30 Kasım 2021 Salı

HDP’nin Deklarasyonu ve Çağrısı

(Toplumsal Özgürlük, Aralık 2021 sayısı)

Kurulduğu günden bu yana devletin türlü türlü baskısına ve şiddetine maruz kalan Halkların Demokratik Partisi (HDP), bütün zorluklara rağmen mücadelesini kararlılıkla sürdürüyor. Geçtiğimiz Eylül ayının sonunda açıklanan 11 maddelik “Adalete, Demokrasiye, Barışa Çağrı Deklarasyonu” ile de kriz içerisindeki siyasal sisteme müdahalede bulunan HDP, bu minvalde demokratik kitle örgütleri ve siyasi partileri ziyaret ederek destek çağrısında bulunuyor. 

“Güçlü demokrasi” 

Deklarasyonun ilk maddesinin başlığı “güçlü demokrasi”. Bu başlık altında restorasyon cephesinin “güçlendirilmiş parlamenter sistemi” önerisine destek verircesine “demokratik parlamenter sistem” vurgusu öne çıkartılıyor. Ek olarak da Meclis’in “diyalog ve çözüm zeminini kurarak, demokratik müzakere yöntemleriyle tüm toplum için geleceğin kazanılmasına önayak ve odak” olması gerektiği vurgulanıyor. Fakat diğer yandan da yerel yönetim ve katılıma biçilen önemli rol oldukça önemli. AKP-MHP’nin faşizmi inşa çabalarına öz örgütlenmeleriyle ve direnişleriyle darbe vuran halk güçlerini ve bu güçlerin oluşturduğu/oluşturacağı meclisleri daha fazla esas alan bir “güçlü demokrasi” başlığı, HDP’nin verdiği demokrasi mücadelesinin içeriğini de zenginleştirebilirdi. 

Halkı esas almak 

Deklarasyonun diğer başlıklarında ise HDP’nin sistem dışı yönelimlere sahip olmayı sürdürdüğünü gösteriyor. Belediyelerden üniversitelere uzanan kayyım anlayışına karşı halk iradesi vurgusu, İstanbul Sözleşmesi’nin yeniden geçerli hale getirilmesi, ekolojik tahribata karşı alınacak tedbirler ve demokratik anayasanın istemi bunun göstergesi. 

İktidarın, deklarasyon metnine, HDP üzerindeki Demokles’in kılıcını daha fazla sallayarak cevap verdiği görülüyor. HDP’ye kapatma davası açan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Bekir Şahin, esas hakkındaki görüşünü Anayasa Mahkemesi’ne sunarak kapatılma talebini ve 451 partiliye siyasi yasak istemini tekrarladı. Her ne kadar kapatılma talebi, AKP’nin seçim aritmetiği ve MHP’nin “özel” isteğiyle bağlantısı olsa da devletin başta Kürt halkı olmak üzere devrimci-demokratlara değişmeyen bakışının bir tezahürü olduğu ortada. Bununla birlikte Kürt halkının dört bir yanda direnişini sürdürdüğü, Türkiye’de ise başta kadınlar olmak üzere halkçı güçlerin direnişinin gün geçtikçe arttığı ve AKP-MHP iktidarının sonunu getirmeye önemli bir aday olduğunu ortaya koyduğu bu tarihsel günlerde HDP’nin koyacağı mücadele özel bir önem kazanıyor. HDP’nin deklarasyonu -kimi sistem içi vurgularla birlikteönemli içerikleri barındırarak halkın demokrasi mücadelesinin öznesi olma iddiasını sürdürme iradesine işaret ediyor. Sıra her zaman olduğu gibi önümüzdeki süreçte de bu iradeyi ortaya koymada. 

21 Kasım 2021 Pazar

Hikmet Kıvılcımlı’nın Hegel’i

(El Yazmaları, 22 Kasım 2021)

U zun yıllardır üzerinde çalışılan, Hikmet Kıvılcımlı’nın Hegel üzerine yazıları geçtiğimiz aylarda kitaplaştırılarak NotaBene Yayınları tarafından yayımlandı. Hamza Tığlay’ın Osmanlıcadan çevirdiği, Ahmet Kale’nin yayına hazırladığı kitap[1], Hikmet Kıvılcımlı’nın sadece Türkiye sosyalist hareketi içerisindeki özgün konumunu perçinlemekle kalmıyor, Hegel’in Marksist açıdan yorumlanmasına da önemli bir katkı sunuyor.

Hegel’in “Fikir”inin Maddiliği

Sosyalist literatürün büyük bir çoğunluğunda Hegel’in düşünceleri, idealist bir filozof olduğu gerekçesiyle benimsenmez ve genellikle salt eleştiriye tutululur.[2] Eleştiriler de genellikle Marx’ın Hegel’i eleştirdiği ve “ayakları üzerine oturttuğu” düzlem üzerinden gerçekleşmiş ve Hegel’in içerilmesi ya da kapsanması pek mümkün olmamıştır.

Kıvılcımlı’da ise Hegel’in eleştirisiyle birlikte onun kapsanması ve içerilmesine yönelik özel bir çaba olduğunu görmekteyiz. Hegel’in objektif olarak materyalist, sübjektif olarak idealist olduğunu belirten Kıvılcımlı, Hegel’in “Fikir”[3] kavramının aslında madde olduğunu ifade eder. Kıvılcımlı’ya göre hakiki kavram, gerçekliği veren ve gerçekliğe sahip olan kavramdır. Bu yüzden Hegel’in Fikir’i düpedüz maddedir.[4] Çünkü kavramın gerçekleşmesi, evrensel olarak somutlaşmasını gerektirir. Fikir ise kavram + gerçekleşmedir. Hegel’in gerçeği somutun gerçeği, bilimin gerçeğidir.[5] Bizim dışımızdaki maddi gerçeklik, içimizdeki Fikir’in dışarılaşmasıdır. Dolayısıyla kavramın gerçekleşmesi onun somut bir biçim almasıdır. Somut biçim, kavramından ayrı değil, onun bilgisi içindedir.[6] Dolayısıyla “Fikir” ancak maddeleştiği takdirde “gerçekleşebilir”. Böylece Kıvılcımlı Hegel’in düşüncesindeki maddiliği ortaya koymaktadır.

Hegel’in idealist bir filozof olduğunu belirten Kıvılcımlı, Hegel’e göre gerçekliğin, Fikir’in kendisini gerçekleştirmesi için geçirdiği süreçte bir anlık durum olduğunu belirtir.[7] Bu gerçekliğin her alanı, olayların süreç halinde gidişleriyle belirli olur ve kendisini var kılar.[8]

Süreç ise Hegel’e göre üç an’dan oluşmakta: Tez, antitez, sentez. Kıvılcımlı’ya göre Hegel, tez-antitez-sentez’i birer mutlak olarak değil moment yani an olarak görüyordu. Fikir (ya da Ruh) kendisine ulaşırken bu momentlerden geçiyordu. Tez momentinde Fikir gerçekleri sadece fark eder, duyumsar, kayıt eder; ama zıtlıklar henüz ayırt edilmemiştir ve Fikir pasiftir, “kendisi”dir. Antitez momentinde ise olaylar arasındaki çatışma kavranılır. Fikir zıtlıkları ve çatışmayı kavrar ve gerçeğin kanunlarını bulmaya çalışır, aktiftir ve kendisi içindir. Sentez momenti antitezin inkârı olur, yani tezin inkârının inkârı. Burada Fikir gerçeğin kanunlarını bulur ve görür. Bir anlayış gerçekleştirir, kendisi ve kendisi için olur Fikir. Fakat süreç bununla kalmaz, sonrasında sentez tez olarak sürece devam eder.[9]

Fakat Kıvılcımlı’ya göre Hegel şimdinin geçmiş ve gelecek arasındaki bağını kurmadığından, Fikir’in kendini var kıldığı şimdiki An’ı esas alır. Böylece Hegel gelişim sürecini ve bu süreçte oluşan birikim ve atlayışları da göremez. Ancak Marx ve Engels “zaman” olayını ekleyip Hegel’in felsefesini ayakları üzerine koyarak bunu gerçekleştirmiştir.[10]

Kıvılcımlı, Hegel’in idealistliğini ve tez-antitez-sentez sürecini ardışık bir şekilde koyuşunu görmekle birlikte, bunun içerdiği diyalektik ve maddeci kısımları da ortaya koyar. Böylece Hegel’den Marx’a uzanan yolun kimi yapı taşlarını görürüz.

Hegel’in Maddi Koşulları

Kıvılcımlı’nın, Hegel’in içinde bulunduğu maddi koşullara özel bir önem verdiğini ve Hegel’in düşüncesinde bu maddi koşulların belirleyici olduğunu özellikle vurguladığını görmekteyiz.

Kıvılcımlı, derebeyi artığı geri Almanya’da henüz uluslaşma süreci gelişmediği için Hegel’in ekonomi temelini, sınıf ilişkilerini göz önünde tutmadığını ifade eder. Bu yüzden Hegel her şeyi düşünceyle çözmek zorunda kalmıştır.[11]

19. yüzyıl Alman filozofları, işveren sınıfının çıkarları için derebeyliğin baskılarını seve seve katlanmayı buyuruyordu. İşveren sınıfı çıkarlarını hükümdardan “dileniyordu”. Evrensel devlet mutlakıyet idi. Din demek devlet demekti ve devlet moral duygusu, moral duygusu da din duygusu üzerine yaslanırdı. Ve 19. yüzyıl başlarındaki Alman filozofları için Akıl, “pısırık” Alman işveren sınıfının derebeyi artığı Prusya ağalarını ve krallarını baş tacı edip ılımlılaştırmaktı. Bu nedenle Kıvılcımlı’ya göre Hegel’den başka akıl beklenemezdi.[12]

Diğer yandan Hegel, binlerce yıldır gelen “Ruh”un maddeye üstünlüğü, “Fikir”in mutlaklığı düşüncesinin dayatmasından azade olamazdı. Avrupa’da kapitalizm hızla ilerlerken, Almanya’da yarı güçlü olan büyük derebeyleri kilisenin mülklerini talan ederek tam güçlü durumuna geçmişti. Fakat ekonomi kapitalizme uygun olmasa da, kapitalizmin oluşturduğu fikirler Alman düşüncesine yığılmıştı. Alman düşünürlerine felsefe yapmaktan başka bir şey kalmamıştı ve Hegel her şeyi Fikir’den çıkaracaktı.[13]

Hegel’in Tarihsel Maddeciliği

Kıvılcımlı’ya göre Hegel, kapitalizmin hızlı geliştiği İngiltere ve Fransa’yı “kitaptan” okumuş, Alman dünyasına da sosyal davranışla katılmamış ve böylece “çağdışı kalmış bir düşünür” olmuştur. Bu durum Hegel’in geçmiş ve geleceği birleştirerek kendi çağında yaşamayı denemesine yol açmıştır. Fakat bu da süreci zaman dışına atması anlamına gelir, ki bu onun eksik yanıdır. Hegel, yarın ve bugün için dayanıklı düşünceyi dünün doğru kavranışında bulur ve bu nedenle antika tarihi sıkı incelemiştir. Sübjektif düşünceleri tarihin gerçekleriyle karşılaştırıp tartması ise onun artı yönüdür. Ve Hegel sosyal olayları tarihsel gerçekliği içinde alırken, Evrensel, Ruh, İrade ve Hürriyet’i tarihsel bir süreç içine sokar. Böylece haberi olmadan tarihsel maddeciliğin habercisi olur.[14]

Kıvılcımlı, Hegel’i içinde bulunduğu tarihsel koşullar düzleminde ele almakla kalmamış, tarihsel maddeciliğin habercisi olarak taltif de etmiştir. Fakat bu “taltif” eleştiriden azade değildir. Kıvılcımlı Hegel’in maddi yaşamdan “soyutlaştığı” noktaları vurgulayarak eksi yönlerini de ortaya koymuştur. Böylece düşünürleri içinde bulundukları tarihsel koşullar çerçevesinde değerlendirmenin önemini de göstermektedir Kıvılcımlı.

Hegel ve Devlet

Hegel’in Prusya devletini “savunması”, sosyalist literatürde önemli tartışma başlıklarından birisi olmuş ve Hegel’in sertçe eleştirilmesine yol açmıştır.

Kıvılcımlı’ya göre ise Hegel’in “savunması” zorunlu bir neden taşımaktadır.

Kıvılcımlı, Fransız İhtilali’nin “terör dönemine” ulaşması nedeniyle Hegel’in devrime dair umutlarını yitirdiğini ifade eder. Öte yandan Napolyon’un başarısını gören Hegel, mutlak ruh kadar güçlü bir iktidar görmek istemiştir. Kapitalizmin toplumu yoksulluğa itmesinden dolayı ondan nefret eden Hegel, Alman halkını kapitalizmden “koruyacak” bir devleti savunmuştur. Bu devlet ise o zamanki geri kalmış ve dağınık Almanya’da pısırık Alman burjuvazisinin geri ve dağınık çıkarlarını onlara rağmen sağlayacak tek güç, Prusya ağalarının devleti olacaktır.[15]

Kıvılcımlı’ya göre Hegel, devleti bir baskı aracı olarak görmekle birlikte, her sınıfın kendi emek örgütünü kurmasını sağlayan bir kolektivizm olarak da gördüğünü belirtir. Fakat Hegel işçi sınıfının mücadelesini göremediği için böyle bir tanımlamaya gitmiştir. Bu nokta aynı zamanda Hegel’in modern kapitalist medeniyetin kişi ile toplumun arasını açtığına dair sezgisini de gösterir. Fakat Marx gibi bunu sosyal determinizm olarak koyamadığı için, Hegel Fransız Devrimi’nin demokrasi denen modern anarşiyi getirdiği için kapitalizmin iflas ettiğini düşünür.[16]

Kıvılcımlı, İngiltere’deki kapitalizmin gelişimi burjuva maddeci filozofların umdukları gibi yeryüzüne mutluluk ve ahenk getirmediği için Hegel’in ekonomiye de inançsızlık ve alerji beslediğini ifade eder. Hegel İngiltere’de gerçekleşen kapitalizmin gelişiminin zamanla Almanya’ya geleceğini fark etmemiştir. Hegel’e göre “mekân” farklılığından dolayı Almanya’da kapitalizm gerçekleşmeyecekti. Yani tarihin tecellisi zaman değil mekân içinde gerçekleşiyordu. Bu nedenle Kıvılcımlı, Hegel’in zaman inkârı etmesi nedeniyle materyalist olamadığını belirtir. Ek olarak  Hegel, toplumda ekonominin üst yapıyı belirlediğini göremediği için de materyalist olamamıştır.[17]

Böylece Kıvılcımlı Hegel’in maddi koşulların getirdiği zorunluluklardan dolayı Prusya devletini savunduğunu belirtir. Nitekim Hegel, işçi sınıfını göremediği için kapitalizmin kötülüğünden halkı kurtaracak özne olarak Devleti görmüştür. Ona göre birey bu devletin üyesi olursa kötülüklerden kurtulabilecektir.[18] Fakat çağının çocuğu olan Hegel, sosyal sınıflar henüz doğmak üzere olduğu için, bu Prusya devletini savunmak zorunda kalmıştır.

Kıvılcımlı, Hegel’in idealist bir filozof olmakla birlikte Alman felsefesindeki mistik bulutu kaldırmayı istediğini sıklıkla belirtir. Fakat Hegel’in yaşadığı zamanda modern sosyal sınıf henüz doğmak üzere olduğu için bunu başaramıyordu. Bununla birlikte Hegel, Marksizmin üzerinden yürüyeceği yolun taşlarını döşeyerek önemli bir hizmette bulunmuştur. Kıvılcımlı’nın deyişiyle “Hegel, filozof labiretinden kendisi çıkıp kurtulamadıysa bile, oradan aydınlığa çıkmanın ip ucunu, ifşa yolunu gösterdi.”[19]

Dolayısıyla Hegel’i, Kıvılcımlı’nın da işaret ettiği üzere, eksi yönlerine işaret etmekle birlikte artı yönleri ve Marksizme açtığı yol üzerinden içermek, sadece geçmişle bir “hesaplaşma” açısından değil geleceği inşa açısından da önemli katkı sunacaktır.

Dipnotlar:

[1] Kıvılcımlı, Hikmet (2021). Hegel ve Felsefe Notları. İstanbul: Notabene Yayınları.

[2] Her ne kadar önemli Hegelyan Marksistler olsa da literatürün büyük çoğunluğuna Hegel eleştirisinin hakim olduğunu söyleyebiliriz.

[3] Kıvılcımlı Hegelci kategoriler büyük harfle yazmayı tercih etmesine sadık kaldım.

[4] Kıvılcımlı, a.g.e., 51-52.

[5] Kıvılcımlı, a.g.e., 57.

[6] Kıvılcımlı, a.g.e., 53.

[7] Kıvılcımlı, a.g.e., 48-49.

[8] Kıvılcımlı, a.g.e., 75.

[9] Kıvılcımlı, a.g.e., 70-77.

[10] Kıvılcımlı, a.g.e., 139-140.

[11] Kıvılcımlı, a.g.e., 82.

[12] Kıvılcımlı, a.g.e., 86-87.

[13] Kıvılcımlı, a.g.e., 134-136.

[14] Kıvılcımlı, a.g.e., 98-102.

[15] Kıvılcımlı, a.g.e., 119-123.

[16] Kıvılcımlı, a.g.e., 115, 120.

[17] Kıvılcımlı, a.g.e., 116.

[18] Kıvılcımlı, a.g.e., 124-125.

[19] Kıvılcımlı, a.g.e., 131.

11 Kasım 2021 Perşembe

Lambadan Çıkarılan Operasyon Cini İktidarı Zorluyor

(El Yazmaları, 12 Kasım 2021)

Bir süredir belirli bir statükoya ulaşmış olan Suriye’deki savaş hali, bölgesel güçlerin eskimeyen “yeni” hamleleriyle teste tabi tutuluyor. Krizler silsilesi içinde debelenen AKP-MHP iktidarı, hem krizini çözmek hem de Türkiye devleti ve sermayesinin kazanımlarını korumak ve genişletmek adına testin uygulayıcısı olmaktan çekinmiyor. Geçtiğimiz Ekim ayının ortasından itibaren artan Rojava’ya operasyon söylemlerinin TBMM’den çıkan tezkereyle somutlaşması sonucunda testin uygulanmasında teknik olarak bir engel kalmadı. Fakat küresel güçlerin varlığı ve gücünün yanı sıra statükoyu korumadaki “hassasiyetleri”, engelin sadece teknik olmadığını gösteriyor.

Seçenekler ve Hayaller

Devlet kriziyle birlikte sürekli derinleşen siyasal krizi çözmek için daha önce iki defa Rojava’ya operasyonlar düzenleyen AKP-MHP iktidarı, tekrardan bölgeye yönelmiş durumda. 25-30 km’lik şerit ısrarından vazgeçmeyen iktidar, ülkenin güvenliği şiarıyla “muhalefet” partilerini ardında dizebilmişti. Son tezkerede ise CHP’nin “hayır” oyuyla karşılaşan iktidar, bu oyu görmezden gelmeye çalışsa da operasyon için düzen içerisinde bir asabiyet sağlayamadığının farkında. İktidar doğru bildiği yoldan ilerlese de bu farkındalık, hızlı ve sert adımlar atmasını engellemiş durumda. Aynı zamanda ordu içerisindeki mırıldanmalar ve ekonomik durumun her geçen gün hızla kötüye gitmesi de operasyonun gerçekleşmesini geciktiren etmenlerden. Fakat masada diğer seçenekler de mevcut.

Bu seçeneklerin başında ise (çeşitli adlar alan ve en son Suriye Milli Ordusu olan) cihatçı çetelerin cephenin önünde olduğu bir operasyon geliyor. Nitekim Al-Monitor’a verdiği röportajda[1] SDG Genel Komutanı Mazlum Kobane Rusların kendilerine böyle bir bilgi verdiklerini ve hazırlık yaptıklarını belirtti. Bu seçenek olası ekonomik ve siyasal kayıplar açısından iktidar için çok uygun.

Öte yandan kazanılacak bir zaferde ise ülke içi siyasetteki kazanımların yanı sıra bölgedeki itibarın kısmen de olsa artma ihtimali mevcut. Ayrıca cihatçı çetelerin alacağı zaferin Esad iktidarının kesin zaferini engellemenin yanı sıra Esad’ı devirme “umutlarını” yeşertebileceği hayali de bu seçeneğin öne çıkmasını sağlıyor.

Hayaller güzel ve umut verici olsa da gerçekler hayallerin değil yeşermesine, uç vermesine bile imkân tanımayacak kadar sert. Çetelerin birbirleriyle yaşadıkları çatışmalar, TSK’ya yönelik cihatçı çetelerin saldırıları, SDG’nin giderek büyümesi ve ordu niteliğini kazanması, Rusya’nın çeteleri sık aralıklara havadan vurması hayalleri darbeleyen sert gerçeklikler. Bu da cihatçı seçeneğin pek da vaatkâr olmamasını sağlıyor.

Bir diğer seçenek ise Rusya ile anlaşarak operasyon yapılması. Soçi mutabakatı doğrultusunda Rusya’nın onayıyla operasyonlar düzenleyen iktidar, ilk iş olarak Moskova’nın yolunu tuttu. Eylül sonunda gerçekleşen Erdoğan-Putin görüşmesinden beklenen sonucun çıkmaması iktidarı sahada çözüm aramaya yöneltmişti. Fakat Suriye ve Rusya’nın İdlib’e yönelik hazırlıkları ile Türkiye’nin Suriye’den çekilmesine dair sözlerin Şam ve Moskova’dan yüksek sesle dile getirilmesi çözümün sahada olabilme ihtimalinin düşük olduğunu ortaya koydu. Dolayısıyla öncekiler gibi Rusya ile bölgelerin alışveriş edilmesiyle bir operasyon gerçekleşmesi ihtimali oldukça düşük.

Moskova Sınırlıyor

İhtimali düşüren nedenlerin başında ise Rusya’nın hesapları geliyor. Suriye’de Esad’ın devrilmesini engelleyen ve bu başarıyla ile Orta Doğu’ya geri dönen Moskova, sınırlı askeri ve ekonomik gücünün farkında olarak sağlam adımlarla ilerliyor. İlerlemesini engelleyecek pürüzlere yoğunlaşıp onların oluşmasını engellemeye çalışan Rusya için Türkiye artık bir “mesele”. Türkiye’nin Suriye’deki varlığının hem Esad’ın iktidarının sürekliliğini tehdit etmesi hem de Kürtlerle Rusların anlaşmasının önünde engel olması, Türkiye “mesele”sinin giderilmesi gerektiğini gösteriyor. Rusya’nın bunu hızlıca yapabilme kapasitesinin olmaması da Moskova’yı sınırlamalarda bulundurmaya itiyor. Bu nedenle Türkiye’yi operasyon konusunda sınırlayan Rusya, benzer şekilde Kürtlere de uyarılarda bulunuyor.[2]

Türkiye’nin Suriye’de daha fazla alana sahip olduğu takdirde “çıkarılmasının” güç olacağının farkında olan Rusya’nın bu operasyona izin vermesi oldukça zor. Nitekim Mazlum Kobane’ye verilen sufle de buna işaret ediyor.

Sonuç olarak Türkiye’nin operasyon yapabilme ihtimali bulunsa da bunun oldukça düşük olduğu görülüyor. Operasyonun gerçekleşmesi halinde elde edilecek kazanımların “Pirus zaferine” benzer olma olasılığı yüksek. Çünkü elde edilecek zaferin ekonomik maliyeti, zaten dibe vurmaya yakın Türkiye ekonomisinin krizini daha da derinleştirecek ve iktidarın hızla azalan kitle desteğini yok edecektir. Diğer yandan operasyonun gerçekleşmemesi de AKP-MHP iktidarının yanı sıra Türkiye sermayesinin Orta Doğu’daki arzularının ve hayallerine darbe vuracaktır. Ayrıca Suriye’deki sıkışmışlığın yanı sıra Rusya ve Suriye’nin Türkiye’yi çıkması için zorlamaya başlaması da iktidarın ülke içinde ve uluslararası alanda manevra alanını daraltacaktır.

Dolayısıyla binbir gürültüyle lambadan çıkartılan “operasyon” cini AKP-MHP iktidarının Frankenstein’ına dönüşerek hayatını tehdit ediyor. Lambadan çıkan onlarca kriz cinini geri sokmayı başaramayan iktidarın ölümünün operasyon cininden olmasa bile, onun etkisiyle olabilme ihtimali oldukça yüksek. Tabi devrimci-demokratik güçlerin mücadelelerini yükseltmesi şartıyla.

Dipnotlar:

[1] https://www.al-monitor.com/tr/originals/2021/11/syria-kurdish-commander-assured-washington-turkey-wont-invade-again#ixzz7BozC6ivO

[2] https://haber.sol.org.tr/haber/lavrovdan-kurt-sorunu-aciklamasi-amerikali-meslektaslarimiza-kanmayin-318050

Guglielmo Carchedi’nin “Başka Bir Avrupa İçin” adlı eseri üzerine

5 Eylül 1938 tarihinde doğan Guglielmo Carchedi, Amsterdam Üniversitesi İktisat ve Ekonometri Bölümü’nde öğretim üyeliği yapmış Marksist bir...