(Toplumsal Özgürlük, Haziran 2014 sayısı)
6 haftalık bir süreçten sonra, en fazla seçmene sahip ülke olan Hindistan’da seçimler sonuçlandı. 500 milyondan fazla seçmenin katıldığı seçimleri en çok oyu alan Bharatiya Janata Party (BJP-Hindistan Halkı Partisi) kazandı. 543 sandalyeli “Lok Sabha” adı verilen meclisin 282 sandalyesini kazanan BJP, bu sonuçla 1947’beri iktidarda olan Kongre Partisi’nin (Mahatma Gandhi’nin partisi) hakimiyetine de son verdi.
“Hindutva” öne çıkıyor
Seçimleri kazanan BJP partisi lideri Narendra Modi bir Hindu milliyetçisi. Çaycı bir babanın oğlu olan Modi, siyasete Rashtriya Swayamsevak Sangh adlı sağcı Hint örgütüyle başladı ve 2001’de Gujarat başbakanı oldu.
2001’den bu yana eyalet başbakanlığı sürdüren Modi’nin ismi, 2002’de eyalette yapılan Müslüman katliamıyla birlikte anılıyor. 2002 yılında Hindu hacıları taşıyan tren devrilmiş ve bunun sonucunda 58 kişi yaşamını yitirmişti. Bu olaydan Müslümanlar sorumlu tutuldu ve çıkan olaylar sonucunda yaklaşık 2 bin Müslüman katledildi.
Olaylar karşısındaki tavrı nedeniyle oluşan “Müslüman karşıtı” algısıyla izlediği Hindu milliyetçiliği (Hindutva) politikası, ülkedeki yaklaşık 150 milyon Müslüman içinde önemli endişelere yol açıyor. Nitekim, seçim zaferini Ganj Nehri’nde dini törenle kutlaması, Modi’nin iç siyasette Hindutva çizgisinden sapmayacağına dair önemli bir veri sunuyor.
Modi’nin “Hindu milliyetçisi” kimliğinin arkasında kalan ve onu sistem için önemli kılan duruşu ise, “sınıfsal”. Gujarat başbakanlığı süresince eyaleti neo liberalizmin laboratuarı haline çeviren Modi, seçim sürecinde de bu Gujarat modelini tüm ülkeye yayma sözü verdi.
“Daha az devlet, daha çok özel sektör”, “Piyasaya açılım” gibi sloganlarla sermayeye daha fazla “özgürlük” tanıyacağını söyleyen Modi’ye, Wal-Mart, AXA gibi uluslararası şirketler Hindistan’a yönelik yatırımlarını arttıracaklarını söyleyerek hemen cevap verdiler.
Nüfusunun yüzde 65’i günde 2 dolardan daha az kazanan Hindistan’ı sermayeye daha fazla açacak olan Modi, uluslararası sermaye için önemli bir “fırsat” olarak görülüyor. Sermayenin yanı sıra ABD’de de Modi’yi bir “fırsat” olarak görüyor.
Çin’in artan gücünü dengelemek ve çevrelemek için uygulamaya koyduğu “Asia Pivot” stratejisinin önemli bir ayağı olan Hindistan’ın başına özellikle uluslararası sermayeyle dost birisinin gelmesi “fırsatın” değerini daha da artırıyor. 2005 yılında ABD’ye girmesi yasaklanan Modi’ye ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’in “Seninle çalışmayı dört gözle bekliyorum” tweetini atması “fırsat” için savaşın erken başladığını gösteriyor.
Diğer yandan Modi’nin, Çin’le de iyi ilişkileri var. 2011 yılındaki Çin gezisinde yüksek düzeydeki Çinli yetkililerle görüşen Modi, aynı zamanda “Çin’in dostu” olarak da görülüyor. Çin’in Gujarat’a yaptığı yatırımlar da o “dostluğun” göstergesi.
Fakat Modi’nin Çin’e giden yatırımları kendi ülkesine çekme isteği ve Hindistan’ın bölgeyi aşan bir dünya gücü olması hırsı, Çin’i çevreleyebilmek için Hindistan’ın ABD için kritik önemde olmasıyla üst üste düşünce, ibre ABD’den yana dönüyor
İçeride ise Maocuların giderek genişleyen alan hakimiyeti, artan işsizlik ve yoksulluk ve Modi’nin daha fazla neo liberal politikaları uygulayabilme isteği birleşince, daha fazla “Hindutva” ve Müslüman karşıtlığı politikalarının öne çıkabileceğini gösteriyor. Seçimler, Hindistan için zorlu bir mücadelenin başlangıç noktası.