Yüzyılın başında derinleşen kapitalizmin krizi, savaş ateşini ortaya çıkartıp dünya geneline yayarak sürüyor. Yerel ve bölgesel güçlerin katılımıyla başlayan savaş ateşi, son yıllarda Rusya’nın doğrudan katılımıyla emperyal güçlerin düzeyine sıçradı. İki yılı aşkındır süren bu durum, Rusya için “yeni bir dönemin” başlangıcına neden olmuştu. Bu “yeni dönemin” sancılarına göğüs gererek ayakta kalabilen Moskova, şimdi hem güç toparlamak hem de yeni dönemin “fırsatlarına” odaklanmak için kısa bir nefeslenme sürecinde.
Ukrayna, Kore ve İran
Suriye’de ve Wagner aracılığıyla Afrika’daki çeşitli
ülkelerde doğrudan ama “sınırlı” bir güçle bulunan Rusya, Ukrayna’yı işgal
ederek savaş ateşine “bütün” gücüyle dalmıştı. Ukrayna’yı işgal sürecinde
ekonomik, siyasi ve askeri yaptırımların yanı sıra NATO güçlerinin bizzat
katılımına rağmen Rusya’nın ayakta kalması ve hedeflerinin bir kısmına ulaşması
önemli bir “başarı”. Fakat “başarının” önemli olması onun sürdürülebilir
olmasından geçiyor. Bu da Moskova’yı “fırsatlara” ve “güç kazanmaya”
odaklanmaya itiyor.
Fırsatların ilkini ise “Trump” sunmakta. Trump’ın “barış”
söylemlerine sarılan Moskova, müzakere ve ateşkesi dilinden düşürmeyerek
“kazanımlarını” konsolide etmeyi hedefliyor. Moskova diğer yandan da savaş
sahasına ciddi güç yığarak Trump koltuğa oturana kadar Ukrayna’da
ilerleyebildiği kadar ilerleyip masaya güçlü oturmayı arzuluyor. Böylece
“barış” masasına güçlü ve kazanmış olarak oturup “nefeslenme” için oldukça çok
vakit edinmeyi amaçlıyor.
Moskova’ya fırsatların ikincisini ise Kuzey Kore sunmakta.
Çin’in “etkisi altındaki” Pyonyang yönetiminin hem askeri gücünü geliştirmeyi
hem de Çin’in etkisini “dengelemeyi” istemesi, keza Rusya’nın da hem Çin’in
etki alanına “dokunmayı” hem de savaş sahasındaki “maliyeti” düşürmek istemesi
iki ülke arasındaki ilişkileri alevlendirdi. Geçtiğimiz aylarda Rusya ile Kuzey
Kore arasında “Kapsamlı Stratejik Ortaklık Anlaşması”nın imzalanması ve
anlaşmanın ardından Kuzey Koreli askerlerin Ukrayna’daki Rus ordusuna katılması
ilişkilerinin daha da büyüyeceğine işaret ediyor. Diğer yandan Moskova bu
ilişki biçiminin Kuzey Kore gibi “gücünü geliştirme” ve “denge” arayan
(özellikle Orta Doğu ve Afrika’daki) ülkelere örnek olmasını da istiyor. Ki
bunların başında da İran geliyor.
Rusya’nın Orta Doğu’daki müttefiki İran’ın “önemi”, Esad’ın
devrilmesinin ardından daha da arttı. İran’ın “önemi” siyasi ve askeri müttefik
olmasından çok “ekonomiden” kaynaklanıyor. İki ülkeye de uygulanan “Batı”
yaptırımlarının etkilerini hafifletmesi için ikili ticaretin geliştirilmesi,
Avrasya Ekonomik Birliği’nin ekonomilerini birbirlerine entegre etme için
kullanılması ve özellikle ikilinin enerji sektöründeki güçlerini karşılıklı
olarak büyütmesi yaşamsal önem taşıyor. Bu nedenle İran
Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan’ın Moskova’ya yapacağı ziyarette
imzalanacak olan “Kapsamlı Stratejik Ortaklık Anlaşması”nda askeriden çok
“ekonomik” noktalar öne çıkıyor.
“Ekonomi”nin öne çıkması Rusya’nın ve İran’ın, Esad’ın
devrilmesinin de ortaya koyduğu üzere, “ekonomik güçle” desteklenmeyen “askeri
gücün” kolayca çökebileceği dersini aldıklarını gösteriyor. Nitekim Rusya da
Esad’ı ayakta tuttuktan sonra Suudi Arabistan, Mısır ve Körfez ülkeleriyle
“ekonomik” ilişkilerini geliştirmeye daha fazla önem vermişti ve şimdi de
bölgedeki “ekonomik” ilişkilerin “müttefiki” Esad’dan daha önemli gördüğünü
hızlıca kesilen Moskova biletiyle ortaya koydu. Dolayısıyla önümüzdeki süreçte
Rusya’nın Orta Doğu’da özellikle ekonomik gücünü artırarak (Suriye’deki
üslerini korumanın da gösterdiği üzere) askeri gücünü konsolide etmeye
odaklanacağı görülüyor.
ABD ve AB
Napolyon’un Rusya seferinden sonra ilk defa Moskova’ya karşı
bir araya gelen[1] Batı, bu
seferde de kesin bir zafere ulaşamadı. Bu iki sefer, Rusya’ya önemli ölçüde
zarar verse de “Batı”nın kendi içerisindeki çatlakları derinleştirmeye neden
oldu.
Bu bağlamda hem ABD hem de AB içerisindeki karşıt görüşler
son zamanlarda kendilerini dillendirmekle kalmıyor, harekete de geçiyorlar. Bir
taraf Rusya’ya yönelik kuşatmayı ve askeri saldırıları yoğunlaştırmaya diğer
taraf görüşmeleri ve “ekonomik” ilişkileri geliştirmeye çalışıyor.
“Demokratlar”ın Başkanı Biden, giderayak savaşı kışkırtmayı
sürdürerek halefi ve selefi Trump’ı “barıştan” mahrum bırakmak istiyor. Biden
ve destekçileri, NATO uydularının yönlendirmesiyle kullanılabilen uzun menzilli
ATACMS füzelerinin Rusya’ya karşı kullanılması iznini verme ve yeni askeri
yardımlarla doğrudan savaşı devam ettirmeye çalışıyorlar. Buna ek olarak
Romanya’ya yeni üs, Gürcistan’da seçimi kazanan Rusya yanlısı başkanı protesto
gösterileri, Ermenistan ile stratejik ortaklık komisyon kurulması, Azerbaycan
uçağın düşürülmesinden sonra Bakü’nün Rusya’ya yaptığı baskıya destek verilmesi
de “kuşatmanın” sürdürüleceğine işaret ediyor.
Buna karşılık AB içerisindeki “savaş” ve “kuşatma” yanlısı
seslerin sayısı azalmakta. Polonya dışında açıktan ve yüksek perdeden konuşan
neredeyse kalmamış durumda. Öte yandan Avrupa’da Rusya ile işbirliği giderek gelişiyor.
Avrupa ülkeleri 2024’te 2023’ten 2 milyon ton daha fazla Rusya’dan
sıvılaştırılmış doğalgaz alırken Rusya’nın Almanya’ya uranyum ihracatı geçen
yıla göre yüzde 70 artıyor, Slovakya ve Sırbistan’ın “barışa” desteği sürerken
Hırvatistan’da Kiev’e askeri yardımın artırılmasına karşı olan Milanović
cumhurbaşkanı oluyor, Çekya’da Rusya yanlısı Babis’in iktidara gelme olasılığı
büyürken Kiev’in Rusya doğalgazının Avrupa’ya transit geçişini iptal etme
“kararı” büyük tepkiyle karşılanıyor.
Avrupa ve ABD arasındaki bu çelişkilerin farkında olan Putin
ise nabza göre şerbet veriyor. Savaşı ve kuşatmayı devam ettirmek isteyenlere
karşı “Oreşnik” füzesini ortaya koyarken İran, Husiler vb. “Batı” karşıtlarına
desteğini sürdüreceğini belirtiyor. Scholz ile görüşerek de Putin, ekonomik ve
siyasi ilişkileri geliştirmek isteyen Avrupalılara kapısının açık olduğunu da
gösteriyor. Önümüzdeki süreçte Trump vaat ettiği gibi Ukrayna’da “barış”
Avrupa’da “gümrük vergisi” politikalarını uygularsa Putin’in “ikili taktiği”
Moskova’nın güç ve nefes almasını devam ettirebilir.
Çin
Rusya’nın askeri gücünü kullandığı dönemde ekonomik olarak
en büyük destekçisi Çin olmuştu. Bu süreçte iki ülke arasındaki ekonomik
ilişkiler tarihi rekorlar kırmıştı. Şimdi de bu ilişkiler çeşitlenerek devam
ediyor. Batı’nın yaptırımlarının ardından Rusya en önemli ihracat kalemleri
olan doğalgaz ve petrol ihracını Orta Asya ülkeleri ile Çin’e kaydırması Moskova’nın
elinin güçlü olmasını sağlıyor. Yine Çin ile öncülüğünü yaptıkları BRICS’in
genişlemesi de Rusya’nın bu konuda önünün açık olduğuna işaret ediyor.
Ayrıca BRICS ve Orta Asya’da kurulan bu ilişkiler iki
ülkenin kuşatılmasının da önüne geçilmesi açısından askeri ve siyasi bir anlam
da taşıyor.
İki ülke arasında stratejik boyutta geliştirilen bu
ilişkiler "iyimser" hava yaratmakla birlikte "temkinliliği"
de yanında getiriyor. Çin’in dünya ekonomisi üzerindeki hakimiyetini koruma ve
geliştirme açısından kimi zamanlarda Rusya’yı yalnız bırakmış olması Moskova’nın
hatırında. Bundan dolayı Moskova’nın "nefeslenme" sürecinde Çin’e
muhtaç kalmayacağı ama onu "kızdırmayacak" şekilde ekonomik gücünü
artıracağı yeni "müttefikleri" bulmaya çalışacaktır. Bu noktada da Sovyetlerden
kalma ilişkilerini, özellikle Asya, Afrika ve Orta Doğu’da kullanmaya yönelecektir.
Çünkü Rusya’nın varlığını devam ettirebilmesi için sınırlı kaynakları ve
fırsatları "verimli" kullanmaktan başka çaresi yok. Ve bunun için de bir
nefes arasına ihtiyacı var.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder