1 Haziran 2016 Çarşamba

Felluce Operasyonu ve Hesaplar

(Toplumsal Özgürlük, Haziran 2016 sayısı)

Adım adım Irak’tan silinen IŞİD’e yönelik operasyonlar, Felluce operasyonuyla devam ediyor. 22 Mayıs’ta başlayan operasyona Irak ordusu, Sünni aşiret güçleri ile Gönüllü Halk Güçleri (Haşdu’ş-Şa’bi) katılıyor. Operasyona Suriye’nin aksine ABD uçakları değil Irak ordusunun uçakları hava desteği veriyor. 

Neden Felluce? 

Felluce IŞİD’in en çok önem verdiği kentlerden biri. ABD’nin Irak işgali döneminde sergilediği direnişle adından “Direniş kenti” olarak bahsettiren Felluce’nin bu anlamda sembolik anlamı büyük. Bununla birlikte Felluce başkent Bağdat’a en yakın kent olmakla birlikte Irak’taki Şiilerin yoğunlukta olduğu bölgelere açılan bir kapı konumda. Bu açıdan da oldukça stratejik bir önemi bulunuyor. 

Ramadi, Beyci ve Tikrit’in ele geçirilmesiyle birlikte IŞİD Irak’ta Musul ve Felluce’ye sıkışmış durumda. Musul’un durumunun tartışmalı olması ve küresel güçlerin bu duruma müdahil olmaları da Haydar İbadi yönetimini Felluce’yi yöneltmiş durumda. İbadi yönetimi Felluce’yi ele geçirerek hem stratejik önemdeki kenti elde etmeyi, hem de Musul’a yönelirken arkasında IŞİD’in elinde tuttuğu alan bırakmayarak elinin rahat olmasını hedefliyor. 

İbadi yönetimi 

İbadi yönetimi diğer yandan bu operasyonla ülke içindeki otoritesini arttırma hedefini güdüyor. Kurduğu teknokrat hükümet, mezhepsel ve etnik Irak Meclisi’nden yeterli desteği görmeyince İbadi’nin imdadına müttefiki Sadr grubu yetişti. Sadr grubunun yolsuzluk ve kötü yönetimi protesto amacıyla Nisan sonunda Irak Meclisi’ni basmaları ve İbadi’nin bu baskını “gönülsüzce” kınaması ittifakın ciddiyetini göstermiş oldu. İbadi, yolsuzluk ve çıkar batağına bulaşmış Irak kodamanlarına karşı Sadr grubu tabanı yoksul halka dayanan gruplara dayanmış durumda. İbadi bir yandan bu yoksul tabana dayanarak kendi iktidarını konsolide etmeyi hesaplarken diğer yandan otoritesini kabul ettirecek kadar güçlü olduğunu göstermek istiyor. Dolayısıyla İbadi, Felluce operasyonu ile bu hedeflerini gerçekleştirmek için kendisine gerekli olan meşruiyeti elde etme çabasını güdüyor. 

İran’ın hesapları 

Felluce yapılan bu operasyon büyük oranda Irak güçlerinin inisiyatifiyle gerçekleşiyor. Bu güçlerin büyük bir çoğunluğunu Şii milisler oluşturmakla birlikte İran’ın askeri “danışmanları” da saha bulunuyorlar. Nükleer anlaşmadan sonra Ortadoğu’daki politikalarını ABD ile çok ayrı düşmeden yürütmeye çalışan İran, aynı zamanda kendi politikaları doğrultusunda ilerlemeye devam ediyor. 

İran bir taraftan 2014’te IŞİD’in Erbil’e yaptığı saldırısında destek olduğu Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile olan ilişkilerini geliştirirken, diğer yandan Irak ordusunun, IŞİD’in elindeki Sünnilerin çoğunlukta olduğu bölgeleri almasına yardımcı olarak Irak bütününü etkisini altına almaya çalışıyor. Böylece Ortadoğu’nun hem ekonomik hem de coğrafi açıdan merkezi olan Irak’ı elde ederek bölgedeki rakibi Suudi Arabistan’ın önünü almaya çalışıyor. 

Hedefler sahnede 

Felluce operasyonu ile hem İbadi hem de İran hedeflerini yoksul Irak halkının üzerine basarak gerçekleştirme istiyor. Fakat her ne kadar Şii ve Sünni örgütlenmelerin içinde bulunsalar da, yoksulluğa ve yolsuzluğa karşı başkaldırmaları, hem küresel güçlerin hem de bölgesel güçlerin Irak’taki hesaplarını kolayca gerçekleştiremeyeceklerini gösteriyor. 

Ana Hedef Rakka

(Toplumsal Özgürlük, Haziran 2016 sayısı)

Uzun zamandır işareti verilen Rakka’yı özgürleştirme operasyonu 24 Mayıs’ta başladı. Irak-Şam İslam Devleti’nin (IŞİD) başkenti olan Rakka’ya yönelik hareketin öncülüğünü Suriye Demokratik Güçleri (SDG) yapmakla birlikte ABD de 250 askeri uzman ve savaş uçaklarıyla operasyona destek veriyor. 

Operasyonun öncelikle Rakka’nın kuzeyini temizlemeyi hedef alıyor.

Bu temizlemenin ardından Rakka kent merkezinin hedef alınacağı açıklandı. 

Neden Rakka? 

Operasyonun öncü gücü olan SDG’nin çoğunluğunu oluşturan YPG’nin, kantonları birleştirmek amacıyla Cerablus’u hedef alacağı öngörülüyordu. Fakat Türkiye yaptığı yoğun baskı ve hatta kimi askeri saldırılarıyla kantonların birleşmesine izin vermeyeceğini göstermiş, ABD de müttefikinin bu «hassasiyetini» göstererek YPG’nin olası operasyonunu engellemişti. 

Bununla birlikte gerek “eğit-donat” projesinin çökmesi gerekse “ılımlı” muhaliflerin cihatçı çetelerle hareket etmesi ve IŞİD karşısında varlık gösterememesi ABD’yi Rojava’da YPG ile işbirliği yapmaya itiyor. Ve bu işbirliği geçici olmakla birlikte karşılıklı bir ilişki yaratıyor. YPG her ne kadar şimdilik Cerablus’tan vazgeçse de, Rakka’ya yönelerek ileri bir hamle yapıyor. Bu hamle gerçekleşirse YPG hem Suriye’nin kuzeyine tamamen hakim olmakla birlikte Suriye iktidarında da söz sahibi olacak. Diğer yandan Rakka’nın düşmesiyle de Afrin ve Kobani kantonları arasındaki IŞİD güçleri de zayıflamış ve merkezle bağlantıları kopmuş olacak ve böylelikle düşürülmeleri kolay olacaktır. 

SDG’nin yürüyüşü 

Fakat ABD de hem Türkiye’nin “hassasiyeti”nden dolayı hem de devrimci-halkçı bir dinamiğin güç kazanmasını istemediğinden kantonların birleşmesini engellemek için her şeyi yapacaktır. Nitekim ABD’nin yaptığı “1 Haziran’da başlayan Menbic operasyonunu SDG içindeki Arap güçleri-

nin yaptığını ve Menbic’in ele geçirildikten sonra tarihsel sakinleri olan Suriyeli Arapların egemenliğinden olacağı” açıklaması da bunu gösteriyor. Dolayısıyla ABD ve YPG’nin stratejik hedefleri birbirleriyle çelişik durumda. Fakat dönemsel gereklilikler ve zorunluluklar bu işbirliğini zorunlu kılıyor. 

Rakka kimin olacak? 

ABD ve SDG’nin operasyona başlamasından sonra Suriye ve Rusya da Rakka’ya yönelik operasyon hazırlıklarına başladı. Suriye-Rusya ise ABD-SDG’den önce Rakka’yı ele geçirerek “rakiplerinin” hem alan hem de görüşmelerde güç kazanmalarını engelleme çabası içerisinde. Fakat Suriye ordusunun sınırlı gücü bu operasyon için en büyük soru işareti. Bunun yanında SDG içinde Rakka Devrimcileri gibi yerelden savaşçıların olması büyük bir avantaj. 

Öte yandan hem başkenti olması, hem de Irak ve Suriye’deki güçleri arasındaki iletişim ve yardımı sağlaması açısından stratejik bir konuma sahip olmasından dolayı IŞİD’in Rakka’yı kolayca bırakması beklenmiyor. Dolayısıyla Rakka için mücadelenin uzun süreli ve oldukça zor olacağı görülüyor. 

Suriye’de Görüşmelere de Savaşa da Devam

(Toplumsal Özgürlük, Haziran 2016 sayısı)

Önceki yıllara nazaran Mart ve Nisan aylarını görece “sessiz” ve “barış görüşmeleri” içinde geçiren Ortadoğu coğrafyası, başta Rakka ve Felluce operasyonları olmak üzere tekrardan savaşların merkezi oldu. Rusya’nın fiilen girmesinden sonra bütün küresel güçlerin doğrudan müdahaleleri savaşın yakıcılığını daha da arttırıyor. Buna ek olarak bölge devletlerinin de birbirleriyle olan amansız, ahlak ve kural tanımayan rekabetleri devam ediyor. Ve bu durum barış görüşmelerini ve ateşkesleri, büyük operasyonlar öncesinde “nefes almak” için yapılan birer tiyatro gösterisine dönüştürüyor. 

Bitmeyen görüşmeler 

5 yılı yakın zamandır büyük bir savaşın içinde olan Suriye’de, özellikle Rusya’nın girişimiyle “muhalif ” güçlerin büyük çoğunluğuyla ateşkes sağlanmış, böylece 3. Cenevre görüşmelerinin başlaması sağlanmıştı. Her ne kadar Suriye Kürtlerinin en önemli ve güçlü temsilcisi PYD’nin davet edilmemesiyle kadük ve içi boşalan bir gösteriye dönüşse de bu görüşmeler kısmen ateşkesin sağlanmasında başarılı oldu. Fakat Suudiler tarafından oluşturulan Riyad Heyeti’nin görüşmelerden çekilerek Halep’in güneyinde büyük saldırıları başlatmasıyla bu görüşmeler de fiilen çökmüş oldu. Her ne kadar ABD “müttefiklerini” görüşmelere katılmaları yönünde çağrıda bulunsa da bu çağrısına cevap alamamış durumda. Bununla birlikte ABD, bu saldırıyı gerçekleştiren gruplardan olan En-Nusra ile Ahrar’ur Şam örgütlerinin terör örgütleri listelerine alınmasını isteyen Rusya’nın önerisini Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda Britanya ve Fransa ile birlikte reddetti. Dolayısıyla ABD bir taraftan görüşmelere “çağrı” yaparken, diğer taraftan saldıran taraflara arka çıkarak kendi çıkarları doğrultusunda ikili bir politika izlemeye devam ediyor. Rusya ise yaptığı hava saldırılarıyla Palmira’nın kurtarılmasını ve Lazkiye kırsalının cihatçı çetelerden temizlenmesi sağlamış, sonrasında ise görüşmelerin başlaması için askeri güçlerinin bir kısmını “geri çekmişti”. Fakat gerek gönderilen tanklar gerekse Rusya’nın görüşmelerden daha çok savaş için hazırladığını göstermişti. Diğer yandan Rusya, her ne kadar altı kısmen boş olsa da, görüşmelerin başlamasını sağlamakla birlikte onlarca örgütü ateşkese dahil etmesiyle birlikte diplomatik açıdan da alan kazanmış oldu. 

Savaş her yerde 

ABD ve Rusya’nın hem diplomasi hem de askeri hamleleri, iki ülkenin de Suriye’de barıştan çok kendi alan hakimiyetlerini korumak ve genişletmek isteğinde olduklarını gösteriyor. Bununla birlikte bölgesel güçlerin de kendi çıkarlarını dayatmayla birlikte, bu küresel güçlerin “yetemediği” yerlerde kendi inisiyatiflerini koyma çabaları da ülkedeki kaotik durumun güçlenmesine neden oluyor. Bu kaotik durum aynı zamanda başta Rojava’da olmak üzere kimi yerel halkçı-demokratik güçlerin de alan ve güç kazanmasını sağlıyor. Dolayısıyla görüşmeler, ateşkesler, ittifaklar da bu güçlerin savaştıkları başka alanlar oluyor. 


Çatışmalar Büyüyor, Savaş Derinleşiyor

(Toplumsal Özgürlük, Haziran 2016 sayısı)

Özyönetim ilanlarından sonra devletin saldırısıyla başlayan silahlı çatışmalar giderek büyüyor. Ağustos 2015’te başlayan çatışmalar il merkezlerinden ilçelere doğru yayılıyor. Diğer yandan baharın gelmesi nedeniyle hareket kabiliyeti artan HPG de çatışmalara katılmaya başladı. Dolayısıyla çatışmaların kısa vadede bitmeyeceğini, tam tersine uzun süreli bir hal alacağını gösteren bir durumla karşı karşıyayız. 

Aktif savunmaya 

7 Haziran seçimlerinde iktidardan düşen AKP, yenilginin verdiği hırsla özellikle Kürt illerindeki DBP ve HDP binalarına ve yöneticilerine olan saldırılarını arttırmış, darbe süreçlerini aratmayan bir baskıya yönelmişti. Buna karşılık olarak özyönetim ilan eden halk direnişe geçmiş, yereldeki gençler de hendek kazarak direnişe katılmışlardı. Başta Cizre, Sur, Nusaybin olmak üzere yerelde ciddi direnişler sergilenerek kolluk güçlerinin yüz günden fazla sürede mahallelere girememeleri sağlanmıştı. 

Bu direnişlerin kimi yerlerde giderek şiddetlenerek kimi yerlerde ise kısmen azalarak, fakat süreklilik gösteren bir şekilde devam ettiğini görmekteyiz. Özellikle Mayıs ayından bu yana “salt savunma”dan “aktif savunma”ya geçişin ilan edilişiyle birlikte çatışmaların boyutları değişti. “Salt savunma” durumundayken hendek başında duran ve belirli mahallelerde duran YPS/YPS Jin, “aktif savunma” ile birlikte kentlerin her noktasına yayılarak aktif ve etkin saldırılar gerçekleştiriyorlar. Bu durum PÖH ve JÖH’lerin giderek daha fazla kayıp vermelerine (özellikle Nusaybin ve Şırnak merkezde) yol açmakla birlikte, saldırı inisiyatifinin de Kürt gençlerinde olmasını sağlamış durumda. 

Yolların hakimiyeti önem kazanıyor 

Öte yandan baharın gelmesiyle birlikte HPG’nin hareket kabiliyetinin artmasıyla kentlerde süren savaş kırlara da sıçramış durumda. Özellikle karakollara ve yollara yapılan saldırılarla askerlerin hareket etmeleri sınırlandırılmış durumda. Özellikle Amed, Dersim, Hakkari ve Şırnak çevresindeki yollardan geçiş yapan askerlere yapılan saldırılarla ordunun hareketi kısıtlanılıyor. Yollardaki saldırılara ek olarak yapılan karakol ve emniyet müdürlüklerine yapılan saldırılarla da kolluk kuvvetleri baskı altına alınıyor. Böylece hem kentlerdeki YPS/YPS Jin’in üzerindeki baskı azaltılmaya çalışılıyor hem de kurtarılmış alanlar yaratılmaya çalışılarak devlet güçleri binalarına sıkıştırılmak isteniyor. 

Ufukta yeni bir barış sürecinin gözükmemesi, hatta gerek cumhurbaşkanının söylemleri gerek PKK yöneticilerinin söylemleri savaşın şiddetinin giderek artacağını gösteriyor. Her ne kadar iki tarafta için de bir daha üstün olma durumu bulunmasa da, yaz aylarıyla birlikte HPG’nin hareket alanının artması, devlet güçlerinin yol kontrollerini sağlamada zorlanmaları ve YPS/ YPS Jin’in de giderek kent savaşında tecrübe kazanmaları sonucunda devlet güçlerinin fazla kayıp vermeye başlamalarıyla bu “yenişememe” durumunun uzun süre devam edemeyeceği öngörülebilir. 

Guglielmo Carchedi’nin “Başka Bir Avrupa İçin” adlı eseri üzerine

5 Eylül 1938 tarihinde doğan Guglielmo Carchedi, Amsterdam Üniversitesi İktisat ve Ekonometri Bölümü’nde öğretim üyeliği yapmış Marksist bir...