2 Mayıs 2017 Salı

Venezuela Dönülmez Ufka Doğru İlerliyor

(Toplumsal Özgürlük, Mayıs Haziran 2017 sayısı)

Bolivarcı Devrim’in öncü ülkesi Venezuela’da “protestolar” artarak devam ediyor. Ekonomik krize karşı başlayan protestolar, öncesindeki siyasi krizle birleşerek süreklilik kazanmış durumda. Bu sürekliliği içerideki krizler kadar (kimi yerde ondan daha çok) “dış etkenler” de sağlamakta. 

Ekonomi neden krizde? 

Ekonomik krizin nedenlerinin başında petrol fiyatları geliyor. Venezuela’nın gelirinin yüzde 80’ine yakınının petrol gelirlerinin olmasından dolayı petrol fiyatlarının 30 dolara kadar gerilemesi ülke ekonomisini felç etmiş durumda. Halkın temel ihtiyaçları petrolden gelen gelirle karşılanmaktaydı. 

Chavez döneminde petrole olan bu bağımlılık binden fazla özel işletmenin kamulaştırılmasıyla giderilmeye çalışıldı. Fakat üretimde gerçekleştirilen bu kamulaştırma, meta dolaşımı-

nı sağlayan dağıtıcıların özel sektörde kalmasından kaynaklı tam anlamıyla başarılı olamadı. Bu dağıtıcıların metaları saklayıp stokçuluk yapması sonucunda fiyatlar arttı ve enflasyon yüzde 800’lere vardı. Hükümet ise bunu alternatif dağıtım kanalları ve asgari ücrete yüzde 60 zam yaparak aşmaya çalışıyor fakat bunlar sınırlı derecede etki sağlıyor. Ekonomik krizin bir diğer nedeni ise dış etkenler yani ambargo. Özellikle Chavez’in son döneminden başlayarak Maduro’nun dönemi boyunca özellikle ABD menşeli saldırılarla birlikte ekonomik ambargo artmış durumda. Temel ihtiyaç maddelerinin ithalatı engelleniyor ya da işbirliği içindeki özel şirketler aracılığıyla yapılmakta. Bu da meta fiyatlarının hızlı bir şekilde artarak yüksek enflasyonun oluşmasına yol açıyor. “Muhaliflerin” Deutsche Bank’a “Maduro hükümetiyle petrol satışları karşılığında yapılan altın işlemlerini durdurma” çağrısı yapması aradaki bağlantıyı gösteriyor. Dolayısıyla “kapitalist” virüsler, Venezuela ekonomisinde ölümcül yaralara neden oluyor. 

“Muhalifler” iş başında 

Bununla birlikte protestolar şiddetin dozu giderek yükselmekte ve ölü sayıları da artış gösteriyor. Ölü sayılarının kaynaklara göre farklı göstermesinin yanı sıra ölüm şekilleri konusunda da farklılar göze çarpmakta. 

Ana akım medya demokrasi için mücadele eden “muhaliflerin”, diktatörün milisleri tarafından öldürüldüğünü iddia ediyor. Fakat yerel kaynaklar ölenlerin bir kısmının paramiliter gruplar tarafından, bir kısmının da yağma sırasında “muhaliflerin” birbirlerini öldürmesinden dolayı olduğunu belirtiyorlar. Nitekim Chavez döneminden itibaren başta köylü aktivistler olmak yüzlerce Chavez yanlısının paramiliterler tarafından öldürüldüğü göz önüne alındığında yerel kaynakların ana akım medyadan gerçeğe daha yakın olduğu görülüyor. Zaten “muhaliflerin” ölümlerin durması ve “diktatör”ün yıkılması için başta darbe çağrısı olmak üzere demokrasi kahramanlarına yapılan müdahale çağrısı tarihin tekerrür ettiğinin bir göstergesi. 

Bolivarcı Devrim yol ayrımında 

Bütün bunlarla birlikte Bolivarcı Devrim’in yol ayrımındaki yıllardır devam eden bekleyişi can alıcı noktaya gelmiş durumda. Sosyalizme geçişte gösterilen ikircikli ve ürkek tavırlar, devlet kapitalizminin ve sermayenin ekonomide egemen olmasını sağlamaya devam ediyor. Bu yüzden ekonomideki kapitalist virüslerle birlikte devlet kapitalizminin yarattığı “Boliburjuvazi” ölümcül yaralara neden oluyor. Bu nedenle Bolivarcı Devrim ekonomide ya Boliburjuvazi’nin istediği yönünde ilerleyerek çürüme ya da sosyalist deneyimleri ve komünleri yaygınlaştırarak ilerlemeye devam etme seçeneklerinden birinde karar kılmak zorunda. 

Bolivarcı Devrim, Latin Amerika’daki politikaları konusunda da yol ayrımında. 2000’li yılların kıtayı saran sol dalganın askeri darbeler, dış müdahaleler sonunda geriletilmesi sonucunda Venezuela ve Küba tecrit edilmeye çalışılıyor. Amerikan Devletleri Örgütü’nden (OAS) ayrılan Venezuela’nın, son dönemde sadece varlığını devam ettiren Latin Amerika için Bolivarcı Alternatif ’i (ALBA) canlandırmak ya da tecride boyun eğmek arasında tercih yapması gerekiyor

Yol ayrımındaki devrimin “önderi” Maduro ise “iç savaş istemediğini” belirterek “muhaliflere” “Yeni Anayasa ve Kurucu Meclis” çağrısı yaptı. “Muhalifler” ise bu çağrıyı daha fazla sokağa çıkma çağrısıyla karşılamış durumda. Dolayısıyla “muhalifler maçı kazanana kadar oynamaya niyetlerini belirtirken Maduro ise maçı berabere bitirmenin yollarını aramaya devam ediyor. Fakat gerek fabrikaların kamulaştırılmasına öncülük eden işçiler gerekse komünlerin kurulmasını sağlayan köylüler, yüz binler halinde sokaklara çıkarak Bolivarcı Devrim’in dinamizmini sürdürüyorlar. Dolayısıyla maçın sonucunu Venezuelalı işçiler ve köylülerin mücadelesi belirleyecek. 

İran’da “Seçim” Vakti

(Toplumsal Özgürlük, Mayıs Haziran 2017 sayısı)

Son dönemde yaptığı atılımlarla Ortadoğu’daki egemenliğini genişleten İran’da 19 Mayıs günü cumhurbaşkanlığı seçimleri gerçekleşecek. Bu seçimi diğerlerinden önemli kılan nedenlerinin başında da bu “atılım” geliyor. Bundan dolayı da bu seçimler sadece İran’a değil, aynı zamanda Ortadoğu’daki herkese tesiri olacak bir etkiye sahip. 

Muhafazakarların “duygusallığı” 

Cumhurbaşkanlığına aday olacak kişileri belirlemekle görevli olan Anayasa Koruma Konseyi, başvuru yapan 1600’e yakın kişiden 6 kişinin adaylığını onaylamış durumda. Altı adaydan üç isim ön plana çıkıyor: şimdiki cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, Tahran Belediye Başkanı Bakır Galibaf ve eski Başsavcı İbrahim Reisi. İran İslam Devrimi’nden bu yana adaylar, muhafazakarlar ve reformcular olarak sınıflandırılıyor. Galibaf ve Reisi muhafazakar, Humeyni ise reformcuların adayı olarak öne çıkarılıyor. 

Tahran Belediye Başkanı olan Galibaf, eski polis şefi ve hava kuvvetleri komutanı. Medyada tanınırlığı yüksek olan Galibaf ’ın adı gerçekleşmeyen projeler, belediyeyi uğrattığı zararlardan dolayı yolsuzluklarla anılıyor. 

Reisi ise Galibaf kadar “medyatik” olmasa da bilinen bir eski başsavcı. Reisi 1988’deki yargılamalarda binlerce muhalifin idam ettiren ölüm komitesinin dört üyesinden biri idi. Bundan dolayı “Katliam Ayetullahı” olarak da bilinen Reisi’nin adı Hamaney’in varisi olarak da geçiyor. Reisi ayrıca yıllık geliri yüz milyar dolarlar olan “Astan-i Kudsi Rezevi” isimli İran’ın en varlıklı vakfının başkanlığını yürütüyor. 

2005-2013 yılları arasında cumhurbaşkanlığı yapan “muhafazakar” Ahmedinejad’ın adaylığı ise onaylanmadı. Hamaney’in “tavsiyesine” karşı çıkarak aday olan Ahmedinejad’ın adaylığının onaylanmamasının altında iktidarı döneminde büyük boyutlara varan yolsuzluklar bulunuyor.

Dolayısıyla muhafazakar adaylar vaatlerinden çok, paraya olan “duygusallıkları” ile ön plana çıkıyor. 

Ruhani rahat değil 

Yapılan anketlerde açık ara önde gözüken Ruhani, kadınların ve gençlerin desteğini almış durumda. İktidarı döneminde nükleer anlaşma sözünü yerine getiren Ruhani, beklenen ekonomik gelişmeyi sağlamamakla eleştiriliyor. Ruhani’nin verdiği tavizlere rağmen ekonomik atılımı sağlayamadığını ileri süren muhafazakarlar, tekrar nükleer silahlanma politikasını geçilmesini savunuyor. Ruhani ise ekonomik etkinin yeni yeni görüleceğini söyleyerek ikinci kez cumhurbaşkanlığını istiyor. 

Halkta da vaat edilen ekonomik gelişmenin gerçekleşmemesinin hayal kırıklığı ile birlikte de öfke giderek artıyor. Golestan eyaletinde 42 kişinin öldüğü maden kazasında halkın Ruhani’nin arabasının tekmeleyip, camlarına vurmasında gösterdiği tepki Ruhani’nin işinin hiç kolay olmadığını gösteriyor. 

Hamaney ise Ruhani’nin üzerindeki baskıyı arttırıyor. Özellikle Ruhani’nin Birleşmiş Milletler’in eğitimde cinsiyet eşitliğini arttırma programını desteklemesine sert tepki gösteren Hamaney, çizgileri net bir şekilde belirlemeye devam ediyor. 

Öfke kabarıyor 

Muhafazakarlar ile Reformcuların kısmen ortaklaştığı konu ise Ortadoğu. İki grup da İran’ın bölgedeki etkisinin korunması ve geliştirilmesinden yana. Fakat bu konu esasen bu iki grup tarafından değil, Hamaney tarafından belirleniyor. Bu konuda tek söz sahibi Hamaney. Her ne kadar “seçim” olsa da İran’da dini merciin siyasete ve sisteme egemen bir güce sahip. Fakat hem Ortadoğu’daki gelişmeler hem de halkın başta ekonomik duruma olan öfkesinin giderek artmaya başlaması, bu egemenlik üzerinde soru işaretleri doğuruyor. 

Suriye’de Çatışma-Çatışmasızlık Diyalektiği

(Toplumsal Özgürlük, Mayıs Haziran 2017 sayısı)

6. yılını devirmeye hazırlanan Suriye’deki savaş, “yeni” diplomatik hamleler ve çatışmalarla devam ediyor. Bir taraftan Astana görüşmelerinde “çatışmasızlık bölgeleri” oluşturulması kararı alınırken, diğer taraftan başta Hama kırsalı olmak üzere Palmira ve Şam’ın doğu kırsalında çatışmalar giderek artıyor. 

“Çatışmasızlık Bölgeleri” 

Astana’da devam eden görüşmelerin 4. turunda öne çıkan konu çatışmasızlık bölgelerinin oluşturulması oldu. Rusya, İran ve Türkiye’nin üzerinde mutabakata vardığı, “muhaliflerin” ise kabul etmeyerek görüşmeleri terk ettiği bu karara göre ilk olarak şu dört bölgede gerilim azaltılacak, çatışmalar durdurulacak: Doğu Guta, İdlib, Humus’un kuzeyi, Kuneytra ve Dera’yı içeren güney bölgesi. 

Görüşmelerin ardından Rusya’nın “terörist gruplarla mücadelenin devam edeceğini” açıklaması, alınan kararın bir “mola” niteliği taşıdığını gösteriyor. Güney bölgesinin bir kısmı dışında bölgelerin tamamına cihatçı grupların (ki bunların tamamının terörist olduğu kabul ediliyor Esad tarafından) hakim durumda olduğunu düşündüğümüzde, Rusya’nın hem güç tazelemeyi hem de Doğu Guta ve İdlib’teki gruplar arasındaki bölünmeleri derinleştirmeyi hedeflediği görülüyor. 

Türkiye ise çatışmasızlık bölgeleri ile yıllardır ABD’den talep ettiği tampon bölgenin “çakma” versiyonunu almanın heyecanı içinde. Esad’ın devrilmesini şimdilik ikinci plana atan Türkiye, bu kararla hem kantonlara daha fazla yönelme hem de Azaz-Cerablus bölgesindeki varlığını konsolide etme şansını yakalamış oldu. Dolayısıyla Rojava’ya yönelik saldırılarda kullanmak için TSK ile işbirliğindeki çetelerin güçlendirilmesi ve yönlendirilmesine de vakit kazanılmış oldu.

Bu kararla birlikte İran da artık Suriye’de kalıcı ve karar verici bir özne olduğunu somutlaştırmış oldu. “Muhaliflerin” görüşmeleri terk etmelerine neden olan Hizbullah’ın, Afgan ve İranlı milislerin varlığının tartışılmaması, İran’ın ilerleyen süreçte de Suriye’de bütün gücüyle olacağını göstermekle birlikte varlığını da meşrulaştırmış oldu. Görüşmelerde Rojava’nın ele alınmamış olması ise Kürt sorununun “özel” bir gündemle ele alınacağını gösteriyor. Bu “özel” durum PYD ve Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) meşru bir güç ve bölgesel bir iktidar olarak güçlenmesini sağlıyor. 

“Çatışma Bölgeleri” 

Görüşmelerle birlikte çatışmalar da bütün hızıyla sürüyor. Suriye Demokratik Güçleri (SDG), Tabka’yı da alarak tamamen Rakka’ya yönelmiş durumda ve Türkiye’nin saldırıları dışında bu yöneliş durdurulamaz gözüküyor. Suriye ordusu ise Palmira çevresinde yeni yerler ele geçirirken, cihatçı çetelerin Hama’nın kuzeyine yaptıkları büyük saldırıda kaybettiği yerleri de geri almış durumda. Doğu Guta’nın Kabun bölgesi ve Şam’ın doğu kırsalında ise “muhaliflerle” çatışmalar devam ediyor. Bu çatışmalarda İsrail’in Suriye ordusunu vurması, ABD’nin eğitip donattığı grupların güneydoğudaki çölde ilerleyerek Deyrezzor’un 60 km yakınına gelmesi ise İsrail ve ABD’nin doğuda çektiği sınırları gösteriyor. 

Yeni bir aşama 

Bu bağlamda çatışmasızlık bölgeleri ile çatışma bölgeleri birlikte ele alındığında, hem küresel hem de bölgesel güçlerin Suriye’deki paylaşım savaşının ileriki aşamaları için mevzilenme hamlelerini yaptıkları görülüyor. Dolayısıyla Suriye’deki savaşın yeni bir aşamasının arifesinde olduğumuzu söyleyebiliriz. 

Bağımsızlık İhtimali Gerçekleşir mi?

(Toplumsal Özgürlük, Mayıs Haziran 2017 sayısı)

Yıllardır temcit pilavı misali gündeme gelen Irak Kürdistanı’nın bağımsızlık referandumu bu sene de tartışma konusu olmuş durumda. Fakat hem Suriye ve Irak’ta gelişen durumlar hem de Barzani’nin referandum için diğer siyasi gruplarla ortaklaşma çabası gütmesi, bu sefer referandumun gerçekleşme ihtimalini yükseltiyor. 

Bağımsızlık için “ortak”laşıldı 

Haziran 2005’ten bu yana Irak Kürdistanı Bölgesel Yönetimi’nin başkanlığını yürüten Mesud Barzani, Ağustos 2015’te yapılması gereken başkanlık seçimlerini sürekli erteleyerek iktidarını gayrimeşru bir şekilde devam ettiriyor. Kabına sığmayan yolsuzluklar, başta Rojava olmak üzere Kürt hareketlerine yönelik düşmanca yaklaşımlar Barzani’nin iktidarını sarsmış olması seçimlerin ertelenmesinin en önemli nedeni. Geçmişte bağımsızlık referandumu tartışmaları ile Barzani, milliyetçilik üzerinden iktidarını konsolide etmeye çabasındaydı, fakat bu sefer tartışmalara başta Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) ve Goran Hareketi olmak üzere diğer güçleri de kattı. Bunun sonucunda ise referandum için ortak bir komisyon kurulmuş oldu. Bu komisyon Eylül ayında bir referandum gerçekleştirmek üzere çalışmalarını sürdürüyor. 

Diğer süreçlerin aksine bu sefer Kürdistan Demokrat Partisi (KDP), KYB ve Gorani’nin birlikte hareket etmesinde en önemli neden iktidarın kısmen de olsa paylaşılması. Görüşmeler sonucunda KYB ve Gorani’ye Süleymaniye ve Kerkük’te daha fazla yetki ve iktidar verilmesi konusunda anlaşılması bunun göstergesi. Böylece Barzani, diğer partilere de alan açarak hem iktidarını konsolide etmek hem de gücünü toparlamayı hedefliyor. Geçen sene meclisteki gruplarını birleştiren KYB ve Gorani ise bağımsızlık gündeminin dışında kalmayıp Barzani’ye karşı güçlerini “somut” kazanımlarla tahkim etme şansını yakalamış olacak. 

Küresel-Bölgesel güçler ve durumlar 

Referandumun gerçekleşme ihtimalini arttıran bir diğer neden ise Suriye ve Irak’ta ortaya çıkan fiili durum. Suriye’de PYD’nin alanının ve gücünün artması, Irak’ta ise Kerkük’ün fiilen bölgesel yönetime dahil edilmesi, Peşmerge’ye yapılan silah yardımları ile verilen askeri eğitimler sonucunda güçlenmesi ve buna karşılık IŞİD’le mücadelede Irak ordusunun sınırlı gücünün ortaya çıkması Kürdistani güçleri bağımsızlık için cesaretlendiriyor. 

Öte yandan bölgesel ve küresel güçlerin bağımsızlık meselesine tepkileri ise Türkiye dışında «şimdilik» klasik resmi açıklamalardan ibaret. KDP›nin hem Bağdat›tan bağımsız petrol satışında hem de diğer ekonomik ilişkiler açısından en büyük ortağı Türkiye, 25 Nisan›da Şengal›i bombalayarak hem Kerkük›e bayrak asılmasına hem de referanduma dair görüşlerini ortaya koymuş oldu. Bu saldırıda 5 peşmergesini kaybeden KDP’nin faturayı PKK’ye kesme derdinde olması ise referandumda ulusaldan çok kendi çıkarlarını öne aldığını gösteriyor. 

Irak Kürdistan’ındaki güçlerin ortaklaşması, bağımsızlık referandumunun gerçekleşme ihtimalini yükseltse de küresel ve bölgesel güçlerle çıkarları ve onlarla girişilecek ilişkiler de bu sürecin gerçekleşmesinde önemli bir etken olacaktır. Bunların yanı sıra dört parçadaki Kürt halkının mücadelesi de bağımsızlığın “niteliğini” belirlemeye devam edecektir. 

Guglielmo Carchedi’nin “Başka Bir Avrupa İçin” adlı eseri üzerine

5 Eylül 1938 tarihinde doğan Guglielmo Carchedi, Amsterdam Üniversitesi İktisat ve Ekonometri Bölümü’nde öğretim üyeliği yapmış Marksist bir...