2 Aralık 2017 Cumartesi

Kerkük “Molasına” Rağmen Irak’ta Çekişme Devam

(Toplumsal Özgürlük, Aralık 2017 sayısı)

Nisan 2018’deki seçimlere yönelik hamleler, Kürdistan bağımsızlık referandumu ve Havice’nin IŞİD’ten temizlenmesi Irak içindeki hareketliliği yükseltmişken, Kerkük’e yapılan operasyon gerilimin giderek yükselmesini sağladı. 

Ordu ile Haşdi Şabi’nin “birlikteliği” 

Irak ordusu ile çoğunluğunu Şii güçlerin oluşturduğu Haşdi Şabi’nin birlikte gerçekleştirdiği operasyonla Kerkük tekrardan Irak devletinin kontrolüne geçti. Bununla birlikte Irak ordusu ve Haşdi Şabi, Peşmergelerin 2014’te kontrol altına aldığı bölgelerin çoğunu da (Mahmur ve Şengal hariç) ele geçirdi. ABD tarafından eğitilip silahlandırılan Irak ordusu ile İran tarafından onlarca Şii grubun bir araya getirilip silahlandırılmasıyla oluşan Haşdi Şabi’nin birlikte bu operasyonu gerçekleştirmesi önemli bir dönüm noktası. Daha önce IŞİD’e karşı yapılan operasyonlarda kısmi birliktelik sağlanmış, şehir ve kasaba merkezlerine Irak ordusu girerken Haşdi Şabi kırsalda kalmıştı. Böylece Irak ordusunun birinci keman olma konumu korunmuştu. Fakat Haşdi Şabi’nin Kerkük merkezine girmesiyle Irak ordusu ikinci keman olmuş oldu ve bu bir “ordunun” kabul edebileceği bir konum değil.

Öte yandan bu iki silahlı gücün arkasındaki siyasi güçler, her ne kadar çekişmelerine Kerkük’te «mola» vermiş olsalar da Irak’ın genelinde farklı amaçlara sahipler. Ve bu amaçların farklılığı, Nisan 2018’deki seçimler yaklaştıkça Irak ordusu-Haşdi Şabi birlikteliğinin çatırdama ihtimalinin yüksek olduğunu gösteriyor. 

İran-ABD çekişmesi devam ediyor 

Bölgedeki siyasi ve ekonomik nüfuzu büyüyen İran, özellikle Irak’taki hegemonyasını askeri güçle korumak istiyor. Kerkük operasyonunda Haşdi Şabi’nin ön plana çıkması da bunun işareti. Son dönemde Sadr’ın başını çektiği Şii liderlerin İran’a alternatif olarak Suudi Arabistan gibi Sünni Arap devletlerine yönelmesine karşılık, İran Haşdi Şabi “sopasını» gösteriyor. 

Ayrıca İran, Irak’ın çoğunluğunu oluşturan Şiileri kendisinin (yani Haşdi Şabi’nin) koruyabileceğini pratikte göstererek seçimlerde tekrardan Maliki’nin kazanmasını sağlamaya çalışıyor. 

Daha önce şiddetle eleştirdiği Haşdi Şabi’nin Irak’ın «resmi» güçlerinden biri olduğunu söyleyen Irak Başbakanı İbadi de seçimler öncesinde Şiilerin desteğini kaybetmemeyi istiyor. Bu yüzden Haşdi Şabi’yi “meşru” gören İbadi, ABD’nin de desteğiyle iktidarını korumak istiyor. Nitekim ABD’nin de Kerkük operasyonuna “sessiz” kalmasının ardından yatan nedenlerden biri de İbadi’nin iktidarda kalmasını sağlamak. ABD böylece Irak’taki İran nüfuzunu sınırlayıp, uzun vadede Irak ordusunun gücünü de arttırarak Haşdi Şabi ve İran’ın nefesini kesmeyi hedefliyor. 

Sadr çalışmalarına devam ediyor 

Nisan 2018’deki seçimlerin çalışmasına erkenden başlayarak bütün kesimleri etrafında birleştirmeye çalışan Mukteda Sadr da Kerkük operasyonuna “desteğini” sundu. “Küçük Irak olan Kerkük’ün barışçıl yaşama örnek olmasını istiyoruz” diyerek Irak kimliğini vurgulamayı sürdüren Sadr, İbadi’nin ardından Ürdün’ü de ziyaret ederek İran’a karşı ittifak alanını genişletiyor. 

Iraklı güçlerle bölgesel güçlerin Irak üzerindeki hamleleri devam ederken yoksulluk ve savaş halkın canını bezdirmeye devam ediyor. Seçimler yaklaştıkça, yoksulluğu ve savaşın acılarını çeken Irak halkının eylemi, siyasi güçlerin hamlelerinden daha çok belirleyici olacak. 

Suudilerin Yeni Prensi

(Toplumsal Özgürlük, Aralık 2017 sayısı)

Ortadoğu’nun en kifayetsiz muhteris ülkesi Suudi Arabistan, yaptığı iç ve dış operasyonlarla hem sarsıyor hem de sarsılıyor. Riyad merkezli sarsıntılar Ortadoğu’da yanan ateşin daha da harlanmasına neden olmakla birlikte yeni bir tarihsel dönemin açılmasının da önünü açıyor. 

Önce iç temizlik 

Ortadoğu’da uzun zamandır uyguladıkları politikalardan kayda değer bir sonuç alamayan Suudiler, yeni bir hamle daha yapabilmek için iç temizliğe yöneldiler. Ülke içinde tek iktidar odağı yaratmaya yönelen Suudi Kral Selman bin Abdülaziz; 21 Haziran 2017’de yayınladığı kararname ile birinci Veliaht Prens Muhammed bin Nayif ’in yerine, oğlu İkinci Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ı getirdi. Prens Muhammed bin Selman, yolsuzluk adı altında düzenlenen operasyonda 11 prens, dört aktif bakan ve 34 eski bakanı tutukladı. Önemli askeri birliklere komutanlık edenlerin de tutuklandığı bu operasyonla birlikte olası bir askeri darbenin önünü kesildi. Bu arada tutuklananların servetine de göz dikmiş çünkü bu operasyon tutuklananların malvarlığına el koyma hakkını da vermekte ve tutuklananların serveti 800 milyar dolara yakın. 

“Reformların” sebebi ekonomik 

Yemen’deki savaş, Suriye’de desteklenen cihatçılar ve petrol fiyatlarının düşüşü nedeniyle bütçe açığı veren Suudi ekonomisini bu talanla düzeltmeyi hedefleyen Muhammed bin Selman, “reformlara” da hız verdi. Kadınlara araba kullanma hakkı ve Vahhabilik’ten Ilımlı İslam’a geçiş gibi “reformlar” sunan Muhammed bin Selman, böylece “demokrat-modern” Batı sermayesinin yatırımlarını çekmeye çalışıyor. 

Bu “reform” hamlelerinden bir diğeri de dünyanın en büyük petrol şirketi Saudi Aramco’yu borsaya açmak. 1 günlük geliri 600 milyon dolardan fazla olan ve piyasa değeri 2 trilyon doları bulan şirketin yüzde 5’inin borsaya açılması planlanıyor. Bu açılışla birlikte, Suudi Arabistan’ın finans-kapitalin sömürü mekanizmasına daha fazla eklemlenmesi hedefleniyor. 

Lübnan hedefte 

İçerideki temizlikte «başarılı» olan Prens yönünü dışarıya çevirdi.

Suudilerin parasıyla zenginleşen  ve Lübnan’ın başına geçen Haririlerin son varisi olan Lübnan Başbakanı Saad Hariri, Şam’a büyükelçi atadı ve İran’ın dini lideri Ali Hamaney’in danışmanı ile görüşmeler gerçekleştirdi. Fakat tüm bu hamleler nedeniyle istifa yollarının taşlarını döşedi ve en nihayetinde Riyad’da istifa etmek zorunda kaldı. 

Hariri’nin istifa nedeni olarak İran ve Hizbullah’ı göstermesi Suudilerin Lübnan üzerinden İran’la hesaplaşmaya gideceğini gösteriyor. 

Bunlarla birlikte İsrail’in 100 savaş uçağı ile tatbikat yapması, Hariri’nin istifası öncesinde Trump’ın damadı Jared Kurshner’in Riyad’ı ziyaret etmesi, Trump’ın yolsuzluk operasyonlarını desteklemesi, Suudi-ABD-İsrail ortaklığında bir operasyonun hazırlığını işaret ediyor. 

Fakat Husilerin Riyad’a attığı füze, Suriye’de güç ve tecrübe kazanan Hizbullah ve İran bu operasyonun o kadar kolay gerçekleşemeyeceğinin bir göstergesi. İçeride saray darbeleri ve ekonomik darboğaz, dışarıda ise savaştan savaşa atlayan Suudi Arabistan; gösterişli pazılarının aksine büyük bir kırılganlık taşıyor İç ve dış operasyonlar ise despotluğun kırılmaya doğru hızla sürüklenmesini sağlıyor. 

Vergilerle Sermayenin Değirmeni Dönüyor!

(Toplumsal Özgürlük, Aralık 2017 sayısı)

Kamu kurumlarının en güzel köşelerini verginin önemi ile ilgili sözler kaplasa da, vergi; alıcısı devletten çok sermayenin can simidi olmaya devam ediyor. Türkiye burjuvazisi, devleti aracı olarak kullanarak vergi silahıyla talanını ve yağmasını büyütmeyi hedefliyor. 

Tepki geri adım arttırdı 

Hükümet tarafından açıklanan ve 2018-2020 yıllarını kapsayan Yeni Orta Vadeli Program, vergi artışlarıyla dikkat çekti. Bu programa göre otomobillerden alınan Motorlu Taşıt Vergisi (MTV) 2018’den itibaren yüzde 40 artırılırken, şans oyunlarından alınan vergi iki kat artırılarak yüzde 20’ye yükseltildi. Ayrıca sigara kâğıdından Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) alınılması öngörülürken, gelir vergisi tarifesinde üçüncü dilimde bulunan emekçilerin maaşlarından alınan doğrudan vergi oranı yüzde 27’den yüzde 30’a çıkarılıyor. 

Yapılan vergi artışlarına gelen tepkiler üzerine MTV’deki artış yüzde 25’e çekilirken, elde edilecek gelirin büyük kısmının Savunma Sanayi Fonu’na aktarılacağı ifade edilerek “Vatan-Millet-Sakarya” söylemiyle bu tepkiler dindirilmek isteniyor. 

Dolaylı vergiler artıyor 

Askeri harcamalar bahane edilse de vergi artışının esas nedeni “bütçe açığı”. Askeri harcamaların yanı sıra 16 Nisan referandumu sürecinde devletin kesesinden hesapsızca saçılan paralar, Diyanet ve Ak Sarayın bitmeyen giderleri, devasa bir bütçe açığına neden oldu. Öyle ki 2017 için öngörülen 47,5 milyar TL bütçe açığı, acilen çıkarılan torba yasayla 89,2 milyar TL’ye yükseltildi. Ve bu açığın kapatılması için bedeli ödeyecek olanlar ise üç kuruş birikimiyle otomobil alma hayali kuran, şans oyunlarıyla zenginliğe bir hamlede ulaşmak isteyen ve kaçak sigarayla derdini gidermeye çalışan emekçiler olacak. Nitekim devlet bütçesinin yükünün zengine mi fakire mi yıkıldığını gösteren doğrudan ve dolaylı vergi arasındaki oran Türkiye tarihinde görülmemiş düzeye ulaştı. Kazanç üzerinden alınan doğrudan verginin oranı yüzde 30 iken; et, süt, benzin, ekmek, elbiseden alınan dolaylı vergi yüzde 70. Örnek vermek gerekirse Almanya’da dolaylı vergi yüzde 28, doğrudan vergi yüzde 72; İngiltere’de dolaylı vergi yüzde 46, doğrudan vergi yüzde 54 oranında. 

1 hafta içinde benzine 25 kuruş (26 Ekim’de 9 kuruş, 31 Ekim’de 12 kuruş), motorine 31 kuruş (27 Eylül’de 13 kuruş 31 Ekim’de ise 18 kuruş) zam yapılması dolaylı vergi oranının giderek artacağını gösteriyor. 

Sermayenin kredisi de emekçiden 

Asıl tehlike ise kapıda bekliyor. Sermayenin kredi “ihtiyacını” karşılamak için devlet hazinesi kefil gösterilerek kurulan Kredi Garanti Fonu’ndan (KGF) 344 bin firma yararlandı ve KGF’deki hazine kefaleti 220 milyara yaklaşmış durumda. Fakat kredi alan 110 bin firmanın kredi skoru B’nin altında, yani bu firmalara verilen kredilerin geri dönüp dönemeyeceği (büyük ihtimalle dönmeyecek) muamma. 

Öte yandan Mart’ta kredi alanların 9 aylık ödemesiz dönemi Ocak ayında bitiyor ve Ocak’ta ödenmesi gereken kredilerin en az 50 milyar TL olduğu belirtiliyor, fakat bu miktarın ne kadarının geri döneceği de belirsiz. 

Büyüyen bütçe açıklarının yanı sıra sermayenin “ihtiyaç” duyduğu kredilerin yükü de emekçilere yıkılmış durumda. Krizden çıkışı emekçilerin cebine dadanmakta gören sermayeyi durduracak olan ise MTV’deki vergi oranını düşürten emekçilerin tepkisi olacaktır. 

KDP-KYB Düşerken Kürt Halkı Direnişi Yükseltiyor

(Toplumsal Özgürlük, Aralık 2017 sayısı)

Kürt halkının yıllardır beklediği bağımsızlık referandumu yüzde 72 katılımla 25 Eylül’de gerçekleşti ve katılanların yüzde 92,73’ü Kürdistan’ın bağımsızlığına “Evet” dedi. Fakat referandumun kırkı çıkmadan Irak ordusu ve Haşdi Şabi’nin tek kurşun atmadan Kerkük’e girdi. Böylece referandumun sonucunun hiçleşmesiyle birlikte Irak Kürdistan’ındaki siyasi güçler için büyük bir hezimet yaşandı. 

KDP-KYB gürledi peşmerge kaçtı 

Referandum öncesinde en önemli tartışma konularından birisi de Kerkük’ün referanduma katılıp katılmayacağı idi. Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) üyesi Kerkük valisi Necmeddin Kerim, Kerkük’ün referanduma katılacağını açıklamıştı. Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) lideri Mesud Barzani de “Kerkük Kürdistan’ın kalbidir” diyerek referandum sonrasında Irak ordusunun Kerkük’e girmeye çalışması durumunda Kürtlerin son ferdine kadar savaşacağını ilan etmişti. 15 Ekim’de Kerkük’e yönelen Irak ordusu ve Haşdi Şabi güçleri ise kenti çatışmadan ele geçirmekle kalmadılar, 2014’te KYB ve KDP güçlerinin aldığı yerlerinin büyük çoğunluğunu da ele geçirdiler. 

Suçlu kim? 

Kerkük’ün düşmesinden ve Peşmergelerin savaşmadan kaçmasından KDP ve KYB birbirlerini suçlamaktalar. Fakat kendi orduları, polisleri, istihbaratları olan bu güçlerin ulusal çıkardan çok grupsal çıkarları öne almaları, iki tarafın da suçlu olduğunu gösteriyor. KDP, IŞİD’le savaşmaktan yorgun düşen Irak ordusu ile Haşdi Şabi’nin Kerkük’e yürümeye cesaret edemeyeceğini veya yürüdükleri takdirde ABD’nin onları engelleyeceğini düşünmekteydi. Hatta Barzani ABD’nin Kerkük’e girmesinin kendi iktidarını korumaya alacağını hesaplayarak bu iki gücün Kerkük’e girmesini de içten içe istedi. Bu yüzden de ordunun Kerkük’te sadece K1 askeri üssüne dönmesini öneren hükümetin teklifini reddetti. Evdeki hesap çarşıya uymadı ama Barzani KYB’nin Kerkük’ten kaçmasını gerekçe göstererek Kürtleri koruyacak tek gücün kendisi olduğunu ileri sürüyor. Bu şekilde iktidarını korumaya çalışıyor. Kerkük’ü referanduma katarak ildeki ve Irak Kürdistanı’ndaki gücünü büyütmeyi hedefleyen KYB’nin ise İran’la anlaşmalı bir şekilde “çekildiği” görülüyor. 3 Ekim’de ölen Celal Talabani’nin taziyesine katılan İran Dışişleri Bakan Cevad Zarif ve mezarında dua eden Kasım Süleymani ile yapılan görüşmelerde KYB’nin ildeki gücünün korunması, ama Irak ordusunun kente hâkim olması konusunda anlaşıldığı görülüyor. Nitekim Kerkük’ten kaçarak KDP’ye sığınan eski vali Necmeddin Kerim’in yerine başka bir KYB’li Rizgar Ali atanmış durumda. 

Kürt halkı belirleyici 

İran örgütleyip silahlandırdığı Haşdi Şabi’nin Irak’ta güç kazanmasını sağladığı ve KYB ile KDP arasında ikilik yaratarak Kürdistan’ın bağımsızlığını “bir süreliğine” engellediği için “şimdilik” kazançlı çıktı. ABD ise yaklaşan Irak seçimlerinde İran yanlılarına karşı şimdiki Irak Başbakanı İbadi’nin güç kazanması ve çizilen çizginin dışına çıkan Barzani’ye “uyarı” vermek için Kerkük’ün düşüşüne ses çıkarmadı. Öte yandan Kürt halkı ise varoluş mücadelesini direnişi yükselterek devam ettiriyor. Diyala, Hanekin ve Kerkük’ün Kürt mahallelerinde sokaklara dökülerek Irak ordusu ve Haşdi Şabi güçlerini püskürten halk, Mahmur ve Şengal’de direnenlere de yüzünü çevirerek göstereceği direnişin ön belirtilerini ortaya koymuş durumda. 

Guglielmo Carchedi’nin “Başka Bir Avrupa İçin” adlı eseri üzerine

5 Eylül 1938 tarihinde doğan Guglielmo Carchedi, Amsterdam Üniversitesi İktisat ve Ekonometri Bölümü’nde öğretim üyeliği yapmış Marksist bir...