26 Mayıs 2025 Pazartesi

Trump’ın Diplomasisi

Tarifeleri ve açıklamalarıyla başkanlığının ikinci dönemine hızlı bir giriş yapan Trump, diplomasisiyle de “fark yaratıyor”. Yeteneklerini Beyaz Saray’da Zelenski karşısında bütün dünyaya gösteren Trump, başka ülkelere demokrasiyi askeri güçle götürmek gibi bir hatayı yapmak[1] yerine diplomasiyi kullanacağını belirtiyor. Bunun son örneğini ise geçtiğimiz günlerde Orta Doğu turunda verdi.

Körfez’in “Parası”

“Anlaşmaya” dayanan diplomasiyi öne çıkaran Trump, Suudi Arabistan, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri’ne yaptığı gezide 4 trilyon dolarlık anlaşmalar yaptı. İlk döneminde yaptığı anlaşmalarda olduğu gibi bunda da silahların payı büyük. Bununla birlikte özellikle Riyad ile yapılan ticari anlaşmalarda silahlanma kadar yapay zeka, siber güvenlik vb. bilişim teknolojilerinin yer alması dikkat çekici. Ve bunda Çin’in payı var.

Çünkü Tek Kuşak Tek Yol Girişimi üzerinden bölgeye nüfuz etmek isteyen Çin’in bölge ülkeleriyle yaptığı anlaşmalarda “bilişim” ve altyapı yatırımlarının ve işbirliklerinin kapsamı büyük ve geniş.

Dolayısıyla Trump bu anlaşmalarla Çin’e karşı bir hamle yapmayı ve ABD’nin bölgedeki hegemonyasını koruduğunu göstermeyi hedefliyor. Ve bu hedef söylemde de kendisini gösteriyor.

Trump ilk döneminde hakaretler yağdırdığı Suudi Veliaht Muhammed bin Selman’a “bilge” ve “büyük insan” diyor ve Körfez ülkelerine övgüler düzerek bölgedeki dönüşümde oynadıkları rolü belirtiyor.[2]

Bu söylemlerin perde arkasında ise iki neden daha yatıyor: Birincisi Trump’ın ABD içerisinde gerçekleştirmek istediği “ekonomik” hamleler için gerekli parayı Körfez ülkelerinden “almak”; ikincisi İran’a yönelik hamleleri için destek bulmak.

İran “Meselesi”

Trump’ın “diplomasisinin” bir diğer sahnesi İran’a karşı oynanıyor. Nükleer anlaşma üzerine görüşmelere başlayan İran ile ABD arasında müzakerelerin beşinci turu yapıldı ve anlaşmaya “yakınlaşıldığı” söylendi.[3]

Bu yakınlaşmada tavizlerin etkisi olduğu görülüyor.

İran, bölge ülkeleriyle yapılan anlaşmalardaki “yatırım” bölümünü görüp ülkedeki bakir alanları ABD sermayesine açabileceğini Trump’a iletmiş durumda. Bu teklife karşılık Tahran’ın isteği ise uranyum zenginleştirmeyi durdurma karşılığında ABD yaptırımlarının kaldırılması.

İran’ın bu teklifi ve isteği hem Trump ve ABD sermayesi hem İran ile savaşmak istemeyen bölge ülkeleri hem de İran pazarına girmek isteyen Avrupa sermayesi tarafından olumlu görülüyor. Bu bağlamda Avrupa ve Trump İran’a saldırmak isteyen İsrail’i dizginlemeye çalışıyorlar.

Nitekim Trump Körfez ülkelerini gezerken İsrail’e uğramadı ve bürokraside İsrail’in saldırgan politikalarını destekleyen irili ufakları isimleri tasfiye etti. Bununla birlikte İran’a yönelik hamleler de yapılmakta.

Hamas, Hizbullah ve İran destekli gruplara yönelik operasyonlar küçük çapta da olsa sürüyor, Lübnan’daki Filistinli grupların silahsızlanması için çalışmalar başlatılıyor ve Hizbullah’ın silahsızlanmasına yönelik ekonomik baskılar artıyor.[4]

Böylece Trump İran “meselesini” bir tarafta “havuçları” bir tarafta İsrail sopasını kullanarak asgari maliyet azami kârla halletmeyi amaçlıyor. Ama İran’ın bölgeye nüfuzunu savaşlarla yaymış olması ve bölgedeki savaş ateşinin yanmaya devam etmesi Trump’ın amacını baltalayabilir. Bu noktada da Suriye gündemi önem taşıyor.

Eş-Şara’nın “Başarısızlığı”

Esad iktidarının yıkılması hem İran’ın nüfuzunun geriletilmesi hem de İsrail ve ABD’nin Orta Doğu’daki politikalarını uygulamadaki “engellerden” birinin kaldırılması açısından önemliydi. Bu “fırsatı” on yıllar sonra yakalayan Trump harekete geçmiş durumda.

Trump ve ABD sermayesi için öncelik Suriye’de “istikrar”ın kurulması, yani hammadde kaynakları ve pazar ihtiyacının karşılanması. Bunun için de “siyasi” yapının istikrar ve güç kazanması önemli. Fakat iktidara geldiğinden beri Ahmed eş-Şara ve ekibinin bu açıdan “başarılı” olabildiğini söylemek zor.

Ve bu başarısızlığa karşı eş-Şara’nın ABD’nin “uyarılarına” kulak verdiği görülüyor.

Eş-Şara’nın Trump’ın teklifi üzerine İbrahim Anlaşması’nı imzalamayı kabul etmesi ve bunun karşılığında ABD’nin Suriye’ye yönelik yaptırımları kaldırması, Azerbaycan’da Suriye-İsrail heyetlerinin görüşmesi, eş-Şara yönetimi ile SDG arasındaki ilişkilerin gelişmesi (Şam’da anlaşma imzalanması ve şimdilerde IŞİD kamplarına yönelik görüşmeler), İsrail’in isteği üzerine Filistinli grupların Şam’ı terk etmeye zorlanması Ahmed eş-Şara’nın ABD’nin Suriye’de “şakasının” ve “başarısızlığa” tahammülünün olmadığını gördüğünü ve uyarılara uyduğunu gösteriyor. Fakat eş-Şara’nın "yönetme" kapasitesi ve bölge ülkelerinin Esad’sız Suriye’ye dair kurdukları hayalleri gerçekleştirme fırsatını yakalamış olmaları Suriye’nin geleceğine dair kaygıları artırıyor.

Bu bağlamda ABD Suriye’de kazığı sağlam bağlamak için Türkiye, Suudi Arabistan ve BAE ile birlikte hareket etmeye çalışıyor. Fakat ABD dahil her öznenin kendi ajandası ve çıkarının olması buraya dair soru işaretlerini artırıyor.

Sonuç olarak bakıldığında Trump’ın “diplomasinin” Orta Doğu’daki savaş ateşinin dumanını azalttığı görülüyor. Yapılan anlaşmalar, verilen “yatırım” sözleri ve İsrail’in ve İran yanlısı askeri güçlerin dizginlenmesine yönelik çabalar “savaşsız” Orta Doğu’ya dair umutların oluşmasına neden oluyor. Fakat kapitalizmin dünya çapındaki yapısal krizi ve Orta Doğu’daki hammaddelere ve pazarlara yönelik paylaşım savaşlarının nihayete ermemiş olması da umutları cılızlaştırıyor.



[1] https://apnews.com/article/trump-commencement-army-west-point-graduates-ecbc20a0ce46350618dabae573e40556

[2] https://www.indiatoday.in/world/us-news/story/trump-introduces-someone-richer-than-saudi-crown-prince-you-wont-believe-who-glbs-2725554-2025-05-16

[3] https://www.reuters.com/world/middle-east/us-iran-hold-nuclear-talks-amid-clashing-red-lines-2025-05-23/

[4] https://harici.com.tr/hizbullah-silahsizlanma-baskisi-surse-de-secimden-umutlu/


15 Mayıs 2025 Perşembe

Avrupa Yüzünü “Savaşa” Döndü (2)

 Avrupa’nın yüzünü “savaşa” döndüren önemli nedenlerden biri de Rusya.

Sermaye birikiminin sınırlarına ulaşan AB için Rusya, zengin hammadde kaynakları ve geniş pazarıyla bir “lebensraum”.[1] Avrupa’nın Ukrayna’ya neredeyse sınırsız ekonomik yardım sunması ve savaşı sürdürmek istemesinin nedeni Rusya’yı fiilen ele geçirerek hammadde ve pazar ihtiyacını gidermek.

Fakat Rusya’nın Ukrayna’da askeri olarak yenilmek bir yana gücünü artırmış olması Avrupa’nın dişlerini gıcırdatıyor. Diş gıcırdatmanın altında ise iki kaygı yatıyor.

Birincisi Rusya’nın Ukrayna’daki kazandığı güç ile Doğu bloku sınırlarına ulaşarak Avrupa’yı bölmesi. Macaristan, Slovakya ve Romanya’da Rus yanlısı ve yaptırım karşıtı söylemlerin artması bu kaygıyı güçlendiriyor.

İkincisi ise Rusya’yı bir daha savaş halinde yakalama ihtimalinin belirsiz olması. Bu da Avrupa’yı daha fazla silahlanmaya ve yaptırım uygulamaya itiyor. Bu bağlamda bir yandan NATO 2+4 anlaşmasını ihlal ederek Doğu Almanya’ya asker ve silah yığıyor.[2] Diğer yandan Almanya Başbakanı Merz Rusya’yı somut adımlar atmadığı takdirde yaptırım paketinin hazır olduğunu belirterek “uyarıyor”.[3]

Hazır olan 17. yaptırım paketi ise Avrupa’nın gelecekte uygulayacağı politikalara dair önemli ipuçları sunuyor. Bu yaptırım paketindeki ana hedefler Rusya’nın enerji yaptırımlarını aşmasına yardımcı olan şirketler ve Rus petrollerini taşıyan tankerler.[4] Halihazırda Avrupa Komisyonu Rusya’dan doğalgaz alımını 2027 sonuna kadar tamamen yasaklamak için çalışmalarına da hız vermiş durumda. Böylece Avrupa Rus enerjisinin dağıtımını engelleyip Moskova’ya “ekonomik” olarak da saldırıyor.

Enerji alanındaki “ekonomik” savaşın perde arkasında kalan kısmı ise Orta Asya’da gerçekleşiyor.[5] Kazakistan AB’nin petrol ihtiyacının yüzde 13’ünü karşılayan Kaşagan petrol sahasına yönelik anlaşmaları “gözden geçirmek” istiyor. AB ile yapılan anlaşmalar 2037’ye kadar geçerli olsa da Kazakistan petrol üzerindeki kontrolü ele geçirmeyi amaçlıyor. Bu gerilimde Kazakistan’ın “savaş hâlinden” yararlanma isteği kadar ABD’nin “planlarının” da payı var. Çünkü Semerkant’ta yapılan AB-Orta Asya Zirvesi’nin ardından gelen bu gerilimin nedeni ABD’li şirketlerin daha fazla yatırım ve destek sözü vermesi. Bu noktada Trump ile Avrupa arasındaki gerilimin Rusya meselesine sıçradığı görülüyor. Böylece Avrupa’nın Rusya’ya yönelik savaşının bir ayağının da “Trump”a bağlı olduğu ortaya çıkıyor.

Tarife meselesinin de gösterdiği üzere “Trump”a bağlılığı etkileyecek etken ise Çin. Dolayısıyla, Pekin’in Rusya’ya sunduğu destek de göz önüne alındığında, Avrupa ile Çin arasındaki ilişkilerin önemi Rusya’ya yönelik savaşta daha da artıyor.

Çin ve “İkili” Durum

Avrupa ile Çin arasındaki ilişkilerde önde gelen gündem maddesi Çin’den gelebilecek metalar.

Trump’ın tarifeleri sonucunda Çin’den gelebilecek metaların ilk olarak pazar genişliğinden dolayı Avrupa’ya sızmaya çalışacakları görülüyor. Nitekim bu duruma karşı hazırlığını önceden almaya başlayan AB, halihazırda Çinli elektrikli otomobillere yüzde 35 gümrük vergisi uygulamakta. Fakat bu durum Çin’in karşı hamlesine ve zararlara da yol açıyor.

Çin pazarının daralmasından dolayı Volkswagen, BMW ve Mercedes’in kârları yüzde 25 ila 40 oranında düşmüş durumda.[6]

Bütün bunlar Avrupa’nın Çin ile olan ilişkileri konusundaki tartışmalara hız kazandırıyor.

İspanya Çin ile işbirliğine devam edilmesini savunurken, İtalya ABD ile işbirliğine girişiyor. Bir taraftan AB Çinli şirketlerin Avrupa’nın kıyısındaki limanları satın almaya yönelmesine “tedarik zincirini” etkileyeceği için karşı çıkıyor; diğer taraftan AB Komisyon Başkanı von der Leyen Trump’ın gümrük tarifelerine karşı AB ve Çin’in “serbest, adil ve eşit koşullara dayalı” bir ticaret düzeni için çaba göstermeleri gerektiğini söylerken,[7] Alman otomobil sermayesi Çin ile özellikle yapay zekada olan (bkz. DeepSeek) teknolojik işbirliğine devam etmek istiyor ve federal hükümetten Çin ile işbirliğinin sürdürülmesini talep ediyor.

Avrupa içerisindeki Çin’e yönelik bu ikili tutumun esas nedeni ise “bileşenlerin” kendi çıkarlarını düşünmeleri. Nitekim Pekin de bunun farkında olarak nabza göre şerbet verip “ikili” oynuyor. Ve bu “ikili” durum Avrupa’nın bileşenlerinin politikalarına da yansıyor.

İçerisi Dalgalı

Avrupa yüzünü savaşa dönmüş olsa da “içeride” hem savaşa dahil olma hem de savaşa mesafeli durma konusunda farklılıklar mevcut.

İngiltere’nin öncülüğünü yaptığı savaşa ve Trump’tan “bağımsızlaşmaya” önem verenler kliği hamlelerini sıklaştırmış durumda. AB ile İngiltere savunmada işbirliği konusunu görüşürken[8], Avrupa Komisyonu da savunma şirketlerinin finansman sağlayabilmesi için kriterlerini gevşetiyor.[9]

Savaştan istifade etmek isteyen Fransa ise nükleer şemsiyesini Avrupa’ya yaymak istiyor. Fakat Fransa düğmeye basma yetkisinin kendisinde olması şartını koyarak hegemonyasını dayatmak istiyor.[10]

Savaşa ve Trump’tan “bağımsızlaşmaya” önem verenler arasında “temkinliler” de bulunuyor. Almanya Başbakanı Merz, ABD’den bağımsız olmayı ve savunma sanayinin geliştirilmesini savunsa da “ekonomik” ilişkilerin önemini vurgulayarak temkinli olmayı sürdürüyor.[11] Merz’in “temkinli” olmasının altında Almanya’nın giderek “sanayisizleşmesi” sorunu yatıyor. Askerileşmenin sosyal harcamaların kısılması anlamına geleceğini bilen Merz, halkın artan ekonomik sıkıntılara tahammülünün zorlanacağı önümüzdeki döneme karşı önlemlerini “temkinlilikle” almaya çalışıyor.

Öte yandan İngiltere Avrupa’daki “şahinlerin” öncüsü olsa da Trump ile ticaret anlaşması imzalıyor ve bu anlaşmada Çin’in tedarik zincirinden çıkarmanın gerekliliği vurgulanıyor.

“Temkinliliğin” esas nedeni ise Avrupa ile ABD arasındaki askeri ve ekonominin yanı sıra kültürel düzeydeki ilişkilerin iç içe olması. Bu içiçelik nedeniyle özellikle İngiltere ve Almanya’da Trump’ın kısa sürede devrilmesi ve yerine Biden ya da Obama gibi Transatlantik ittifakını devam ettirecek birinin gelmesi “umudu” oluşuyor. ABD’de Trump’ın başkanlığına güvenin azaldığına işaret eden anketlerin artmış olması da Avrupa’da “umuda” ve “temkinliliğe” neden oluyor.

Savaşa mesafeli duranların sayısında ciddi artış olmasa da onlara yönelik hamleler sertleşiyor. Fransa’da Le Pen’e siyasi yasak konarken, Almanya’da AfD resmi olarak “aşırı sağcı aşırılıkçı örgüt” olarak tanımlanıyor. AB’nin kurumlarında ise Slovakya ve Macaristan’ın Rusya’ya yönelik yaptırımları engelleme girişimlerine karşı “yasal” önlemlerin alınması konuşuluyor.

Sonuç olarak bakıldığında Avrupa’nın gerek Avrupa sermayesinin çıkarları gerekse emperyalist güç odağı olma zorunluğu nedeniyle “savaş hâline” boylu boyunca girmekten kaçınmasının pek de mümkün olmadığı görülüyor. Avrupa’nın ABD, Rusya ve Çin ile ilişkileri ve içerideki “dalgalı” durum birlikte ele alındığında da “savaş hâlinin” yaşlı kıtaya pek iyi gelmeyeceği ortaya çıkıyor.



[1] Lebensraum: Yaşam sahası. Bir ülkenin ekonomik ihtiyaçlarını sağlamak için, var olan sınırları dışındaki toprakları çeşitli tarihsel, kültürel sebepler göstererek elde etmek istemesidir.

[2] https://harici.com.tr/nato-ve-almanya-24-antlasmasini-delik-desik-ediyor/

[3] https://www.reuters.com/world/europe/germanys-merz-eu-tighten-sanctions-russia-if-no-progress-ukraine-this-week-2025-05-13/

[4] https://www.france24.com/en/europe/20250514-eu-unveils-new-sanctions-on-russia-targeting-shadow-oil-fleet-and-cyberattackers

[5] https://harici.com.tr/kazakistan-ab-ile-onlarca-yillik-petrol-anlasmalarini-yeniden-muzakere-etmek-istiyor/

[6] https://www.aa.com.tr/tr/ekonomi/alman-otomobil-ureticileri-bmw-mercedes-ve-volkswagenin-kari-cin-etkisiyle-dusuyor/3562820

[7] https://harici.com.tr/berlin-ve-brukselde-pekin-sancisi/

[8] https://harici.com.tr/ab-ve-birlesik-krallik-savunma-konusunda-yakinlasiyor/

[9] https://harici.com.tr/ab-silah-sanayisi-icin-esg-kriterlerini-gevsetebilir/

[10] https://www.dw.com/en/macron-open-to-deploying-french-nuclear-weapons-in-europe/a-72534138

[11] https://harici.com.tr/avrupanin-guvenliginde-almanya-belirsizligi/

8 Mayıs 2025 Perşembe

Avrupa Yüzünü “Savaşa” Döndü (1)

Trump’ın tarifeleri sadece “ekonomik” alanda yeni bir dönüm noktasına yol açmakla sınırlı kalmıyor. Avrupa’da “askeri” alanda var olan gelişmeleri hızlandırmaya da neden oluyor. “Ekonomik” ve “siyasal” alandaki gelişmelerden büyük oranda etkilenen “askeri” alandaki bu hızlanma, Avrupa’nın politikalarına ve diğer öznelerle ilişkilerine yön verme konusunda giderek “merkezileşiyor”.
Merkezileşme süreci ise dışarıdaki özneler ve “içerideki” bileşenler arasındaki “paylaşım” savaşından dolayı oldukça ağır ve çatışmalı geçiyor.
AB Silahlanıyor
İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın ardından “savunmasını” NATO’ya ve dolayısıyla ABD’ye teslim eden Batı Avrupa sermayesi, imalat sanayisini hızlıca geliştirerek büyük bir sermaye birikimine ulaşmıştı. SSCB’nin yıkılmasının ardından açılan pazar alanı ve hammadde kaynaklarını iyi değerlendirmesi ve Avrupa Birliği’nin (AB) “nimetleriyle” Batı Avrupa sermayesi küresel-emperyalist bir güç haline gelmişti. 
Gerek kapitalizmin yapısal krizinin derinleşmesi gerekse Batı Avrupa sermayesinin “üretimden” doğru sermaye birikiminin sınırlarına gelmiş olması “silahlanmayı” zorunlu kılmaktaydı. Rusya’nın Ukrayna’yı işgali de Batı Avrupa sermayesinin “silahlanması” için önemli bir teşvik olmuştu. 
Fakat Biden başkanlığındaki ABD ve İngiltere’nin doğrudan Ukrayna’da savaşa dahil olmasıyla Batı Avrupa sermayesinin silahlanması bir süreliğine kadük kaldı. Buna müteakip Trump’ın Avrupa’dan “savunma” karşılığında “haraç” istemesi ve Putin ile anlaşmayı zorlaması Batı Avrupa sermayesinin silahlanma sürecini tekrar başlattı.
Bu sürecin başını ise AB kurumları çekiyor. 
AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, Avrupa’nın “rekabetçiliğini” (yani sermayeler arası savaşta gücünü) artırmak için kendi savunmasını gerçekleştirmesi gerektiğini söylerken komisyona 800 milyar avroluk değerinde silahlanma planı sunuldu. (1)
Silahlanma planına karşı tepkiler ise büyük oranda finansmanına yönelik. Hollanda ve Almanya ile birlikte komisyon, savaş tahvilleri çıkarmak yerine bütçe ve kredilerle finansmanı savunuyorlar. Çünkü onlara göre tahviller diğer borçların (yani AB ülkelerinin kendilerine olan) silinmesi için örnek teşkil edebilir. Buna karşılık İspanya, İtalya ve Fransa piyasalardan borçlanarak planın finanse edilmesini istedikleri için savaş tahvillerinin çıkarılmasını savunuyorlar.(2)
Diğer yandan kendilerini “özel yatırımcı” ve “risk sermayesi” olarak adlandıran burjuvazinin bir kesimi de savunma sanayisinin büyütülmesi için gerekli olan sermayeyi sunmaya hazırlanıyor. Bu noktada “bazı” devletlere söz vermiş durumdalar.(3)
Dolayısıyla Batı Avrupa sermayesi “silahlanmadan” gelecek paraya gözünü dikmiş durumda.
Almanya ve Yetersizlikler
Silahlanma konusunda Almanya’nın hamleleri ise dikkat çekiyor. 
Taze Başbakan Merz Ukrayna ordusunun savunma durumundan çıkıp hücuma geçmesini ve bunun için uzun menzilli Taurus füzesi verebileceğini belirtiyor ve Rusya’nın olası işgal girişimine karşı 2029’a kadar Alman ordusunun hazır olması gerektiğini söylüyor.(4)
Hızını alamayan Merz, Almanya’nın Rusya’nın saldırılarına karşı Fransa ve İngiltere’nin nükleer silah şemsiyesi altına girebileceğini ancak ilk tercihlerinin ABD olacağını açıkça ifade ediyor. 
Diğer yandan Alman Savunma Bakanlığı, Deutsche Bahn ve Lufthansa gibi “sivil” şirketlerin lojistik alan başta olmak üzere “savunmada” (askeri silah taşınmasından savaş uçağı pilotlarının eğitimine kadar) kullanılması üzerine çalışmalara başlamış durumda.(5)
Almanya’nın bu çabalarına karşı Avrupa’nın silahlanması ve askerileşmesi konularında sıkıntılar da yaşanıyor.
İngiltere’nin sözcülüğünü yaptığı Ukrayna’ya “barış gücü” gönderme konusu şimdilik başarısızlıkla sonuçlandı. 25 bin askerden oluşması düşünülen “barış gücünün” hem askeri personel sayısının yetersizliği hem de “finansman eksikliğinden” dolayı rafa kaldırıldığı belirtiliyor.(6)
Sonuç olarak Avrupa’nın silahlanma ve askerileşme konusunda zamana ihtiyacı olduğu görülüyor. Fakat Rusya Ukrayna’da güçlendiği sürece silahlanmayla elde edilmek istenen Ukrayna pastasındaki pay giderek küçülüyor, hatta pastadan kapacak pay kalmıyor. Bu da Avrupa’yı hızlı davranmaya itiyor ve bu konuda ABD’nin “desteğine” mecbur kalıyor.
Avrupa ve ABD
Rusya’ya karşı hem zamana hem de ABD’nin gücüne ihtiyacı olan Avrupa’nın karşısına bir de “Trump” engeli çıkıyor. Bu “engelin” Rusya’ya yanaşması yetmiyor, AB’ye de gümrük tarifeleri uygulayarak adeta üzerine tuz biber ekiyor.
Fakat Avrupa Trump’a karşı geri adım atmıyor, karşı adımlarını ve hamlelerini de yürürlüğe adım adım koyuyor.
Trump’ın tarifelerine karşı misilleme olarak bazı ABD ürünlerine vergi koyan AB, Trump’ın tarifeleri durdurma kararı almasının ardından ABD ile “sıfıra sıfır vergi” anlaşması için görüşmeler yapmaya başladı. Bununla birlikte AB, görüşmelerin başarısızlıkla sonuçlanması halinde daha fazla misilleme yapmayı (Boeing uçaklarına gümrük vergisi koymak gibi) da planlıyor.
ABD ile AB arasındaki gerilimin esas kaynağını ise Ukrayna’nın doğal kaynaklarını sömürme yarışı oluşturuyor.
Nitekim geçtiğimiz günlerde ABD ile Ukrayna arasında yapılan anlaşmada doğal kaynakların ön planda olduğu ortaya çıktı. Anlaşmaya göre Ukrayna’nın yeraltı kaynaklarından edinilecek gelirlerle “ortak yatırım fonu” kurulacak. Bu fonla ülkenin “yaraları sarılacak”. Ayrıca Ukrayna’daki doğal kaynakların araştırılması ve işletilmesinde ABD’ye özel erişim hakkı tanınacak. 
ABD’ye Ukrayna’da askeri yükümlülük getirmeyen bu anlaşma ABD’yi Kiev’e tekrar bağlamanın aracı olarak görüyor. Ki Zelenski de ülkesinin doğal kaynaklarını “Batı”nın desteğini sağlamak için peşkeş çekmekten çekinmiyor. Çünkü Ukrayna halihazırda AB’nin kritik dediği 34 mineralden 22’sinin yatağına, ABD Jeolojik Araştırma Kurumu’nun ulusal güvenlik ve ekonomi için önemli dediği 50 elementten çoğunun yatağına sahip bir ülke.(7) Dolayısıyla Zelenski Ukrayna’nın doğal kaynaklarını hem iktidarını korumak hem de AB ile ABD arasındaki gerilimden faydalanmak için kullanmaktan pek de utanmıyor.
Avrupa ile ABD arasındaki gerilimler “ortaklaşmalarda” da devam ediyor.
AB ile ABD arasında Rusya’ya karşı yeni yaptırım paketlerini eşgüdümlü uygulama iradesi oluştu. AB Rusya’ya yönelik hazırladığı 17. yaptırım paketini uygulamak için ABD’den yanıt bekliyor. ABD ise Rusya’ya Ukrayna’ya yönelik saldırıları durdurmasını, aksi takdirde hem bu paketi hem de Rusya’dan petrol, doğalgaz alan ülkelere yüzde 500 gibi ciddi gümrük vergisi uygulayacağını söylüyor. Bu “ortaklaşmaya” rağmen AB, Trump’ın Rusya ile yakınlaşması olasılığına karşı B Planı hazırlığı içerisinde olduğunu da açıkça ifade ediyor. (8)
Trump’ın Avrupa’ya yönelik politikalarının yanı sıra barış anlaşmasına karşılık Rusya ile ekonomik ilişkileri kurma önerisi AB’deki “endişeleri” had safhaya çıkarıyor. Bununla birlikte Almanya’da CDU/CSU ve SPD’nin yeni koalisyon görüşmelerinde ABD ile ilişkilerin olağanüstü önemde olduğunun vurgulanması ve ABD ile serbest ticaret anlaşması imzalanmasının istenmesi Trump’ın “önerilerinin” ve politikalarının gerçekleşmesini zorlaştırabilir. Bu zorlanma ağırlık kazandığı zaman Trump’ın devrilmesine ya da eksen değişikliğine gidilmesine yol açabilir. Nitekim ABD sermayesinin önemli bir kısmının AB ile birlikte Çin pazarını fethetmeyi istemesi Trump’ın işinin kolay olmayacağını ve önümüzdeki süreçte AB ile ABD arasındaki ilişkilerini gerilimli olmaya devam edeceğini gösteriyor.

Dipnotlar
(1) https://tr.euronews.com/my-europe/2025/03/05/ab-yeniden-silahlanma-plani-icin-800-milyar-euroya-nasil-ulasabilir
(2) https://harici.com.tr/ab-800-milyar-avroluk-yeniden-silahlanma-butcesini-nasil-finanse-edecek/ 
(3) https://harici.com.tr/risk-sermayesi-silahlanan-avrupaya-akmaya-hazir/
(4) https://www.politico.eu/article/friedrich-merz-germany-cdu-democracy-german-politics/
(5) https://www.reuters.com/business/aerospace-defense/german-army-approaches-big-firms-nato-logistics-aid-handelsblatt-daily-says-2025-04-22/
(6) https://www.thetimes.com/uk/defence/article/europe-uk-peacekeeping-troops-ukraine-6tp2cfgg5
(7) https://harici.com.tr/ab-ve-abd-ukraynanin-yer-alti-kaynaklari-icin-rekabet-ediyor/
(8) https://harici.com.tr/ab-trumpin-ukrayna-muzakerelerinden-cekilme-ihtimaline-karsi-b-plani-hazirliyor/

2 Mayıs 2025 Cuma

Tarifeler Çin’i Aktifleştiriyor

Trump’ın tarifeleri “ekonomik alanda” yeni bir dönüm noktasına işaret etmekle birlikte tarifelerin esas hedefi olan Çin için de benzer bir dönüm noktası anlamını taşıyor. Bugüne kadar esas hedef olmaktan bir şekilde “kaçınabilen” ya da kendisine yapılanlara “sessiz” kalan Pekin, “yeni” dönüm noktasına uygun “yeni” hamleler yapıyor. Bu “yenilikler” Çin’in hem gücünü hem de zaaflarını göstererek “aktif” olacağı bir süreç içerisine girdiğine işaret ediyor.

Restine Rest

Çin’in “aktifliğinin” en önemli göstergesi gümrük tarifelerine anında verdiği cevaplar. Trump’ın koyduğu tarifelere aynı tonda cevap veren Pekin, farklı alanlarda ekstra hamleler de yapmakta. 11 ABD’li şirketi daha güvenilmez şirketler listesine alan Pekin, nadir madenlerin ihracına da kısıtlama getirdi.

Nadir madenlerin ihracına getirilen kısıtlama, tarifelere verilen cevaplar göre daha ciddi bir hamle. Çünkü ABD Jeolojik Araştırmalar Kurumu’na göre ABD, ihtiyaç duyduğu nadir toprak metallerinin yaklaşık yüzde 80'ini ithal ediyor ve bu ithalatın yüzde 70’i Çinli şirketler tarafından gerçekleştiriliyor. Bu metallerin ve madenlerin telefondan savaş uçağına kadar çeşitli “kritik” ürünlerin yapımında kullanılıyor olması “taviz vermeyecek” Trump’a “Çin ile görüşüyoruz” dedirttiriyor.

Çin’in ABD’ye “restine rest” demesinin iki nedeni daha bulunuyor.

İlki Çin’in “ekonomik” alanda ABD’ye bağımlılığını azaltması. Çin’in toplam ihracatı içinde ABD’nin payı 2018’de yüzde 20 iken şimdilerde yüzde 15’e kadar gerilemiş durumda. Bununla birlikte Çin kendisine emperyalist iş bölümü doğrultusunda çizilen niteliksiz meta üretme rolünü reddetmesi ve devlet destekli yatırımlarla katma değeri yüksek metalar üretebilmesi ve hatta DeepSeek’in örneğinde görüldüğü üzere öncü olabilmesi, Pekin’in elini daha da güçlü kılıyor.

İkinci ise Pekin’in tarife hamlesini askeri kuşatmanın yanında ekonomik kuşatma olarak okuması. Trump seçilmeden önce bazı Çinli sermayedarlar fabrikalarını Vietnam, Tayland gibi Güneydoğu Asya ülkelerine taşımışlardı, ama onlar da tarifeden kaçamadılar. Bu da Çin’i kuşatmaya karşı “aktif” olmaya itiyor.

Fırsatlar ve Zaaflar

Pekin’in ABD’ye karşı elinin güçlü olması “fırsatlar” sunmakla birlikte “zaaflarını” da ortaya çıkarıyor.

Fırsatların en büyüğü Çin’in düzen kurucu güç olma şansını yakalaması.

Çin’in çok kutuplu dünya düzenini ve serbest ticareti savunması dünya çapındaki etkisini artırmakla birlikte ABD’ye ve gümrük tarifelerine “mesafe” koymak isteyen ülkeleri de yanına yaklaştırıyor. Bu da Çin’in “siyasi” olarak düzen kurabilmesine olanak tanıyabilir.

Öte yandan ABD’nin ilk olarak 2018’de getirdiği gümrük vergilerine karşı hareket geçen Pekin, o zamandan bu yana BRICS’i genişletmeye çalıştı, elindeki ABD tahvillerini azalttı, Çin Yuanı’nı ticarette kullanmaya başladı. Şimdi ise yapay zeka ve mikroçiplerde öncü olmaya çalışıyor. Bu da Çin’in “ekonomik” alanda belirleyici olmasına olanak tanıyor.

Pekin ise bu olanakları değerlendirme doğrultusunda hamlelerini sıklaştırıyor. Başkan Şi Cinping’in Malezya ve Kamboçya başta olmak üzere komşu ülkeleri gezerek ekonomik ve askeri kuşatmayı kırmaya çalışıyor. Diğer yandan Çin yönetimi Güney Kore ve Japonya’ya da “gümrük savaşına” karşı beraber davranmayı teklif ediyor.

Bunlara ek olarak Çin tarifelerden nasibini alan AB’ye özel önem gösteriyor. Pekin Uygur Türkleri için yaptıkları açıklamalardan dolayı yaptırım kararı aldığı AB parlamenterlerinin yaptırımlarını kaldıracağını ilan ederken, Şi Cinping bizzat AB ülkelerinin liderleriyle görüştü. Hatta Çin yeni pazarlar için AB’ye heyetler de gönderdi. Fakat AB ne Çin’e yatırım yapmaya ne de Çin’in yeni pazarı olmaya hevesli. Bu nokta Çin’in “zaaflarını” ortaya çıkarıyor.

ABD ile güçlü ekonomik ve siyasi bağları olan ülkeler bu süreçte Çin ile bağlarını koparmasalar da yakınlaşmaktan çekinmekteler. Örneğin son BRICS Dışişleri Bakanları toplantısına Hindistan Dışişleri Bakanı katılmadı. Bunda Çin’in Pakistan’ın yakın müttefiki olmasının da payı var. 

Diğer yandan Çin mallarına yönelik tarifelerin diğer ülkeler tarafından kendi sanayilerini korumak ve hatta ABD’ye ihraç yapmak için bir fırsat olarak da görülmesi “çekinceyi” artırıyor. Bu da Çin mallarına yönelik talebin azalmasına yol açabilir ve dolayısıyla Çin’in büyüme hedefini düşürmekle birlikte Çin’e ülke içerisinde maliyetleri azaltma baskısı yaratıp Çin halkını yoksullaştırabilir.

Fakat bu durum Çin’in önüne başka bir “fırsat” daha sunuyor.

Gümrük tarifeleri, Şi Cinping iktidara geldiğinden bu yana sürekli vurgulanan Çin’in iç talebi artırma politikasına ağırlık vermesini sağlayabilir. 

Ve bu da Çin’i bir yol kavşağına getiriyor:

Çin meta zenginliğini içeride dağıtarak sosyalist “ortak refahı” mı yoksa kapitalizmin ihtiyacı olan nitelikli ya da niteliksiz ucuz iş gücü yaratmaya devam etmeyi mi seçecek?

Çin gümrük savaşlarına ulusal varoluş meselesi olarak bakması ve Mao’dan alıntılar yaparak savaşı sürdüreceklerini belirtmesi Pekin’in ilk seçeneğe yakın olabileceğine işaret ediyor. Fakat gümrük savaşları “yumuşadığı” takdirde ikinci tercih birinciyi unutturabilir. 

Sırada “Ekonomik” Savaş mı var?

12 gün süren İsrail-İran füze savaşı “şimdilik” ateşkesle bitti. ABD’nin yıllar sonra İran’ı vurması ve ardından İran’ın da ABD’nin Katar’da...