneldiğini açıkça gösteriyor.

Çevreye de “İkaz”

Erdoğan’ın “ikazlarının” diğer muhataplarını ise çevresi oluşturuyor. Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerde sağcı, ırkçı ve dinci odakları çeşitli kırıntılarla çevresinde toplamayı başaran Erdoğan, yerel seçimlerde bu konsolidasyonu tam anlamıyla “başaramamış” durumda.

Bu “başarısızlığın” ardında ise yerel yönetimlerin iştah kabartan pastası bulunuyor. Pastanın yerellerde nüfuz ve alan kazanmaya maddi olanak sağlama olasılığı, küçük ve orta büyüklükteki öznelerin merkeze bağlılıklarını koparmadan “ayrıksı” davranmalarına neden oluyor. Fakat Erdoğan’ın bu “ayrıksı” davranışlara, gerek faşizmin inşasına hız verilmesi sürecinin içinde bulunulması gerek (genel seçimlerde AKP’nin oyunun yüzde 36’lara kadar gerilemesinin de gösterdiği üzere) Erdoğan’ın çekirdek alanının daralması gerekse de ekonomik kriz nedeniyle daralan “pastanın” Erdoğan’a bile zor yetecek olması nedeniyle müsamaha göstermesi mümkün değil. Dolayısıyla Erdoğan hizmeti verecek olan merkez olarak kendisini işaret ederken “çevresindekilere” de “ayrıksı” davranmamaları “ikazında” bulunuyor.

Önümüzdeki yerel seçimler faşizmin inşa sürecinin nihayete varması açısından Erdoğan iktidarı açısından oldukça büyük bir önem taşıyor. Bu sürecin nihayete varmasının önünde gerek “çevresel” gerekse de “karşıt” güçlerin göstereceği tepkilerin etkileyici olması ciddi bir olasılık. “Karşıt” güçlerin daha önce ortaya koydukları dayanışmayı ve mücadeleyi sürdürüp Erdoğan’ın ikazlarına karşı halkın öfkesini örgütledikleri takdirde bu olasılığın gerçeğe dönüşmesi bir hayal değil.

16 Şubat 2024 Cuma

Çin Kuşatması

(El Yazmaları, 16 Şubat 2024)

üregelen kapitalizmin krizi, küresel düzeye sıçrayan hegemonya mücadelesinin derinleşip yeryüzünün bütün noktalarına yayılmasına neden oluyor. Yayılma ile birlikte yerel ve bölgesel güçler, sorunlar ve krizler de küresel düzeylere etki etme kapasitesine kavuşuyor. Bu yerel ve bölgesel güçler, sorunlar ve krizler ise henüz birbirine karşı “doğrudan” saldırılarda bulunmayan küresel güçlerin “karşı” ve “yeni” hamleleri için işlevli ve kullanışlı olabiliyor. Son dönemde Güney ve Doğu Asya’da yaşanan gelişmeler de Çin ve ABD arasındaki gerilim ve hamleler açısından bu bağlamda bir anlam taşıyor.

ABD, Çin’in dünya çapında gelişen ekonomik ve dolayısıyla siyasi etkisinin önünü almak için Obama’nın başkanlığı döneminde Asya-Pivot teorisini ortaya atmış ve Çin’i kuşatma politikasına yönelmişti. Geçtiğimiz günlerde “Asya-Pivot” teorisini inşa eden ve ABD Ulusal Güvenlik Komitesi Hint-Pasifik Koordinatörü olan Kurt Campbell, Dışişleri Bakan Yardımcılığı’na getirildi. Senato’da Cumhuriyetçi ve Demokratların oylarıyla seçilen ve “Asya Çarı” olarak bilinen Campbell’in bu göreve getirilmesi Çin’in kuşatılması sürecine yoğunluk verileceğine işaret ediyor. Filipinler ve Tayvan özelinde yaşananlar ise sürecin sertleşerek yoğunlaşacağını gösteriyor.

Filipinler ve Tayvan

7500’den fazla adaya sahip, Pasifik ve Hint Okyanusu’nun kesişiminde bulunan ve Çin’in oldukça yakın olan Filipinler, ABD’nin kuşatma politikası açısından önem taşıyor.

Nitekim Filipinler ülkedeki ABD üslerinin sayısını iki katına çıkartırken bu üslerin önemli bir kısmı Tayvan’a yakın yerlerde bulunuyor. Diğer yandan Filipinler Tayvan’a yakın stratejik adalarındaki askeri konuşlanmasını güçlendirmeyi planlarken Vietnam ile de Güney Çin Denizi’nde iş birliği anlaşması imzaladı. Böylece Filipinler’in hem Çin’e yönelik hamlelerde hem de Tayvan’da artan gerilime yönelik hamlelerde ABD’nin bölgedeki en önemli “yardımcısı” olacağı görülüyor.

Çin’e yönelik kuşatmanın ana noktası olan Tayvan’da ise merakla beklenen seçim geçtiğimiz ay gerçekleşti. İktidardaki bağımsızlıkçı ve ABD yanlısı Demokratik İlerleme Partisi, oyları yüzde 57’den yüzde 40’a düşse de 52 milletvekilliğini alarak seçimden birinci parti olarak çıktı. Çin ile daha iyi ilişkilere sahip olmayı savunan Milliyetçi Kuomintang Parti yüzde 33,4 oy ve 51 milletvekilliği ile ikinci olurken, Çin ile ilişkiler konusunda diğer iki partinin ortasında olan Halkçı Parti yüzde 26,4 ile 8 vekillik kazandı.

Seçim sonuçları bağımsızlıkçı ve ABD yanlısı çizginin eskisi kadar olmasa da hâlâ güçlü olduğuna işaret ederken, Çin ile ilişkileri sürdürmekten ve gerilimi düşürmekten yana olan Kuomintang’ın ve orta yolcu Halkçı Parti’nin aldıkları oy ise Tayvan’da Çin ile yaşanan gerilimin düşmesini isteyenlerin ciddi bir kitleselliğe ulaştığını gösteriyor. Fakat Campbell’in seçilmesi ve 2022 yılında dönemin ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’nin Tayvan’ı ziyaretiyle başlayan “Yeni Normal” sürecin devam etmesinde ABD’nin ısrarlı olması Tayvan ile Çin arasındaki gerilimin düşmek bir yana artacağını ortaya koyuyor.

Başta ABD ile “iyi” ilişkilere sahip Tayvan, Myanmar, Vietnam ve Brunei olmak üzere Güney ve Doğu Asya ülkelerinin savunma bütçelerinin geçtiğimiz yıla göre yüzde 20 artması da ABD’nin gerilimi artırmada ısrarlı olacağını gösteriyor.

Çin’in “Sabrı”

ABD’nin “ısrarı”na Çin “sabrı”nın sınırlarını kontrollü bir biçimde gevşeterek cevap vermekte.

Pekin sürekli hale gelen tatbikatlar ve tacizlerle Tayvan Boğazı’ndaki gerilimi yüksek seviyede tutarak ABD’nin ciddi ve “sert” adımlar atmasını engelliyor. Diğer yandan Pekin, askeri ve uzay teknolojisini geliştirmeye devam ederek 2049 yılına kadar Tayvan’ı anakaraya dahil etmeyi başarmanın yanı sıra kuşatmayı yarmayı da hedefliyor. Son olarak Antarktika’daki beşinci araştırma istasyonunu Avustralya ve Yeni Zelanda hakkında istihbarat toplamak için “mükemmel bir konum” olarak tanımlanan bölgede açan Pekin, kuşatmaya katılacaklara gözdağı veriyor.

Bütün bunlarla birlikte Çin askeri müdahaleyi son seçenek olarak tutarak hamlelerini “ekonomik” güç üzerinden sürdürmede ısrar ediyor. Tek Kuşak ve Tek Yol Girişimi (TKTY) ile uluslararası ekonomik iş birliğini sağlama ve nüfuz ağlarını biçimlendirme gücüne sahip olmasından dolayı Pekin, politikalarının temelini bu girişim üzerine kuruyor. TKTY ile bağlantılı bir şekilde Çin, BRICS’e yeni üyeler katarak ve “Küresel Güney”i eklemleyerek kendi çekirdeğini yaratma çabasını da sürdürüyor.

Fakat ABD ve Avrupa’nın üretim ve tedarik zincirlerinde kısmi “ayrışmaya” yönelmesi, bölgedeki deniz ticaretinin ekonomisine etkisi büyük olan Hindistan’ın Tayvan’a dokunmaması konusunda Çin’i uyarması Pekin’in “temeli” olan ekonomik alanda da kuşatılmasının olasılık dahilinde olduğuna işaret ediyor.

Kapitalizmin yapısal krizinin sürdüğü ve dolayısıyla küresel hegemonya mücadelesinin derinleştiği bir süreçte Çin’e karşı yapılan kuşatma hamlelerinin çok yönlü ve artan biçimde devam edeceği ortada. Son gelişmeler Pekin’in sıkılaşan kuşatmaya karşı “sabrı”nın sınırına doğru yaklaştığını ve göstereceği tepkinin “sertlik” dozajının giderek artacağını gösteriyor. Dolayısıyla kapitalizmin krizi, geçtiğimiz yüzyılda bütün dünyaya, günümüzde ise Orta Doğu ve Ukrayna’dan sonra Güney ve Doğu Asya’da halklara savaş ve ölüm sunmayı sürdürüyor.

Guglielmo Carchedi’nin “Başka Bir Avrupa İçin” adlı eseri üzerine

5 Eylül 1938 tarihinde doğan Guglielmo Carchedi, Amsterdam Üniversitesi İktisat ve Ekonometri Bölümü’nde öğretim üyeliği yapmış Marksist bir...