İkinci Dünya Savaşı sırasında ABD'nin Japonya'ya karşı nükleer silah kullanması, uzun süredir duygusal tartışmaların konusu olmuştur. Başlangıçta, Başkan Truman'ın Hiroşima ve Nagazaki'ye iki atom bombası atma kararını sorgulayan çok az kişi vardı. Ancak 1965 yılında tarihçi Gar Alperovitz, bombaların savaşı hemen sona erdirmesine rağmen, Japonya’nın liderlerinin zaten teslim olmak istediklerini ve muhtemelen 1 Kasım'da planlanan Amerikan işgalinden önce teslim olacaklarını savundu. Bu nedenle bombaların kullanılması gereksizdi. Açıkçası, bombalamalar savaşı kazanmak için gerekli değildiyse de, Hiroşima ve Nagazaki'yi bombalamak yanlıştı. O günden bu yana geçen 48 yıl içinde, birçok kişi bu tartışmaya katıldı: Bazıları Alperovitz'i destekleyerek bombalamaları kınarken, diğerleri bombalamaların ahlaki, gerekli ve hayat kurtarıcı olduğunu savunarak sert bir şekilde karşı çıktı.
Ancak her iki görüş de Hiroşima ve Nagazaki'nin yeni ve daha
güçlü silahlarla bombalanmasının Japonya'yı 9 Ağustos'ta teslim olmaya
zorladığını varsayıyor. Bu iki görüş de, bombalamanın yararını
sorgulamamaktadır; esasen, bombalamanın işe yarayıp yaramadığını sormaktadır. Geleneksel
görüş, elbette işe yaradı şeklindedir. Amerika Birleşik Devletleri 6 Ağustos'ta
Hiroşima'yı, 9 Ağustos'ta Nagazaki'yi bombaladı ve Japonlar nihayet daha fazla
nükleer bombalama tehdidine boyun eğerek teslim oldular. Bu anlatıya destek çok
güçlüdür. Ancak bu anlatıda üç büyük sorun vardır ve bunlar bir araya
geldiğinde Japonların teslim olmasıyla ilgili geleneksel yorumu önemli ölçüde
zayıflatmaktadır.
Zamanlama
Geleneksel yorumun ilk sorunu zamanlamadır. Ve bu ciddi bir
sorundur. Geleneksel yorumun basit bir zaman çizelgesi vardır: ABD Hava
Kuvvetleri 6 Ağustos'ta Hiroşima'yı nükleer silahla bombalar, üç gün sonra
Nagazaki'yi bir başka nükleer silahla bombalar ve ertesi gün Japonlar teslim
olma niyetlerini bildirirler. Amerikan gazetelerinin “Pasifik'te Barış: Bizim
Bombamız Başardı!” gibi manşetler atmasını suçlu bulmak zor.
Hiroşima'nın hikayesi çoğu Amerikan tarih kitabında
anlatıldığında, bombalamanın yapıldığı gün, yani 6 Ağustos, anlatının doruk
noktası olarak sunulur. Hikayenin tüm unsurları o ana işaret eder: bomba yapma
kararı, Los Alamos'taki gizli araştırmalar, ilk etkileyici test ve
Hiroşima'daki nihai doruk noktası. Başka bir deyişle, bu hikaye bomba hakkında
bir hikaye olarak anlatılır. Ancak Japonya'nın teslim olma kararını bomba
hikayesinin bağlamında objektif olarak analiz etmek mümkün değildir. Bunu
“bomba hikayesi” olarak sunmak, bombanın rolünün merkezi olduğunu varsaymak
anlamına gelir.
Japonların bakış açısından, Ağustos ayının ikinci
haftasındaki en önemli gün 6 Ağustos değil, 9 Ağustos'tu. O gün, Yüksek Konsey
savaşta ilk kez toplanarak koşulsuz teslimiyeti tartıştı. Yüksek Konsey, 1945
yılında Japonya'yı fiilen yöneten altı üst düzey hükümet üyesinden oluşan bir
grup, bir nevi iç kabineydi. Japon liderler o güne kadar teslim olmayı ciddi
olarak düşünmemişlerdi. Koşulsuz teslimiyet (Müttefiklerin talep ettiği şey)
kabul edilmesi zor bir durumdu. Amerika Birleşik Devletleri ve Büyük Britanya,
Avrupa'da savaş suçları davalarını çoktan başlatmıştı. Ya ilahi olduğuna
inanılan imparatoru yargılamaya karar verirlerse? Ya imparatoru ortadan
kaldırıp hükümetin yapısını tamamen değiştirirlerse? 1945 yazında durum kötü
olsa da Japonya'nın liderleri geleneklerini, inançlarını veya yaşam tarzlarını
terk etmeyi düşünmeye istekli değillerdi. 9 Ağustos'a kadar. Onları bu kadar
ani ve kararlı bir şekilde fikirlerini değiştirmeye iten ne olmuştu? 14 yıllık
savaşın ardından ilk kez ciddi bir şekilde teslim olmayı tartışmalarını sağlayan
neydi?
Nagazaki olamazdı. Nagazaki’yi bombalama, Yüksek Konsey'in
teslim olmayı tartışmak üzere toplantıya başladığı 9 Ağustos sabahı geç
saatlerde gerçekleşti ve bombalama haberi Japonya'nın liderlerine ancak öğleden
sonra ulaştı; o sırada Yüksek Konsey toplantısı çıkmaza girerek ertelenmiş ve
tüm kabine tartışmayı ele almak üzere çağrılmıştı. Sadece zamanlamaya
bakıldığında, Nagazaki’nin onları motive eden şey olamayacağı açıktır.
Hiroşima da pek uygun bir aday değil. Hiroşima bombalaması
74 saat, yani üç günden fazla bir süre önce gerçekleşmişti. Ne tür bir krizin
ortaya çıkması üç gün sürer? Bir krizin en belirgin özelliği, yaklaşan bir
felaket hissi ve hemen harekete geçme arzusu. Japonya'nın liderleri
Hiroşima'nın bir kriz başlattığını hissetmiş olsalar, nasıl olur da üç gün
boyunca bu sorunu görüşmek için toplanmazlar?
16 Ekim 1962 sabahı saat 8:45 civarında, Başkan John F.
Kennedy yatakta oturmuş sabah gazetelerini okuyorken, ulusal güvenlik danışmanı
McGeorge Bundy odaya girerek Sovyetler Birliği'nin Küba'ya gizlice nükleer
füzeler yerleştirdiğini bildirdi. İki saat kırk beş dakika içinde özel bir
komite oluşturuldu, üyeleri seçildi, kendileriyle iletişime geçildi, Beyaz
Saray'a getirildiler ve ne yapılması gerektiğini tartışmak üzere kabine
masasına oturtuldular.
25 Haziran 1950'de, Kuzey Kore 38. paralelini geçerek Güney
Kore'yi işgal ettiğinde, Başkan Harry Truman Missouri'nin Independence kentinde
tatildeydi. Dışişleri Bakanı Acheson, o cumartesi sabahı Truman'ı arayarak
haberi verdi. 24 saat içinde Truman, Amerika Birleşik Devletleri'nin yarısını
uçarak geçip Blair House'a (Beyaz Saray tadilattaydı) geldi ve en üst düzey
askeri ve siyasi danışmanlarıyla ne yapılacağını tartışmaya başladı.
Hatta, Amerikan İç Savaşı sırasında 1863'te Potomac
Ordusu'nun komutanı olan ve Başkan Lincoln'ün “O çok yavaş” diyerek üzüntüyle
bahsettiği General George Brinton McClellan bile, General Robert E. Lee'nin
Maryland'ı işgal emrinin ele geçirilmiş bir kopyasını eline aldığında sadece 12
saat harcadı.
Bu liderler, herhangi bir ülkenin liderleri gibi, krizin
yarattığı acil çağrıya yanıt verdiler. Her biri kısa sürede kararlı adımlar
attı. Bu tür davranışları Japon liderlerin eylemleriyle nasıl
bağdaştırabiliriz? Hiroşima gerçekten de Japonları 14 yıl süren savaşın
ardından teslim olmaya zorlayan bir kriz başlattıysa, neden bunu tartışmak için
üç gün beklediler?
Bu gecikmenin tamamen mantıklı olduğunu iddia edenler
olabilir. Belki de bombalamanın önemini yavaş yavaş fark ettiler. Belki de
bunun bir nükleer silah olduğunu bilmiyorlardı ve bunu fark edip böyle bir
silahın korkunç etkilerini anladıklarında, doğal olarak teslim olmaları
gerektiği sonucuna vardılar. Ne yazık ki, bu açıklama kanıtlarla uyuşmuyor.
İlk olarak, Hiroşima valisi, Hiroşima'nın bombalandığı gün
Tokyo'ya, nüfusun yaklaşık üçte birinin saldırıda öldüğünü ve şehrin üçte
ikisinin yıkıldığını bildirdi. Bu bilgi sonraki birkaç gün boyunca değişmedi.
Dolayısıyla, bombalamanın sonucu başından beri belliydi. Japonya'nın liderleri
saldırının sonucunu ilk günden itibaren kabaca biliyorlardı, ancak yine de
harekete geçmediler.
İkincisi, Hiroşima’nın bombalanmasını araştıran ordu ekibi
tarafından hazırlanan ve orada olanlarla ilgili ayrıntıları içeren ön rapor 10
Ağustos'a kadar teslim edilmedi. Diğer bir deyişle, teslim olma kararı alınmış
olduktan sonra Tokyo'ya ulaştı. Sözlü rapor 8 Ağustos'ta (ordunun) eline
ulaşmış olsa da, bombalamanın ayrıntıları ancak iki gün sonra öğrenilebildi.
Dolayısıyla teslim olma kararı, Hiroşima'daki dehşetin derinlemesine
anlaşılmasına dayalı değildi.
Üçüncüsü, Japon ordusu nükleer silahların ne olduğunu en
azından kabaca anlamıştı. Japonya'nın bir nükleer silah programı vardı. Birkaç
asker, günlüklerinde Hiroşima'yı yok edenin bir nükleer silah olduğunu
belirtiyor. Savaş Bakanı General Anami Korechika, 7 Ağustos gecesi Japon
nükleer silah programının başkanı ile görüşmeye bile gitti. Japon liderlerin
nükleer silahlar hakkında bilgi sahibi olmadıkları iddiası tutarsızdır.
Son olarak, zamanlama ile ilgili bir başka gerçek de çarpıcı
bir sorun yaratmaktadır. 8 Ağustos'ta Dışişleri Bakanı Togo Shigenori, Başbakan
Suzuki Kantaro'ya giderek Hiroşima'ya atılan bomba hakkında görüşmek üzere
Yüksek Konsey'in toplanmasını talep etmiş, ancak üyeler bu talebi reddetmiştir.
Dolayısıyla kriz, 9 Ağustos'ta tam anlamıyla patlak verene kadar gün geçtikçe
büyümemiştir. Hiroşima'ya atılan bombanın “şoku”na dayanan Japon liderlerin
eylemlerine ilişkin herhangi bir açıklama, 8 Ağustos'ta bombalamayı tartışmak
için bir toplantı yapmayı düşündükleri, bunun çok önemsiz olduğuna karar
verdikleri ve ertesi gün aniden teslim olmayı tartışmak için toplanmaya karar
verdikleri gerçeğini açıklamak zorundadır. Ya bir tür grup şizofrenisine
kapıldılar ya da teslim olmayı tartışmak için gerçek motivasyon başka bir
olaydı.
Ölçek
Tarihsel olarak, atom bombasının kullanımı savaşın en önemli
tekil olayı gibi görünebilir. Ancak, çağdaş Japon bakış açısıyla, atom
bombasını diğer olaylardan ayırmak o kadar kolay olmayabilir. Sonuçta, bir
kasırganın ortasında tek bir yağmur damlasını ayırt etmek zordur.
1945 yazında, ABD Hava Kuvvetleri dünya tarihinin en yoğun
şehir yıkım saldırılarından birini gerçekleştirdi. Japonya'da 68 şehir
saldırıya uğradı ve hepsi kısmen veya tamamen yıkıldı. Tahminen 1,7 milyon kişi
evsiz kaldı, 300.000 kişi öldü ve 750.000 kişi yaralandı. Bu saldırıların 66'sı
konvansiyonel bombalarla, ikisi atom bombalarıyla gerçekleştirildi.
Konvansiyonel saldırıların yol açtığı yıkım çok büyüktü. Yaz boyunca her gece
şehirler dumanlar içinde kalıyordu. Bu yıkım selinin ortasında, bu veya şu saldırının,
olağanüstü yeni bir silahla gerçekleştirilmiş olsa bile, pek bir etki
yaratmaması şaşırtıcı olmazdı.
Mariana Adaları'ndan uçan bir B-29 bombardıman uçağı,
hedefin konumuna ve saldırı yüksekliğine bağlı olarak, 16.000 ila 20.000 pound
arasında bomba taşıyabilirdi. Tipik bir saldırı 500 bombardıman uçağından
oluşuyordu. Bu, tipik bir konvansiyonel saldırıda her şehre 4 ila 5 kiloton
bomba atıldığı anlamına geliyordu. (Bir kiloton bin tondur ve nükleer
silahların patlayıcı gücünün standart ölçüsüdür. Hiroşima bombası 16,5 kiloton,
Nagazaki bombası ise 20 kiloton gücündeydi.) Birçok bomba yıkımı eşit (ve dolayısıyla
daha etkili) bir şekilde yayarken, daha güçlü bomba gücünün çoğunu patlamanın
merkezinde boşa harcar (yani enkazı geri sıçratır), bu nedenle bazı
konvansiyonel hava saldırılarının iki atom bombasının yol açtığı yıkıma
yaklaştığı söylenebilir.
Geleneksel hava saldırılarının ilki, 9-10 Mart 1945'te
Tokyo'ya yapılan gece saldırısı, savaş tarihinde bir şehre yapılan en yıkıcı
saldırı olarak kalmaya devam ediyor. Şehrin yaklaşık 16 mil karesi yanıp kül
oldu. Tahminen 120.000 Japon hayatını kaybetti; bu, bir şehre yapılan
bombardıman saldırılarında en yüksek ölü sayısıdır.
Hikayenin anlatılma şekli nedeniyle, Hiroşima'ya yapılan
bombardımanın çok daha kötü olduğunu düşünürüz. Ölenlerin sayısının çok fazla
olduğunu hayal ederiz. Ancak 1945 yazında bombalanan 68 şehrin tümünde
ölenlerin sayısına grafik olarak bakarsanız, Hiroşima'nın sivil ölümleri
açısından ikinci sırada olduğunu görürsünüz. Yıkılan alanın büyüklüğüne grafik
olarak bakarsanız, Hiroşima'nın dördüncü sırada olduğunu görürsünüz. Yıkılan
şehrin yüzdesine grafik olarak bkarsanız, Hiroşima 17. sıradadır. Hiroşima, o
yaz gerçekleştirilen geleneksel saldırıların parametreleri içinde açıkça yer
almaktadır.
Bizim bakış açımızdan Hiroşima tekil ve olağanüstü bir yer
gibi görünüyor. Ancak Hiroşima'ya saldırıdan önceki üç hafta boyunca
Japonya'nın liderlerinin yerine kendinizi koyarsanız, tablo oldukça farklıdır.
Temmuz sonu ve ağustos başında hükümetin kilit üyelerinden biri olsaydınız,
şehir bombardımanı deneyiminiz şunun gibi olurdu: 17 Temmuz sabahı, gece
boyunca dört şehrin saldırıya uğradığı haberleriyle uyanırdınız: Oita,
Hiratsuka, Numazu ve Kuwana. Bunlardan Oita ve Hiratsuka'nın yüzde 50'den
fazlası yıkılmıştı. Kuwana'nın yüzde 75'inden fazlası yıkılmıştı ve Numazu daha
da ağır hasar görmüş, şehrin yüzde 90'ı yanıp kül olmuştu.
Üç gün sonra, uyandığınızda üç şehrin daha saldırıya
uğradığını öğrenirdiniz. Fukui'nin yüzde 80'inden fazlası yıkılmıştı. Bir hafta
sonra, gece boyunca üç şehir daha saldırıya uğradı. İki gün sonra, bir gecede
altı şehir daha saldırıya uğradı, bunların arasında yüzde 75'i yıkılan
Ichinomiya da vardı. 2 Ağustos'ta, ofise vardığınızda dört şehrin daha
saldırıya uğradığı haberini alırdınız. Raporlarda Toyama'nın (1945 yılında
Tennessee eyaletindeki Chattanooga şehriyle yaklaşık aynı büyüklükte) %99,5
oranında tahrip olduğu bilgisi de yer alıyordu. Şehrin neredeyse tamamı yerle
bir olmuştu. Dört gün sonra dört şehir daha saldırıya uğradı. 6 Ağustos'ta
sadece bir şehir, Hiroşima saldırıya uğradı, ancak raporlara göre hasar çok
büyüktü ve yeni bir tür bomba kullanılmıştı. Haftalardır süren şehir yıkımının
arka planında bu yeni saldırı ne kadar göze çarpardı?
Hiroşima'dan önceki üç hafta içinde, 26 şehir ABD Hava
Kuvvetleri tarafından saldırıya uğradı. Bunların sekizi, yani neredeyse üçte
biri, Hiroşima kadar veya daha fazla yıkılmıştı (şehrin yıkılan yüzdesine
göre). 1945 yazında Japonya'nın 68 şehrinin yıkılmış olması, Hiroşima'nın
bombalanmasını Japonya'nın teslim olmasının nedeni olarak görenler için ciddi
bir sorun teşkil ediyor. Soru şu: Eğer bir şehrin yıkılması nedeniyle teslim
oldularsa, neden diğer 66 şehir yıkıldığında teslim olmadılar?
Japonya'nın liderleri Hiroşima ve Nagazaki nedeniyle teslim
olacaklarsa, şehirlerin bombalanmasını genel olarak önemsediklerini, şehir
saldırılarının onlara teslim olmaları için baskı uyguladığını düşünmek
mantıklıdır. Ancak durum böyle görünmüyor. Tokyo'nun bombalanmasından iki gün
sonra, emekli Dışişleri Bakanı Shidehara Kijuro, o dönemde Japon yüksek rütbeli
yetkililer arasında yaygın olarak paylaşılan bir görüşü dile getirdi.
Shidehara, “halkın günlük bombardımanlara yavaş yavaş alışacağı, zamanla birlik
ve kararlılıklarının daha da güçleneceği” görüşünü dile getirdi. Bir arkadaşına
yazdığı mektupta, vatandaşların acıya katlanmasının önemli olduğunu, çünkü
“yüzbinlerce sivil öldürülse, yaralansa veya açlıktan ölse, milyonlarca bina
yıkılsa veya yansa” bile diplomasi için ek süreye ihtiyaç olduğunu belirtti.
Shidehara'nın ılımlı bir kişi olduğunu hatırlamakta fayda var.
Hükümetin en üst kademelerinde, yani Yüksek Kurul'da da
tutumlar görünüşe göre aynıydı. Yüksek Kurul, Sovyetler Birliği'nin tarafsız
kalmasının önemini tartışsa da, şehir bombardımanının etkisi hakkında kapsamlı
bir tartışma yapmadı. Korunan kayıtlarda, şehir bombardımanı Yüksek Konsey
tartışmalarında iki durum dışında hiç bahsedilmiyor: birincisi 1945 Mayıs'ında
geçiştirilerek, ikincisi ise 9 Ağustos gecesi yapılan geniş kapsamlı
tartışmada. Kanıtlara dayanarak, Japonya'nın liderlerinin şehir bombardımanının
— savaşı yürütmekle ilgili diğer acil meselelere kıyasla — çok da önemli
olduğunu düşündüklerini iddia etmek zor.
Anami, 13 Ağustos'ta atom bombalarının, Japonya'nın aylarca
maruz kaldığı yangın bombalarından daha tehditkar olmadığını belirtti. Hiroşima
ve Nagazaki, yangın bombalarından daha kötü değildiyse ve Japonya'nın liderleri
bunları derinlemesine tartışmaya değer bulmadıysa, Hiroşima ve Nagazaki onları
nasıl teslim olmaya zorlayabildi?
(Bu yazı İngilizceden Türkçeye
Göksal Caner Malatya tarafından çevrilmiştir. Yazının orijinaline buradan
erişebilirsiniz: https://foreignpolicy.com/2013/05/30/the-bomb-didnt-beat-japan-stalin-did/
)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder