1 Ocak 2019 Salı

ABD, Qui Vadis?

(Toplumsal Özgürlük, Ocak 2019 sayısı)

Seçildiği günden bu yana ABD’li diplomatların ve askerlerin Suriye’den çekileceğini söyleyen Başkan Trump, bu sözünü gerçekleştirdi. ABD Savunma Bakanı Mattis’in çekilme kararnamesini imzalanmasıyla süreç resmen başladı. Trump bu “sürpriziyle”, bir süredir Suriye’deki kısmi stabilizasyonun “keyfini çıkaranların” tadını kaçırmış oldu. 

“Sürpriz” mi? 

Trump’ın kararı her ne kadar sürpriz olarak görülse de; gerek ABD’nin Irak ve Afganistan işgallerinden aldığı “yenilgi”, gerekse de kapitalizmin yapısal krizinin bir sonucu olarak ABD’nin yaşadığı hegemonya krizi, ABD’nin Suriye’deki varlığının “etkili” fakat sınırlı olacağına işaret etmekteydi. Nitekim kapitalizmin yapısal krizi ile birlikte hegemonya krizinin yüksek şiddeti, ABD’yi bir imparatordan çok mahallenin kabadayısı olmaya itti. Üstelik mahalleye yeni yetme delikanlıların gelmesi de bu kabadayının gücünü zorlamakta. Fakat bu yeni yetmeler taze güce sahip olmalarına rağmen mahalledeki statükonun devamı için bu kabadayıya muhtaçlar. Yani hem kapitalizmin krizde olsa da devam edebilmesi için hem de Rusya, Çin, Almanya gibi yeni hegemon güçlerin statülerini sürdürebilmeleri için ABD’nin gücüne ihtiyaçları var. ABD’nin de bu gücünü ihtiyatlı bir şekilde kullanmaya... Dolayısıyla “askeri” gücünü kullanma sınırına varan ABD’nin bir “es” vermesi “sürpriz” değil. 

Müttefikler ileri! 

Şahin kanattan Savunma Bakanı James Mattis ve IŞİD ile Mücadele Koordinatörü Brett McGurk’un çekilme kararının hemen ardından istifa etmeleri de askeri gücün “şimdilik” bir adım geriye çekilmesine işaret. Öte yandan Erdoğan’ın IŞİD bitirme vaadi ve Fransa’nın askerlerini çekmeyeceğini söylemesi üzerine, Trump’ın “kendileri bilirler” cevabı da sahnenin “emin” ellere bırakıldığını gösteriyor. ABD’nin müttefikleri aracılığıyla bir boşluk oluşmasını engellediği ya da kendisine tekrar “ihtiyaç duyulacak” bir ortamın tekrardan var olabileceğini de gözettiği görülüyor. 

“Yeni” statüko 

Başta Rusya, İran ve Suriye olmak üzere “ABD karşıtları” bu geri çekilmeden “memnun” olsa da oluşacak yeni statüko karşısında endişeliler. Rusya ve İran Esad’ın yenilmemesini sağlamış olsalar da, yeni bir statüko oluşturacak güce sahip değiller. Üstelik Astana’da “tavladıklarını” düşündükleri Türkiye’nin, ABD ile birlikte çalışmaya yönelmesi de önemli bir handikap.

Bu yüzden oluşacak yeni durum, Rusya, İran ve Suriye için yıpratıcı ve tehlikeli bir süreç olma olasılığını barındırıyor. Dolayısıyla bu üçlünün yerel güçlere, özellikle Kürtlere yönelik dayatmalarında sınırlılıklarının olduğu ve bu güçlerle çoğunlukla “anlaşma” yoluna gitmeleri gerektiği gözüküyor. Fakat halklara yönelik uyguladıkları baskıcı ve zalimane politikalarla sicillerini kabartan bu ülkelerin ne kadar “anlaşmaya” çalışacakları da şüpheli. Kapitalizmin yapısal krizi ve Orta Doğu’daki “savaş hali”

de başta emperyalistler olmak üzere bölgesel güçlerin var olma nedenini sağlıyor.Bu “savaş hali” ve kapitalizmin yapısal krizi devam ettiği sürece ABD’nin pek de uzağa gittiği söylenemez. 

MHP’nin “Resti” ve “Şiddeti”

(Toplumsal Özgürlük, Ocak 2019 sayısı)

Cumhur İttifakı’nın “dengeleme” ve “denetlemeden” sorumlu ortağı MHP, görevleri arasına “had bildirmeyi” de ekledi. Paranoid kişilik bozukluğuna sahipmişçesine Sarı Yelekliler’den “Gezicilere” ve “akil adamlara” kadar herkesi “düşman” gören Devlet Bahçeli, her gün yeni bir tehdit biçimiyle gündeme geliyor. 

MHP “şiddeti” 

12 Eylül öncesini hatırlatan bu “çıkışlar”, bir açıdan MHP’nin hem ittifak içindeki hem de siyasal alandaki varoluş nedenini açığa vurmakta. 

Kriz halindeki devlet, yaşamının büyük kısmını devletin “gayri resmî” zor gücünü temsil ederek geçiren MHP’nin bugün ki pratiğine, bir ilaç veya ağrı kesici olarak ihtiyaç duymakta. 

Yerel seçim sonrasında kendisini gösteren ekonomik krizin yaşamın her alanında hissedilmesi, hem devlet krizinin çözümü hem de AKP-MHP ortaklığı için ciddi bir “tehlike”.

Nitekim Bahçeli’nin Sarı Yeleklilere ve Geziye yönelik açık şiddet vurgusu, MHP’nin bu “tehlikeye” karşı devletin bekası için sınırsız şiddet uygulamaya hazır olduğunu gösteriyor. 

Devlet krizinin tetikleyicilerinden Kürt sorunu için sunulan çözüm de aynı. Oslo’da bir araya gelen akil adamlara “Çözüm süreci gömüleli çok olmuştur, şansınızı zorlamayın” diyerek seslenen Bahçeli’nin çantasında şiddetten başka çözüm yolu yok. 

Devletin yeniden yapılanması 

MHP’nin perde arkasında kalan bir diğer “pratiği” ise devletin yeniden yapılanmasını sağlamak. 15 Temmuz darbe girişimiyle gün yüzüne çıkan devlet krizinde inisiyatif alan MHP, başta içişleri olmak üzere devletteki konumunu tekrardan güçlendirme çabasında. 

Geçtiğimiz ay AKP ile olan ittifakın kopma noktasına gelmesinin nedenlerinden birisi de burada yatıyor. 

MHP ve AKP, başkanlık sistemi ile Kürt sorununa, Alevilere, kadınlara, işçilere ve emekçilere yönelik politikalarda anlaşmaktalar. Fakat devletin yapısı ve toplumsal formasyon konusunda önemli çelişkileri barındırmaktalar. 

Çelişki alanları 

Osmanlı’daki devlet sınıflarının şaşalı günlerinin özlemini çeken, fakat neoliberalizmin getirdiği sınırlamaları da kabul ederek olabildiğince “özerk” bir devlet alanına sahip olmak isteyen klikler MHP aracılığıyla beklentilerini gerçekleştirmek istiyorlar. Diğer yandan tefeci-bezirgan geçmişe ve onun getirdiği talancı, vurguncu karakteristiğe sahip sermaye ise AKP aracılığıyla bu “devletluların” olabildiğince az bir alana sahip olmasına çabalıyor. 

Öte yandan MHP ve AKP sermayeye ve devlete sorgusuz sualsiz biat eden bir toplumsal formasyon kurgulamakta, fakat MHP Türklüğü öne çıkartırken AKP, İslam’ın Erdoğanist bir yorumunu öne çıkarıyor. 

Bu iki “çelişki” alanında AKP önemli bir etkiye sahip olsa da, geçtiğimiz ay çektiği “rest” ile MHP de önemli bir inisiyatif kazanmış oldu. 

Ancak Türkiye kapitalizminin krizi ve Ortadoğu’daki savaş hali bu ikilinin “restlerini” sınırlayıp birbirine olan ihtiyacını arttırmakta. Fakat MHP’nin iktidar için gerekli kitleselliğe sahip olmamasıyla birlikte uygulayacağı şiddete karşı halk güçlerinin göstereceği ciddi bir direniş, MHP’nin farklı bir “Uzun Bıçaklar Gecesi”ne** uğrama potansiyelini de olanaklı kılabilir. 

** Hitler’in 1934 yılında kendisine tehdit olarak algıladığı önde gelen Nazi Partisi liderlerini tutuklayıp infaz ettirdiği operasyona “Uzun Bıçaklar Gecesi” denilmektedir. 

Guglielmo Carchedi’nin “Başka Bir Avrupa İçin” adlı eseri üzerine

5 Eylül 1938 tarihinde doğan Guglielmo Carchedi, Amsterdam Üniversitesi İktisat ve Ekonometri Bölümü’nde öğretim üyeliği yapmış Marksist bir...