Bouazizi’nin yaktığı ateş, Tunus ve Mısır’dan sonra Bahreyn, Yemen, Libya ve Suriye’de de yanmaya devam ediyor. Nitekim egemenler, “her kriz bir fırsattır” şiarıyla ezilenlerin başkaldırmasını kendi tahakküm politikaları doğrultusunda kullanmak üzere harekete geçtiler.
İsyan Ateşi Devam Ediyor!
Bahreyn’de Şii ağırlıklı muhalefetin isyanını bastırmak üzere Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt, Katar ve Umman'dan oluşan Körfez Ülkeleri İşbirliği Konseyi Bahreyn’e asker gönderdi. Bu işgal sonucunda gösteriler bir süreliğine durmak zorunda kaldı.
Yemen’de ise 32 yıldır Devlet Başkanı olan Salih, Ocak 2012’de seçimlerini yapılmasını sağlayarak görevini bırakacağını açıkladı. Fakat Yemen halkı Salih’in hemen bırakması yönünde ısrarlarını sürdürmeleri üzerine, Salih Meclis’ten olağanüstü hal ilan eden yasayı geçirerek iktidarı bırakmaya ne kadar niyetli olduğunu gösterdi. Yine de halk 18 Mart’taki gösteride kaybettikleri elli kişiyi anmak ve Salih’in gitmesinde ne kadar ısrarlı olduklarını göstermek amacıyla, Sana’da yaklaşık bir milyon kişinin katıldığı büyük bir miting düzenlediler.
Suriye’de Beşşar Esad, isyan henüz Tunus’u sarmışken erken davranarak ‘reform’ sözü vermiş ve bir süre sonra reformlarını yerine getirmeye alıştı. Fakat Suriye halkı reformların sürmesi için eylemlerine devam etti. Dera kentinden başlayarak altı kente yayılan gösterilerde halk eski lider Hafız Esad’ın heykellerini yıkarak bu rejimi istemediklerini gösterdiler. Ama akabinde devletin sert müdahalesiyle karşılaştılar.
Her ne kadar Beşşar Esad, babası Hafız Esad’ın aksine Batı’ya yakın bir siyaset izlese de devlet kademelerinde kemikleşmiş Baasçı kadrolar ve dünyaya nam salmış El Muhaberat reformların önündeki en büyük engeller. Nitekim Beşşar’ın “Öldürülseniz bile göstericilere ateş açmayacaksınız” talimatına karşın bugüne kadar yaklaşık yüze yakın insanın ölmesi aradaki gerilimin en büyük göstergelerinden biri. Çözümü yükselen halk hareketinin gücü ve örgütlülüğü belirleyecek.
Libya Müdahalesi
Libya… İsyan ateşinin en çok alevlendiği yer. Bingazi merkezli başlayan isyan hareketi bütün Libya’yı sarmış, Kaddafi’yi Trablus’a sıkıştırmıştı. Fakat Kaddafi güçlerinin karşı atağıyla muhalif güçler Bingazi, Tobruk ve Derne’ye gerilediler. Bunun üzerine muhalifler kurduğu geçici hükümeti ilk tanıyan ülkelerden Fransa’nın önderliğinde, NATO’nun güçleri hava saldırısına geçtiler. Bu saldırı öncesinde, Devrim Komitesi sözcüsü Abdelhafiz Ghoga’nın 28 Şubat Pazartesi günü söylediği şu sözleri duyurdu: “Libya’nın geri kalanı Libya halkı tarafından özgürleştirilmeli” diyerek yabancı müdahaleye karşı olduğunu belirtmişti. Ama hava saldırısının ardından “Stratejik bir hava saldırısı bizim reddettiğimiz bir dış müdahaleden farklıdır” diyerek yabancı müdahalenin sadece Kaddafi’ye olmadığını gösterdi. Benzer bir 180 derecelik dönüşü TC Başbakanı Erdoğan da gösterdi. 1 Mart 2011’de Almanya’da “NATO’nun Libya’da ne işi var? Ülkeler, halklarının kendi kaderlerini belirleme haklarına saygı duymalıyız” diyen Erdoğan, daha tezkere çıkamadan savaş gemilerini Libya’ya göndermekle kalmadı, operasyonun karargahının İzmir olması içi büyük çaba sergiledi.
Peki yaşam kalitesi indeksinde Afrika birincisi olan, kendisine yapılan saldırının öncüsü olan Fransa’nın lideri Sarkozy’nin seçim masraflarını karşılayan Kaddafi’nin Libya’sına neden müdahale gereksinimi duyuldu? Başta Obama olmak üzere (ki saldırının ön saflarında AB ülkeleri gözükse de ABD’nin bu konuda onlardan hiç de geride kalmadığını unutmamak gerek) NATO üyesi ülkelerin liderlerinin yaptığı demokrasiyi sağlama ve can kaybını önleme amaçlı müdahalesi ne kadar dürüstçe?
Libya başta petrol olmak üzere yer altı ve yer üstü kaynakları zengin olan bir ülke. Öyle ki ülke ekonomisi her yıl ortalama yirmi milyar dolar fazla vermektedir! Ayrıca Akdeniz’in orta kısmında oluşuyla stratejik bir konuma sahip. Başta Fransa, İtalya ve Almanya olmak üzere senelerdir milyar dolarlık silah satan Batılı ülkelerin Libya’ya müdahalesinin ardında yatan gerçeklerden biri de yükselen devrimci hareketlere set çekerek, olası Ortadoğu’daki işgal hareketlerine üs sağlamak. Fakat başta Alman solu olmak üzere ilerici (!) güçler bu gerçekleri görmeyerek ülkelerinin Libya’ya müdahaleye çağırdılar veya müdahalelerini desteklediler. Dolayısıyla müdahaleye karşı çıkmanın nedeni Kaddafi’yi savunmak değil, başta Libya olmak üzere isyan hareketlerin yayıldığı diğer ülkelere karşı olabilecek emperyalist işgale karşı çıkmaktır.
Batılı ülkelerin ‘demokratik’liklerine ve ‘dürüst’lüklerine gelince. Batılı ülkelerin, Arap devrimleri başlayana kadar Libya ile ilişkilerinin ne kadar iyi olduğunu (Sarkozy’nin seçim masraflarını Kaddafi’nin karşıladığını belirtmiştik) cümle alem tarafından bilinmektedir. Özellikle son dönemlerde IMF’nin önderliğiyle yapılan özelleştirmelerde en büyük payları Batı sermayesi almaktaydı. Petrol diğer önemli kaynakların üretimi ve dağıtımı yine Batılı sermaye gruplar tarafından yapılmaktadır. Libya’ya silah satışında yine batılı ülkeler ön sırayı kapmış durumda. Fransa 3 milyar dolar, İtalya ise 1,3 milyar dolarlık bir silah ticareti hacmine sahip Libya’yla. Böylece Fransa hava kuvvetlerinin, yaptıkları ilk hava saldırılarıyla kendi sattığı silahlarını vurduğunu ve bunun bedelini de Libya halkının ödediğini görüyoruz. Böylece Kaddafi’nin halkını katletmesini öne sürerek müdahale edenlerin, aslında Kaddafi’nin bu katliamları kendilerinin sattıkları silahlarla gerçekleştiğin görerek bu ülkelerin ne kadar ‘demokrat ve uygar’ ve ‘dürüst’ oldukları ortaya çıkmıyor mu?
Wisconsin Başkaldırısı
Arap coğrafyasındaki isyanlara bir selam da ABD’den geldi. Wisconsin Eyalet Senatosu’nun toplu iş sözleşmesi haklarını yok etmek, sosyal güvenlik ve sağlık sigortası kesintilerini artırmak amacıyla çıkardığı yasalar emekçilerin direnişiyle karşılandı. Senato binalarını işgal ederek direnişe başlayan işçilerin isyan dalgası Ohio, İndiana, Oklahoma, Nebraska, Vermont gibi şehirlere sıçrayarak ülke çapında dayanışmaya da yol açıyor. Fakat Amerikan burjuvazisi kendi ülkesindeki bu isyana karşı acımasız olacağını göstermeye başladı. Nitekim Wisconsin valisi Scott Walker kamudan on iki bin işçi çıkarılacağını bildirdi. Dünyanın en zengin ikinci kişisi olan Warren Buffet “Tamam, bir sınıf savaşı var ama bu savaşı yapan benim sınıfım yani zenginler sınıfı ve savaşı biz kazanıyoruz” diyerek ortada “sınıfa karşı sınıf” savaşı olduğunu gözler önüne serdi. Diğer yandan Amerikalı emekçiler bu savaşın farkındalar ve direnişlerini yükselterek, Mısır’a gönderdikleri selamla bu kavganın hepimizin kavgasında olduğunu gösterdiler.
Japonya ve Nükleer
Mart ayında dünyada gelişen diğer önemli bir olayda Japonya’da gerçekleşen 8.9 şiddetindeki depremdi. 11 Mart’taki depremde yaklaşık dokuz bin kişi hayatını kaybetti ve ölü sayısının yirmi bini bulabileceği belirtiliyor. Fakat depremin açtığı en büyük hasar Fukuşima Nükleer Santrali’nde gerçekleşti. Nükleer Santrali’nin hasar görmesi sonucu radyasyon Büyük Okyanus’a yayıldı ve oradan da bütün dünyaya yayılması bekleniyor. Bu olay bütün dünyada nükleer enerji üzerindeki sorgulamaları (tüp gazla karşılaştırılmayı değil! ) tekrar gündeme getirdi.
Ekonomik Kriz Devam Ediyor !
2008’de başlayan ekonomik krizin etkisi 2011’de de devam ediyor. Yunanistan sonra kriz etkisini Portekiz’de de gözle görülür şekilde göstermeye başladı. Euro S&P'nin Portekiz’in kredi notunu düşürmesinin ardından Portekiz Başbakanı Jose Socrates görevinden istifa etti. Portekiz’deki krizin etkisi tarihsel, coğrafi ve ekonomik olarak yakın ilişkide bulunduğu İspanya’yı hemen etkiledi. Kredi derecelenme kuruluşu Moody's 30 İspanyol bankanın kredi notunu düşürdü. İspanya Merkez Bankası, 12 bankanın 15.15 milyar Euro tutarında yeni sermayeye ihtiyaç duyduğunu açıklayarak kriz sırasının İspanya’ya geldiğini belirtti. İspanya’nın Euro bölgesi ülkelerinin yüzde 13’ünü oluşturması Avrupa’yı telaşlandırmaya başladı. Öyle ki sermaye sahipleri Euro sisteminin çökebilme ihtimalinden daha sık söz etmeye başladılar.
Arap coğrafyasında süren isyan ateşleri ve bunlara karşı başlayan emperyalist müdahaleler, Japonya’daki nükleer sızıntıya karşı yükselen çevreci tepkiler ile Yunanistan, İrlanda’dan sonra Portekiz’e ulaşan ve İspanya’ya sıçraması beklenen ekonomik kriz dünya gündeminin önümüzdeki süreçte çok daha hareketli olacağını gösteriyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder