2 Kasım 2014 Pazar

Ukrayna’da ‘Güçler’ İle ‘Halkın’ Savaşı Devam Ediyor

(Toplumsal Özgürlük, Kasım 2014 sayısı)

Nisan ayından bu yana Ukrayna’nın doğusunda Ukrayna “güçleri” (Ukrayna ordusu, faşist ve paramiliter güçler) ile isyancılar arasında süren iç savaşta bir “nefes alma” dönemine girildi. Belarus’un başkenti Minsk’te bir araya gelen taraflar 5 Eylül’de bir ateşkes ilan ettiler. 

Bu ateşkese göre, 30 km’lik tampon bölge oluşturulması, Ukrayna’nın doğusundaki bazı bölgelerin askeri uçuşlara yasaklanması, her iki taraftaki ‘yabancı paralı askerlerin’ çekilmesi, Ukrayna’nın doğusundaki devlet binalarını elinde tutan ayrılıkçıların buraları boşaltması, ellerindeki Ukraynalı askerleri serbest bırakması ve silahlarını teslim etmesi öngörülüyordu. 

Ateşkes havada kaldı 

Ateşkesin ilan edilmesinden sonra birçok olumlu gelişme yaşandı. 15 Eylül’de Ukrayna parlamentosu, Donetsk ve Luhansk bölgelerindeki bazı yerlere üç yıl boyunca özerk yönetim hakkı ve ayrılıkçılara af getiren yasayı onayladı. 

Bu gelişmelere rağmen “dolaylı” yapılan hamle hızla devam ediyor. AB ve ABD Rusya için aldığı yaptırım kararlarını ve hamlelerini sürdürüyor. Nitekim 16 Eylül’de Avrupa Parlamentosu ile Ukrayna Parlamentosu’nda serbest ticaret anlaşması onaylandı. Bu anlaşma Rusya’nın baskısıyla 2016’ya dek uygulanamayacak olsa da, Ukrayna’nın AB’ye “ekonomik” bir adım daha atması açısından önem taşıyor. Ekonomik hamlenin yanı sıra askeri hamle de geldi. Fransa, Rusya’ya iki savaş gemisi vermek üzere 2011’de 1,6 milyar dolar değerinde bir anlaşma yapmıştı. Fakat son gelişmeler üzerine ama bunları vermeyi erteledi. Bu kararın ardında da Rusya’yı askeri olarak da baskılama yatıyor. İsyancılara “yakın” duran Rusya da bu baskıları karşılamak için karşı hamleler geliştiriyor. Haziran ayında borçlarını ödemediği için Ukrayna’nın doğalgazı Rusya tarafından kesilmişti. Bunun üzerine Ukrayna doğalgaz ihtiyacını Macaristan, Polonya ve Slovakya›dan karşılıyordu. Fakat geçtiğimiz ay Macaristan Ukrayna’ya olan doğalgaz akışını kesti. Ve bu kesme işleminden üç gün önce Macaristan Başbakanı Viktor Orban ve Rusya’nın devlet şirketi Gazprom’un genel müdürü, Budapeşte’de görüştü. Bu görüşme sırasında da Orban Rusya’ya olan yaptırımları eleştirmiş ve Rusya’yla olan yakın ilişkilerini geliştirmek istediğini belirtmişti. 

Ateşkese rağmen savaş 

Diğer yandan da Rusya Ukrayna üzerindeki etkisini korumak ve NATO’ya girmesini engellemek için Ukrayna’yla görüşmelerine devam ediyor. Öyle ki Ukrayna’nın doğusu için otonomi sözünü etmekten imtina ediyor, sınırdaki askerlerini geri çekiyor ve ateşkesin “korunması” için çaba sarfediyor. Savaş yine de sürmeye devam ediyor. Ateşkese rağmen Donetsk kentinde çatışmalar sürüyor. Ateşkesten bu yana Birleşmiş Milletler’in açıklamasına göre 331 kişi öldü. 

Halk Cumhuriyetleri gerçeği 

Bütün bu gelişmelerin gölgesinde kalan ise Donetsk ve Lugansk’ta kurulan Halk Cumhuriyetleri.

Ukrayna’da Maidan meydanındaki gösteriler sonunda kurulan yeni hükümete karşı doğu Ukrayna’da gösteriler başlamış ve bu bölgedeki halk devlet binalarını ele geçirerek Donetsk Halk Cumhuriyeti ve Lugansk Halk Cumhuriyeti’ni ilan etmişlerdi. Ukrayna “güçlerinin” saldırısı üzerine de bu cumhuriyetlerini savunmaya devam ediyorlar. 

Bazı Rus askerlerin “gönüllü” katılmasından, bölgenin çoğunluğunun Rus olmasından ve Rusya’nın kısmi yardımından kaynaklı, bu isyan “ayrılıkçı” ve “Rusya yanlısı” görülse de, altında “ekonomik” sebepler yatıyor. 

Nitekim bu Halk Cumhuriyetlerinin sözcüleri, Rusya’ya bağlanmak değil, kendi cumhuriyetlerini yönetmek istediklerini ve Ukrayna’nın topraklarından çekilmedikleri sürece savaşmaya devam edeceklerini belirtiyorlar.

Endüstride yaptıkları kimi kamulaştırmalar ve kurdukları “Halk Savunma Birlikleri” “yeni” bir cumhuriyete doğru ilerliyor. Dolayısıyla Ukrayna’daki iç savaşın gidişatını “AB-ABD” veya “Rusya” güçlerinin kapışmasından çok “Halk Cumhuriyetlerinin” duruşu belirleyebilir.

‘Mukavemet’in ‘Koalisyon’la İmtihanı

(Toplumsal Özgürlük, Kasım 2014 sayısı)

Suriye ve Irak’ta devam eden savaşta “yeni” bir dönem başladı. Bu dönemi başlatan güçler, savaşın bir tarafını oluşturan ABD ve müttefikleri. Ve bu tarafın bu “yeni” dönemdeki hamlesinin “görünürdeki” hedefi, savaştıkları diğer “taraf ” değil, eski adıyla IŞİD (Irak Şam İslam Devleti) yeni adıyla İD (İslam Devleti).

11 Eylül’de Suudi Arabistan’ın Cidde kentinde ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin başkanlığında Körfez ülkeleri (Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Kuveyt), Mısır, Ürdün ve Türkiye’nin de katıldığı ‘terörle mücadele toplantısı’ yapıldı.

Bu toplantının devamında yapılan ve 40 ülkeden temsilcilerin katıldığı Paris toplantısı sonucunda, Irak ve Suriye’deki önemli bölgeleri ele geçirip “hilafetini” ilan ederek “İslam Devleti” olarak adını değiştiren IŞİD’le mücadele etmek için “Uluslararası Koalisyon” oluşturuldu. Koalisyon, 23 Eylül’de IŞİD ve Nusra Cephesi mevzilerini vurarak müdahale etmeye başladı. 

‘Direniş’ Koalisyon’a temkinli 

Suriye ve Irak’taki savaşın diğer tarafı, kendilerine “Mukavamet” adını veren ittifak ekseni. İran, Esad, Hizbullah ve Irak’taki Şii grupların oluşturdukları bu eksen, Suriye ve Irak’ta süren savaşta oluşan bir ittifak ve hem “Uluslararası Koalisyon”daki ülkelerle hem de IŞİD’le dolaylı ve doğrudan savaş içinde. “Mukavemetin” oluşturulan koalisyona bakış açısı ise, esas olarak temkinli ve karşı olmakla birlikte, ekseni oluşturan parçaların içinde bulunduğu duruma göre de değişiklik gösteriyor. IŞİD’le doğrudan savaşan Irak ve Suriye’den destek ve memnuniyet açıklamaları geldi. Irak Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari “Bu güçlü bir destek mesajı”, Suriye Ulusal Uzlaşma Bakanı Ali Haydar ise “Bu ülkeler IŞİD’in oluşturulduğu yerler. Eğer şimdi IŞİD’e karşı saldırıya katılacaklarsa, bu iyi bir şey” açıklamasını yaptı. 

Diğer yandan İran ve Hizbullah’tan da “sert” açıklamalar geldi. İran’ın dini lideri Ali Hamaney “Bu meselede Amerika’yla  işbirliği yapmayacağız, özellikle de onların elleri kirli olduğu için” derken, Hizbullah lideri Hasan Nasrallah “Biz, ister Suriye rejimine, ister DAİŞ’e (IŞİD) karşı olsun, Amerikan askeri müdahalesine ve Suriye’de bir uluslararası koalisyona karşıyız...” dedi.

Bu açıklamalar “farklı” bakış açıları gibi gözükse de esasında “Direniş”in ana politikasının nüanslarını gösteriyor. 

ABD’nin bölgeye geri dönüşü 

Suriye ve Irak’ta IŞİD’e verilecek zarar, bu alanda “Mukavemetin” mücadelesine kazanç sağlıyor. Öte yandan, IŞİD’e müdahale için ABD’nin bölgeye geri gelmesi ise İran ve Hizbullah’ın bölgede kazandığı inisiyatifi hedef alıyor. 

Özellikle Hizbullah’ın Lübnan ve Gazze’de İsrail’i gerileten direnişi ve İran’ın Irak, Bahreyn ve Yemen’deki Şii gruplar üzerinden bölgede kazandığı hakimiyet, ABD ve etrafındaki güç alanı için büyük “tehdit” içeriyor. 

Nitekim, ABD’de bu tehdide karşı sadece uçaklarıyla “geri gelerek” değil, aynı zamanda bölgedeki “aletlerle” de müdahale ediyor. “Koalisyon”un bir amacı da, IŞİD’i öldürmeyecek ama kendisine de “karşı gelemeyecek” duruma getirmek. Ve böylece IŞİD bu “tehdit”e karşı bir “alet” olacak. Bunu Kobanê’deki mevzilere yapılan saldırılardan ve Hizbullah Genel Sekreter Yardımcısı Şeyh Naim Kasım’ın açıklamasından görüyoruz: “Amerika’nın tavrı dikkatle izlendiğinde görülüyor ki, onlar IŞİD’in bölgedeki varlığını kabul ediyor; sadece diğer ülkelere yayılmasını engellemeye çalışıyorlar”. 

“Direniş”ten “halklarla” zafere 

ABD’nin Uluslararası Koalisyon ile Ortadoğu’ya tekrar dönmesi sadece Mukavemet için değil halklar için de büyük bir tehdit oluşturuyor. Bu tehdidin “aletlerine” karşı direnen Mukavemet’in ve bölge halklarının kurtuluşu ise güçlerini ortaklaştırmaktan geçiyor. Bu birlikteliğin yolu da, baskıcı İran ve Suriye rejimlerinin merkezinde olduğu bir duruştan değil, Rojava’da direnen halkın gösterdiği devrimci-demokratik yoldan geçiyor.  

Guglielmo Carchedi’nin “Başka Bir Avrupa İçin” adlı eseri üzerine

5 Eylül 1938 tarihinde doğan Guglielmo Carchedi, Amsterdam Üniversitesi İktisat ve Ekonometri Bölümü’nde öğretim üyeliği yapmış Marksist bir...