30 Aralık 2024 Pazartesi

Avrupa: Kendinde mi Kendisi-İçin mi?

“Batı” bloğunun diğer sac ayağı olan Avrupa, içsel gelişim ile dışsal baskının gerilimi altında. İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın ardından NATO’nun (dolayısıyla ABD’nin) koruması altında “gelişen” Avrupa sermayesi, SSCB ve Yugoslavya’nın yıkılmasıyla kıtanın tamamına hâkim olmuştu. İçerideki bu hâkimiyetle küresel emperyalist güç odağı olma fırsatını yakalayabilen Avrupa, bir yandan kendisine bu olanağı sağlayan ABD’nin Ukrayna üzerinden yaptığı “baskıyla” diğer yandan da kıtasal gelişiminin küresel gelişimi “zorlamasıyla” karşı karşıya. Baskı ve zorlama da son dönemde “içerideki” tartışmaları alevlendirmekte.

“İçteki” Gerilim

Avrupa içerisindeki tartışmalarının odağı ise ABD. 

ABD, Rusya’nın kuşatılmasında belirli bir rol verdiği Avrupa’yı kuşatmanın son halkası olan Ukrayna-Rusya savaşına katılmaya da “ikna” etti. Bu iknada “baskı” kadar Avrupa sermayesinin Ukrayna’ya yönelik savaşı ağır sanayi sermayesini savaş sanayisine dönüştürme, Rusya içerisinde yeni sömürgeler oluşturma ve hammadde kaynakları ile pazarlar elde etme “fırsatı” olarak görmesinin de payı vardı. Fakat gelinen son noktada bu amaçlarının hiçbirine ulaşamamış olması Avrupa’yı ABD’den çok kendisine odaklanması gerektiği düşüncesine itiyor. 

“Ulusal çıkarı” savunan siyasi parti ve hareketlerin siyasal alanda öne çıkması da bunun göstergesi. Bu durumun etkisi ABD’nin baskısına uyum sağlamış olan iktidardaki partilerin politikalarındaki “ufak” değişikliklerde görülüyor. Geçtiğimiz günlerde New York Times gazetesinin Avrupa ülkelerinin Rusya’ya karşı yaptırımları uygulamak bir yana petrol ithalatını artırdığını belirterek şikâyet etmesi, Almanya Başbakanı Scholz’un Putin’le görüşmesinin “olumlu” karşılanması da bir diğer göstergeler. Ek olarak Trump’ın korumacılık politikası, Avrupa’ya gümrük vergisi uygulayacağını söylemesi, Ukrayna’da “barışı” vurgulaması ve Avrupa’daki ABD güçlerini çekmeyi vaat etmesi de Avrupa’da kendine odaklanma düşüncesini güçlendiriyor.

Buna karşılık ABD yanlısı özneler de hamlelerini yoğunlaştırıyorlar. AB Komisyonu Başkanı'nın Avrupalıların Rusya’dan sıvılaştırılmış doğalgaz alımının son bir yılda artış gösterdiğini ileri sürerek yeni yaptırım paketi hazırlaması, NATO Genel Sekreteri Rutte’nin Avrupa ülkelerinin gelirlerini sağlık ve sosyal güvenliğe değil savunma sanayine yatırmaları gerektiğini söylemesi baskının “zor” yönünde artacağına işaret ediyor. Ayrıca ABD ile Avrupa arasındaki toplam ticaretin, 2006 yılından sonra ilk kez (2022 yılında) Avrupa’nın Rusya ve Çin ile yaptığı ticaretin toplamından fazla olması “ekonomik” baskının da etkili olacağını gösteriyor. Bu noktada Avrupa sermayesinin motor gücü Almanya’daki gelişmeler önem kazanıyor.

Almanya’nın Seçimi 

“Sosyal Demokrat” Şansölye Schröder döneminde başlayan Rusya (doğalgaz, petrol) ve Çin (otomobil ve diğer fabrikalar) ile ilişkiler, Alman sermayesinin atılım yaparak Avrupa’da hegemon olmasını sağlamıştı. Ukrayna-Rusya savaşını emperyalist güç olma fırsatı olarak gören Alman sermayesi bu süreçte ne ağır sanayisini savunma sanayisini dönüştürebildi ne de Rusya’nın ucuz enerji kaynaklarına hâkim olabildi. Tam tersine evdeki bulgurundan oldu.

Alman sermayesi Rusya pazarından çekilince yerini Çin sermayesi doldurdu, Pekin yüksek teknolojili ve dayanıklı tüketim malları üretmeye başlayınca Alman mallarının Çin’deki pazarı daraldı ve en önemlisi Alman sanayisine devasa kâr sağlayan ucuz enerjiden mahrum oldu. İktidara gelen Yeşillerin dayatmasıyla geçilmeye çalışılan yeşil enerjinin maliyetli olması ve Rusya’dan gelen ucuz doğalgazın kesilmesi Alman sanayisinin rekabetçiliğine darbe vurdu. Ve bu da 2023’te artmaya başlayan iflas eden şirket sayısının 2024’te daha da yükselmesine ve üstelik bu şirketlerin çoğunun cirolarının milyon avrolar olmasına ve dolayısıyla hükümetin çökmesine neden oldu.

“İçerinin” ve “dışarının” birbirlerini belirleyici olduğu bu mesele, Şubat 2025’te yapılacak erken seçimlere doğru giderken gündemin zirvesinde yer alıyor. 

Nitekim seçimlerde birinci parti olma ihtimali yükselen AfD “Batı”nın Rusya politikasını eleştirirken Rusya’nın AB’ye entegre edilmesini ve Almanya’nın Çin’in Tek Kuşak Tek Yol projesine katılmasını savunuyor, ABD askerlerinin Almanya’dan çekilmesini istiyor. İktidardaki partiler de bu temadan uzak kalamıyorlar. Putin ile görüşen "Sosyal Demokrat" Başbakan Scholz Moskova’ya da gidebileceğini söylüyor, buna karşılık muhafazakâr-liberal CDU/CSU bunu “reklam kampanyası” olarak gördüğünü belirtiyor. Rusya ile ilişkilerin düzeltilmesinin meşrulaştığını gösteren bu gelişmeler Alman sermayesinin “içeriye” ve “kendi çıkarlarına” yoğunlaşacağı ve “dışarıdaki” politikasını buna göre belirleyeceği ihtimalinin yüksek olduğunu gösteriyor.

Diğer yandan düşük büyüme hızı, Macron’un neoliberal programının çöküşü ve siyasal kriz de Fransa’nın “içeriye” yoğunlaşacağı ihtimalinin yüksek olabileceğine işaret ediyor.

Sonuç olarak gelişmeler önümüzdeki süreçte Almanya-Fransa birlikteliğiyle güç kazanan AB’nin blok olarak hareket etme olasılığının azaldığını ortaya koyuyor. Buna ek olarak AB üyesi olan ülkelerdeki “ulusalcı” hareketlerin ve programların gelişerek ABD, Rusya ve Çin ile farklı düzeyde ilişkiler yürütmek istediklerini belirtmeleri de Avrupa’nın parçalı bir şekilde de olsa kendisine ve çıkarlarına odaklanacağı bir sürecin öne çıktığını gösteriyor. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Sırada “Ekonomik” Savaş mı var?

12 gün süren İsrail-İran füze savaşı “şimdilik” ateşkesle bitti. ABD’nin yıllar sonra İran’ı vurması ve ardından İran’ın da ABD’nin Katar’da...