(Toplumsal Özgürlük, Haziran 2021 sayısı)
Sonucundaki “şüphe” hala süren 2017 referandumu sonrasında geçilen başkanlık sistemine alternatif olarak gösterilen “güçlendirilmiş” parlamenter sistem, “körlerin” fili tarif etmesi misali çeşitli biçimlerde ama bütünlüksüz olarak tasvir ediliyor. Vaadin bu hali, aslında muhalefetin “istemeden” kendisini ortaya koymasına da neden oluyor.
Başkanlık kimin içindi?
2001 krizi, AKP’nin iktidara gelişi, Balyoz ve Ergenekon operasyonları ile 2010 referandumu sonucunda devlet sınıflarının despotik yönetimine önemli darbe vuruldu. Fakat despotik yönetim ortadan kalkmadı, yeni bir sahip buldu: Sermaye sınıflarının temsilcileri. Erdoğan da 2005 yılında “Ben ülkemi pazarlamakla mükellefim” diyerek bu temsilciliğe aday olduğunu açıkça ifade etmişti.
Parlamento ne içindi?
Türkiye sermayesinin çıkarlarının pürüzsüz bir şekilde gerçekleşmesi için biçim verilen Başkanlık sistemi, yasakladığı grevler ve çıkardığı yasalarla görevini layıkıyla yerine getirmeye devam ediyor. Fakat 2008’den bu yana süren kapitalizmin yapısal krizinin yeni bir derinliğe ulaşması ve bu krizin siyasal kriz ile devlet krizini tetiklemesi, başkanlık sisteminin “verimli” çalışmasını engelliyor. Burjuvazinin egemen olduğu dönemde bir “uzlaşma” mekânı olarak ortaya çıkan parlamento, işçi sınıfının ve halkın mücadelesi sonucunda halkın girebildiği bir siyasal alan olmuştu. Şimdilerde muhalefet de sermayenin derinleşen krizi ve iç savaşına siyasal bir çözüm için “güçlendirilmiş” parlamenter sistemi önümüze koymakta. Bu sisteme dair sundukları ipuçlarında “tarafsız, partiler üstü bir Cumhurbaşkanının olması”, “yasama, yürütme ve yargının ayrılması”, “seçilmişlerden oluşan kabine” gibi başlıkların olması bunu gösteriyor.
“Güçlendirilmiş” ifadesi ise sermayenin çıkarlarının güçlendirilmesini ifade etmekten başka bir anlama gelmiyor. Halkın çıkarlarını koruyacak yasaların çıkartılması gibi ibarelerin bulunmaması da muhalefetin kimin çıkarlarını önemsediğini, esas aldığını gösteriyor.
“Sıtmaya” razı olmayabiliriz
Muhalefet, Başkanlık “ölümünü” göstererek halkı parlamento “sıtmasına” razı etmeye çalışıyor. Oysa bu iki uç dışında, halkın kendini yöneteceği bir olasılık da var. Ve halk yönetime doğrudan katılabileceğini Gezi’deki forumlarla açıkça ortaya koydu ve sonrasında çeşitli meclislerle bunu devam ettiriyor. AKP-MHP iktidarının İstanbul Sözleşmesi’nden İkizdere’ye kadar çeşitli saldırılarına karşı devletin saltanat makamlarına karşı çıkarak “devlet benim” diye haykıran halkın parlamenter sistemin başka bir lacivertine tav olması pek de mümkün değil.
Demokratik cumhuriyetin mümkün olduğu bir zamandan geçerken sermayenin “güçlendirildiği”bir parlamenter sisteme razı olunmak zorunda değil. Halk güçlerinin gösterdiği mücadele büyütülüp yaşamın her alanına genişletildiği takdirde, halkın güçlü olduğu bir Demokratik Cumhuriyet kurmak hem mümkün hem de tarihsel bir görev olarak önümüzde duruyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder