14 Ekim 2022 Cuma

Sağ Popülizm Tekrar “Yükselirken”

(Toplumsal Özgürlük, Ekim Kasım 2022 sayısı)

Geçtiğimiz aylarda Fransa, İtalya ve Brezilya’da gerçekleşen seçimler, faşist söylemlere sahip partilerin ve adayların “zaferleri” ya da başarılarıyla sonuçlandı. Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, Tayvan’daki ABD-Çin geriliminin üzerine gelen bu gelişmeler, dünya halklarının “kaygılanmasına” yol açmış durumda. 

Macron, Le Pen ve “sol” 

Fransa’da son iki cumhurbaşkanlığı seçiminde ikinci tura kalan “aşırı sağcı” Marine Le Pen’in partisi, haziran ayındaki meclis seçimlerinde tarihi rekorunu kırarak 89 koltuk kazanarak üçüncü parti oldu. Babasından bu yana gelen geleneği sürdüren, hatta babasını yeterince “sert” olmamakla suçlayıp ihraç eden Le Pen’in aldığı bu başarı oldukça “kritik”. Kritik olmasının nedeni ise 577 sandalyeli mecliste devlet başkanı Macron’un çoğunluğu sağlayamamış olmaması. Böylece Le Pen, kimi tavizler karşısında istediği yasalara geçirmesi konusunda Macron’un ihtiyaç duyduğu desteği sağlayabilir. Nitekim neo-liberalizmin yılmaz savunucusu, Fransız emperyalizmini eski günlerine döndürmek için dünyadaki savaş alanlarına hızla müdahil olan Macron için Le Pen’den destek almanın hiç “ayıbı olmaz”. Fakat bu “işbirliğinin” gerçekleşmesinin önünde Fransız solu önemli bir engel olabilir. 

Bir süre sarı yeleklilere bıraktıkları mücadele bayrağını devralan Fransız işçi sınıfı, kısır tartışmalar içinde debelenen Fransız soluna hem sokakta hem de seçimde gerekli balans ayarını yaptı. Hazirandaki meclis seçimlerinde birleşik cephe (NUPES) oluşturan ve ikinci olan Fransız solu, Macron ve Le Pen’in (esasında Fransız sermayesinin) planlarını suya düşürebilecek kapasiteye sahip. 

Meloni, Bolsonaro ve “rehavet ” 

25 Eylül’de gerçekleşen İtalya Genel Seçimleri’nde Mussolini hayranlığını ve faşist söylemlerini gizlemeyen Giorgia Meloni’nin İtalya’nın Kardeşleri partisi birinci oldu. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından ilk defa faşizan bir oluşumun bu kadar oy alıp birinci olması oldukça“kritik”. Uzun bir süredir (düzen içi sol partilerin de destekledikleri) teknokrat kabinelerle yönetilmeye çalışan İtalya’da halkın bu duruma tepkisini faşizan bir yapıyı destekleyerek göstermesi, 1920’lerin başında benzer bir kriz durumunda Mussolini’yi “seçmesiyle” benzerlik taşıyor. İtalya sermayesinin uzun zamandır yaşadığı krizle halkın bu “seçimi” birleşince, önümüzdeki dönemde başta işçilere ve göçmenlere olmak üzere, ciddi bir saldırı dalgasının başlatılacağı öngörülebilir. 

Diğer yandan halkın önemli bir kısmının protestosunu da gösteren bir şekilde seçimlere katılımın yüzde 63’lerde kaldı. Melioni’ye oy verilmesinde olduğu gibi sandığa gidilmemesi de teknokrat hükümetlere karşı bir önemli tepki olarak duruyor. Bu tepkinin hedeflerinden birinin de dağınık durumda olan İtalya

solu olduğu görülüyor. Fakat irili ufaklı şekilde boy veren işçi direnişleri Fransa’da olduğu gibi İtalya’da da sosyalist sola bir hiza verebilir. Brezilya’daki devlet başkanlığı seçimlerinin ilk turunda Lula’nın kazanamaması ve faşist söylemlere sahip Bolsonaro’nun yüzde 43 gibi ciddi bir oy alması Fransa ve İtalya’daki gelişmeler kadar “kaygı” üretmiş durumda. Kadın ve LGBTİ düşmanlığından yerli halklar ve solcu düşmanlığına, Trump destekçiliğinden Amazon ormanlarının sermaye tarafından yağmalanmasına kadar “halk düşmanlığı” niteliğini taşıyacak sıfatları üzerine alan Bolsonaro’ya verilen bu desteğin arkasında Brezilya ordusu ve sermayesinin payı büyük. Seçimlerden önce ordunun çeşitli bölümlerinin Bolsonaro’ya destek minvalinde yaptıkları askeri gösteriler, aynı zamanda Lula seçildiği takdirde “darbe” seçeneğinin de masada olduğunu gösteriyor. Diğer yandan Bolsonaro’nun partisinin meclis seçimlerinden birinci çıkması da “darbe” ihtimalini gerçek kılma ve daha şimdiden ikinci turda “hile yapıldığı” söylentisiyle seçimleri boşa düşürme konusunda cesaret veriyor. Anketlerde önemli bir farkla önde gösterilen Lula, her ne kadar yüzde 47 ile seçimden birinci çıksa da inisiyatif rakibine kaptırmış durumda. Lula her ne kadar yoksul halktan ciddi bir oy alsa da, anketlerin getirdiği rehavetten (ve “siyasi tercihten”) kaynaklı halkın örgütlenmesi ve örgütlü bir biçimde mücadele verilmesinden imtina etmesinden dolayı ikinci tura endişeyle bakmakta. Bu durum Lula kadar dünya soluna da önemli bir ders sunuyor. Kapitalizmin kriziyle doğrudan bağlantılı olarak gelişen enerji, gıda krizi ve artan savaş ortamları işçileri, emekçileri ve yoksulları taleplerini dile getirmekle kalmayıp gerçekleştirecek siyasi öznelere doğru yönelmesine neden oluyor. Sosyalist hareketlerin “şimdilik” bu yönelime cevap olamaması faşizan öznelerin iktidara gelmesine neden oluyor. 

Fakat faşizan güçlerin geçtiğimiz yüzyılın ikinci çeyreğinde olduğu gibi etkin bir iktidar gücü olmayı başaramaması, sosyalist solun kendisini toparlaması için fırsat sunuyor. Bu fırsatı değerlendirmenin yolunun nasıl olacağını da dünyanın dört bir yanında mücadeleyi yükselten işçiler, emekçiler, kadınlar ve gençler açıkça gösteriyorlar. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Trump’ın Avrupa’yla Dansı

Geçtiğimiz hafta yayımlanan 2025 Ulusal Güvenlik Stratejisi belgesi, dünya gündeminin zirvesinden inmiyor. Belge hakkındaki tartışmaların ön...