Tarifeleri ve açıklamalarıyla başkanlığının ikinci dönemine hızlı bir giriş yapan Trump, diplomasisiyle de “fark yaratıyor”. Yeteneklerini Beyaz Saray’da Zelenski karşısında bütün dünyaya gösteren Trump, başka ülkelere demokrasiyi askeri güçle götürmek gibi bir hatayı yapmak[1] yerine diplomasiyi kullanacağını belirtiyor. Bunun son örneğini ise geçtiğimiz günlerde Orta Doğu turunda verdi.
Körfez’in “Parası”
“Anlaşmaya” dayanan diplomasiyi öne çıkaran Trump, Suudi
Arabistan, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri’ne yaptığı gezide 4 trilyon
dolarlık anlaşmalar yaptı. İlk döneminde yaptığı anlaşmalarda olduğu gibi bunda
da silahların payı büyük. Bununla birlikte özellikle Riyad ile yapılan ticari
anlaşmalarda silahlanma kadar yapay zeka, siber güvenlik vb. bilişim
teknolojilerinin yer alması dikkat çekici. Ve bunda Çin’in payı var.
Çünkü Tek Kuşak Tek Yol Girişimi üzerinden bölgeye nüfuz
etmek isteyen Çin’in bölge ülkeleriyle yaptığı anlaşmalarda “bilişim” ve
altyapı yatırımlarının ve işbirliklerinin kapsamı büyük ve geniş.
Dolayısıyla Trump bu anlaşmalarla Çin’e karşı bir hamle yapmayı
ve ABD’nin bölgedeki hegemonyasını koruduğunu göstermeyi hedefliyor. Ve bu hedef
söylemde de kendisini gösteriyor.
Trump ilk döneminde hakaretler yağdırdığı Suudi Veliaht
Muhammed bin Selman’a “bilge” ve “büyük insan” diyor ve Körfez ülkelerine
övgüler düzerek bölgedeki dönüşümde oynadıkları rolü belirtiyor.[2]
Bu söylemlerin perde arkasında ise iki neden daha yatıyor: Birincisi
Trump’ın ABD içerisinde gerçekleştirmek istediği “ekonomik” hamleler için gerekli
parayı Körfez ülkelerinden “almak”; ikincisi İran’a yönelik hamleleri için
destek bulmak.
İran “Meselesi”
Trump’ın “diplomasisinin” bir diğer sahnesi İran’a karşı
oynanıyor. Nükleer anlaşma üzerine görüşmelere başlayan İran ile ABD arasında müzakerelerin
beşinci turu yapıldı ve anlaşmaya “yakınlaşıldığı” söylendi.[3]
Bu yakınlaşmada tavizlerin etkisi olduğu görülüyor.
İran, bölge ülkeleriyle yapılan anlaşmalardaki “yatırım”
bölümünü görüp ülkedeki bakir alanları ABD sermayesine açabileceğini Trump’a
iletmiş durumda. Bu teklife karşılık Tahran’ın isteği ise uranyum
zenginleştirmeyi durdurma karşılığında ABD yaptırımlarının kaldırılması.
İran’ın bu teklifi ve isteği hem Trump ve ABD sermayesi hem
İran ile savaşmak istemeyen bölge ülkeleri hem de İran pazarına girmek isteyen Avrupa
sermayesi tarafından olumlu görülüyor. Bu bağlamda Avrupa ve Trump İran’a
saldırmak isteyen İsrail’i dizginlemeye çalışıyorlar.
Nitekim Trump Körfez ülkelerini gezerken İsrail’e uğramadı
ve bürokraside İsrail’in saldırgan politikalarını destekleyen irili ufakları
isimleri tasfiye etti. Bununla birlikte İran’a yönelik hamleler de yapılmakta.
Hamas, Hizbullah ve İran destekli gruplara yönelik
operasyonlar küçük çapta da olsa sürüyor, Lübnan’daki Filistinli grupların
silahsızlanması için çalışmalar başlatılıyor ve Hizbullah’ın silahsızlanmasına
yönelik ekonomik baskılar artıyor.
Böylece Trump İran “meselesini” bir tarafta “havuçları” bir
tarafta İsrail sopasını kullanarak asgari maliyet azami kârla halletmeyi
amaçlıyor. Ama İran’ın bölgeye nüfuzunu savaşlarla yaymış olması ve bölgedeki
savaş ateşinin yanmaya devam etmesi Trump’ın amacını baltalayabilir. Bu noktada
da Suriye gündemi önem taşıyor.
Eş-Şara’nın “Başarısızlığı”
Esad iktidarının yıkılması hem İran’ın nüfuzunun
geriletilmesi hem de İsrail ve ABD’nin Orta Doğu’daki politikalarını
uygulamadaki “engellerden” birinin kaldırılması açısından önemliydi. Bu “fırsatı”
on yıllar sonra yakalayan Trump harekete geçmiş durumda.
Trump ve ABD sermayesi için öncelik Suriye’de “istikrar”ın
kurulması, yani hammadde kaynakları ve pazar ihtiyacının karşılanması. Bunun
için de “siyasi” yapının istikrar ve güç kazanması önemli. Fakat iktidara
geldiğinden beri Ahmed eş-Şara ve ekibinin bu açıdan “başarılı” olabildiğini
söylemek zor.
Ve bu başarısızlığa karşı eş-Şara’nın ABD’nin “uyarılarına”
kulak verdiği görülüyor.
Eş-Şara’nın Trump’ın teklifi üzerine İbrahim Anlaşması’nı
imzalamayı kabul etmesi ve bunun karşılığında ABD’nin Suriye’ye yönelik
yaptırımları kaldırması, Azerbaycan’da Suriye-İsrail heyetlerinin görüşmesi, eş-Şara yönetimi ile SDG arasındaki ilişkilerin gelişmesi (Şam’da anlaşma imzalanması ve şimdilerde IŞİD kamplarına yönelik görüşmeler), İsrail’in isteği
üzerine Filistinli grupların Şam’ı terk etmeye zorlanması Ahmed eş-Şara’nın ABD’nin
Suriye’de “şakasının” ve “başarısızlığa” tahammülünün olmadığını gördüğünü ve
uyarılara uyduğunu gösteriyor. Fakat eş-Şara’nın "yönetme" kapasitesi ve bölge
ülkelerinin Esad’sız Suriye’ye dair kurdukları hayalleri gerçekleştirme fırsatını
yakalamış olmaları Suriye’nin geleceğine dair kaygıları artırıyor.
Bu bağlamda ABD Suriye’de kazığı sağlam bağlamak için Türkiye,
Suudi Arabistan ve BAE ile birlikte hareket etmeye çalışıyor. Fakat ABD dahil
her öznenin kendi ajandası ve çıkarının olması buraya dair soru işaretlerini
artırıyor.
Sonuç olarak bakıldığında Trump’ın “diplomasinin” Orta Doğu’daki
savaş ateşinin dumanını azalttığı görülüyor. Yapılan anlaşmalar, verilen “yatırım”
sözleri ve İsrail’in ve İran yanlısı askeri güçlerin dizginlenmesine yönelik
çabalar “savaşsız” Orta Doğu’ya dair umutların oluşmasına neden oluyor. Fakat
kapitalizmin dünya çapındaki yapısal krizi ve Orta Doğu’daki hammaddelere ve
pazarlara yönelik paylaşım savaşlarının nihayete ermemiş olması da umutları cılızlaştırıyor.