12 Şubat 2025 Çarşamba

Çin: Bir Adım Daha İleri

Yüzyılımızın başlangıcından itibaren ABD’nin imparatorluk hayallerine ve hegemonyasına darbe vuran etmenlerin başında kapitalizmin yapısal krizi ve halkların direnişleri geliyor. Fakat bunlar kadar önemli olan ve hatta son yıllarda daha da etkili olan etmen ise Çin. 

Büyüyen ekonomisi, “esnek” siyaseti, zengin kültürü ve gelişen askeri gücüyle Pekin dünya siyasetinin artık tek kutuplu olmayacağını herkese kabul ettirmiş durumda. Kabul ettiriciliğini sağlayan ise ekonomik gücü.

90’lardan itibaren dünyanın fabrikası haline gelen Çin, bugün dünyadaki üretimin yüzde 33’ünü karşılarken ABD’nin üretimi yüzde 15 seviyesine geriledi.

Bu “başarıyı” ticarete de aktarabilen Çin’in 2024 yılında ihracatı yüzde 5,9 artarken ithalatı yüzde 1,1 arttı ve bunun sonucunda 992 milyar dolarla tüm zamanların en yüksek dış ticaret fazlasını gerçekleştirdi. Bunda Trump’ın vaat ettiği vergiler öncesi ön sevkiyatlara yoğunluk verilmesinin payı büyük. Nitekim yılın ilk yarısında yüzde 7 artış gösteren ihracat performansı, ikinci yarısında yüzde 12 civarında artış gösterdi. İhracatın yüzde 15’i ABD’ye, yüzde 19’u Güneydoğu Asya ülkelerine, yüzde 12’si AB ülkelerine ve yüzde 4’ü Rusya’ya gerçekleştirildi.

Ticaret hacmindeki bu büyümeye rağmen Çin’in 2024 yılında Gayri Safi Millî Hasılası’nın (GSMH) büyümesi yüzde 4,9 ile 90’lı yıllardan bu yana (pandemi yılları hariç) en düşük rakamda kaldı. Bunda kapitalizmin yapısal krizinin nedeni olan artı-değerin üretimi ve realizasyonu ile kâr oranlarındaki düşüşün etkisi büyük. 

Pekin de kâr oranlarını yüksek tutmak ve artı-değeri realize etmek için üretimden çok dolaşıma yoğunlaşmaya başlamış durumda. Çin ilk olarak Tek Kuşak Tek Yol (TKTY) ile Asya ve Afrika başta olmak üzere Avrupa’da özellikle altyapı yatırımlarına hız veriyor. Pekin bu yatırımlarla ticaret blokları oluşturarak kendi metaları için pazar yaratmayı da amaçlıyor. Nitekim Çinli BYD şirketi elektrikli otomobil üretiminde birinci olarak “Batı”nın otomotiv sektöründeki tekelini kırdı. 

Bununla birlikte Çinli Alibaba sitesinden sonra Temu sitesi de e-ticarette öne çıktı ve geçtiğimiz yıl dünyanın en çok ziyaret edilen ikinci e-ticaret sitesi oldu. Ayrıyeten Çinli satıcıların Amazon sitesindeki pazar paylarının da yüzde 50’nin üzerine çıktığı düşünüldüğünde Pekin’in “dolaşıma” da hâkim olmaya başladığı görülüyor. 

Bütün bunlara Çin’in döviz rezervlerinin artmaya devam ederek 3 trilyon doları geçtiği de eklendiğinde Pekin’in ekonomik gücünün dünya kapitalizmi için vazgeçilmez olduğu ortaya çıkıyor. Ve Çin’in önümüzdeki dönemde yürüteceği politikaları ekonomik gücüne dayandırarak bir adım daha ileri gideceğine de. 

Ve bu bağlamda “yeni” başkan Trump’ın söylemlerinde sürekli Çin’i, ekonomiyi ve vergileri vurgulaması tesadüf olmuyor.

Trump 2.0

İlk başkanlığı döneminde de Çin’i hedef almasına rağmen ciddi darbeler vuramayan Trump’ın ikinci döneminde Pekin’e yönelik politikalarının (ilk dönemde edindiği tecrübeden dolayı) daha sert olması bekleniyor. Nitekim kendisi Çin mallarına yeni vergiler uygulanması ve Panama Kanalı üzerindeki Çin’in kontrolünü kırmaya yönelik hamleler ile hızlı bir başlangıç da yaptı. Fakat Pekin’in “hızlı” karşı hamleleri Çin’in de “ikinci döneme” hazırlıklı olduğunu gösteriyor.

Trump’ın gelir gelmez Çin’den ithal edilen mallara yüzde 10’luk gümrük vergisi uygulamasına misilleme olarak Çin’in 10 Şubat’tan itibaren ABD’den ithal edilen LNG, kömür ve tarım ekipmanlarına gümrük vergisi getirdi ve Google’ın yanı sıra ABD merkezli biyoteknoloji devi Illumina ve Calvin Klein, Tommy Hilfiger gibi markaların çatı şirketi PVH’yi ticari kara listeye aldı. Keza Çin Biden’ın giderayak 140’tan fazla Çinli şirketi ticari kara listeye eklemesine karşı ABD’ye galyum vb. süper sert malzemelerin ihracatını yasaklamıştı.

Fakat bu hızlı hamlelerin içeriğine bakıldığında Çin’in “hesaplı” hareket ettiği görülüyor. İngiliz Capital Economics’e göre Trump’ın uyguladığı tarifelere tabi Çin mallarının değeri 450 milyar doları bulurken, Çin’in ek gümrük vergileri yıllık yaklaşık 20 milyar dolarlık ithalata denk geliyor. Hızlı karar almasına rağmen Pekin’in 10 Şubat’a kadar beklemesi de “diyaloglara” açık olacağını gösteriyor. Nitekim Trump’ın Şi Cinping ile yaptığı ilk telefon görüşmesinde “dünyayı güvenli kılmak için her şeyi yapacağız” demesi ve konuşmanın ardından TikTok yasağını kaldırması Pekin’e umut vermişti.

Pekin’in “umudunu” besleyen esas etmenler ise “ekonomik”.

Çinli şirketler ABD’nin en büyük iki LNG ihracatçısı olan Venture Global LNG ve Cheniere ile uzun vadeli sözleşmeler imzalamış durumda. Şu an dünyanın en büyük LNG ihracatçısı olan ABD bu sektöre büyük yaptırımlar yapmakta ve Trump'ın içerideki ekonomiyi canlandırma planında LNG önemli yer tutuyor. Öyle ki Trump’ın yaptığı ilk hamlelerden biri Biden'in çevresel etkileri nedeniyle izin vermediği LNG projelerine izin vermek oldu. Diğer yandan Elon Musk gibi Çin’in geniş ve büyük pazarıyla iş yapan büyük Amerikan burjuvazisinin iktidarda olması, Musk gibi “gençlerin” Batı teknolojisine ve sermayesine erişebilmenin devamı ve ekonomik ayrışmanın önlenmesinde önemli rolü olabileceği düşüncesi ve Çin karşıtlığıyla bilinen Başkan Yardımcısı Vance ve Dışişleri Bakanı Rubio’nun söylemlerini görece yumuşatması Pekin’in “umutlu” olmasını sağlıyor. Fakat “yaşamın altın ağacının yemyeşilliği” umutların sınırlı olacağına işaret ediyor.

Trump’ın Panama Kanalı’nı geri alacaklarını söylemesinin hemen ardından Panama’nın Çin ile 2017’de TKTY kapsamında imzalanan antlaşmayı uzatmayacağını belirtmesi bunun ilk göstergesi.

İkincisi ise Ocak ayının sonunda Japonya Savunma Bakanı Gen Nakatani ve Trump’ın çiçeği burnunda ABD Savunma Bakanı Pete Hegseth arasında yapılan görüşmede iki ülkenin Doğu Çin Denizi’ndeki ortak askeri varlıklarını genişletme konusunda anlaşmaları. Bu anlaşma Trump’ın Biden’in Çin’i askeri yönden kuşatma politikasına devam edeceğini gösteriyor.

Üçüncü olarak Trump’ın Çin’e vergiler koymasının bir diğer nedeni de “Batı”nın yatırımlarını Güney Asya ve Hindistan’a çekerek ayrıca ekonomik bir kuşatma yaratmak istemesi. 

Dördüncü gösterge ise Grönland’dan. Grönland doğalgaz ve petrolün yanı sıra pil ve elektrikli araç üretiminde kullanılan grafit ve lityum gibi 25 önemli hammaddeyi barındırıyor. Halihazırda Çin lityum üretiminde önemli paya sahipken grafit üretiminin de yüzde 65’ini kontrol ediyor. Bu açıdan Grönland hem ABD’deki meta üretimi hem de Çin’in hakimiyetine zarar vermek açısından önemli. 

Grönland’a göz dikmenin yanı sıra imzaladığı ilk kararnamelerin iklim anlaşmalarından çıkarak hammadde çıkartmaya ve petrol ile doğalgaz üretimine yönelik olması da Trump’ın kaynakların paylaşımı konusunda Çin’e karşı sert olacağına işaret ediyor.

Trump’ın bu hamleleri ABD ile Çin arasındaki ilişkileri koparmaya ya da en azından azaltmaya istekli olduğunu gösteriyor. Bu da Çin’in “umutlarının” sınırlı olması gerektiğini ortaya koyuyor. Öte yandan Pekin’in bu durumlara karşı hazırlıklı olduğuna işaret eden gelişmeler de mevcut.

Huawei’ye yönelik Android yasağının ardından geliştirilen HarmonyOS’nin kullanıcı sayısının hızla artması, Deepseek’in yapay zeka alanında yarattığı etki, Pekin’in dünyanın en büyük amfibi saldırı gemisini denize indirip Tayvan’a askeri güç çıkarmasını sağlayacak mobil iskeleler inşa etmesi ve son olarak da Çin’in yapay zekayla donatılmış altıncı nesil savaş uçağının ilk uçuşunu başarılı şekilde yapması “hazırlıkların” güçlü olduğunu ortaya koyuyor.

ABD ve Çin’in bu karşılıklı hamleleri gerilimlere yol açsa da IMF’nin yaptırımların tedarik zincirlerini bozabileceğini söyleyerek "yapıcı yollar bulmanın" gerekliliğini söylemesinde olduğu gibi “sağduyu” çağrısı da giderek artıyor. Fakat kapitalizmin krizinin sürmesi neticesinde üretim ve dolaşım alanında yaşanan “sıkıntıların” yol açtığı paylaşım savaşları ve ticari bloklar “sağduyu”nun duyulmamasına neden olabilir. Bu noktada Avrupa ve Rusya’nın izleyeceği politikaların etkisi de artıyor.

AvRUSya

Çin, ABD ile “mücadelesinde” Avrupa ve Rusya ile olan ilişkilerinin önemli olacağının farkında olarak “ipleri koparmama” gayretini sürdürüyor. Ukrayna’yı işgali sırasında müttefiki Rusya’ya sert yaptırımlar uygulayan Avrupa ile ilişkilerini koruyan Çin, kendisine yönelik hamlelere karşı da aynı politikayı izliyor. Çinli şirketlere yönelik yaptırım planı hazırlığında olan Avrupa Birliği (AB), ilk hamleyi Çinli elektrikli otomobillere ek gümrük vergisi kararı alarak yaptı. Bununla birlikte AB uygulanacak tarifeler konusunda Çin ile anlaşabileceğini söyleyerek “açık kapı” da bıraktı. Gerçekleşmesi olası birçok gelişme bu kapının açık olmasını sağlıyor. 

Trump’ın Avrupa ülkelerinden “koruma parası” istemesi ve Ukrayna’dan desteğini çekip AB’ye ek vergi getireceğini söylemesi Avrupa’nın Pekin’den uzaklaşmasını engelliyor. Hatta AB’nin motor gücü Almanya’da yakında gerçekleşecek seçimde ikinci olması beklenen AfD Almanya’nın Rusya ve Çin ile ekonomik ilişkilerini geliştireceğini ve ucuz enerji alıp dış pazarları koruyacağını açıkça belirtiyor. Çin de TKTY kapsamında Avrupa’daki altyapı yatırımlarına devam ederek bu gelişmelerin “olgunlaşmasını” sabırlı bir şekilde bekleyerek açık kapıyı gözetlemeyi sürdürüyor. Olası gelişmeler gerçekleştiği takdirde kapının açılması sürpriz olmayabilir. 

Avrupa’daki bu olası gelişmelerden medet uman bir diğer ülke de Rusya. Moskova’nın Ukrayna ile savaşı bitirip Avrupa ile eski ticari ilişkilerini kurmayı istemesi Çin için de oldukça uygun. Moskova ile Pekin dünyada istikrarı sağlanması, BM’de iş birliğinin artması, Lavrov’un yayımlanan son makalesinde belirttiği üzere ABD’nin “kovboy baskınlarına” karşı beraber hareket edilmesi konusunda anlaştıklarını ilan ederek ilişkilerindeki “altın çağı” sürdürüyorlar. Rusya ile bu ilişkiler Pekin’in sadece Avrupa üzerindeki etkisini değil, dünyanın geri kalanı üzerindeki etkisini de artırmaya devam ediyor. Özellikle de BRICS üzerinden.

BRICS ve “Ötekiler”

Çin ve Rusya’nın “Batı”ya karşı kendilerini korumak amacıyla başlattıkları BRICS girişimi, artık dünyaya yön verecek düzeye geldi.

Yeni katılımlarla birlikte BRICS ülkeleri dünya nüfusunun yüzde 45’ine sahipler ve küresel üretimin yüzde 36’sını (G-7 ülkeleri yüzde 30) gerçekleştiriyorlar. Ek olarak BRICS üyesi ülkelerin nüfusun çokluğundan dolayı pazar büyüklüklerinin devasa olması, döviz rezervlerinin yarısına sahip olmaları, dünya tahıl ve et üretimin yarısından fazlasına, doğalgaz rezervinin yüzde 52’sine ve petrol ve kömür rezervlerinin yüzde 40’ına sahip olmaları güçlerine güç katıyor.

BRICS bu maddi kaynak gücüyle yetinmeyip BRICS-Clear ve BRICS Sigorta Şirketi’ni kurarak “mali” etkisini de artırmak istiyor. BRICS-Clear ile SWIFT’e alternatif yaratmanın yanı sıra ulusal para birimlerinin kullanılmasına olanak tanınmak isteniyor. Fakat finansman olanaklarının hâlâ kısıtlı olması önemli bir eksik ve bu alanda “Batı”ya mahkûmlar.

Diğer yandan BRICS geçtiğimiz yılın Ekim ayındaki toplantısında getirilen “partner ülkeler” uygulamasıyla Batı ile ilişkilerini koparmak istemeyen ülkelerle ilişkiler geliştirilmesi hedefleniyor. Böylece ekonomik ve siyasi etkinin artırılması ve dolayısıyla ABD ve AB’ye karşı kullanılması hedefleniyor. Burada da Çin inisiyatif alarak bu genişlemenin öncülüğünü yapıyor. Pekin olası genişlemeyle ekonomik gücünün küresel düzlemde hegemon güç olmasını ve kendisine yönelik kuşatmayı kırmak istiyor.

Fakat BRICS içindeki ve dışındaki gerilimler “gerçeklerin” toz pembe olmadığını gösteriyor. Brezilya’nın önce bölgesel sonra küresel güç olma çabasının bir ürünü olarak Venezuela ile yaşadığı gerginlik, Hindistan ile Çin arasındaki sınır anlaşmazlıkları, küresel ekonomide rekabet etmeleri ve Hindistan’ın QUAD’ın parçası olması, yine Brezilya ve Hindistan’ın ABD ile ilişkileri koparmamaya çalışmaları, diğer ülkelerin BRICS’i Batı’ya karşı pazarlık aracı olarak görmeleri ve BRICS’in anti-emperyalist olmaktan ve halkların çıkarlarını gözetmekten uzak “millî burjuvazilerin” çıkarlarına uygun olması gelecekte BRICS üyesi veya partner ülkeler arasında çatışmaların yaşanmasının olası olduğunu ortaya koyuyor. Çin’in maddi gücünün ve “esnek” politikalarının bunları engellemesi veya yönetebilmesi hegemon güç olup olamayacağı konusunda ciddi bir test olacaktır. 

Kuşatmayı Kırma

Pekin’in hegemon güç olma konusundaki önemli sınavlarından birisi de “çevresiyle” ilgili. Biden döneminde ABD’nin yoğun çabasıyla Çin’in çevresindeki ülkeler askeri ve ekonomik olarak belli bir hizaya getirilmişlerdi. Bu konuda bazı devamlılıkları sürdürse de Trump’ın “önce ABD” sloganı bölge ülkelerini Çin ile olan ilişkilerini “korumaya” itiyor.

Bunun farkında olan Pekin ise Filipinler ile görüşerek Güney Çin Denizi’ndeki anlaşmazlıkları gidermeye çalışıyor, Orta Doğu ile arasında artan ilişkiler sayesinde Çinli finans şirketleri Dubai’de ofis açıyor, “önce ABD” sloganından çekinen Güney Kore ve Japonya ile ilişkilerini koparmıyor, Sri Lanka ile 3,7 milyar dolarlık anlaşma imzalayarak TKTY’de yeni bir aşamaya geçiyor, Pakistan ile ekonomik koridoru geliştirme ve “terörle” mücadelede iş birliği konusunda anlaşıyor.

Bunlarında dışında ABD’nin “yeni” hamleleri Çin’e “yeni” hamleler için de fırsat tanıyor. ABD’nin dış yardımlarının yanı sıra USIAD üzerinden yardımları da azaltması özellikle küresel güneydeki ülkeleri Çin’e yakınlaştırıyor. Yüksek teknolojik ürünlerinin yanı sıra hammadde tedarik ağı ve “siyasi talep” olmadan sunduğu krediler Pekin’i cazip kılıyor. Diğer yandan “Batı”nın koyduğu vergilerden dolayı bu pazarlara giremeyen Çin mallarının bu ülkelerde üretilmesiyle duvarın delinebilmesi imkanını yaratması da kazancın karşılıklı olduğunu gösteriyor. Böylece Çin ekonomik gücünü koruyup büyütmenin yanı sıra nüfuzunu da artırma imkanını elde etmiş bulunuyor.

Sonuç olarak bakıldığında gerek on yılların getirdiği birikim gerekse de içinde bulunulan tarihsel koşulların zorunluluğu Çin’i bir adım daha ileri atmaya zorluyor. Bu adımı atarken ekonomik gücü korumayı ve büyütmeyi temel almak zorunda olsa da Pekin’in siyasi ve askeri gücü de önemli oranda kullanması gerekiyor. Bu noktada kendisinden daha “tecrübeli” ve “güçlü” ABD’nin karşısında ne kadar ve nasıl duracağı önemli kazanacak ve bu duruş dünya tarihinin şekillenmesinde önemli olacaktır. 

Sırada “Ekonomik” Savaş mı var?

12 gün süren İsrail-İran füze savaşı “şimdilik” ateşkesle bitti. ABD’nin yıllar sonra İran’ı vurması ve ardından İran’ın da ABD’nin Katar’da...