12 Mart 2025 Çarşamba

Görüşmeler, Gerilimler ve Çatlaklar

Trump’ın başkanlık koltuğuna oturmasıyla birlikte dünya çapındaki gelişmeler hız kazanmaya devam ediyor. Bunda Trump’ın “açık sözlülüğü” kadar kapitalizmin yapısal krizinin ekonomik alana ve dolayımıyla siyasal alan sirayet etmesinin payı büyük. Yüzyılımızın başından itibaren harekete geçen bu sirayet, şimdilerde değdiği yerde “düzeni” dağıtmayan düzensizliği ve çatlakları daha da büyütüyor. Fakat bu düzensizlik ve çatlaklar, kapitalizmin dünya çapında kazandığı bütünlük nedeniyle özneler tarafından belirli bir sınırda tutulsa da düzenin “organikleşmesini” de engelliyor. Organikleşmenin gerçekleşmemesi ise baş emperyalist ABD’nin hegemonyasının dünya çapında baskın olmasını engellemekle birlikte diğer emperyal güçlerin etkili olmasına ve Çin’in başa güreşmesine neden oluyor. Ve bu öznelerin yaptıkları her hamle de düzensizlikleri ve çatlakları büyüterek krizler sarmalını içinden çıkılamaz hale getiriyor.

Kissinger Değil Win-Win

Son günlerde dünya gündemini etkileyen hamleler ABD ve Rusya ikilisinden gelmekte. ABD ve Rusya heyetlerinin Riyad'da görüşmeleri, Trump'ın Rusya ile ateşkes yapmak istemeyen Zelenski'yi Beyaz Saray'da "aşağılaması" ve "barışa" zorlaması Moskova ile Washington arasında “yeni” bir sürecin açıldığı izlenimini verdi. Bunlara G7 zirvesi öncesinde ABD’nin üye ülkelerden Rusya’ya karşı tavırlarını yumuşatmalarını ve saldırgan olarak tanımlamamalarını istemesi, Rusya'nın ABD ile İran arasında arabulucu olmayı teklif etmesi ve Putin’in sözcüsü Peskov'un "ABD’nin dış politikası Rusya ile örtüşüyor" demesi eklendiğinde "yeni" bir sürecin başladığı izlenimi güçleniyor. 

Perde arkasındaki diğer gelişmeler ise sürece "serinkanlı" yaklaşılmasını salık veriyor.

Trump'ın ateşkese ve barışa varılana kadar Rusya’ya yaptırımların devam edeceğini belirtmesi ve Rusya'ya yönelik yaptırımları bir yıl uzatması ABD'nin ne düzden ne de tersten bir "Kissinger stratejisi" içinde olmadığını gösteriyor. ABD Rusya'yı Çin'e karşı yanına çekmekten çok ilk olarak Ukrayna ve Suriye'deki hammadde (nadir madenler) kaynaklarına "tek başına" çökmeyi istiyor. Bunun karşılığında Ukrayna'daki savaşı durdurarak Rusya ekonomisinin nefes almasını ve Moskova'nın toprak kazanımlarını kalıcılaştırmayı öneriyor ve bu da kabul görüyor.

Diğer yandan Rus ordusunun özellikle son günlerde saldırılarını artırması ve hatta Putin'in özellikle askeri üniforma ile Kursk Askeri Grubu’nun komuta merkezini ziyaret etmesi ise Moskova ile Trump'ın "ateşkes ve barış"tan farklı şeyler anladıklarına işaret ediyor. Putin Zelenski "durdurulana" kadar belirlediği hedeflerin önemli bir kısmına ulaşmayı ve kendisinin de "karar verici" bir "güç" olduğunu göstermek istiyor. 

Dolayısıyla Rusya ve ABD arasındaki "yeni" gelişmeler yan yana gelmekten çok iki tarafın da kazanacağı noktalara yönelen bir "win-win" stratejisine dayanıyor.

Avrupa vs. Trump

Trump'ın Rusya ile yakınlaşması "Batı"nın diğer öznesi Avrupa'da hâlihazırda var olan gerilimleri ve çatlakları daha da artırıyor. Çoğu ülkede iktidarda olan bir taraf Rusya'ya yönelik saldırgan politikaların artarak devam etmesini savunurken Trump yanlısı diğer taraf ise Rusya ile iyi ilişkiler kurulmasının yanı sıra "ulusal" çıkarlara önem verilmesini istiyor. Ve iki tarafın da son günlerde hamlelerini sıklaştırması gerilimi ve çatlakları daha da büyütüyor.

Rusya'ya yönelik saldırgan politikaların başını İngiltere ve Fransa çekiyor. Zelenski'nin "aşağılanmadan" hemen sonra Londra'ya uçması, Londra'nın Ukrayna’yı "barıştan" sonra da silahlandıracağını söylemesi ve barış gücü göndermek istemesi ile Amerikalı neoconların Avrupalıların yeni bir askeri blok kurması teklifini desteklemesi İngilizlerin 18. yüzyıldan beri uyguladıkları sömürgeci ve emperyalist politikalardan vazgeçmeyeceklerini ortaya koyuyor. Sömürgecilik ve emperyalizmde İngilizlerin ardında kalmayan Fransa ise askeri bütçeyi artırmaya çalışmakla birlikte Avrupa’yı Rusya’ya karşı nükleer silahla koruyabileceğini, Almanya’ya uçak konuşlandırabileceğini açıkça belirtiyor.

Bu iki ülkenin "saldırgan" politikalarının altında sömürgeci ve emperyalist gelenekleri-görenekleri olduğu kadar tekrardan emperyalist bir güç olma ve ülke içerisinde emekçilerin ve yoksulların artan tepkisini "ötekilere" kanalize etme amacı da yatıyor.

AB'nin başat gücü Almanya ise bu iki ülkeden farklı olarak "tereddüt" içerisinde. Geçtiğimiz ay yapılan seçimlerde Rusya ve Çin'e yönelik saldırganlığı doğru bulmayan ve "önce Almanya" diyen politikaların seçmen nezdinde güç kazanması tereddütü artırıyor. Seçimde yenilgi almalarına rağmen Sosyal-Demokratlar ve Yeşillerin savaşa devam demesi, Avrupa Parlamentosu'nun Rusya'yı AB için 'başlıca tehdit' olarak nitelendirmesi ve AB'nin Trump'ın gümrük vergilerine karşı ABD'den ithal edilen ürünlere vergi koyma kararı alması Berlin'i Londra ve Paris'in yanına gitmeye zorluyor.

Bununla birlikte Fransa ve İngiltere'nin aksine askeri sanayisi güçlü olmayan Alman sermayesi için Rusya ve Ukrayna'dan gelecek hammaddeler ve Çin pazarı daha büyük önem taşıyor. Bu bağlamda Berlin, "Avrupa da Ukrayna’nın nadir madenlerinin bir kısmını alsın" diyerek Trump'ı taklit eden seslere destek verirken Ukrayna'ya barış gücü göndermeyeceğini de belirtiyor. 

Öte yandan Rusya ile "iyi ilişkiler" kurulmasına ve "ulusal" çıkarlara önem verilmesini savunanların etki alanı da büyüyor. Almanya'da AfD'nin seçimlerde ikinci olması, Macaristan Başbakanı Orban Trump’tan yana olduğunu açıkça belirtmesi, Romanya ve Moldova'da "aykırı" seslerin artması ve son olarak NATO genel sekreteri Rutte'nin "Ukrayna'nın NATO’ya alınacağına dair hiçbir zaman söz vermediklerini” ifade etmesi bu cephenin de gücünün arttığını gösteriyor. Fakat Danimarka'nın Rusya'ya karşı kullanılacak nükleer silahları konuşlandırmaya gönüllü olması, AB Komisyonu Başkanı'nda Polonya, Baltık ülkeleri ve Çekya'ya kadar irili ufaklı ülkelerin "savaşa devam" demesi ve Avrupa sermayesinin "var olabilmesi" için ulusal sermaye olarak da değil bir bütün olarak "kendisi-için" harekete geçmek zorunda olması ikinci cephenin güç artışının sınırlı olabileceğini ortaya koyuyor.

Ve bu durum da önümüzdeki günlerde Avrupa ile ABD arasındaki gerilimlerin artacağına işaret ediyor.

Çin "Sessiz"

ABD, AB ve Rusya üçgeninde yaşanan "hızlı" gelişmelere karşın "Doğu"da görece sessizlik hâkim. Hamlelerini sessiz ve derinden yapmaya alışkın Çin için bu "gürültülü ortam" oldukça uygun. Nitekim Pekin de ABD ile başlayan görüşmeleri hemen kendisine haber veren Putin'e desteğini iletmekle birlikte eşit temelde "çok kutuplu dünyadan" yana olduğunu bir kez daha dünyaya ilan etti.

Çin'in görüşmeleri ve "Batı"daki karşılıklı hamleleri desteklemesinin esas nedeni ise "kutupların" güçlerini kendisine karşı harcamamaları ve böylece kendi olası hamlelerini engelleme ihtimallerinin azalması. Bu nedenle de Çin görünürde "okları kendi üzerine çekecek" hamleler yapmamaya ve her "kutubu" kendi özelinde değerlendirerek cazip hamleler yapmaya odaklanmış durumda. Fakat Pekin diğer yandan pazularını güçlendirmeyi de sürdürüyor. Rusya, Çin ve İran deniz kuvvetlerinin katılımıyla gerçekleşen 'Deniz Güvenlik Kuşağı-2025' tatbikatı başta Tayvan olmak üzere Pekin'i kuşatacak deniz aşırı ülkelere mesaj niteliği taşıyor.

Sonuç olarak krizlerin çözülmek bir yana derinleşerek farklı çatlaklara yol açtığı bir ortamda öznelerin yaptıkları her hamle, öznelerin kendilerine alan açmakla birlikte aralarındaki çatışmaları da güçlendiriyor. Özneler aralarındaki bu çatışmaların konumlandıkları dünya düzenini yok etmemesine dikkat etseler de  çatlakların büyümesini engelleyemiyorlar. Bu çatlaklardan sızacak "dikenli otlar" oluşmadığı durumda ise dünya düzeni kadar dünyadaki canlı yaşamın varoluşu da büyük bir yok oluşla karşı karşıya kalıyor.



Sırada “Ekonomik” Savaş mı var?

12 gün süren İsrail-İran füze savaşı “şimdilik” ateşkesle bitti. ABD’nin yıllar sonra İran’ı vurması ve ardından İran’ın da ABD’nin Katar’da...