20. yüzyılın en önemli lideri denildiğinde akıllara gelen ilk isimlerden olan Lenin, ölümünün üzerinden yüz yıl geçse de önemini korumaya devam etmektedir. Kendisinden sonraki kuşaklara ilham olan devrimci Lenin figürü, oluşturulan kültü nedeniyle ulaşılamaz bir “aziz” haline de gelmiştir. Bu “ulaşılamazlık” kimi zaman “devrimciliği” ve “devrimi” de ulaşılamaz hale getirmiştir. Fakat “azizlik” perdesi kaldırıldığında, “ulaşılamaz” devrimi başaran Lenin’in de “insan” olduğu gerçeği kendisini çeşitli biçimlerde göstermiştir. “İnsan” Lenin’e bakmak, “ulaşılamazlık” fikrinin yanı sıra bazı “kalıplardan” kurtulmayı da sağlayabilir. Bu bağlamda Ralph Carter Elwood’un The Non-Geometric Lenin isimli eseri bizlere önemli bakış açıları sunmaktadır.
2011 yılında Anthem Yayınevi tarafından yayımlanan The Non-Geometric Lenin, 248 sayfadan oluşmaktadır. Yayınevinin Rusya, Doğu Avrupa ve Avrasya Araştırmaları Serisi başlığı altında bastığı kitap, yazarın daha önce çeşitli dergilerde yayımlanmış on bir makalesini içermektedir.
Kitabın yazarı Ralph Carter Elwood (1936-2018), Kanada'nın Ottawa kentindeki Carleton Üniversitesi'nde Tarih Profesörü olarak görev yapmıştır. Kanada Slavistler Derneği ve Ottawa Tarih Derneği'nin başkanlığını yapmış olan Elwood, devrim öncesi Rus Sosyal Demokrasisi ile ilgili sekiz kitabın yazarı ya da editörü olmuştur. Bu kitaplardan Inessa Armand: Revolutionary and Feminist ile yazar, Slav Kadın Çalışmaları alanında En İyi Kitap dalında Heldt Ödülü'nü kazanmıştır.
Eserinin bir Lenin biyografi olmadığını belirten yazar, niyetini Nikolay Valentinov mahlasıyla yazan N. V. Volski’den yaptığı alıntıyla açıklamıştır. Bu alıntıda Volski, Lenin ile ilgili biyografilerde ve anılarda siyasal alanın dışındaki Lenin’e dair bilgilerin dikkatli bir şekilde kesildiğini söylemiştir. Bu kesintiler sonucunda ortaya çıkan Lenin yaşayan bir insandan çok kalıpsal bir figürdür. Volski’nin kendisi ise yaşayan Lenin’e dair küçük meselelerle ilgilenmek istediğini belirtmiştir. Elwood da Volski’nin takipçisi olduğunu, 45 yıl boyunca Lenin’in yaşamı, eşi, dostları ve yoldaşları üzerine çeşitli eserleri okuduğunu ve bunun sonucunda “kalıpların dışında bir Lenin” bulunduğu fikrine ulaşabildiğini ifade etmiştir. Yazara göre Lenin'in dengeli, kapsamlı ve “kalıpsal olmayan” bir görüntüsünü elde edebilmek için, siyasetin ötesine geçmek ve polis ajanı, eşi veya sevgilisi gibi etrafındaki kişilerle olan ilişkisini incelemek gerekmektedir.
Bu incelemeyi gerçekleştirmek için yazar kitabını iki kısma ayırmıştır. “Lenin’in Bolşevik Parti’yi Kurma Girişimi (1910-1914)” başlığını verdiği ilk kısımda Lenin’in Bolşevik Parti’yi inşa etme çabasını incelemiştir. Yazara göre savaştan önceki yaklaşık 4,5 yıl, parti tarihinin en karanlık ve en az incelenen yılları olmakla birlikte Sovyet araştırmacıların Lenin’i “aziz” mertebesine yükseltmelerini sağlayan süreçtir. Yazar bu yıllardaki gelişmeleri analiz ederek, partisine dahiyane önderlik eden Lenin’in “mükemmelliğinin”, Lenin'in kendi hizbi içinde sorgulanmayan bir lider ve devrim öncesindeki Bolşevik Parti’nin iktidarı ele geçirmeye hazır bir parti olduğu varsayımının şüpheli olduğunu ortaya koymuştur.
“Öteki” Lenin başlığını taşıyan ikinci kısımdaki altı makalede ise Lenin ile ilgili biyografilerde ve anılarda kesilen yerlere odaklanılarak “kalıpların” dışındaki Lenin incelenmiştir. Bu kısımdaki makaleler sonucunda kendini devrime adamış kusursuz bir liderden çok insani zaafları ve zayıflıklarıyla birlikte hayatın her alanıyla ilgilenen “renkli” bir Lenin figürü karşımıza çıkmaktadır.
Parti Okulu
İlk makalede 1911 yazında yeraltı parti militanları için Fransız kasabası Longjumeau'da kurulan parti okulunun örgütlenme süreci incelenmektedir.
1905 Devrimi’nin başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından devrimci aydınlar ya yeraltı faaliyetine geçmiş ya yurtdışına göç etmiş ya devrimci faaliyeti bırakmış ya da kendilerini cezaevlerinde bulmuşlardır. Bu durum işçi sınıfı hareketini sürdürme ve örgütleme görevini işçilerin üstlenmesine neden olmuştur. Fakat seleflerinin aksine işçi militanların önemli bir kısmı yeraltı parti faaliyeti ve devrimci propaganda için yeterli teorik eğitime ve pratik deneyime sahip olamamışlardır. Bu eksikleri gidermenin siyasi baskılardan dolayı Rusya’da mümkün olmaması gözleri yurtdışına çevirmiştir. Yurtdışındaki Rusyalı devrimciler de işçilerin bu eksikliklerini gidermek için Capri, Bologna ve Longjumeau'da üç parti okulu kurmuşlardır.
Yazara göre Batılı tarihçiler bu okulların varlığından söz etseler de incelemeye gerek görmemişler, Sovyet tarihçiler ise sadece Longjumeau'daki okula biraz ilgi göstermişlerdir. Okullara yönelik bu “ilgisizliğin” Rusya’daki sosyalist partilerin gelişimini anlamada eksiklik yaratacağını belirten yazar, kurulmuş olan okulların hepsini özel olarak ele almıştır.
Bolşevikler Longjumeau'da parti okulu kurmuş olsalar da ilk başlarda Lenin bu fikre olumlu bakmayıp işçilerin devrimci eğitim almalarını meşru bir istek olarak görse de, kendi yönetiminde olmayan bir okulda eğitim yapılmasını diğer hizipleri güçlendirecek bir hamle olarak görmüştür.
Parti okulu fikri ise ilk olarak 1908’de sol-Bolşevik çevrelerde gelişmiş ve Urallarda eğitim eksikliğini bizzat deneyimlemiş N. E. Vilonov tarafından ileri sürülmüştür. Vilonov’un teklifini olumlu bulan Gorki, Örgütleme Komitesi’nde yer alarak Capri adasındaki villasını okula açmıştır. Vilonov’un parti okuluyla ilgili yerel örgütlere çağrı yapan yazısı Lenin’in yönetimindeki Proletarii gazetesi tarafından reddedilmiş ve önerisi de Bolşevik “Merkez” tarafından onaylanmamıştır. Buna rağmen yirmi dokuz kişinin katılımıyla "İşçiler İçin Birinci Yüksek Sosyal Demokrat Propagandist-Ajitatör Okulu" Ağustos 1909’da Capri adasında eğitimlerine başlamıştır. Gorki, Lunaçarski ve Bogdanov’un da eğitim verdiği okulda dersler yoğunlukla teorik içeriğe sahip olmuştur.
Okulun açılmasından sonra bile Vilonov, eğitim vermesi için Lenin’i davet etmiş, fakat küçümseyici ton içeren bir yanıtla birlikte Paris’e davet edilmiştir. Davet üzerine Paris’e giden Vilonov ve arkadaşları, Lenin’den eğitim almak yerine eleştiri görmüşlerdir.
Lenin’in müdahaleleri eğitimlerin kesilmesini engelleyememiş ve Kasım 1910’da Bologna’da ikinci bir okul kurulmuştur. Troçki ve Kollontay gibi Bolşevik olmayanların da katıldığı eğitimler ve Lenin’in artan eleştirileri sonucunda Vperëdciler Bolşeviklerden ayrılmışlardır.
Vperëdcilerin ayrılmasıyla Lenin Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi (RSDİP) içerisinde güç kazanmak için Menşeviklere yönelmiştir. Menşevikleri partiden tasfiye etmek için bir konferans düzenlemeyi düşünen Lenin, bunun için de eğitimli kadrolara ve delegelere ihtiyacı duymuştur. Örgütlenecek bir parti okulunun bu ihtiyacı giderebileceğini gören Lenin, Haziran 1911’de Paris’in 19 km güneyindeki Longjumeau'da eğitimlere başlamıştır. Okul, özel olarak seçilen ve yirmili yaşların ortasındaki sanayi işçileri ve zanaatkarlar olan öğrencilerden oluşmuştur. Lenin eğitim verdiği öğrencileriyle partinin kontrolünü ele geçirme ve yaklaşan Prag Konferansı için kendine sadık delegeler yetiştirme amacını gütmüş ve yazarın da haklı olarak belirttiği gibi bunda başarılı olmuştur.
Prag Konferansı
Yazar, Lenin’in Menşeviklere karşı zafer kazanmasını sağlayan nedenlerin Prag Konferansı’na yönelik çalışmalarda ve konferans sürecinin kendisinde görüldüğünü belirterek ikinci makalede Prag Konferansı’nı ele almaktadır.
Parti organlarının genel kurulun toplanmasına yönelik çağrısının başarısız olması üzerine Lenin, topladığı göçmen Bolşeviklerle konferans çağrısını yapacak bir genel kurul oluşturmaya yönelmiştir. Lenin diğer taraftan da konferansa çağrılabilecek güvenilir Leninistleri bulmaları için Orconokidze, Breslav ve Şvarts’ı Rusya’ya göndermiştir. Bu üçlü Rusya’da Leninistler dışındaki parti üyelerinin partinin birliğini engellediği propagandasını yapmakla birlikte uygun gördükleri yerlerde tüzüğe aykırı biçimde ve sayıda delegeler belirlemişler ve yeni bir merkezi Rusya örgütünün kurulması ve tüm-parti konferansı çağrısının yapılması için yerel örgütlerin çoğunun desteğini almışlardır.
Rus sınırına yakın, çarlık ajanlarına ve meraklı Rus göçmenlere nispeten uzak olduğu için Lenin tarafından bizzat seçilen Prag’da başlayan konferans, beklenildiği gibi “kusursuz” olmamıştır. Rusya’dan gelen delegelerin bir kısmı Plehanov, Troçki, Akselrod ve Martov gibi liderlerin olmamasını protesto etmiş, programa yönelik kimi itirazları da dile getirmişlerdir. Bunlara rağmen Lenin'in istediği örgütsel değişiklikler benimsenmiş ve "yeni tipte" tam bir Bolşevik Parti yaratılmıştır. Yazara göre uyguladığı hizipçi “entrikalarla” Lenin, hedefine odaklanmış ve sıkı örgütlenmiş bir parti yaratabilmiş ve böylece Menşeviklere baskın gelmekle kalmayıp devrimi başarabilmiştir.
Pravda “Efsanesi”
Üçüncü makalede ele alınan konu ise Lenin hakkındaki önemli efsanelerden birine sahip olan Pravda üzerine. Sovyet tarihçilerde egemen olan bu efsaneye göre Lenin, Pravda’nın kurulmasında etkili olmuş ve Pravda aracılığıyla işçilerin isyanını yönlendirebilmiştir. Yazar, bu “efsaneyi” sorgulayacak ve Lenin ile gazete arasındaki ilişkilerin pürüzlü ve uyumsuz olduğunu gösterecek zengin malzemelerin bulunmasına rağmen Batılı tarihçilerin bu konuyu görmezden gelmelerini anlayamadığını ifade etmiştir.
Lenin, Menşevikler 1910 yılının sonlarında yasal günlük işçi gazetesi çıkarma fikrini ortaya attığında, bu fikrin işçilere siyasi değişimin yasal ve evrimci yollarla olacağı izlenimini vereceğini ileri sürerek karşı çıkmıştır. Fakat bu karşı çıkışın altındaki esas neden yazarın da belirttiği üzere partinin örgütsel mekanizması üzerinde Lenin’in kontrolünün düşük olmasıdır.
St. Petersburg’daki sendikacılar ve parti üyeleri tarafından ortaya atılan yasal günlük işçi gazetesi fikri ise somut gerekçelerden kaynaklanmıştır. Başkentteki dağınık proletaryayı toparlamak için aydınların yerine işçilerin yazdığı ve onların ilgisini çekecek yazıların bulunduğu ucuz bir gazeteye ihtiyaç duyulmuştur. Diğer yandan gazetenin büyüyen Rus proletaryasının karşılaştığı tüm önemli meselelere Sosyal Demokrat bir yaklaşım getirmesi de amaçlanmıştır. Bu nedenlerden ötürü günlük işçi gazetesi fikri hem parti içinde hem de işçiler arasında giderek daha çok destek bulmaya başlamıştır.
Bu desteğin yanı sıra gelişen olaylar Lenin’in fikrini değiştirmiştir. Yazara göre dört neden bu değişimi sağlar: Birincisi Prag Konferansı sonrasında Lenin parti üzerindeki kontrolünü sağladı. İkincisi hükümetin baskılarının gevşemesi nedeniyle yasal fırsatlardan yararlanmak istiyordu. Üçüncüsü yaklaşan Dördüncü Duma seçimleri için ajitasyondan yararlanmayı amaçlıyordu. Dördüncüsü ise gazetenin Bolşevik olmayanların RSDİP’ten atılmasına yönelik çalışmalarına yardımcı olacağını düşünüyordu.
Yazarın birinci ve dördüncü nedendeki “parti”ye yönelik vurgusu, Lenin’in faaliyetlerini partide egemen olma üzerinden okumaya devam etmesinin bir göstergesi olarak görebiliriz. Fakat işçi sınıfı hareketinin yükselmesinin ve bu harekete yön verme kaygısının Lenin’in faaliyetleri üzerinde daha fazla etkili olmaya başladığına işaret etmeliyiz.
Nitekim Nisan ve Mayıs 1912’de gazete 40 ve 60 bin adet satılmış ve 1912’de Lena madencilerinin vurulmasının ardından yükselen işçi hareketinin sesi olmuştur. Bu noktada ilginç olan ise on üçüncü sayıya kadar Lenin’in hiçbir makalesinin gazetede yayımlanmamış olmasıdır. Hatta Lenin temmuz ayına kadar özel yazışmalarında bile gazeteden bahsetmemiştir. Öte yandan bu süreçte Lenin’e en yakın olanlardan Zinovyev’in otuz bir makalesi Pravda’da yayımlanmıştır.
Yazara göre bunun nedeni Pravda’nın görece bağımsızlığı ve gazetenin editörleri ile Lenin arasındaki gergin ilişkilerdir. Gazetenin örgütleyicilerinden ve editörlerinden olan Poletaev Lenin’e gazeteyle ilgili bilgi vermemekle kalmamış, seçimlere ve hizipçiliğe dair makalelerinde değişiklik yapmış ve hatta çoğu yazısını yayımlamamıştır. Örneğin Lenin’in Mart 1912-Temmuz 1914 tarihleri arasında yazdığı kırk yedi makale yayımlanmamıştır. Bunun nedeni ise Pravda’nın yayın kurulunun partiyi, yani Bolşevikler ile Menşevikleri, yeniden bir araya getirmeye çalışmasıdır.
Sonrasında Lenin Poletaev’i yayın kurulundan uzaklaştırıp gazete üzerindeki hakimiyetini kazansa da Pravda ile yaşanan bu gerginlikler, Lenin’in partisini “demir yumruk”la yöneten bir lider olduğu görüntüsünün gerçek olmadığını göstermektedir.
Gerçekleşmeyen Kongre
Yazara göre Lenin, Prag Konferansı’nın ardından izlediği politikalarla hem parti hem de işçi sınıfı içerisinde ciddi bir güç elde etmiştir. Bu gücü RSDİP’i tamamen Bolşevik yapmak için kullanmayı amaçlayan Lenin, 1914 yılının başlarında kongre hazırlıklarına başlamış ve dördüncü makalede bu hazırlıklar incelenmiştir. Lenin ayrıca bu kongreyle (milliyetçilik ve tarım sorunları başta olmak üzere) partinin programını, tüzüğünü ve örgütlenmesini de güncellemeyi planlamıştır.
Kongreyi örgütlemeye Nisan Toplantısı ile başlayan Bolşevikler, kongreyi Sosyalist (İkinci) Enternasyonal'in ağustos ayındaki 10. Kongresi’ne gönderilecek delegeliklerin hepsini kapmak için bir araç olarak da görmüşlerdir. Bu bağlamda çalışmalarını hızlandıran Bolşevikler, Rusya’daki yerel örgütlere yönelmişler ve parti tüzüğünü delik deşik ederek hemen hemen her yerde Bolşevik delegeler “üretmişlerdir”. Fakat hem yer meselesinin sorun olması hem de kongre için gerekli paranın toparlanamaması üzerine haziran ayında yapılan toplantıyla kongre girişimi süresiz ertelenmiştir. Hemen ardından Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla da amaçlanan kongre hiçbir zaman gerçekleştirilememiştir.
Yazara göre kongre hazırlıklarının, Sovyet tarihçilerin iddia ettiği üzere, Bolşevikleri güçlendirip güçlendirmediği tartışma konusudur. Çünkü kurulan komisyonlar bölgesel koordinasyonu sağlayamadığı gibi St. Petersburg örgütlenmesine de katkı verememiştir. Bununla birlikte partinin merkezileşmiş yapısı sağlam durmaya devam etmiştir.
“Birlik” Konferansı
1914 yılının önemli konularından biri de parti içindeki birlik meselesi olmuştur. Menşeviklerin girişimiyle Uluslararası Sosyalist Büro (ISB), Rus Sosyal Demokrasisi’nin hizipçi gruplarını bir araya getirmek için “Birlik” Konferansı düzenlemiştir. Beşinci makalede bu konferansı inceleyen yazara göre Bolşeviklerin sergilediği “uzlaşmaz” tutum, diğer grupların onlara karşı birleşmesine ve 23 Ağustos 1914'te Viyana'da Enternasyonal’in 10. Kongresi toplansaydı Bolşeviklerin Avrupa sosyalist hareketinden kovulmasına neden olacaktı. Fakat Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması bu olasılıkları yok ederek Bolşeviklerin rahatlamasını sağlamıştır.
Yine yazara göre “Birlik” Konferansı Sovyet tarihçilerin de kabul ettiği üzere “parti tarihinin sayfalarında yeterince aydınlatılmamıştır.” Bununla birlikte hem Sovyet hem de Batılı tarihçiler konferansı, Bolşeviklerin Rusya'da artan popülaritesini yurtdışındaki prestijli ittifaklarla dengelemek için Menşeviklerin umutsuz bir girişimi olarak görmüşlerdir. Yazara göre bu yaklaşım yanlıştır. Çünkü birleşmeye dair konferans fikri ISB’ye ilk olarak 1912’de Plehanov tarafından getirilmiş ve reddedilmiştir. Sonrasında 1913’te Rosa Luxemburg benzer bir teklifi yapmış ve sonuç alamamıştır. Menşeviklere yönelik “düşmanca” hareketleri ve Lenin’in uzlaşmazlığı gibi Bolşeviklerin davranışları ISB’yi harekete geçirmeye zorlamıştır. Nitekim Brüksel’de de devam eden “uzlaşmaz” tutum Lenin’in düşmanlarına ihtiyaç duydukları cephaneyi vermiş ama Dünya Savaşı Lenin’i bu durumdan kurtarmıştır.
Malinovski Meselesi
“Öteki” Lenin’e eğilen ikinci kısmın ilk makalesi en tartışmalı konulardan biri olan Malinovski meselesi üzerinedir. Glasnost’a kadar “tabu” konusu olan bu mesele nedeniyle Malinovski ismi neredeyse her yerden silinmiştir. Malinovski meselesinin “tabu” olmasının en büyük nedeni ise Lenin ve Bolşevikler için bir “utanç” konusu olmasıdır.
Malinovski Lenin’in ısrarı üzerine 1912’deki Prag Konferansı’nda Merkez Komite’ye alınmış, Duma’ya Bolşevik milletvekili olarak seçilmiş, ISB’de Bolşeviklerin temsilcisi olmuş, partiye polisin sızmasını engellemekle görevlendirilmiş ve Lenin’le Avrupa’da sık sık görüşecek kadar ona yakın olmuştur. Parti içinde böyle önemli bir konuma sahip olan Malinovski’nin polis ajanı olduğuna dair ortaya sunulan kanıtlar ve Buharin ile Rozmiroviç'in verdiği ifadeler, özellikle Lenin ve Zinovyev’in bastırmasıyla görmezden gelinmiştir. Hatta Malinovski Duma’dan izinsiz istifa ettiği için ihraç edildiğinde bile Lenin onun siyasi dürüstlüğünü ifade etmeye ve Menşeviklerin “iftiralarına” karşı savunmaya devam etmiştir. Üstüne Lenin Şubat Devrimi’nden önce Dünya Savaşı sırasında partiye verdiği hizmetlerden dolayı Malinovski'nin itibarını kamuoyu önünde iade de etmiştir. Fakat Geçici Hükümet’in kurduğu Olağanüstü Soruşturma Komisyonu’nun çalışması sonucunda Malinovski’nin ajanlığı resmen ortaya çıkınca hatasını kabullenmek zorunda kalmıştır.
Yazar, özellikle Glasnost sonrasında ortaya çıkan belgeler üzerinden sürecin tamamının izini sürerek Lenin ve Zinovyev’in Malinovski’ye duydukları aşırı güvene vurgu yapmıştır. Ona göre Lenin Malinovski’nin işçi kökenine ve yapmış olduğu başarılı çalışmalara duyduğu güvenden dolayı böyle bir hata yapmıştır. Ve bu aşırı güven de Lenin’in “zayıflıkları” olan bir insan olduğunu ortaya koymaktadır.
Lenin’in “İfadesi”
Lenin’in toplu eserlerinde “gözden kaçırılan” metinlerden birisi de 26 Mayıs 1917'de Geçici Hükümet’in Olağanüstü Soruşturma Komisyonu önünde verdiği ifadedir. 1990 ve 1991’de tarih dergilerinde yayımlanana kadar bu ifadenin tamamına erişilememiştir. Yazar ikinci makalede komisyonun oluşturulmasıyla birlikte ifadenin kendisini ve ortaya çıkış sürecini ele almıştır.
Geçici Hükümet tarafından kurulan Olağanüstü Soruşturma Komisyonu, 1905'teki birinci Rus devrimi ile 1917 Şubat'ındaki ikincisi arasında meydana gelen olaylara bakmakla görevlendirilmiştir. Komisyon Malinovski gibi provokatörlerin kullanımı, basına uygulanan sansür ve kişisel postaların ele geçirilmesi, hükümet yetkililerinin Rasputin skandalına karışması, Nisan 1912'de Lena madenlerindeki grevcilerin ve Şubat 1917'de Petrograd'daki göstericilerin vurulması ve savaş sırasında bakanların beceriksizliği ve yolsuzluğu gibi konularda soruşturmalar yapmıştır. Lenin de Zinovyev ile birlikte Malinovski meselesi üzerine komisyona ifade vermiştir. Bu ifadede Lenin’in yanlışlarını kabul etmesi, Menşevikler tarafından siyaseten kullanılmaya çalışılmıştır. Bu durum ifadenin devrimden sonra “gizlenmesine” neden olmuştur.
Lenin ve Armand
Armand hakkında yazdığı eseriyle Heldt ödülünü alan yazar, eserinde onun yeraltı propagandacısı, Bolşevik bir örgütçü ve kadın haklarının savunucusu olarak yaptığı çalışmalara dikkat çekmeye çalıştığını ifade etmiştir. Bu çabasına rağmen Lenin ile olan ilişkisinden kaçamadığını belirten yazar, 1992’de çok yakın arkadaş olan iki kişinin, aynı anda duygusal ilişki yaşamadıklarını kanıtlamanın imkânsız olduğunu yazmıştır. Bunları yazdıktan iki sene sonra, daha önce yayımlanmamış mektup vb. belgelerin ortaya çıkması üzerine, bu konuyu ikinci kısmın üçüncü makalesinde tekrar incelemiştir.
Yazara göre ortaya çıkan mektuplar, kartpostallar vb. birlikte bu yazışmalarda bahsedilen ama ya yok edilen ya da “bulunamayan” belgeler, ikili arasında bir aşk ilişkisi olduğunu ortaya koymaktadır. Fakat Lenin ya Krupskaya'nın hatırı için ya uzun süredir acı çeken eşinden gelen bir ültimatomdan dolayı ya da Armand'a olan ilgisinin onun kendisine olanınkinden daha az olması nedeniyle ilişkiye son vermek istemiş ve ilişkiyi bitirmek konusunda ikili anlaşmışlardır. İkili bu anlaşmaya uyma konusunda özen göstermiş olsa da yazarın ortaya koyduğu mektupların gösterdiği üzere Armand ölene kadar ikisinin de “hisleri” devam etmiştir.
Lenin ve Yeme-İçme
Yazara göre Lenin'in "kalıpsal olmayan" bir resmini sunmak için, yemeklerini kimin pişirdiğinin, nerede yemek yediğinin, ne yediğinin ve ne içtiğinin tartışılması önem kazanmaktadır ve dördüncü makalede bu konuyu incelemiştir.
Lenin hayatı boyunca hiç yemek yapmamış ve yemek yapmayı öğrenmek de istememiştir. Fakat yemek yapmayı bilmese de yiyecekleri satın almaktan ve masayı hazırlamaktan kaçınmamıştır. Diğer yandan Lenin gibi Krupskaya'nın kendisi de ne hevesli ne de yetenekli bir aşçı olmuştur.
Lenin ve Krupskaya yemeklerini başka birinin hazırlayacağını bekleyerek büyümüşler ve ikisi de ev işlerinden daha önemli işleri olduğunu düşünmüşlerdir. 17 yıl boyunca Bolşeviklerin sekreterliğini tek başına ücret almadan yapmış olan Krupskaya, “kadın sorunu” ve eğitimle ilgili konularda da araştırma yapmak ve yazmak için kendisine zaman ayırmaya çabalamıştır. Dolayısıyla ikisi için de yemek meselesi hep “önemsiz” olmuştur.
Bu nedenle 1898'de Sibirya'daki kızının ve damadının yanına taşınmış ve 1915'teki ölümüne kadar onlarla yaşamış olan Krupskaya’nın annesi, mutfakta ve ev işlerinde gönüllü olarak onlara yardım etmiştir.
Kendisine verilen her şeyi oldukça itaatkâr bir şekilde yiyen Lenin, Batı Avrupa’daki göçmen hayatı boyunca çoğunlukla dışarıda (pansiyonlar, restoranlar, lokantalar) yemek yemekten çekinmemiştir. Seyahatleri ve dağdaki yürüyüşleri sırasında ise ana yemeği sandviç olmuştur.
Lenin sağlığını ve üretkenliğini korumak için düzenli ve ölçülü beslenmeye dikkat etse de yemek yemeyi pek sevmeyen ve nadiren düşünen biri olmuştur. Yazara göre yemek yemeye bu gelişigüzel yaklaşım, Lenin'in sağlığının bozulmasına sebep olmuştur.
Diğer yandan Lenin’in en sevdiği içecek çaydır. “Mühürlü trende”, suikasta uğradıktan sonra olduğu gibi çay hayatının vazgeçilmezlerinden biridir. Anılara bakıldığında alkol konusunda ölçülü de olsa Lenin’in bira ve şarap içmeyi sevdiği ortaya çıkmaktadır. Sonuç olarak yazar, Lenin’i disiplinli ve özverili bir lideri olarak tasvir etmekten hoşlanan Sovyet yazarların onun yeme ve içmeye “önem vermeyen” tarafını göstermemelerini, haklı olarak, ilginç bulmaktadır.
Lenin ve Tatil
Lenin’in hayatı boyunca sürdürdüğü en önemli alışkanlıklardan biri de tatilleri olmuştur. Neredeyse hiç tatil yapmamış diğer Rusyalı devrimci liderlerin aksine Lenin, 1917 devriminden önceki 15 yıl boyunca yazlarının neredeyse tamamını deniz kıyısında veya dağlarda geçirmiştir. Beşinci makalede Lenin’in tatil alışkanlıklarını inceleyen yazara göre bu tatil sürekliliğinin ardında düzenli ve makul bir gelire sahip olmasının da payı olmuştur.
Lenin’in tatil alışkanlığı çocukluğundan itibaren başlamış ve yaz tatillerini genellikle taşrada geçirmiştir. Devrimci siyasi yaşamında ise tatillere çıkma nedeni ya sinirlerinin yıpranması ve kendini oldukça kötü hissetmesi ya annesiyle buluşması ya da Krupskaya’nın sağlık sorunlarından ötürü olmuştur. Bununla birlikte sinirlerinin yıprandığı anlarda da kısa süreli tatil yapmaktan da çekinmemiştir. Lenin’in dikkat çeken bir özelliği ise tatildeyken siyasi tartışmalardan, yoldaşlarıyla yazışmaktan olabildiğince uzak kalmaya özen göstermiş olmasıdır.
Yazara göre bütün bunlar Lenin’in kendisinin ve eşinin kişisel esinliklerini çoğu zaman günün siyasi taleplerinden önce geldiğini göstermekte ve dolayısıyla Lenin'in “kalıpsal olmayan” bir özelliğini daha ortaya koymaktadır.
Lenin ve Spor
Altıncı ve son makalede incelenen konu ise Lenin’in “kalıpsal” olmayan özelliklerinden biri olan spora duyduğu ilgidir.
Çocukluğunu geçirdiği taşra Lenin’in doğa sporlarına ilgi duymasını sağlamıştır. Burada kürek çekme, yüzme ve dalma gibi su sporlarıyla uğraşan Lenin, Sibirya’daki sürgün döneminde ise kayak yapma, kızakla kayma, avcılık, balık tutma ve buz pateni kayma gibi sporları yapmaktan da çekinmemiştir. İsviçre’deki göçmen yaşamında dağa tırmanma ve yürüyüş yapma alışkanlığını kazanan Lenin, iki defa kaza atlatsa da bisiklete binmekten de vazgeçmemiştir.
Yazara göre Lenin’in spora olan bu tutkusu daha iyi bir devrimci olmaktan çok iki nedene dayanmaktaydı. Birincisi fiziksel egzersizler Lenin’in psikolojik strese ve duygusal belirsizliğe verdiği bir tepkiydi. İkincisi ise Lenin kendisine fiziksel meydan okumayı seven biriydi.
Kalıpların Dışına Bakmak
Eser boyunca yazarın yoğun kaynak kullanımı dikkat çekmektedir. 1958 ile 1965 yılları arasında Moskova’da yayımlanmış 55 ciltlik V. I. Lenin’in Bütün Eserleri’ni (Polnoe sobranie sochinenii) temel alan yazar, Marksizm-Leninizm Enstitüsü’nün Moskova’da 1970–82 arasında yayımladığı ve Lenin’in günlük yaşamında hangi günler nerede olduğunu ve ne yaptığını takip etmeye çalışan on iki ciltlik Biografi cheskaia khronika, bütün siyasi gazetelerin arşivleri, Ohranka Arşivleri, Nadejda Krupskaya’nın Lenin’den Anıları ve Krupskaya ve Lenin’in akrabalarına yazdığı yaklaşık 235 mektup ile de Lenin’in kişisel yaşamına büyük ışık tutmaktadır. Bunlara ek olarak Glasnost ile ortaya çıkan belgeleri de özenle inceleyen yazar, Sovyet tarihçilerin hagiografi eserlerine karşın insani yönü ağır basan Lenin’i ortaya koymakla birlikte Batılı akademisyenlerin gözünden kaçan yerleri de açıkça ifade etmektedir.
“İnsan” Lenin’i çeşitli yönleriyle ortaya koyarak yazar, hayranlarının ikon ve düşmanlarının ise tiran olarak kalıplaştırdığı görüntüden Lenin’i kurtarmaktadır. Eserdeki kimi yerlerde yapılan bu “kurtarmanın”, Lenin’in siyasi becerilerini küçültme ve “büyüklüğünü” önemsizleştirme gibi deformasyonlara yol açtığı da görülmektedir. Fakat kitabın sonunda ortaya çıkan “kalıpların dışındaki” Lenin, “ölü yıldızlara hayatı götürmeye” niyetli olanlar için Lenin’in ve devrimin ulaşılabilir olduğunu göstermeye devam etmektedir.