27 Ekim 2021 Çarşamba

“Özenle” Korunan “Ortaklıklar” Sürerken “Pervanelerin” Ân’ı Yaklaşıyor

(El Yazmaları, 28 Ekim 2021)

G eçtiğimiz haftalarda yaşanan gelişmeler şimdinin gelişmeleri içerisinde unutulmaya başlansa da siyaset ateşini harlayan kıvılcımlar olarak yerlerini aldılar. Siyasal, ekonomik ve devlet krizinin çözüleceğine dair elle tutulur bir ümidin olmaması ise bu ateşin bırakalım sönümlenmesini, kendisine yaklaşanın yanmayı göze alması gerektiğine işaret ediyor. Yapısı gereği bu ateşlerin müsebbibi olan sermaye sınıfı ve onunla bağlaşık olan siyasal özneler ateşle ve birbirleriyle dans etmeyi sürdürebilme becerisini gösterebiliyor.  

“Ortaklık” ve “İhtiyat” 

TÜSİAD’ın eleştirileri, Büyükelçiler krizi, döviz kurlarının yanı sıra benzin fiyatlarının yüksek oranda artması, faizin beklenilenden daha fazla indirilmesi, CHP’nin tezkereye hayır demesi gibi gelişmeler, sermaye kesimleri ve devlet klikleri arasında uzun zamandır süren çatışmaların bir üst düzeye taşındığını açıkça gösterdi. Kapitalizmin dünyada yaşadığı yapısal krize ek olarak Türkiye sermayesinin yaşadığı birikim krizinin derinleşmesi, sermaye kesimleri arasındaki çatışmaları şiddetlendirmeyi sürdürüyor. 

Dolayısıyla döviz kurunda veya faiz indiriminde yaşanan “küçük” gelişmeler, daralan pastadan pay alma sürecinde “büyük” önem taşıyor. Ayrıca bu noktadaki gelişmeler ekonomik alanda bir hakimiyet geliştirme ve pastasını büyütme gibi kaygıların yanı sıra uluslararası sermayeye yedeklenme açısından da gerekli.  

Finansal alanda yaşadığı krizden ötürü sıcak para akışının maziyi yad edecek biçimde düşük derecede olması hem uluslararası sermayeyi hem de Türkiye sermayesini artı-değerin kaynağına yani üretimde elde edilecek sömürüye yöneltmekte. Bu durum sermaye kesimlerinin işçi sınıfından elde edilecek mutlak veya göreli artı-değerin büyütülmesi konusunda “ortaklaşmalarını” sağlıyor. 

Ortaklık derinleşen kriz nedeniyle sarsıntılar geçirse de var olan zeminin kaybedilmemesi ve sermayenin ayakta kalmayı sürdürmesi hassasiyeti nedeniyle önümüzdeki süreçte de kimi sarsıntılara rağmen devam etme olasılığı taşıyor. Bu nedenle sermaye açısından ortaklık zemini sürdüğü ve bir denge sağlanabildiği sürece kısa süreli çatışmaların yaşanmasında hiçbir beis yok. 

Ekonomik alanda yaşanan kriz, öznelerin bağlaşıklığı nedeniyle siyasal alanda da yansımasını buluyor. Sermayenin yaşadığı krizle bağlantılı olarak siyasal özneler arasında yaşanan gerilimler de belli bir seviye ve zemin içerisinde sürdürülmeye çalışılıyor. Her ne kadar AKP/Erdoğan iktidarı ölüm kalım mücadelesi olarak gördükleri için siyasal savaşımı zemini ve seviyeyi aşırı zorlasalar da “ortaklığı” bozmamak için bir noktada durmaya gayret gösteriyorlar. Büyükelçiler konusunda “taarruz” halinde olunduğuna dair söylemler eksik olmasa da atılan geri adım, TÜSİAD’ın eleştirilerine karşı “sert” çıkış yapılsa da perde arkasında görüşmelerin yapılması iktidarın “ihtiyatlı” tutumuna işaret ediyor. Diğer yandan Erdoğan’ın “gidici” olduğunu yüksek sesle söyleyen “muhalefetin” ise iyi-kötü polis taktiğini andırır biçimde tezkerede evet-hayır rollerini oynaması, büyükelçiler meselesinde “milli duygular” nedeniyle iktidarın çevresinde konumlanması da “ihtiyatlı” tutumun bir diğer göstergesi. Böylece siyasal alanda yaşanan çatışmaların da belli bir seviye ve zeminde kalınarak sürdürülmeye çalışıldığı görülüyor. 

Ölüm ve “Pervane” 

Ekonomik ve siyasal alanda ortaya konulan “ortaklık” ile gösterilen “ihtiyat”, yaşanılan son krizle birlikte insanlar ve canlı yaşamlar için gelecek vaat etmeyen kapitalizmin var kalma mücadelesiyle doğrudan bağlantılı. Kapitalizmin ideolojik olarak meşruiyetini dünya çapında yitirmeyi sürdürmesi, sermaye sınıfının ekonomik alanda meşruiyetini giderek kaybetmesi, siyasal alanda ise anti-kapitalist öznelerin (kimi zaman sağ ve sol popülist ve kimi zaman da ırkçı-faşist olarak) güç kazanması, “ihtiyat” gösterilmesi ve “ortaklığın” sağlanması konusunda itici gücü oluşturuyor. 

Bu durumdan muaf olamayan Türkiye sermayesi ise ortaklık sağlama ve özen göstermekle birlikte siyasal özneler ve devlet kliklerini de buna itiyor. Devlet fideliğinde yetişen, 12 Eylül ile başlayan ve AKP ile büyük oradan nihayete varan fidelikten bağımsızlaşma süreciyle özneleşen Türkiye sermayesi, var olan düzeni, seviyeyi ve zemini koruyan devletin varlığına ihtiyaç duyuyor. Ve devletin varlığını tehdit eden çıkışlara da “eleştirileriyle” hiza vermeye çabalıyor.  

Fakat bütün bu çabalar krizlerin derinleşerek devam ettiği ve yapısal bir nitelikte bulunduğu “ân”dan ötürü beyhude olma olasılığını da taşıyor. Sermaye düzeni giderek çürüyerek ölümünü erteleme ve bitkisel de olsa hayatını sürdürme konusunda inatçı olmayı sürdürüyor.  

Bu noktada onun ölümünün eceliyle olmayacağı, yeni yaşamı kurabilecek güçte olan bir özne yani işçi sınıfının eliyle olacağını vurgulamak oldukça önemli. Sadece kendisinde olmakla kalmayan, mücadelesiyle kendisi için olmayı da başaran işçi sınıfı ile kendi özgüllükleriyle (yani kendinde olarak) anti-kapitalist alanı oluşturan (anti-kapitalist olmalarıyla kendileri için olmayı başarabilecek) öznelerin mücadelesiyle, krizler silsilesi içerisinde canlı yaşamı ölüme sürükleyen kapitalizmin yıkılmasını sağlanabilir. Bunun için de sermayenin “ortaklıklarını” ve “özenini” çözmeye yönelik müdahaleler ve kendi zeminini oluşturma mücadelesi karşılıklı alternatif değil bir bütün olarak stratejik bir önem taşıyor. 

Bütünlüklü mücadele ise kapitalizmin ateşinin küle çevirmeye niyetlendiği işçi sınıfı ve onunla bağlaşık siyasal öznelerinin hem tarihsel varoluş hem de tarihsel bir fırsatı barındıran “ân”ı kavrayarak mumun karşısındaki pervane olmasıyla gerçekleşebilir ve bu “olasılık” oldukça gerçektir.  

Son sözü Kul Nesimi’ye bırakalım: “Şem’e düşen pervâneler, Gelsin bir hoşça yanalım, Aşka düşen divâneler, Gelsin bir hoşça yanalım.” 

22 Ekim 2021 Cuma

Egemenlerin Savaşı Harlanırken Halkçı Seçenek de Uç Veriyor

(El Yazmaları, 23 Ekim 2021)

Dünyada kapitalizmin krizi derinleştikçe küresel güçler arasında şiddetlenen hegemonya savaşları, her zamanki gibi Orta Doğu’yu da etkilemeyi sürdürüyor. Fakat bu etkileme, önceki dönemlere nazaran önemli bir farklılık barındırıyor. Daha önceki dönemlerde küresel güçler, zorunda olmadıkça, belirli bir düzeyi aşmadan ve bölgeye doğrudan müdahil olmaktan imtina edip bölgesel ve yerel güçler aracılığıyla birbirleriyle olan mücadelelerini sürdürmekteydiler. Şimdi ise küresel güçler sermayenin krizinin yanı sıra hegemonya krizinin de yayılması nedeniyle bölgeye daha fazla müdahil olmak zorunda kalıyorlar. Böylece küresel, bölgesel ve yerel güçlerin iç içe geçtiği, yereldeki siyasal mücadelenin küreselleştiği bir dönemden geçiyoruz ve Orta Doğu coğrafyası bu dönemin de en üst düzeyde tanığı olmaya devam ediyor. 

Kapitalizmin krizi dolayısıyla dünya çapındaki hegemonyasını önemli bir oranda kaybeden ABD, Biden ile birlikte hegemonyasını restore etme çalışmalarına hızlandırıyor. Bu bağlamda ilk olarak Çin’i hedef seçen Sam amca, karadan kuşatmaya çalıştığı Pekin’i denizden de kuşatmaya çabalıyor. Pasifik Komutanlığı’nın adını “Hint-Pasifik Komutanlığı” olarak değiştiren ve 2 bin uçak, 200 savaş gemisi ve denizaltı ve 370 bin personel ile Çin’i kuşatan ABD, başta Güney Kore ve Japonya olmak üzere bölge ülkelerini Çin’e karşı mücadelesinde ardına diziyor.[1]

Çin’e yönelik artan hamleler, ABD’nin başta Ortadoğu olmak üzere kimi cephelerden Pasifik’e güç kaydırmasına neden oluyor. Güç kaydırdığı cephelerde ise başta Rusya ve AB olmak üzere diğer küresel güçlere alan ve inisiyatif kazandırmak istemeyen ABD, müttefiki olduğu bölgesel ve yerel güçlere inisiyatif tanırken küresel güçlerle de “sınırlı” anlaşma içerisine girmekten de kaçınmıyor. Lübnan, Azerbaycan, İran, Irak ve Suriye’deki son gelişmeler buna işaret etmekte. 

Lübnan’daki Ateş ve Öfke 

Geçtiğimiz günlerde Lübnan’da iç savaş yıllarını hatırlatan görüntüler meydana geldi. Barışçıl bir şekilde gerçekleştirilen gösterilere açılan ateş sonrasında olay yerine intikal eden silahlı milisler, onları izleyen siviller ve yerde yatan ölüler Lübnan’ın siyasal dengelerinin hassaslığını tekrar aşikâr etti.  

Gösterilerin nedeni ise 2020 yılının ağustos ayında Beyrut limanında gerçekleşen patlamaya dair soruşturmayı yürüten yargıç Tarık Bitar’ın Hizbullah’a yakın kişilerin ifadesini almak istemesi. Hizbullah ve Emel hareketi bunun hukuki değil siyasi bir adım olduğunu iddia ederek harekete geçtiler. Limandaki patlamanın da ilk olarak Hizbullah’ın limanda sakladığı cephaneler yüzünden olduğu iddia edilmesinin ardından savcının bu hamlesi “ihalenin” Hizbullah’a yıkılmak istendiğini gösteriyor. Buna karşılık uzun bir süredir çatışmalı olduğu Emel hareketini de yanına çekebilmiş olması Hizbullah’ın Lübnan’da artan gücüne işaret ediyor. Hıristiyan Cumhurbaşkanı Mişel Avn’ın Emel ve Hizbullah üyesi 6 kişinin ölümünden sonra ulusal yas ilan etmesi de bunun bir başka işareti.  

Diğer yandan Emel ve Hizbullah’ın ölümlerden geçmişten bu yana İsrail ile arası iyi olan Hıristiyan Lübnan Güçleri Partisi’ni sorumlu tutması, İsrail’in Lübnan’daki inisiyatifini arttırdığını gösteriyor. ABD’nin bölgedeki en önemli ve güçlü müttefiki İsrail’in, Washington Pasifik’e daha çok yöneldikçe boşluğunu dolduracağı ve Lübnan’da da bunun ilk yoklamalarını yaptığı görülüyor. İsrail’in başta Hizbullah olmak üzere kendine karşı olanları tahrik ederek Lübnan’a tekrardan askeri güçle girerek egemen olmayı hedefliyor. 

Fakat Hizbullah’ın artan silah gücünün yanı sıra son yıllarda çeşitli eylemlerle sokağa dökülen Lübnan halkı hesapların kolay kolay tutmayacağına işaret ediyor. Dolayısıyla Lübnan’da mezhebe dayalı yerleşik siyasal düzen üzerinden hamleler yapılsa da Lübnan halkının bu düzene karşı artan öfkesi önümüzdeki süreçte oldukça belirleyici olacaktır. Hatta siyasal düzenin özneleri arasındaki olası şiddetli çatışmalar, Lübnan halkının yerleşik siyasal düzeni yıkmasına neden olması da önemli bir olasılık olarak önümüzde duruyor. 

İran’dan Etkiye Tepkiler 

İsrail’in bölgedeki bir diğer hamlesi ise alışılmışın dışında Azerbaycan’da gerçekleşti. SSCB’nin dağılmasının ardından Azerbaycan ile ilişkilerini sessizce geliştiren İsrail, İkinci Karabağ Savaşı sırasında ve sonrasında Azerbaycan’a yaptığı askeri yardımların yanı sıra İran sınırına yakın yerlerde üsler elde ettiğine dair de “iddialar” bulunmakta.  

Öte yandan geçtiğimiz günlerde Azerbaycan’ın iki İranlı kamyon şoförünü gözaltına alması, İran ile Azerbaycan arasındaki gerilimi de hızla arttırdı. 

İsrail’in kuşatma hamlelerine çoğu zaman sert yanıtlar veren İran, Azerbaycan aracılığıyla yapılanlara da sessiz kalmadı. Azerbaycan sınırına yığdığı askerlerle yaptığı tatbikatla sadece İsrail ve Azerbaycan’a değil Türkiye’ye de mesaj veren Tahran yönetimi, kendisine yönelik her tehdidi ciddiye aldığını gösteriyor ve karşı hamlesini de yapıyor. Karabağ savaşında alınan zaferin “sarhoşluğuna” kapılarak, çoğu zaman Rusya-İran-Türkiye arasında yürüttüğü denge politikasında Türkiye’ye ağırlık vermeye başlayan Azerbaycan’a yönelik İran’ın yeni hamleleri hızla gerçekleşti. Azerbaycanlılara yönelik özellikle Türkçe propaganda faaliyetlerini arttıran ve din kardeşliği üzerinden halk üzerinde yumuşak güç kullanmaya çalışan Tahran, İran Millî Güvenlik Komisyonu üyesi Fedâ Hüseyin Malikî’nin “İsrail, İran’a bir kurşun atarsa İlham Aliyev ilk kurban olur” sözleriyle de sert güç kullanmaktan çekinmeyeceğine işaret ediyor. Dolayısıyla Tahran, bölgesel güçlerin yumuşak karnına yönelik saldırılarına karşı özel önlem almakta. Bunlara ek olarak doğusundaki Afganistan’dan gelecek tehlikelere karşı Taliban rejimiyle ile uzlaşan ve Şanghay İşbirliği Örgütü’ne (ŞİÖ) üye olarak da Çin ve Rusya’nın desteğini alıyor İran. Yapılan hamleler İran’ın kuşatmanın baskısını hafiflettiğini göstermekle kalmıyor, karşı hamle yapmaya da niyetli olduğunu imliyor. 

Irak Seçimleri 

Geçtiğimiz hafta düzenlenen Irak seçimleri de başta İran ve ABD olmak üzere küresel ve bölgesel güçlerin mücadelesinin yansıdığı bir başka alan oldu. 

329 sandalyeli Meclis’te Şii lider Sadr’ın partisinin 73 sandalyeyi kazanarak birinci parti olduğu seçimde eski Meclis Başkanı Muhammed Halbusi’nin Takaddüm Partisi ikinci, eski başbakanlardan Nuri el-Maliki’nin Kanun Devleti Koalisyonu ise üçüncü parti oldu. İran’ın desteklediği Haşdi Şabi gruplarının yer aldığı Fetih Koalisyonu 14 vekil çıkarabilirken eski Başbakanlardan Haydar İbadi ve Şii dini lider Ammar Hekim’in ittifakı ise 4 sandalye kazanabildi.[2]

Yaptığı zafer konuşmasında “yabancı devletlerin müdahalesinden bağımsız milliyetçi bir hükümet kurma” sözü veren Sadr, İran ve ABD arasında denge politikası izlemeye devam edeceğinin sinyalini vermiş oldu. Bununla birlikte İran yanlısı Şii partilerin oylarını korumakla birlikte sıralamada geride kalmaları Irak halkının İran’a bir mesajı olarak da okunmalı. Diğer yandan 2018’deki seçimde yüzde 44 olan katılım oranının bu seçimde yüzde 41 olması da halkın seçimlere olan güvenini gösteriyor.  

Sonuç olarak Irak’ta küresel ve bölgesel güçler arasındaki denge durumu devam etmekle beraber kurulacak hükümet konusundaki tartışmaların sürüyor olması, çatışmalı durumun bir yandan süreceğine işaret ediyor. Buna karşılık seçimlerde 97 kadının meclise girmesi, Irak’ı sarsan 2019 Ekim protestolarının yıl dönümünde halkın sokağa çıkması başka bir seçeneğin, halkçı seçeneğin de filizlenebileceğini ortaya koyuyor. Irak’ta da çatışmalı durumun süreklileştirdiği yoksulluk, halkçı seçeneğin güç kazanma ihtimalinin hiç de düşük olmadığını bizlere fısıldıyor. 

Suriye ve Arap Ülkeleri 

Son yıllarda Orta Doğu’daki savaş halinin merkezi olan Suriye yeni gelişmelere gebe. Esad iktidarının devrilmesinden ümidi kesen bölge ülkeleri, Suriye’yi tekrar Arap dünyasına alma çabası içerisinde. Başta Birleşik Arap Emirlikleri olmak üzere İran ve Esad karşıtı Arap ülkeleri Şam ile ilişkileri tekrardan kurma çabası içerisindeler. Suriye’nin yeniden imarında ortaya çıkacak pastadan pay kapma kaygısının yanı sıra İran’ın bölgede artan nüfuzunu engelleme arzusu bu çabalara yön veriyor. Suriye yönetimini, her ne kadar daha önce defalarca kez denenmiş olsa da havuç ile yanlarına çekmeyen çalışan Arap ülkeleri Rusya ile de ilişkileri geliştirmeye çalışıyor. ABD’nin bölgede yarattığı “boşluğu” Rusya ve Suriye ile ilişkileri geliştirip doldurmayı ve böylece İran’ın sızmasını engellemeyi istedikleri görülüyor. Fakat bu isteğin, İran’a bilenmiş İsrail ve Esad’ı devirmeye yeminli Türkiye’nin sürekli hamleleri karşısında gerçekleşme ihtimali büyük bir soru işaretini barındırıyor. 

Suriye ise Arap ülkelerinin “desteklerini” doğrudan reddetmemekle birlikte faydalanmaya da çalışıyor. Suriye Dışişleri Bakanı Mikdad’ın ‘Türkiye’nin Suriye’nin kuzeybatısındaki askerlerini çekmesini’ istemesi ve ‘Asıl düşmanımız Arap ülkeleri değil, İsrail oluşumu’ ifadesini kullanması Şam’ın bazı lütuflardan yararlanmak istediğini ortaya koyuyor. Böylece Şam yönetiminin oluşan boşluklardan faydalanarak yaşamını sürdürmenin yanı sıra güç kazanmayı da hedeflediği görülüyor. Rusya’nın da Arap ülkelerinin gösterdiği bu teveccühü geri çevirmeyen Şam aracılığıyla ABD’nin boşluklarını iyi ilişkiler geliştirerek doldurmaya çalışmakta. Çin de Rusya’nın bu çalışmalarını maddi gücüyle destekleyerek hem kendi kuşatmasını arkadan dolanarak yarmaya çalışıyor hem de “düşmanının” hegemonya alanındaki boşluklarını genişletmeyi hedefliyor. 

Son günlerde yaşanan gelişmeler, küresel ve bölgesel güçlerin Orta Doğu’daki hegemonya ve güç savaşımına yeni bir hız vermekte. Savaşımlar, güçler arasındaki ilişkileri karmaşık ve iç içe bir hale getirmekle birlikte günün sonunda herkesin kendi çıkarını esas aldığı bir durumu da oluşturuyor. Küresel, bölgesel ve çoğu yerel güçler kendi çıkarlarını esas alarak savaşımlarını sürdürürken Orta Doğu halklarının kendi çıkarlarını esas alacağı bir durum da uç veriyor. Pandemi öncesinde kendisini açıkça gösteren bu durum, pandeminin yıkıcılığı karşısında gücünü kaybetmişti. Fakat yaşanan son gelişmeler doğrultusunda egemen güçlerin yaşadıkları krizlerin derinleşmesi, Orta Doğu’da halkçı bir olasılığın her zaman mevcut olabileceğini ortaya koyuyor. Önümüzdeki süreçte egemenler arasındaki savaşım kadar Orta Doğu halklarının vereceği mücadelenin de belirleyici olmaya başlaması oldukça mümkün.  

Dipnotlar

[1] https://www.gazeteduvar.com.tr/cin-abd-cekismesinin-dunyaya-faydasi-var-mi-makale-1538065

[2] https://m.bianet.org/bianet/dunya/251952-irak-secimleri-sii-siyasetciler-sonuclari-tanimiyor

16 Ekim 2021 Cumartesi

(Çeviri) Squid Game ve Anti-Kapitalist Eğlencenin Yükselişi – Laura Pitcher

Bu noktada, eğer Squid Game’i izlemediyseniz, size defalarca önerilmiş olma ihtimali bulunmaktadır. Bu Kore dizisi hızla tüm zamanların en çok izlenen yabancı dilde yapılmış yapımlardan biri haline geliyor ve şu anda 90 ülkede Netflix’in en çok izlenen dizisi. Netflix CEO’su Ted Sarandos, dizinin şimdiye kadarki en büyük dizi olabileceğini öne sürdü ve Güney Koreli bir geniş bant şirketi, dizi nedeniyle oluşan yoğun trafik artışından sonra Netflix’e dava bile açtı.

Peki, dünya çapında devasa bir izleyici kitlesini büyüleyen, nakit sıkıntısı çeken yarışmacıların para için çocukluk oyunlarında kelimenin tam anlamıyla ölümüne kadar savaştığı ve zengin VIP’lerin izlediği kan dolu hayatta kalma şovu ne hakkındadır? Belki de bunun neredeyse hiç kurgu olmadığı gerçeği ile ilgilidir. Squid Game, sınıf mücadelesi ve ekonomik kaygılar gibi temaları dramatik bir rekabetle keşfederek sosyal gerçeklerimizi mükemmel bir şekilde yansıtır.

Squid Game, Bong Joon Ho’nun senaristlerinden biri olduğu ve yönettiği ve 2019’da Kore’de büyük başarı kazanan Parazit de dâhil olmak üzere, kapitalist toplum eleştirileriyle son zamanlarda başarı kazanan dizi film ve televizyon dizilerini takip ediyor. Aynı zamanda, ABD’li hiciv “Sorry to Bother You” da 2018’de antikapitalist eğlence için kesintisiz bir susuzluk olduğunu kanıtlayan kritik bir başarıydı.

Küresel pandemi sırasında yükselen finansal mücadelelerin şiddetlendirdiği, son yıllarda kapitalizmden giderek uzaklaşma eğilimi düşünüldüğünde bu pek de şaşırtıcı gelmiyor. Bu yüzden Demokrat Partili Alexandria Ocasio-Cortez gibi insanlar siyasi ünlüler oldular ve sosyalizm resmen zamanın ruhunun bir parçası oldu.

Kapitalizmden nefret etmenin havalı olduğu bir çağda, onu eleştiren eğlence her zamankinden daha havalı hale geldi. Ama bu siyasi ilerleme anlamına mı geliyor? Barış için Siyah İttifakı’nın anti-emperyalist örgütleyicilerinden Rhamier Balagoon, buna “hayır” diyor. Refinery29’a yaptığı açıklamada “Kapitalizmin egemenliğinde her şey bir meta haline gelebilir ve nihayetinde radikallikten arındırılabilinir” dedi. “Hollywood, şirketleştirilmiş Amerika aracılığıyla, insanların şiddet içeren bir sisteme karşı direniş fikrini romantikleştirmelerine izin veren bu eylemsel hareketlereyer açıyor.”

Balagoon henüz Squid Game’i izlemedi, ancak anti-kapitalist eğlencenin yükselişini, liberallerin, örgütlenme çabasında bulunmadan görünüşte radikal söylemlere ayak basmasının bir yolu olarak görüyor. Milyarder Jeff Bezos geçtiğimiz günlerde bu noktayı, diziyi izlemek için “bekleyemediğini” belirttiği bir tweet ile kanıtladı. Bezos’un şirketlerinde çalışan işçilerin genellikle güvensiz ve kötü çalışma koşullarında çalıştığına dair ironi, pek çok kişinin gözünden kaçmış değil.

Squid Game’in radikal antikapitalist mesajlarının insanlar tarafından anlaşılmamasının bir başka göstergesi de, oyundaki karakterlerin hepsinin yoksulluk ve hayatlarını tehdit eden borçlarının olduğu yerden gelmelerine rağmen, birçok izleyicinin onların “orada olmayı seçtiği” fikrini düşündürtmesi. Bu, kapitalist bir toplumda mevcut özgür irade yanılsamasını yıkmaktan ne kadar uzakta olduğumuzu gösterir; dizinin sevilen karakterlerinden biri olan Ji-yeong, oyuna girmeden önce tacizci babasını öldürdüğü için hapisten yeni çıktığını açıklar.

Boboand Flexpodcast’inin ortak sunucusu ve düşünür Bobo Matjila,“İnsanları kapitalizmin onları içine soktuğu boktan koşullardan kendilerinin sorumlu olduklarına inandırmak için, özgür irade fikri beyaz üstünlükçü kapitalizm tarafından bir silah olarakkullanıldı.” diyor. “Özgür iradeye inanan bir toplum, bu toplum tarafından ne kadar marjinalleştirilse ve ezilse de, herkesin içinde bulunduğu koşullardan ve maddi koşullardan sorumlu olduğuna üstü kapalı olarak inanır.”

Balagoon, her insanın halen kapitalizme katılmaya zorlandığını belirterek bunu onaylıyor. İnsanlar “sistemi gerçekten devirebileceğimiz bir devrim dışında, kapitalizmden kurtulmamızın gerçek bir yolu yok” diyorlar. “İstediğin kadar antikapitalist olabilirsin ama günün sonunda hala uyanıp işe gitmen gerekiyor.”

Squid Game senaristi ve yönetmeni (diziyi 2009’da yazan, ancak stüdyolar tarafından 10 yıl boyunca reddedilen ve bir noktada finansal zorluklar nedeniyle dizüstü bilgisayarını satmak zorunda kalan) Hwang Dong-hyuk’a hakkını vermek gerek, çünkü antikapitalist mesajların çoğunun İngilizceye çevrilirken sulandırılmış olduğu görülüyor. FeelingAsian podcast’inin ortak sunucusu Youngmi Mayer, viral bir Tiktok’ta, İngilizce izleyicilerin altıncı bölümdeki “Gganbu” başlıklı donuk sahne gibi önemli sahnelerde birçok nüansı görmediklerini açıklıyor. Şu anki İngilizce çeviride Oh Il-nam şöyle diyor: “Her şeyi paylaşıyoruz.” Korecede diyor ki: “Seninle benim aramda mülkiyet yok.” Ayrıca, birçok çevirmenin düşük ücretli ve fazla çalıştırıldığını da belirtmekte fayda var, ki Mayer bunu “yapımcıların hatası” olarak açıklıyor.

Çeviri sorunları bir yana, Parazit’ten iki yıl sonra Squid Game’in popülaritesi, antikapitalist eğlencenin hiçbir yere gitmediğini ve gitmemesi gerektiğini gösteriyor. Bununla birlikte, yeni yayınlar henüz ilerleme kaydetmediğimiz şeklinde yorumlanmamalıdır.

Matjila, “Bu diziler ne kadar iyi olursa olsun, hiçbirinin bakış açılarını değiştirmede etkili olduğunu düşünmüyorum. Çünkü bu diziler açıklayıcı ama yönlendirici değil” diyor. “Geç evre kapitalizmi egemenliğinde var olmanın dehşetlerini anlatmakta harika bir iş çıkarıyorlar ama bu dehşetlere bir çözüm önermek gibi bir şey yapmıyorlar.” Sonuç olarak Matjila, bu dizileri izledikten sonra politik açıdan zaten olduğumuzdan daha da aktif bir şekilde hissetme riskini aldığımızı söylüyor.

Basitçe söylemek gerekirse, hepimiz Squid Game ve takip eden diğer benzer dizilerin tadını çıkarmaya devam etmeliyiz. Onlardan büyük ölçüde zevk alıyoruz çünkü kendimizle çok ilişkilendirilebilinirler. Ancak antikapitalizmin Netflix’teki milyarderler tarafından bize yeniden pazarlandığının da farkında olmalıyız. Ve gerçekten, diziyi izleyerek, eğlenceyi kucaklayan VIP’lerden daha iyi miyiz? Belki de en rahatsız edici eğilim budur.

(Bu yazı refinery29.com sitesinden Türkçeye Caner Malatya tarafından çevrilmiştir. Orijinali için https://www.refinery29.com/en-us/squid-game-netflix-anticapitalist?utm)

11 Ekim 2021 Pazartesi

Nurettin Topçu, Ali Şeriati ve Hikmet Kıvılcımlı’nın İslam Düşüncelerinde Sosyalizmin Yeri

(El Yazmaları, 11 Ekim 2021)

1. Giriş

19. yüzyılda kapitalizmin bütün dünyada etkisini daha fazla göstermeye başlamasıyla birlikte, kapitalizmin yol açtığı olumsuzluklara karşı düşünsel ve siyasal mücadele de büyümeye başlamıştır. Bu süreçte kapitalizmin neden olduğu sömürü ve yoksulluğa karşı insanlar arasında eşitliği ve dayanışmayı temel edinen düşünceler ortaya çıkmış, bu düşünceler arasında ise sosyalizm ön plana çıkmıştır. Çeşitli sosyalizm düşünceleri arasında da Marksizm yüzyılın ikinci yarısından itibaren egemen olmuş ve kendisini bilimsel sosyalizm olarak adlandırırken diğer sosyalist düşünceleri ütopik olarak nitelendirmiştir.

20. yüzyılın ilk çeyreğinde ise gelişmiş kapitalist ülkeler arasındaki paylaşım mücadelesinin dünya savaşına varması ve bu savaş sırasında gerçekleşen 1917 Ekim Devrimi sosyalizmi salt bir düşünce olmaktan çıkarıp uygulanabilir bir pratik harekete dönüşmüştür. Bununla birlikte sosyalist düşüncenin beklenenin aksine gelişmiş “Batı” ülkelerinde değil de görece “geri” durumdaki Rusya’da gerçekleşmesi, üstelik dünya savaşından sonra yine “Batı”da beklenen devrimlerin gerçekleşmemesi, gözleri Batı tarafından sömürülen “Doğu”ya çevirmiştir. Nitekim 20. yüzyılın başından itibaren dünyada etkisini artıran sosyalizm düşüncesi, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından özellikle Doğu toplumlarında büyük bir ilgiyle karşılanmıştır.

Bu ilgiye karşılık sosyalizm düşüncesini “Batı”nın bir düşüncesi olarak görüp karşı çıkanlar da olmuştur. Karşı çıkışlardan bir kısmı sosyalizmi tamamen reddetmeyerek, esas olarak İslam’ın sosyalizmi kapsadığını/barındırdığını ileri sürmüşlerdir. İslam’ın farklı ekollerinden gelenlerin yanı sıra kimi Marksistler de bu düşünceyi ileri sürmüşlerdir. Böylece İslam ile sosyalizmin birlikteliği/iç içeliği düşüncesi hâkim bir düşünce olmasa da İslam dünyasında önemli bir etki yaratmış ve yaratmayı sürdürmektedir.

İslam’da sosyalizmin yerine dair kimi düşüncelerde bulunan düşünür ve yazarlar, 1960’lı ve 1970’li yıllarda siyasal alandan çok düşünsel alanda önemli üretimler gerçekleştirmişlerdir. Fakat hem o dönemde hem de sonrasında bu üretimler görmezlikten gelinmeye çalışılmıştır. Üretimde bulunanların başında ise Sünni İslam düşünsel arka planına sahip Nurettin Topçu, Şii İslam düşünsel arka planına sahip Ali Şeriatı ve Marksist düşünsel arka planına sahip Hikmet Kıvılcımlı gelmektedir. Yazımızda bu üç düşünürün İslam düşüncesindeki sosyalizmin yerini ortaya koymaya çalışacağız.

İlk bölümde Nurettin Topçu’nun İslam düşüncesi bağlamında sosyalizmin yeri ortaya konmaya çalışılacak, ikinci bölümde ise Ali Şeriati’nin İslam düşüncesinde sosyalizmin aldığı konum incelenecektir. Üçüncü bölüm ve son bölümde ise Hikmet Kıvılcımlı’nın İslam’ı ele alışı ortaya konulacaktır.

Topçu’nun sosyalizm fikrinin önemli öğelerini de ahlaki ilkeler oluşturur. Bu ahlaki ilkeler kul hakkı, adalet, merhamet ve insan sevgisidir. Dolayısıyla sosyalizm ahlakçı ve ruhçu bir karakterdedir. Bireyler ve devlet çalışanları toplumun çıkarlarını kendi çıkarlarından daha üstün tutar. Devlet de otoriter bir yönetimle bu sosyalizmin gerçekleşmesini sağlar.

2. Nurettin Topçu’da İslam ve Sosyalizm

1909 yılında İstanbul’da dünyaya gelen Nurettin Topçu, lise öğrenimini İstanbul Erkek Lisesi’nde tamamlamış, ardından üniversite öğrenimi için devlet bursuyla 1928 yılında Fransa’ya giden Topçu, Sorbonne Üniversitesi’nde felsefe doktorası yapan ilk Türk öğrenci olmuştur. Osmanlıcılık, İslâmcılık ve Türkçülük gibi düşünceleri yetersiz bularak kendisini “Anadolucu İslâm Sosyalisti” olarak tanımlayan Nurettin Topçu, Fransız düşünür Maurice Blondel’in hareket felsefesinden etkilenmiş ve 1939 yılında Hareket dergisini çıkartmıştır. Bununla birlikte Raşit Hatipoğlu ve Nüzhet Sabit’in Anadolucu Sosyalizm görüşlerinin de Topçu’da etkisi büyüktür.[1]

Türk Kültür Ocağı, Türkiye Milliyetçiler Derneği, Milliyetçiler Derneği ve Türk Milliyetçiler Cemiyeti gibi kurumlarda faaliyetlerde bulunan Topçu, “sosyalist” olduğu gerekçesiyle bu kurumlardan ihraç edilmiştir. 1967 yılında Davut Özer, Mehmet Doğan ve Ezel Elverdi isimli arkadaşlarıyla Milliyetçi Toplumcu Anadolucular Derneği’ni kuran ve 30’dan fazla kitap ile broşür yazan Topçu, 10 Temmuz 1975 tarihinde vefat etmiştir.[2]

Topçu’nun sosyalizm anlayışı, İslam’a uyarlanmış, milliyetçi ve otoriter bir nasyonal sosyalist ideolojidir. Topçu’nun İslam anlayışı ise tasavvufa ve ahlaka dayanır. Ona göre İslam’ın en önemli yönü ahlakıdır. Ahlakı bir yana bırakan vazife insanları nedeniyle İslam yaratıcı fikir ve hareketlerden uzaklaşmış ve çürümüştür. Diğer yandan İslam ahlakı, çalışmayı aşk ve ibadet sayar. Fakat iş ahlakı ve çalışma duygusunun yerine Amerikan pragmatizminin kazanç hüneri aldığı için mahallelerde bir tarafta zenginler bir tarafta da yoksullar oluşmuştur.

Topçu, tasavvuf ve ahlakı öne çıkarsa da şeriatı reddetmez, fakat farklı yorumlar. İslam dini nehre benzetilirse şeriat onun mecrasıdır, yatağıdır. Ama bu mecra idealsiz, ruhsuz, din tüccarları tarafından kurutulmuştur. Bu din adamları sınıfı kaldırılmalı, onların yerini Allah sevgisini yeryüzüne fedakârlık ve aşkla yayacak, var olan sisteme isyan edecek din adamları almalıdır. Bu din adamları İslamcı bir sosyalizmi getirebilir ve bu anlamda sosyalizm zamanımızın şeriatıdır.[3]

Bilimsel sosyalizmden farklı bir sosyalizm anlayışına sahip olan ve İslamcı düşünürler arasında sosyalizmi savunan neredeyse tek kişi olan Topçu, devletin kontrolünde ve köylünün ahlâki faziletle yaşattığı paylaşımcı bir İslam sosyalizmine inanır. Bu İslam, tasavvufun hâkim olduğu, gösterişi olmayan, aklın egemen olduğu ve Müslümanların kimsenin emeğini sömürmediği bir İslam’dır.[4]

Topçu’ya göre iktisat bir din ve ahlaka bağlı olursa insanı kölelikten kurtarabilir. Bu da medeniyetimizde bulunan küçük sanayi ile olabilir. Günümüzdeki sanayi toplumu iş ahlakından kopmuştur ve bu kapitalizmin temelidir. Batı medeniyeti de bu yüzden ahlaka değil tüketim ve harcama hırsına dayanmaktadır. Sanayi toplumunda ahlaki bir medeniyet kurulamaz. Bizim geçmişimizdeki iktisadi faaliyetimiz ahlaka bağlı olan küçük esnaf, köylü ve tüccara bağlıydı. Günümüzde bu kesimler de kazanç hırsına düşmüştür. Onları bu hırstan kurtarmamız gerekmektedir. Bunun için de devlet ekonomideki kontrolü eline almalı, küçük esnaf ve küçük sanayiyi yeniden örgütlenmelidir. [5]

Topçu’nun önerdiği “milli devlet” okulda, hastanede, pazar yerinde, mahkemede zengin fakir ayrılığını ortadan kaldırmış devlettir. Bu devlet, kooperatifçiliğe dayanan devlet sosyalizmini sağlayan, merkeziyetçi, otoriter bir devlettir. Devlet sosyalizminin ana öğesi ise fabrika işçisi değil, toprağın esas sahibi olan köylüdür. [6]

Öte yandan Topçu, fabrikanın memlekete yine de gireceğini söyler ve onun getireceği maddi refahtan faydalanılması gerektiğini belirtir. Fakat bundan yararlanırken manevi tatminsizlik ve yabancılaşmadan korunmak gerektiği uyarısında bulunur. Devletin ihtiyaç-üretim dengesini ayarlaması gerekmektedir. Topçu, eskiden beri var olan ticaretin Hz. Muhammed’in de vurguladığı gibi önemli olacağını ifade eder. Tüccarın mertebesinin yüksek olması gerektiğini yazar.[7]

Topçu’ya göre tarihimizde adil bir toprak düzenleri olan ikta ve tımar sistemleri ile sosyalizm gerçekleşmiştir. Hatta Mevlana ve Yunus Emre gibi dervişlerin ve ahilerin manevi toplumculuğu yaşanmıştır bu topraklarda. Nitekim Anadolu insanı tüketmek ve sömürüden değil üretmekten zevk alan üretici insandır. Üretimini yaparken kimseyi aldatmayan, ahlaklı bir insandır.  Fakat Türkiye’de sosyalizm ile komünizm karıştırıldığı ve sosyalizm din düşmanlığı ile eşitlendiği için bu görmezden gelinmiştir. Halbuki sosyalizm İslam’ın ta kendisidir, kul hakkını savunmak ve İslam ahlakına sahip olmaktır.[8]

Bu sosyalizm ayrıca ırkçı olmayan milliyetçilikten de güç alır. İslam ahlakına dayalı sosyalizm, milliyetçilikle birlikte komünizmi ve tarihsel maddeciliği engelleyebilir. Topçu, sosyalizm kelimesine takılanların toplumsal adaleti görmezlikten geldiğini belirtir. İslam ve sosyalizmin özellikle yoksulun kul hakkının savunulmasında bağdaştıklarını ifade eder. [9]

Topçu’ya göre gelir ve servet dağılımının adil olmamasından dolayı sömürülen bir halk çoğunluğu oluşmuştur. Bu sömürü küresel bir sömürüdür. Sömürünün olduğu bu dünya ve toplumda kardeşlik olamaz. İslam zenginlerin olduğu bir böyle toplumu istemez.[10] Topçu’ya göre kapitalizm insanların emeğini kullanarak zenginleri ve zenginlikleri yaratmıştır. Dolayısıyla bu zenginlikleri üreten emekçilerin bu zenginliklerde hakları vardır. İslam da emekçilerin haklarının alması gerektiğini savunmalıdır.[11] Buna rağmen günümüzde İslam sömürüyü meşrulaştırmak için kullanmaktadır. Topçu, bu meşrulaştırma için 20. yüzyılda çıkan dini neşriyatların cehalet dolu olduğunu ve dini meselelerin ticaretini yaptığını ileri sürer. Dinin ruhundan sıyrılan din tüccarlarının, cam arkasından sakal öptürmek, sesli dualar ettirmek, günahları rakamlarla ölçmek gibi gösterişlerle ticaretlerini yaptıklarını söyler.[12]

Topçu, Blondel’in insan hareketlerinin doğrultusunun Tanrı’ya doğru ilerlemek olduğunu ileri süren hareket felsefesinden etkilenerek, din ticaretine ve insanın sömürüsüne karşı bir iman hareketinin oluşturulması gerektiğini savunur. Bu hareketin oluşturacağı yeni dünyanın temelinde ise her çeşit çıkara, tutkuya ve sonlu mutluluğa başkaldırarak sonsuz iradeye ulaşmaya çabalayan isyan ahlakı vardır. İsyan ahlakına sahip en ideal tip ise Hallac-ı Mansur’dur. [13]

Topçu’nun sosyalizm fikrinin önemli öğelerini de ahlaki ilkeler oluşturur. Bu ahlaki ilkeler kul hakkı, adalet, merhamet ve insan sevgisidir. Dolayısıyla sosyalizm ahlakçı ve ruhçu bir karakterdedir. Bireyler ve devlet çalışanları toplumun çıkarlarını kendi çıkarlarından daha üstün tutar. Devlet de otoriter bir yönetimle bu sosyalizmin gerçekleşmesini sağlar. [14]

Sonuç olarak Topçu’nun sosyalizmi romantik bir ütopik sosyalizmdir. Sosyalizmin eşitlikçi ve dayanışmacı yönü daha öne çıkartılmıştır. Bu yönler, Topçu’nun İslam düşüncesinde temel aldığı ahlak kavramıyla oldukça yakındır. Ahlaklı olmanın gereği olan kul hakkını savunma, adaletli olma ve insan sevgisinin eşitlik düşüncesi ve dayanışmacı davranışlar sağlanacağını düşünmektedir. Bu nedenle eşitsizliği, rekabeti ve sömürüyü esas alan kapitalizmden çok sosyalizm Topçu’nun İslam düşüncesinde önemli yer kapsamaktadır.

Şeriati kendini sosyalist olarak tanımlamamakla birlikte ileri sürdüğü düşünceler nedeniyle özellikle İranlı Şii mollalar tarafından komünist, Marksist olarak “suçlanmıştır”. Fakat Şeriati’nin düşüncesinin temelinde İslam olduğu açıktır. Şeriati’nin İslam düşüncesi Topçu’nunkine nazaran daha “maddeci” olmakla birlikte, kendisinin de belirttiği üzere bir idealizmdir. İslam’ı maddeci olarak aldığı yerlerde ise özellikle eşitlikçiliğe ve sınıfsallığa vurgu yapmaktadır. İslam’ın ideal toplumunun sınıfsız ve eşitlikçi olduğunu belirtmesinin yanı sıra kıst kavramını kullanması sosyalizmin Şeriati’nin İslam düşüncesindeki önemli yerini göstermektedir.

3. Ali Şeriati’de İslam ve Sosyalizm

1933 yılında İran’da doğan Ali Şeriati, 18 yaşındayken Muhammed Nahşeb öncülüğündeki Allahperest Sosyalistler grubuna katılmıştır. Bu grubun amacı İslam’ı Kur’an, Sünnet ve Hz.Ali’nin sözleri gibi temel kaynaklara dayanarak yorumlayıp ilerici bir okul kurmak ve ülkedeki Batıcı fikirlerle mücadele etmektir.[15]

Marksizm ve liberal düşüncelerden ayrı bir üçüncü yolu İslam’ın köklerine dönerek açmak isteyen Ali Şeriati, mevcut dinî kurumsallaşmadan umudu olmadığı için yeni bir düşünce oluşturmaya çalışmıştır. Bütün insanların dünyada gerçeği ve adaleti hâkim kılmak için mücadele etmeleri gerektiğine inanır.[16]

Şeriati’nin İslam düşüncesinin temelinde tevhit kavramı bulunmaktadır. Tevhit, varlık alemindeki bütün zıtlıkları yok eden, bir Allah, bir ruh ortaya koyan bir dünya görüşüdür. “Lâ ilâhe illallah” sözüyle birlikte “La havle velâ kuvvete illa billah” sözünün ifade ettiği bu tevhittir ve bunlar devrimci birer slogandır. Tarih boyunca insanlar, şirk dinlerine karşı bu tevhitle direnerek savaşmışlardır. Bu direnişle insanlar sınıf, ırk, soy eşitliğini gerçekleştirmeye çalışmışlardır. Böylece halk tevhidin savunucusu olurken sınıf ayrımını savunan egemen sınıflar şirkin savunucusu olmuşlardır. Tevhit şiarını ortaya koyan Hz. Muhammed de sosyal adalet ve insanların eşitliğini sağlamak istemiştir. Bu nedenle de Kureyş eşrafına karşı köleler Hz. Muhammed’den yana olmuşlardır. İslam peygamberinin kurmak istediği ideal toplum da eşitlikçi, sınıfsız bir toplumdur.[17]

Şeriati’ye göre tevhidin karşısında şirk kavramı vardır. Şirk, çok tanrıcılıkla birlikte çok güce dayanan dünya görüşüdür. Şirk, kutsal, değişmez, ezeli ve ebedi sınıflardan oluşan bir toplum sisteminin ortaya çıkmasını ve bu durumu meşrulaştıran bir dinin oluşmasını sağlar. Çok tanrılı olmasının nedeni ise her tanrının bir sınıfı, ırkı veya aileyi temsil etmesidir. Bu tanrılar ve dolayısıyla sınıflar, ırklar, aileler birbirleriyle savaş halindedirler. Böylece sınıfsal, ırksal ve ailesel farklılık ile çelişkiler ebedi ve ezeli olarak görülür. Şirk bu çok ırklı, sınıflı ve aileli düzeni meşrulaştıran bir din olur. Dinî kılığa bürünme itirazı engellemekle birlikte düzenin halk tarafından kabul edilmesini de sağlar.[18]

Şirk dini, halkın mevcut sınıflı düzeni meşru görmesi için kutsal kitaplara uygun bahaneler üretir. Tevhit dini ise halkın yaşamın manevi, maddi ve sosyal yönlerine eleştirel bakmasını sağlayan devrimci bir tavra sahiptir. Tevhit dini, sınıflı düzeni meşru görmez ve ona karşı kayıtsız kalamaz. Bu nedenle peygamberler de mazlumları sömüren şirk dinine karşı sürekli mücadele etmişlerdir. Peygamberler, şirk dinini yok ederek insanî birlik ve sosyal adaleti sağlayacak tevhit dininin hâkim olduğu toplumu inşa etmeye çalışmışlardır.[19]

Şeriati’ye göre Hz. Muhammed tevhit dinini tebliğ ederek topluma hâkim kılmıştır, fakat peygamberden sonra şirk dini tekrar hâkim olmuştur. Hz. Ali’ye ve onun çocuklarına karşı ayaklananlar İslam dinini kullanıp tevhit dininin kisvesine bürünerek şirk dinini hâkim kılmışlardır. Kur’an’ı ve peygamberi kullanan şirk dinine aldanmamak gerekir.[20]

Egemen sınıfların çıkarlarını gözeten şirk dini, cehaleti ve korkuyu yayar. Şirk dini halkı uyutarak egemen sınıfın çıkarlarının sürmesini sağlar. Böylece dinî duyguları uyuşturucu bir maddeye dönüştürür. Bu yüzden Marx’ın söylediği “Din afyondur” sözü şirk dini için doğrudur.[21]

Şeriati’ye göre tevhit dini ile şirk dini arasındaki mücadele tarih boyunca olmuştur ve farklı biçimlerde kendisini göstermiştir. İnsanlık tarihi boyunca insanlar efendi-köle, zengin-yoksul, özgür-köle, soylu-soysuz gibi çeşitli sınıflara ayrılmıştır. Üstün olan sınıf, diğer sınıfı çeşitli haklardan mahrum ederek onları mutsuz kılmıştır. Kendi imtiyazını sağlayan bu düzeni devam ettirmek için sürekli zoru, şiddeti kullanamamıştır. Düzene karşı başkaldırıldığında şirk dini devreye girmiş ve halkı bu düzenin Allah’ın istediği bir düzen olduğuna inandırarak egemenlere teslim olmalarını sağlamaya çalışmıştır.[22]

Diğer yandan Şeriati insanlık tarihini Habilî ve Kabilî dönem olarak ikiye ayırmaktadır. Habilî dönemde insanlar tevhide uygun olarak eşitlik içinde yaşamışlardır. İnsanların tevhitten uzaklaşmalarıyla birlikte özel mülkiyet öne çıkmış ve Kabilî dönem başlamıştır. Bu dönemde özel mülkiyete sahip egemen sınıf ve mülkiyeti olmayan sınıfın ortaya çıkmasıyla şirk toplumu oluşmaya başlamıştır. [23]

Şeriati’ye göre Kur’an’ın tamamında Allah ile insanlar/halk aynı tarafta yer alırlar. Siyasi, ekonomik ve sosyal konuların işlendiği bütün ayetlerde Allah kelimesinin yerine insanlar/halk kelimesi kullanılabilinir ve bu ayetin anlamını değiştirmez. Tevhit adil ve toplumcul bir düzen olduğu için Allah ile halk kelimeleri birbiriyle ilişkidir. Bu nedenle Şeriati’ye göre Allah’ın temsilcisi halktır. Bütün mülkün sahibi Allah olduğuna göre, gerçekte mülkiyet halka yani topluma aittir. Dolayısıyla Allah’ın mülkiyetinin gerçek olması için bireylerin mülkiyetinin reddedilerek toplumun mülkiyetinin oluşturulması gerekmektedir.[24]

Bununla birlikte Şeriati, özel mülkiyete tamamen karşı değildir. Fakat özel mülkiyetin emek karşılığında olabileceğini ifade eder. Bunun için de “İnsanın çabasından başkası yoktur” denilen Necm Suresi’nin 39. ayetini örnek gösterir. [25]

Şeriati, Allah ile halkın birlikteliğini Allah’ın varlığı konusunda da ileri sürer. Ona göre Allah zenginlerin ve egemenlerin söylediği üzere gökte ve “soyut” değildir. Allah zenginler ile yoksulların savaşımında yoksul halkın yanında yer alan, onunla birlikte mücadele edendir. Halk Allah’ı insanlaştırdığı ve toplumcullaştırdığı anda anlayabilir ve varlığını kavrayabilir. [26]

Şeriati’ye göre Allah ve halkın karşısında şirk dininin öncüleri mele ve mütrefin vardır. Mele toplumun ileri gelenlerini ifade ederken, mütrefin kibir ve sorumsuzluk içinde yaşayanlar anlamına gelmektedir. Böyle Şeriati toplumda söz sahibi olanların halka karşı kibirli ve sorumsuz olduklarını ifade eder. Tevhit dini bunlara karşı eleştirel ve devrimci harekettir, fakat tarihte hiçbir zaman tam anlamıyla tahakkuk etmemiştir. Tarihin büyük çoğunluğunda şirk dini egemendir.[27]

Şeriati için İslam tarihinde Ebû Zerr önemli semboldür. Çünkü Ebû Zerr, yaşamını İslami zekat vererek sömürüye dini kılıf bulan ve sömürüyü derinleştiren Emevilere karşı mücadeleye adamış ve tevhit dinini egemen kılmak için çaba göstermiştir. Ayrıca Ebû Zerr tevhit dininin insan biçiminde somutlaşmış halidir. Şeriati, “Evinde yiyecek bir şey olmadığı halde kılıcını çekip de insanlara saldırmayan kimseye şaşarım!” sözüyle Ebû Zerr’in sömürenlerle birlikte sömürüye karşı çıkmayan herkesi şirk dinine hizmetle suçladığını belirtir. Bu nedenle Şeriati aydınların ve âlimlerin de sömürüye karşı çıkıp tevhit dininin gerçekleşmesi için mücadele etmeleri gerektiğini savunur. Aydınlar hayatlarını bu misyon için harcamaları gerektiğini söyler. Ayrıca Ebû Zerr sosyalizmin ilkesi olan “herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacı kadar” sözünü mücadelesinde ortaya koymuş sosyal adaletçi biridir. Şeriati, kendi İslamı’nın Ebû Zerr’in İslamı olduğunu belirtir. Bu İslam’ın halkı yoksullaştırmayan, servet biriktirmeyen, sömürüye uygun ortam oluşturmayan bir İslam’dır.[28]

Şeriati Marksizm ile İslam arasında farklılıkları da ortaya koymaya çalışmıştır. Ona göre İslam insanı tevhid esasına göre açıklarken Marksizm tevlid yani üretim esasına göre açıklar. Marksizm materyalizmin yetersiz ve dar düşünce sınırları içerisinde kalarak sadece ekonomik üretime katkıda bulunan şeyler üzerinden düşünür.[29] İslam’da ise ekonomi bir araçtır, esas amaç insanın tekamüle ulaşmasını sağlayacak şekilde eğitilmesidir. Allah maddi ve doğal olgularda aranmakla birlikte tekâmül, ahlak, olgunluk ekonomik olarak güçlü toplumlarda bulunur. Şeriati’ye göre İslam maddeye dayanan bir idealizmdir.[30]

Buna ek olarak Şeriati, İslam’ın sosyal adaleti sağlaması için Marksizm’in kavramlarına pek ihtiyacı olmadığını belirtir ve kıst kavramını buna örnek olarak gösterir. Şeriati’ye göre ürettiğinden fazla kâr elde eden kişi, bu fazla miktarı başkasının payından almıştır. Bunu sağlayan mülkiyet düzenidir. Fakat Kur’an’daki kıst kavramı buna karşı çıkar. Bu kavram, bireyin içinde bulunduğu toplumda üstlendiği rol dolayısıyla aldığı maddi ve manevi ürünler ile sosyal imkanların toplamından aldığı gerçek payı ifade eder. Kıst ancak mülkiyetin olduğu düzenin sosyal devrimle alt edilmesiyle mümkün olabilir. [31]

Şeriati kendini sosyalist olarak tanımlamamakla birlikte ileri sürdüğü düşünceler nedeniyle özellikle İranlı Şii mollalar tarafından komünist, Marksist olarak “suçlanmıştır”. Fakat Şeriati’nin düşüncesinin temelinde İslam olduğu açıktır. Şeriati’nin İslam düşüncesi Topçu’nunkine nazaran daha “maddeci” olmakla birlikte, kendisinin de belirttiği üzere bir idealizmdir. İslam’ı maddeci olarak aldığı yerlerde ise özellikle eşitlikçiliğe ve sınıfsallığa vurgu yapmaktadır. İslam’ın ideal toplumunun sınıfsız ve eşitlikçi olduğunu belirtmesinin yanı sıra kıst kavramını kullanması sosyalizmin Şeriati’nin İslam düşüncesindeki önemli yerini göstermektedir. Ayrıca Şeriati’ni Allah ile halk kavramını bütünleştirerek “halkı” siyasal özne haline getirmesiyle birlikte sosyal devrime yaptığı atıf, sosyalizmin siyasal yanıyla da bağlantı kurduğunu işaret etmektedir. Böylece Şeriati’nin İslam düşüncesinde sosyalizmin hem ekonomik hem de siyasal anlamda bir yeri olduğunu söyleyebiliriz. Fakat özellikle vurgulamak gerekir ki Şeriati, İslam’ın düşünsel zemininden kopmaz ve nihai çözümü hep İslam’dan doğru kurmaya çalışır. Marksizm ile olan ilişkiselliği ise araçsallıktan daha ileriye gitmemektedir. Bu nedenle de Şeriati’deki sosyalizm fikri esasında “geçici” bir nitelik taşımaktadır.

Hikmet Kıvılcımlı, İslam’ı içinde bulunduğu tarihselliğin maddi koşullardan hareketle açıklamaya çalışmış, bu bağlamda İslam düşüncesini oluşturan en önemli etmenlerin ticaret ile Arap toplumunun komüncül yapısı olduğunu belirtmiştir. Kıvılcımlı’ya göre Arap toplumunun bu komüncül yapısı sınıflı topluma doğru çözülmek üzere olsa da kısmen eşitlikçi ve dayanışmacı bir niteliğe sahiptir. Bundan dolayı İslam’da sınıflı toplumu, sermaye birikimini ve ticareti meşrulaştıran bir taraf olmakla birlikte eşitliği ve dayanışmayı öğütleyen bir tarafta bulunmaktadır. Dolayısıyla İslam’da sosyalizm eşitlikçi ve dayanışmacı yönleriyle kısmen de olsa bulunmaktadır.

4. Hikmet Kıvılcımlı’da İslam ve Sosyalizm

1902 yılında Priştine’de doğan Hikmet Kıvılcımlı, gençlik yıllarından itibaren sosyalist hareket içerisinde bulunmuş ve 1920’li yıllardan itibaren başta Türkiye Komünist Partisi’nde olmak üzere ölümüne kadar siyasi faaliyet göstermiştir. Bununla birlikte özgün yaklaşımları ve düşünceleriyle Türkiye sosyalist hareketinde önemli bir yere sahip olmuştur. Bu özgün yaklaşımlarından birisi de İslam üzerinedir. Hatta kendisi “dini siyasete alet etmekle” yargılanan[32] ilk ve tek sosyalisttir.

Kıvılcımlı’ya göre İslamiyet, Yukarı Barbarlık konağında bulunan ve sınıfsız, komünal bir yaşam süren Arap kentlerinin sınıflı medeniyet toplumuna geçiş sürecinin düşüncesidir. Bu geçiş tarihsel olarak kaçınılmazlığın sonucunda küresel ticaretinin Hicaz bölgesine yönelmesi üzerine gelişmiştir. Medeniyete geçişte Arap toplumunun öncülüğünü ise Mekke ve Medine kentleri yapmıştır.[33]

Kıvılcımlı, Fars ve Bizans imparatorluklarının birbirleriyle savaşmaları nedeniyle Kuzey ve Orta Ticaret Yolları’nın işlekliğini yitirdiğini, bu nedenle Güney Ticaret Yolu’nun daha işlek bir hale geldiğini belirtir. Bu işleklik nedeniyle Arap tüccarların birikim yaptıklarını ve bu birikim sonucunda Mekke ve Medine’nin gelişerek Yukarı Barbarlık konağındaki kentler haline geldiklerini ileri sürer.[34]

Bu gelişmişlik Arap toplumunu medeniyete geçmeye itmiştir. Fakat o zamanki Arap toplumu içindeki Mekke’nin Kureyşli toprak sahipleri ile Yahudi tefeci-bezirgânları buna engel olmak istemişlerdir. Çünkü Arap köylülerini topraksız bırakan bu kesimler statülerinin değişmesine karşıydılar. Bu kesimlere karşı olan ve komün geleneklerini koruyan toplumsal kesimler ancak bu geçişi sağlayabilirlerdi. Bu yüzden Hz. Muhammed küçük topraklarına tefeci-bezirgân Yahudilerin el koyduğu Medine kentlilerini, toprağı bulunmayan Mekke “pleblerini” ve Bedevileri örgütleyerek Medine’nin tefeci-bezirgânları olan Yahudilere, tefeci-bezirgân Ebu Sufyan’a ve Mekke “patricileri” olan toprak sahibi Kureyşlilere karşı mücadeleye başlamıştır. Böylece Hz. Muhammed tarihsel devrimin öncülüğünü yapmıştır.[35]

Kıvılcımlı’ya göre Hz. Muhammed’in ilk Mekke devri, İslam’ı diğer insanlara söylevler ve soyut idealler biçiminde anlatmasıyla geçmiştir. Bu söylevlerde sınıfsal çelişkileri özellikle işlemiştir. Medine devrinde ise sınıflar savaşı ve tarihsel devrim ile geçmiştir. Bundan dolayı Mekke ayetleri daha soyut ve teorik, Medine ayetleri ise daha somut ve pratik devrime yöneliktir.[36]

Hz. Muhammed, tüccar olmasından dolayı medeniyetlere yolculuk yapıp onların sınıflı toplumunu görmekle birlikte mal, mülk ve safahattan dolayı nasıl çöktüklerini öğrenmiştir. Arap toplumunun sınıflı medeniyet toplumuna geçişin kaçınılmaz olduğunu da bildiği için, komün toplumun geleneklerini medeniyetle sentezlemeye çalışmıştır. Bu sentezle toplumunun ileride çürümesini engelleyebileceğini düşünmüştür. Bundan dolayı komüncül gelenekleri sürekli övmekle birlikte öğütlerde bulunmuş, öğütlerinin dinlenmediği takdirde Allah’ın gazabına uğranılacağını söylemiştir.[37] Bu bağlamda Hz. Muhammed sınıflı topluma geçildiğinde artacak olan bireyselleşmeyi engellemek için Hz. Yusuf’u örnek göstererek nefsin sürekli terbiye edilmesini öğütler.[38] Hz. Muhammed’in bir diğer uygulaması da faizin yasaklanması olmuştur. Faizin kaldırılmasıyla sınıflaşmanın ve köylülerinin topraksız kalmasının önüne geçilebileceği düşünülmüştür.[39]

Hz. Muhammed medeniyete geçişin yaratacağı çürümeleri önlemeye çalışmakla birlikte medeniyete uygun yapılar da oluşturmaya çalışmıştır. Öncelikle Kureyşli toprak sahipleri ve tefeci-bezirgânları ile Hudeybiyye Antlaşması ile yaparak uzlaşmıştır.[40] Diğer yandan kan bağıyla birbirine bağlı kabilelerden oluşan Arap toplumunun ayrı kabile ve kandan olan ve farklı coğrafyalardan gelen insanları “Müslüman Kardeşliği” adı altında bir araya getirmiştir. Hucurât Suresi 10. ayetinde bunu şöyle bildirmiştir: “Hiç kuşku götürmez ki Müslümanlar kardeştirler”. Müslüman kardeşliği ile Arap toplumu komünal topluma ait kan bağlarını atmış, medeniyetin sınıflı toplumuna uygun ilişkilerin olduğu toplumsal bir yapıya geçmiştir.[41]

Kıvılcımlı’ya göre İslamiyet kimi komüncül nitelikler taşımakla birlikte tefeci-bezirgânlığın hâkim olduğu medeniyete geçişin düşüncesi olduğu için bir ticaret dini olma niteliği baskındır. Bu niteliğin baskınlığı toprak mülkiyetinin değişiminde görülmüştür. İslamiyet’te topraklar ortak mülkiyet olarak görülse de bir süre sonra topraklar “ikta” (bağışlanmış düzenli gelir) ve “mesaag” (düzen, buyruk) ile “özelleştirilebilinmiştir”. Tarihin ilerleyişi tefeci-bezirgân medeniyetlerden yana olduğu için Hz. Muhammed’in aldığı önlemler bir süre sonra etkisini kaybetmiş ve ilk İslam medeniyeti peygamberin ölümünden 50 yıl sonra çökmüştür. Onun yerine İslam toplumunun tam olarak sınıflaşmış ilk devleti “Emeviyye Saltanatı” kurulmuştur. Böylece zenginler fakirlere karşı şiddet ve sömürü için İslamiyet’i kullanmaya başlamışlardır.[42]

Öte yandan Hz. Muhammed’in komüncül özellikleri korumak için koyduğu ilkel komünist ilkeler, komüncül özellikler taşıyan Orta Barbarlık Konağı’ndaki barbarlarda (Türk-Moğol-Kafkas-Berberi-Arap-Pers-Kürt çobanlarını, köylülerini veya askerlerini) yaşamaya devam etmiştir. Bu ilkeler kendisini Şiilik, Alevilik gibi inançlarda ve Hacı Bektaş Veli, Şeyh Bedrettin gibi liderlerde göstermiştir. Bu nedenle bugün de İslamiyet egemen sınıflar tarafından kullanılmakla birlikte, hümanist hatta devrimci hareketlerde de yaşamaya devam etmektedir.[43]

Hikmet Kıvılcımlı, İslam’ı içinde bulunduğu tarihselliğin maddi koşullardan hareketle açıklamaya çalışmış, bu bağlamda İslam düşüncesini oluşturan en önemli etmenlerin ticaret ile Arap toplumunun komüncül yapısı olduğunu belirtmiştir. Kıvılcımlı’ya göre Arap toplumunun bu komüncül yapısı sınıflı topluma doğru çözülmek üzere olsa da kısmen eşitlikçi ve dayanışmacı bir niteliğe sahiptir. Bundan dolayı İslam’da sınıflı toplumu, sermaye birikimini ve ticareti meşrulaştıran bir taraf olmakla birlikte eşitliği ve dayanışmayı öğütleyen bir tarafta bulunmaktadır. Dolayısıyla İslam’da sosyalizm eşitlikçi ve dayanışmacı yönleriyle kısmen de olsa bulunmaktadır.

Diğer yandan Kıvılcımlı, İslam düşüncesinin oluşumunda sınıfsal çatışmaları vurgulayarak, Topçu ve Şeriati’den farklı olarak Marksist bakışın özgünlüğünü ortaya koymuştur. Topçu ve Şeriati’de de sınıfsal vurgular olsa da, Kıvılcımlı onlardan farklı olarak o zamanki toplumun içinde bulunduğu üretim ilişkilerinde bulunulan konumdan doğru sınıfları net bir şekilde belirtmiştir. Fakat Kıvılcımlı o zamanki sınıfların tarihselliği ile İslam düşüncesinin günümüze kadar uzanan tarihüstülüğü arasında bağı da kurmayı başarmıştır. Böylece Marksistlerin İslam’ı ele alış yöntemi için önemli bir örneğini göstermiştir.

5. Sonuç

Nasyonal sosyalist düşünceden oldukça etkilenen Nurettin Topçu, İslam düşüncesine de bunun etkilerini yansıtmıştır. Anadolucu İslam sosyalizmi adını verdiğini sosyalizm, işçi sınıfından çok köylüye dayanan, İslam ahlakının ilkeleri üzerine kurulmuş, otoriter ve merkeziyetçi bir devletin yönettiği bir sosyalizmdir. Din tüccarlarının kapitalizmi meşrulaştırmak için kullandığı İslam aslında bu sosyalizmin ta kendisidir, sosyalizm de günümüzün şeriatıdır. Ruhçu ve ahlakçı bir içeriğe sahip olan bir sosyalizm anlayışı, Topçu’nun İslam düşüncesinde merkezi bir yer tutmakla birlikte ütopik bir niteliğe sahip olmaktan kaçınamamıştır.

Topçu’nun İslam anlayışından daha maddeci ve somut bir içeriğe sahip olan Şeriati’nin İslam anlayışı, insanın bu dünyada tevhit dinini şirk dinine karşı hâkim kılma mücadelesinde en önemli yol göstericisidir. Bu mücadelede insanlar, diğer bir deyişle halk ya da Allah, şirk dininin meşrulaştırdığı sömürü ve eşitsizliği sosyal bir devrimle kaldırarak sınıfsız ve eşitlikçi bir toplumu öğütleyen tevhit dinini hâkim kılacaklardır. Burada köylüyü esas alan Topçu’ya karşı Şeriati Allah ile ilişkilendirdiği halkı esas almıştır. Fakat bu halkın hangi sınıfları içerdiği belirsizdir. Bu halk başka insanları sömürmeyen, diğer insanlardan soy, ırk vb. üstün olmayan kişileri içeren bir öznedir. Diğer yandan Şeriati Topçu’dan farklı olarak İslam’daki kıst kavramını kullanarak emeğe de önem atfeder. Böylece Marksizm’e yakın bir şekilde emek sahibi insanların toplumsal emekten pay almaları gerektiğini ve insanların başka insanların emeğine el koymamaları gerektiğini ileri sürer. Keza Şeriati sosyal devrim vurgusuyla da Marksizme oldukça yakındır.

Topçu ve Şeriati’den farklı olarak İslami değil Marksist bir düşünsel arka plandan gelen Hikmet Kıvılcımlı, İslam’ı tarihsel gerçekliği üzerinden ele alır. Komünal geleneklere sahip sınıfsız bir Arap toplumun sınıflı topluma geçişi sırasında oluşmuş olan İslam, sınıflı toplumu meşrulaştıran bir yönü olmakla birlikte sosyalist bir yöne sahiptir. Her ne kadar Hz. Muhammed’den sonra etkisini kaybetse de eşitlikçiliği ve dayanışmayı öğütler. Kıvılcımlı Topçu ve Şeriati’den farklı olarak İslam’ı doğduğu tarihsellikten üzerinden değerlendirir. Bu tarihsellikten dolayı da İslam’daki sosyalizmin yerinin oldukça sınırlı olduğunu ifade eder. Bununla birlikte İslam’daki sosyalist öğelerin günümüzde de etkisinin olabileceğini belirterek Topçu ve Şeriati ile benzer düşünmektedir. Ama onlardan ayrı olarak çözümü İslam’ın içinde bulmaz, sosyalizmin kendisinde bulur. Ve Marksist bir zeminden hareket ederek, insanlığın sömürüsüz, sınıfsız ve sınırsız bir dünyaya ulaşacağı sosyalizmin İslam’ın sınıflı etkilerinin olduğu ama İslami bir zeminden değil, sınıf mücadelelerinin gerçekleştiği ve Marksist-Leninist bir öznenin öncülük ettiği maddeci bir zeminden gerçekleşeceğini ifade eder.

6. Kaynakça

Ağcabay, Cenk. Dr. Hikmet Savaşçı Bir Hayat 1902-1971. İstanbul: Sosyal İnsan Yayınları, 2015.

Aktaş, Ümit. “Nurettin Topçu ve “Müslüman Anadolu Sosyalizmi””. https://www.indyturk.com/node/211136/türkiyeden-sesler/nurettin-topçu-ve-“müslüman-anadolu-sosyalizmi”. [20.06.2021].

Ballı, Rafet. “Sosyalizmi savunan tek İslamcı: Nurettin Topçu”, https://aydinlik.com.tr/sosyalizmi-savunan-tek-islamci-nurettin-topcu, [20.06.2021].

Cesur, Ertuğrul. “Ali Şeriati (1933-77): Allahperest Sosyalist “, İslâmiyat Dergisi, s. 2. (2002): 69-91.

Kıvılcımlı, Hikmet. Allah-Kitap-Peygamber. İstanbul: Sosyal İnsan Yayınları, 2011a.

Kıvılcımlı, Hikmet. Dinin Türk Toplumuna Etkileri. İstanbul: Sosyal İnsan Yayınları, 2008.

Kıvılcımlı, Hikmet. Eyüp Sultan Konuşması. İstanbul: Sosyal İnsan Yayınları, 2011b.

Kıvılcımlı, Hikmet. Günlük Anılar. İstanbul: Sosyal İnsan Yayınları, 2009.

Kıvılcımlı, Hikmet. İlkel Sosyalizmden Kapitalizme Son Geçiş Japonya. İstanbul: Sosyal İnsan Yayınları, 2011c.

Kıvılcımlı, Hikmet. Metafizik Sosyolojiler. İstanbul: Sosyal İnsan Yayınları, 2008b.

Kıvılcımlı, Hikmet. Osmanlı Tarihinin Maddesi. İstanbul: Sosyal İnsan Yayınları, 2007.

Kıvılcımlı, Hikmet. Tarih Yazıları. İstanbul: Sosyal İnsan Yayınları, 2011d.

Özdemir, Harun. “Nurettin Topçu’nun İslâm Sosyalizmi (1909-1975)”, www.egedesonsoz.com/yazar/Nurettin-Topcu-nun-Islam-Sosyalizmi-1909-1975-/9197/ [20.06,2021]

Özkan, İslam. “Ali Şeriati ve Hikmet Kıvılcımlı’da din ve ideoloji”, https://www.gazeteduvar.com.tr/ali-seriati-ve-hikmet-kivilcimlida-din-ve-ideoloji-makale-1514209, [20.06.2021]

Şeriati, Ali. Dinler Tarihi I. Çev. Ejder Okumuş. Ankara: Fecr Yayınları, 2019a.

Şeriati, Ali. Dine Karşı Din. Çev. Doğan Özlük. Ankara: Fecr Yayınları, 2019b.

Şeriati, Ali. Ebû Zerr. Çev. Salih Okur. İstanbul: Tebliğ Yayınları, 1987.

Şeriati, Ali. İnsan. Çev. Şamil Öcal. Ankara: Fecr Yayınları, 1996a.

Şeriati, Ali. İslam Ekonomisi. Çev. Kenan Çamurcu. İstanbul: Dünya Yayınları, 1994a.

Şeriati, Ali. Kapitalizm. Çev. Yakup Arslan. İstanbul: Dünya Yayıncılık, 1994b.

Şeriati, Ali. Kur’an’a Bakış. Çev. Ali Seyyidoğlu. Ankara: Fecr Yayınevi, 1996b.

Şeriati, Ali. Makaleler. Çev. Serdar İslam. İstanbul: Objektif Yayınları, 1993.

Tabakoğlu, Ahmet, “İslâm Sosyalizmi Davası”, İş Ahlakı Dergisi, c. 2. s. 4. (2009): 103-122.

Topçu, Nurettin. Ahlâk Nizamı. İstanbul: Dergâh Yayınları, 1997a.

Topçu, Nurettin. İradenin Davası-Devlet ve Demokrasi. İstanbul: Dergâh Yayınları, 1998a.

Topçu, Nurettin. İslam ve İnsan, Mevlana ve Tasavvuf, İstanbul: Dergâh Yayınları, 2013.

Topçu, Nurettin, İsyan Ahlâkı, İstanbul: Dergâh Yayınları, 2010.

Topçu, Nurettin. Kültür ve Medeniyet. İstanbul: Dergâh Yayınları, 1998b.

Topçu, Nurettin. Yarınki Türkiye. İstanbul: Dergâh Yayınları, 1997b.

Topçu, Nurettin. “Sosyalizm Devrimizin Şeriatıdır”, İslâmiyat Dergisi, s. 2. (2002): 131-138.

Yalçın, Soner. “Baş davası ahlak olan bir Müslüman sosyalist NURETTİN TOPÇU”, https://www.hurriyet.com.tr/bas-davasi-ahlak-olan-bir-musluman-sosyalist-nurettin-topcu-8912156, [20.06.2021].

Dipnotlar

[1] Harun Özdemir, “Nurettin Topçu’nun İslâm Sosyalizmi (1909-1975)”, www.egedesonsoz.com/yazar/Nurettin-Topcu-nun-Islam-Sosyalizmi-1909-1975-/9197/ [20.06,2021] ; Rafet Ballı, “Sosyalizmi savunan tek İslamcı: Nurettin Topçu”, https://aydinlik.com.tr/sosyalizmi-savunan-tek-islamci-nurettin-topcu, [20.06.2021]; Soner Yalçın, “Baş davası ahlak olan bir Müslüman sosyalist NURETTİN TOPÇU”, https://www.hurriyet.com.tr/bas-davasi-ahlak-olan-bir-musluman-sosyalist-nurettin-topcu-8912156, [20.06.2021]; Ümit Aktaş, “Nurettin Topçu ve “Müslüman Anadolu Sosyalizmi””. https://www.indyturk.com/node/211136/türkiyeden-sesler/nurettin-topçu-ve-“müslüman-anadolu-sosyalizmi”. [20.06.2021]

[2] Aktaş, age.; Yalçın, age.

[3] Aktaş, age; Nurettin Topçu, İradenin Davası-Devlet ve Demokrasi. (İstanbul: Dergâh Yayınları, 1998a), 78; Nurettin Topçu, İslam ve İnsan, Mevlana ve Tasavvuf, (İstanbul: Dergâh Yayınları, 2013), 72; Nurettin Topçu, “Sosyalizm Devrimizin Şeriatıdır”, İslâmiyat Dergisi, s. 2. (2002): 134, 135; Özdemir, age.

[4] Aktaş, age.; Özdemir, age.

[5] Aktaş, age.; Nurettin Topçu, Ahlâk Nizamı. (İstanbul: Dergâh Yayınları, 1997a), 123-124; Nurettin Topçu, Yarınki Türkiye. (İstanbul: Dergâh Yayınları, 1997b), 25, 150.

[6] Topçu, 1997a, 108, 120, 123; Topçu, 1997b, 150, 164; Topçu, 1998b, 118.

[7] Topçu, 1997a, 108, 183, 185, 195; Topçu, 1997b, 150; Topçu, 1998a, 118.

[8] Ahmet Tabakoğlu, “İslâm Sosyalizmi Davası”, İş Ahlakı Dergisi,  c. 2. s. 4. (2009): 104, 121; Aktaş, age.; Özdemir, age.; Topçu, 1997a, 174, 175, 192, 200; Topçu, 1997b, 33.

[9] Nurettin Topçu, Kültür ve Medeniyet. (İstanbul: Dergâh Yayınları, 1998b), 97-98; Topçu, 1997a, 111, 158, 180, 281.

[10] Topçu, 1997a, 26.

[11] Topçu, 1997a, 182.

[12] Özdemir, age.; Topçu, 2013, 117, 118

[13] Nurettin Topçu, İsyan Ahlâkı, (İstanbul: Dergâh Yayınları, 2010), 21, 24, 203.

[14] Aktaş, age.; Topçu, 1997b, 165.

[15] Ertuğrul Cesur, “Ali Şeriati (1933-77): Allahperest Sosyalist “, İslâmiyat Dergisi, s. 2. (2002): 69.

[16] İslam Özkan, “Ali Şeriati ve Hikmet Kıvılcımlı’da din ve ideoloji”, https://www.gazeteduvar.com.tr/ali-seriati-ve-hikmet-kivilcimlida-din-ve-ideoloji-makale-1514209, [20.06.2021]

[17] Ali Şeriati, Dinler Tarihi I. Çev. Ejder Okumuş. (Ankara: Fecr Yayınları, 2019a), 311-312; Cesur, agm: 72.

[18] Ali Şeriati, Makaleler. Çev. Serdar İslam. (İstanbul: Objektif Yayınları, 1993), 53-54; Şeriati, 2019a, 309-310.

[19] Ali Şeriati, Dine Karşı Din. Çev. Doğan Özlük. (Ankara: Fecr Yayınları, 2019b), 26.

[20] Şeriati, 2019b, 25, 32.

[21] Şeriati, 2019b, 54.

[22] Ali Şeriati, İslam Ekonomisi. Çev. Kenan Çamurcu. (İstanbul: Dünya Yayınları, 1994a), 32-33; Şeriati, 2019b, 28.

[23] Şeriati, 2019a, 308.

[24] Şeriati, 1994a, 202.

[25] Şeriati, 1994a, 134-135.

[26] Ali Şeriati, Kur’an’a Bakış. Çev. Ali Seyyidoğlu. (Ankara: Fecr Yayınevi, 1996b), 27.

[27] Şeriati, 2019b, 34-35.

[28] Ali Şeriati, Ebû Zerr. Çev. Salih Okur. (İstanbul: Tebliğ Yayınları, 1987), 18; Şeriati, 1994a, 59; Şeriati, 2019b, 53, 59.

[29] Ali Şeriati, İnsan. Çev. Şamil Öcal. (Ankara: Fecr Yayınları, 1996a), 128.

[30] Ali Şeriati, Kapitalizm. Çev. Yakup Arslan. (İstanbul: Dünya Yayıncılık, 1994b), 70

[31] Şeriati, 1994a, 170-171.

[32] Cenk Ağcabay, Dr. Hikmet Savaşçı Bir Hayat 1902-1971. (İstanbul: Sosyal İnsan Yayınları, 2015), 243.

[33] Hikmet Kıvılcımlı, Dinin Türk Toplumuna Etkileri. (İstanbul: Sosyal İnsan Yayınları, 2008a), 68; Hikmet Kıvılcımlı, Günlük Anılar. (İstanbul: Sosyal İnsan Yayınları, 2009), 122.

[34] Kıvılcımlı, Hikmet. İlkel Sosyalizmden Kapitalizme Son Geçiş Japonya. (İstanbul: Sosyal İnsan Yayınları, 2011c), 62; Kıvılcımlı, Hikmet. Osmanlı Tarihinin Maddesi. (İstanbul: Sosyal İnsan Yayınları, 2007), 367; Kıvılcımlı, Hikmet. Tarih Yazıları. (İstanbul: Sosyal İnsan Yayınları, 2011d), 145.

[35] Kıvılcımlı, Hikmet. Allah-Kitap-Peygamber. İstanbul: Sosyal İnsan Yayınları, 2011a), 26-27, 71-74, 147, 177, 219-220, 259, 264, 274; Kıvılcımlı, 2007, 264-265, 283; Kıvılcımlı, 2008a, 57; Kıvılcımlı, 2009, 111.

[36] Kıvılcımlı, 2011a, 44, 211-217, 223, 269.

[37] Kıvılcımlı, 2011a, 27, 43, 47, 53, 62, 225, 231, 253-254, 306-309.

[38] Kıvılcımlı, 2011a, 216, 239-241.

[39] Kıvılcımlı, Hikmet. Metafizik Sosyolojiler. (İstanbul: Sosyal İnsan Yayınları, 2008b), 35; Kıvılcımlı, 2011a, 307-309.

[40] Kıvılcımlı, 2011a, 286-288; Kıvılcımlı, 2011d, 153.

[41] Kıvılcımlı, 2008a, 71-72; Kıvılcımlı, 2011a, 120, 295, 306.

[42] Kıvılcımlı, 2007, 269-271; Kıvılcımlı, 2009, 125-126; Kıvılcımlı, 2011a, 71-72, 283.

[43] Hikmet Kıvılcımlı, Eyüp Sultan Konuşması. (İstanbul: Sosyal İnsan Yayınları, 2011b), 8; Kıvılcımlı, 2007, 277, 284-288, 334, 384, 592; Kıvılcımlı, 2011a, 73, 260, 287-288, 302, 304;

1 Ekim 2021 Cuma

Putin “Şimdilik” Kazandı

(Toplumsal Özgürlük, Ekim 2021 sayısı)

Günümüz dünyasında önemli küresel güçlerden biri olan Rusya’da beklenen Duma seçimleri gerçekleşti. Seçimler, her ne kadar heyecanlı olmasa da Rusya’yı gelecekte nelerin beklediğine dair meraklı bekleyişe sahipti. Fakat seçimler büyük oranda beklenildiği gibi sonuçlandı ve Putin’in partisi birinci oldu. 

Yolsuzluk sürüyor 

Oyların yüzde 49,82’sini alan Putin’in Birleşik Rusya Partisi önceki seçime göre yüzde 5’lik bir kayıpla seçimlerden çıktı. Partinin yaşadığı kaybın nedenlerin başında yolsuzluk ve kötü yönetim geliyor.

SSCB’nin son döneminde başlayan ve Yeltsin döneminde giderek artan yolsuzluk, Putin’in oluşturduğu sistemde de devam ediyor. İlk dönemlerinde Yeltsin’in yolsuzluklarına karşı mücadele ederek kitlelerden onay alan Putin, oluşturduğu oligark grubuyla birlikte yolsuzluk bataklığına düşmüş durumda.

Elbette ki yolsuzluğun oluşması nedeni kişisel etmenlerden çok kapitalizmin yapısı.

Buna ek olarak pandemide gösterilen kötü yönetim Putin’e tepkileri arttırdı. Bu tepkiler 2021 yılının başındaki protesto gösterileri ile kendini açığa vurmuştu. Öte yandan seçim sonuçları bu tepkilerin şimdilik iktidarı tehdit etmediğini gösteriyor.

Fakat Rusya Federasyonu Komünist Partisi’nin oyunu arttırması ile Yeni İnsanlar grubunu Duma’ya girmesi halktaki tepkilerin yok sayılamayacağını gösteriyor. 

Tepkiler ciddi 

Yüzde 18,93 oy oranı ile ikinci olan Rusya Federasyonu Komünist Partisi (RFKP), oyunu en fazla arttıran parti oldu. Partinin oylarını yüzde 13,34’ten 18,93’e çıkarmasında birçok sol örgütle birleşmeyi sağlaması ile halkta oluşan tepkiye kısmen de olsa cevap olmasının payı büyük. Moskova’da Putin’in partisiyle başa baş mücadele yürüten Komünist Parti, yoksul taşralarda da halkın desteğine sahip. Böylece sistem karşıtı, sol-sosyalist bir siyasal hat izlemenin Rus halkında ciddi bir karşılığının olduğu görülüyor. Diğer yandan Batı yanlısı “Yeni İnsanlar” grubu aldığı yüzde 5,32 oy ile Duma’ya giren beşinci parti oldu. 2021 yılının ilk aylarındaki protestoların başını çeken Navalniy yanlılarının desteklediği partinin aldığı oy oranı oldukça önemli. Bütün engellemelere rağmen ulaşılan oy oranı halktaki tepkilerin ciddiyetinin bir diğer göstergesi. 

Seçime katılım, oldukça sınırlıydı. Halkta şimdilik Putin liderliğinin devam etmesi isteği görülüyor. Fakat Putin’in ilerleyen yaşının yanı sıra kapitalizmin yapısal krizinin derinleşmesi ve Rus halkının gösterdiği tepkiler, hiçbir şeyin garanti olmadığını açıkça ortaya koyuyor. 

Sosyal Güvenlik ve Ekolojinin Zaferi

(Toplumsal Özgürlük, Ekim 2021 sayısı)

Almanya’da 16 yıllık Merkel iktidarını sona erdiren ve büyük merakla beklenilen seçim gerçekleşti. Geçici resmî sonuçlara göre Sosyal Demokrat Parti (SPD) birinci olurken, Merkel’in partisi ikinci oldu. Sol Parti (Die Linke) büyük hayal kırıklığı yaratarak tarihini en kötü seçimini geçirirken, Yeşiller üçüncü parti oldu. Irkçı Almanya için Alternatif (AfD) ise yüzde 10 oy oranıyla beşinci parti olarak meclise girdi. 

Ve seçim sonuçları bir yandan Merkel döneminin özetini sunarken diğer yandan da önümüzdeki süreçte Almanya’nın izleyeceği yolu gösteriyor. 

Kazanan SPD ve Yeşiller 

Sosyal güvenlik, Merkel döneminde izlenen neo-liberal politikalarla neredeyse yok edilmişti. SPD’nin bu konuda getirdiği eleştiriler ve verdiği vaatler etkili olmuş ki, sosyal güvenliği önemseyenlerin yüzde 44’ü SPD’ye oy vermiş durumda. 

Seçimlerde oyunu en çok arttıran Yeşiller ise bugüne kadar ki en yüksek oy oranı olan 14,8’e ulaştı. Özellikle gençlerin oylarıyla bu noktaya gelen Yeşiller, çevreye uyumlu bir sermaye düzenini savunuyor. Almanya ve AB ile sınırlı bir ekolojik duyarlılığa sahip olan Yeşiller, Alman sermayesinin dünyanın dört bir yanına yolladığı nükleer vb. çöpler ile NATO’nun savaş politikalarını ise duymamazlıktan geliyor. Ama Yeşiller’in önümüzdeki dönemde, özellikle gençler arasında yaygınlaşan ekoloji mücadelesini kapsama ve sönümlendirebilme ihtimali oldukça düşük. 

Sol’un hayal kırıklığı 

Seçimlerin en büyük hayal kırıklığını yaşayan parti ise Sol Parti oldu. 2009’dan bu yana her seçimde oy oranı düşen parti, tarihinin en düşük oy oranını alarak seçim barajının altında kaldı. Buna rağmen üç parlamenteri en fazla oy alarak doğrudan seçildiği için parti meclise 39 vekil gönderebilecek. 

Uzun zamandır sistemle uyumlu politikalar izleyen ve işçilerin yüzde 5’inin, işsizlerin yüzde 11’inin oyunu alan, Doğu’daki üstünlüğünü kaybeden partinin bu sonucu alması bekleniyordu. 

Koalisyon yönetiminde olduğu Berlin’deki kira ücretlerini sınırlayan referanduma bile öncülük yapamayıp desteklemekle yetinen partinin, Alman işçilerinin ve emekçilerinin taleplerini yanıt vermesi çok güç. Alman halkında ve gençlerinde sosyal güvenlik ile ekolojiye verilen önem Merkel’in partisine seçimi kaybettirdi. Fakat bu önemi karşılamaktan uzak olan SPD ve Yeşiller’in de ileride benzer bir yenilgi yaşama ihtimali yüksek. Sol Parti ve Alman sosyalistleri kendini toparlayamadığı takdirde AfD’nin önü açılabilir. Tarihte ikinci tekerrürün komedi olarak yaşanmaması için Alman sosyalistlerinin var olan mücadelelerini yükseltmekten başka seçenekleri yok. 

Sırada “Ekonomik” Savaş mı var?

12 gün süren İsrail-İran füze savaşı “şimdilik” ateşkesle bitti. ABD’nin yıllar sonra İran’ı vurması ve ardından İran’ın da ABD’nin Katar’da...