28 Haziran 2025 Cumartesi

Sırada “Ekonomik” Savaş mı var?

12 gün süren İsrail-İran füze savaşı “şimdilik” ateşkesle bitti. ABD’nin yıllar sonra İran’ı vurması ve ardından İran’ın da ABD’nin Katar’daki üssünü vurmasıyla pik yapan “savaşın” şiddeti, bu iki saldırının önceden taraflara bildirildiğinin açığa çıkmasıyla düşüşe geçti ve “bitirildi.”

Tarafların yıllardır birbirlerini yok etmeye yeminli olmaları ise savaşın “bitmeyeceğini” gösteriyor. Nitekim ateşkes sonrası Tel Aviv’deki (Nakba öncesi Yafa) billboardları süsleyen İbrahim Anlaşması afişleri savaşın “ekonomik” alanda süreceğini ortaya koyuyor.

Anlaşma ve Koridor

İbrahim Anlaşmaları, 15 Eylül 2020 tarihinde Arap ülkeleri ile soykırımcı ve işgalci İsrail arasındaki ilişkilerin normalleşmesini amaçlayarak imzalanmıştı. Soykırımcı ve işgalci İsrail ile Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn arasında imzalanan ve ABD’nin aracılık yaptığı anlaşmada “güvenlik” öne çıkartılsa da arka planda “ekonomik” faydalar da unutulmamıştı. Anlaşmadan üç yıl sonra ortaya konulan IMEC projesi (Hindistan-Orta Doğu-Avrupa Ekonomik Koridoru) ile “güvenliğin” ekonomik koridor için sağlanacağı ortaya çıkmıştı.

Şimdi “savaşın” ardından ABD Başkanı Trump'ın Özel Temsilcisi Steve Witkoff’un İbrahim Anlaşmaları’na ilişkin önemli bir duyuru yapacaklarını belirtmesi ile anlaşma ve koridorun gündemde öne çıkacağı görülüyor.

Yafa’daki afişte Suudi Arabistan'ın veliaht prensi Muhammed Bin Selman, Suriye’deki Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) yönetiminin lideri Ahmed Şara ve Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn'ın Trump ve Netanyahu ile yan yana getirilmiş olması ise Suudi Arabistan, Suriye ve Lübnan’ın da anlaşmaya katılacağına dair önemli bir ipucu sunuyor. Öte yandan İsrail ile HTŞ arasında doğrudan görüşmelerin olduğunun İsrail basınını[1] süslemesi de güvenlik ve ekonomi alanında adımlar atılacağını gösteriyor.

İran Kavşağı

Fakat bu adımların anlam kazanmasının yolu IMEC’in en önemli kavşağının, yani Hindistan ile Orta Doğu’yu birleştiren İran’ın kazanılmasından geçiyor.

Nitekim ABD Başkanı Trump yeni bir “barış” hamlesine hazırlanıyor. Buna göre Trump’ın uranyum zenginleştirmesinden vazgeçmesi şartıyla İran’a 30 milyar dolarlık finansal yardım vb. “ekonomik” tekliflerde bulunmaya hazırlandığı iddia ediliyor.[2]

Trump’ın son Orta Doğu gezisinde bölge ülkeleriyle trilyon dolarlık yatırım planlamış[3] olmasının Tahran’ı cezbedileceği ihtimali de buna eklenebilir. Diğer yandan Trump süreçten ders aldığını gösterir biçimde “havuçların” yanı sıra “sopayı” da ihmal etmiyor.

ABD donanmasının önemli bir kısmının bölgeye gönderilmesi (ki İran’ı vuran füzelerin bir kısmı bunlardan ateşlendi) ve bu güçlerin namlularını başta Husiler olmak üzere bölgedeki İran yanlısı güçlere çevirmesi Tahran’ın “sopayı” ensesinde hissetmesine neden oluyor.

Tahran’ın ensesindeki bir diğer “sopa” ise Hürmüz Boğazı. İran meclisinin Hürmüz Boğazı’nın kapatılması kararını almasının ardından beklenilenin aksine ABD borsalarının yükselişe geçip petrol fiyatlarının düşmesi[4] İran’ın önemli kozunun değerini düşürdü.

Piyasalardaki bu gelişmeyle birlikte boğazdan geçen petrol ve doğalgazın yüzde 80’inin Asya-Pasifik Havzası’na ve yüzde 20’sinin Avrupa pazarlarına gidiyor olması kapatılmadan en çok İran ve Çin’in etkileneceğini gösteriyor. Ve haliyle bu durum İran’ın “sopadan” çok “havuca” yönelmesini sağlayabilir.

Hakeza soykırımcı ve işgalci İsrail’in saldırıları sonucunda İran’ın nükleer çalışmalarının aksatılması ve ülkenin altyapısına ciddi zarar verilmiş olması da buna eklendiğinde önümüzdeki süreçte Tahran’ın yüzünü “havuca” dönebilir.

Fakat Kant’ın da söylediği gibi: “Bütün düşmanlıklara son verilmesi ‘barış’, belli bir süre ara verilmesi ise ‘ateşkes’ anlamına gelir.”



[1] https://www.evrensel.net/haber/559008/israil-medyasi-hts-yonetimi-israil-suriye-barisini-saglayabiliriz-diyor

[2] https://edition.cnn.com/2025/06/26/politics/us-iran-talks-nuclear-program

[3] https://finance.yahoo.com/news/trump-middle-east-trip-could-130934020.html

[4] https://finans.mynet.com/haber/detay/borsa/iran-abd-uslerini-vurdu-abd-borsasi-yukselise-gecti-petrol-sert-dustu/506545/

21 Haziran 2025 Cumartesi

Savaş Bitecek mi?

Geçtiğimiz hafta soykırımcı ve işgalci İsrail’in İran’a saldırısıyla başlayan füze savaşı, bir haftasını doldurmuş durumda. Bugüne kadar gerçekleşen saldırılara hem nicelik hem de nitelik açısından bakıldığında savaşın “politik” yanının askeri tarafına ağır basmaya devam ettiği görülüyor. Taraflar saldırılarını politik hedeflerine göre gün be gün değiştirirken, destekçileri de küresel ve bölgesel düzlemdeki politikalarına göre konumlarını almaya çalışıyorlar.

İsrail Güçlü Ama?

Soykırımcı ve işgalci İsrail, sürpriz ve güçlü saldırılarıyla İran’a ciddi darbe vurmuştu. İran’ın nükleer programını iki yıl geciktirmenin[1] yanı sıra üst düzey askeri isimleri de öldürerek gücünü gösteren soykırımcı işgalciler, molla rejiminin yıkılması işaretini vermiştiler. Nitekim işaretin sahipleri açıklamalarıyla mesajı aldıklarını gösterseler de “henüz” harekete geçmediler. Bu hareketsizlikte İran’ın etkili karşı saldırısı kadar soykırımcı işgalcilerin “yalnızlığının” da payı var.

Soykırımcı işgalcilere el veren ve hatta “pis işlerini yaptıkları”[2] için teşekkür eden “Batı”, rejimin yıkılması konusunda “hemfikir” olabilmiş değil. Bu durum soykırımcı ve işgalci İsrail’in saldırılarının ağırlığını füze rampalarına ve nükleer çalışmalarının yürütüldüğü hedeflere vermesine neden oluyor. İran’ın da rampaları mobilize etmesi ve nükleer çalışma alanlarını gizleyip bombardımanlardan uzak tutmayı başarması saldırıları manasızlaştırıyor. Dolayısıyla soykırımcı ve işgalci İsrail’in savaş uçakları ve füzeleri İran havasını delik deşik etse de “sınırlı” bir sonuç getiriyor. Bunu aşmanın yolu da “karadan” ilerlemeden ve daha güçlü bombardımandan, onların da yolu ABD’nin “savaşa” katılımından geçiyor. Bu noktada da İran’ın hamlelerinin belirleyiciliği ortaya çıkıyor.

İran Denge Arayışında

Sürpriz ve güçlü saldırılardan dolayı ciddi kayıp yaşayan İran’ın kısa sürede toparlanması “şaşırtıcı” olsa da B planının güçlü olduğunu da gösteriyor. İlk olarak geceleyin ve “eski” füzelerle başlayan saldırıların günün değişik zamanlarına yayılarak “yeni ve güçlü” füzelerle devam ettirilmesi, borsa ve içişleri bakanlığı gibi kritik yerlerin hedeflenmesi ve füze atışlarının başta Arrowlar olmak üzere demir kubbenin öğelerine ciddi mali ve maddi hasar vermesi İran’ın gücünün hiç de “kof” olmadığını ortaya koyuyor. Bunlara ek olarak füzelerin isabet oranının artışında Rusya’nın navigasyon sistemi GLONASS ile Çin’in navigasyon sistemi BeiDou’nun[3] kullanılması “ihtimalinin” olması, İran’ın elini güçlendiriyor.

İran saldırılarını ve dolayısıyla elini güçlendirmesine rağmen var olan statükoyu koruma politikasından da vazgeçmiyor. Dışişleri Bakanı Arakçi’nin Avrupalıların yanı sıra Türkiye, Suudi Arabistan gibi bölge ülkelerindeki mevkidaşlarıyla görüşmesi ve yakında Moskova’ya gidecek olması İran’ın daha ileri gitmek yerine “dengeyi” istediğini gösteriyor. Buradaki “denge” sadece karşılıklı saldırıların durması değil, aynı zamanda Tahran’ın ABD ile yapılan nükleer müzakerelerde taviz vermek istemediği anlamına da geliyor. ABD ise bu mesajı almamaya kararlı. Ki bu sabah (22 Haziran 2025) Fordow nükleer santralini vurarak bunu açıkça gösterdi.

ABD ve Çin

ABD bölgedeki “sivillerini” çekerken askeri üslerini bombardıman ve savaş uçaklarını yığması ve İran’a saldırı için Trump’a tam yetki verilmesinin ardından Fordow nükleer santralinin vurulması ABD’nin İran’dan ciddi tavizler almada ısrarlı olduğunu gösteriyor. Fakat burada Trump’ın “dengesiz” duruşu belirsizliği artırıyor.

Bir taraftan Netenyahu’nun nükleer müzakereleri sabote etmesini önlemek için İran’a saldırıları durdurması için “15 gün daha veren”[4]  Trump, diğer yandan bölgeye yığdığı askeri gücüyle İran’a saldırılarına devam edeceğini söylüyor.

Trump’ın “dengesizliğinin” ya da “kafasını karışmasının” nedeni ise İran’a yönelik saldırı sonucunda bölgede ve dünyada oluşacak durumun “belirsizliği” ve “kontrolsüzlüğü”. Rusya’nın Suriye’den çekilmesiyle bölgedeki hegemonyasını güçlü bir şekilde tekrar kurma fırsatı yakalayan Washington için belirsizliğin oluşması ve kontrol edilemeyen irili ufaklı grupların ortaya çıkması ise istenen bir durum değil. Çünkü bu durum kapıda bekleyenin içeri girmesine neden olabilir. Bu durumda bekleyen ise İsrail’in saldırılarını “en sert” biçimde eleştiren Çin.

Nitekim İran’a açık maddi destek vermekten kaçınsa da Pekin, İran’a balistik füze için hammadde desteği[5] sağlamış durumda. Hakeza geçtiğimiz Nisan ayında Çin’in İran’a füze yapımında kullanılan malzemeler gönderdiğinin ortaya çıkması (her ne kadar devletin bilgisinin olmadığı söylense de) da ilişkilerin ciddiliğini ortaya koyuyor. Bu da Pekin’in İran engelinin aşılarak kendisine yönelik kuşatmanın tamamlanmasına izin vermeyeceğini ortaya koyuyor.

Sonuç olarak bakıldığında füzelerin ve bombardımanların askeri bir sonuca ulaşmaktan çok, karşılık mesajların iletildiği “mors alfabesinin” ışıklarına dönüşmüş durumda. Kapitalizmin krizi ve paylaşım savaşı arttıkça mors alfabesinin ışıklarını başta kendi gökyüzümüz olmak üzere bütün dünyadaki hava sahalarında görme sıklığımız artabilir.



[1] https://www.dw.com/tr/i%CC%87srail-i%CC%87ran%C4%B1n-n%C3%BCkleer-program%C4%B1-iki-y%C4%B1l-geriye-gitti/a-72991673

[2] https://www.aa.com.tr/tr/dunya/merz-bu-israilin-hepimiz-icin-yaptigi-kirli-is-gorusunun-onay-gormesi-ve-paylasilmasindan-memnun/3603550

[3] https://thecradle.co/articles/how-irans-strategic-patience-switched-to-serious-deterrence

[4] https://www.ekonomim.com/dunya/trump-irana-en-fazla-iki-hafta-muhlet-veriyorum-haberi-825690

[5] https://gazeteoksijen.com/dunya/golbon-gemisiyle-ozel-sevkiyat-iranin-ortadoguda-kullanacagi-balistik-fuzeleri-cin-gonderdi-243738

14 Haziran 2025 Cumartesi

Savaş: Orta Doğu’da Politikanın Ta Kendisi

Clausewitz'in ünlü eseri Savaş Üzerine'deki en ünlü cümlelerden birisi şudur: "Savaş siyasetin başka araçlarla (şiddet araçlarıyla) devamıdır."

İsrail’in son saldırıları ve İran’ın misillemeleri yazılmasının üzerinden yaklaşık iki yüz yıl geçmesine rağmen kitabın ve “savaşın gerçekliğinin” pek de değişmediğini gösteriyor. Başta İsrail ve İran olmak üzere bölgesel ve küresel güçler politikanın “şiddet” araçlarını “şimdilik” sahaya sürmüş durumdalar.

Soykırımcı İsrail’in “Fırsatı”

Soykırımcı ve işgalci İsrail’in Gazze’de uyguladığı vahşetten, Lübnan’da Hizbullah’a indirdiği ağır darbeden ve Suriye’de Esad’ı devirdikten sonra İran’a yöneleceği beklenen bir gerçekti. ABD Başkanı Trump’ın “diplomasiye” yönelmesi ve bölge ülkelerinin savaşsız bir “istikrar” isteği İsrail’i bir süre dizginledi.

Fakat Trump’ın nükleer anlaşmayla ilgili şartları kabul etmesi için İran’a verdiği 60 günlük sürenin dolması ise İsrail’e “yeşil ışık” yakılmasını sağladı.

Nitekim Trump 60 günün bitmesine vurgu yaparak İsrail’in saldırısından haberdar olduğunu ve izin verdiğini itiraf etti.[1] Trump, bu saldırılarla İran’ı masaya oturtup şartlarını kabul ettirebileceğine inanmış durumda.

Trump’ın “inancı” bu olsa da İsrail’in amacının başka olduğu oldukça açık. Soykırımcı ve işgalci İsrail, tıpkı Suriye’de olduğu gibi İran’a karşı yakaladığı “altın fırsatı” değerlendirmek istiyor. Direniş Ekseni’nin her parçasına vurduğu darbeden sonra “yılanın başını” koparmayı amaçlayan İsrail, İran’ın nükleer silah geliştirmesini önlemekten çok rejim değişikliğinin yolunu açmaya çabalıyor. Bu nedenle İsrail nükleer bilim insanlarından daha çok üst düzey askeri görevlileri hedef alıyor.

Bunlarla birlikte eski İran Şahı'nın oğlu Rıza Pehlevi’nin güvenlik güçlerine darbe çağrısı yapması, PJAK’ın “Jin, Jiyan, Azadi devriminin yeni bir aşamasını başlatmak için işbirliği yapmalarını istiyoruz ve bu yönde böyle bir başlangıç için hazırlığımızı ilan ediyoruz” açıklaması ve İran Kürdistan Demokrat Partisi’nin “İran vatandaşlarını bu kriz, yıkım ve karanlıktan kurtarmanın ilk ve en önemli ön koşulu bu rejimi tamamen kaldırmak ve sona erdirmektir” ifadelerini kullanması “içeriden” rejimi devirmek isteyenlerin bunu bir işaret olarak algıladıklarını gösteriyor.

Fakat İran’ın misillemelerinin ve Çin ve Rusya’dan gelen tepkilerin ardından Beyaz Saray’dan yapılan açıklamalar “rejimin devrilmesinin” değil “ihtar verilmesinin” istendiğine işaret ediyor. ABD Savunma Bakanı Hegseth’in “İran'ın hâlâ bir seçeneği var” açıklamasını yapması[2] ve Trump’ın Putin’e İran ve İsrail arasındaki çatışmaların bitmesi gerektiğini söylemesi[3] bunu ortaya koyuyor. Dolayısıyla İran misillemelerinde “fazla ileriye” gitmediği ve “masada kaldığı” sürece İsrail ve ortaklarının “ihtarla” yetinmek zorunda kalacağı ortada.

İran’ın “Fırsatı”

Öte yandan İran’ın yaptığı misillemeler ise Tahran’ın “ihtarı” fırsata dönüştürme çabası içinde olduğunu gösteriyor. Tahran’ın kolayca vurulması, nükleer bilim insanları ve üst düzey askerlerin evlerinde öldürülmesi İran’ın büyük bir zafiyet içinde olduğunu ortaya koyuyor. Nitekim 15 Haziran Pazar günü ABD ile nükleer anlaşma görüşmesi olacağı için İsrail’in saldırmayacağını düşünen İranlı komutanların askeri sığınaklar yerine “evlerine” gitmeleri “ciddiyetlerinin” seviyesine işaret ediyor.

Bu zafiyet ve ciddiyetsizliğin hem içerideki hem de dışarıdaki “düşmanlara” cesaret vereceğinin farkında olan Tahran, gerek misillemeleri gerekse de savunmadaki yeni hamleleriyle gücünü ortaya koyarak “mesaj verme” fırsatını kullanmak istiyor.

Bölgedeki “Direniş Ekseni” üyelerinden İsrail’e yönelik herhangi bir saldırı olmadan sadece İran’ın kendisinin saldırması, Cuma gecesi Tel Aviv’in yanı sıra Nevatim, Palmahim ve Ramat-David askeri üslerinin ve Cumartesi gecesi saldırı dozunun artırılarak Ben Gurion havaalanı, Hayfa limanı, Aşkelon gaz terminali, Orot Rabin termal santrali, Dimon nükleer tesisinin hedef alınması ve 5. nesil F-35 savaş uçağının düşürüldüğünün iddia edilmesi ile Tahran “askeri gücünü” ortaya koyuyor.

Bunlara ek olarak İran’ın İsrail’e yardım etmeleri halinde Britanya, Fransa ve ABD’nin Orta Doğu’daki askeri tesislerini hedef alacağını belirtmesi, 15 Haziran’daki ABD ile nükleer anlaşma görüşmelerini iptal etmesi ve Hürmüz Boğazı’nı kapatma tehdidinden bulunması da Tahran’ın politik ve ekonomik gücünü ortaya koyması anlamına geliyor.

Burada Hürmüz Boğazı’na küçük bir parantez açılması gerekiyor. Günde 21 milyon varil petrol ve 306 milyon metreküp doğalgazın geçtiği Hürmüz Boğazı kapatıldığı takdirde dünyaya enerji arzında ciddi sorunlar yaşanması ve petrol fiyatlarının 100 dolara ulaşabilmesi ciddi bir olasılık. Bu da meta üretimi ve tedarik zincirinde ciddi maliyetlere yol açabileceği için kapitalist düzenin krizinin daha da derinleşmesi demek. Bundan dolayı da küresel güçler devreye girmiş durumda.

Çin’in Dışişleri Bakanlığı yaptığı açıklamada İran’a yönelik her müdahaleye “kararlılıkla” karşı olduklarını belirtirken[4], Rusya İsrail’i kınayıp ABD’ye İran’ın nükleer programı için kendisinin hazırladığı bir planı sunuyor. Bölge ülkelerinden Türkiye, Azerbaycan ve Ermenistan İsrail’i kınarken Suudi Arabistan veliahtı Salman telefonla görüştüğü Pezeşkiyan’a “İran İslam Cumhuriyeti’ndeki kardeşlerimizin yanındayız”[5] diyerek desteğini belirtiyor. Bütün bunlar İsrail ile İran arasındaki çatışmaların “belirli bir düzeyde” kalmasına yönelik bir ortaklaşmanın olduğunu gösteriyor.

Fakat nükleer serpinti olasılığına aldırmadan vahşice saldıran İsrail ve kapitalizmin derinleşen krizini savaş ve yıkımla çözmek dışında başka bir olasılığı düşünmeyen burjuvazi var oldukça bu ortaklaşmanın devamlılığını kim garanti edebilir?


[1] https://www.wsj.com/livecoverage/israel-iran-strike-conflict/card/trump-to-wsj-u-s-was-aware-of-israel-s-plans-to-attack-iran-4613AzRhb9WHfBFytL8Y

[2] https://breakingthenews.net/Article/Hegseth:-US-monitoring-situation-in-Middle-East/64291618

[3] https://www.wsj.com/livecoverage/israel-iran-strike-conflict/card/trump-putin-discuss-iran-israel-conflict-cBNo4VJNzZBzFyXCVkjc

[4] https://www.globaltimes.cn/page/202506/1336067.shtml

[5] https://www.ft.com/content/c66a1362-df14-445b-a130-74791263fed8

8 Haziran 2025 Pazar

Batı “Ayı” ile Dansını Sürdürüyor

1 Haziran’da Ukrayna’nın yaptığı dron saldırıları, beklenilen hamlenin “sürpriz” bir şekilde gerçekleşmesi oldu. Örümcek Ağı adı verilen bu operasyonda Rusya’nın 40’tan fazla uçağının vurulması (ki bunların arasında nükleer silah fırlatabilen bombardıman uçakları var) ve Ukrayna sınırına binlerce km uzaklıktaki askeri üslere yönelik gerçekleştirilmesi “sürprize” ve beklentiye dair önemli işaretler taşıyor.

“Sürprizin” nedenleri ise operasyonun hedefleri ve gerçekleştiği yerler. “Nükleer” silah fırlatabilen uçakların hedef alınmasıyla Rusya’nın önemli kozuna darbe vurulmasının amaçlandığı ortada. Bu hedeflemenin bir başka sonucu da Rusya’ya “karşılık verme” ile sınırlı olan saldırı seviyesinin “darbe vurma”ya çıkartılmış olması. 

Ve bunun sınırdan binlerce km uzaklıktaki üslere yönelik gerçekleştirilmesi de saldırının boyutunun bütün Rusya’yı içine alacak şekilde genişletildiğine işaret ediyor.

Dolayısıyla “önemli” uçakların Rusya’nın “çoğu yerinde” vurulmuş olması, savaşın düzeyinin “beklenenden” önce yüksek seviyeye çıkartılmak istendiğini gösteriyor.

Bu istemenin ve dolayısıyla saldırıların Kiev yönetiminin kapasitesini aştığı çok açık. Nitekim Trump’ın “çabalarına” rağmen Ukrayna’nın savaşa devam etmesini savunan “Batı”daki son gelişmeler de Kiev’in kapasitesini kimin yükselttiğine dair ipuçları sunuyor.

“Batı” Silahlanıyor 

Ukrayna’daki savaşın sürdürülmesine ve büyütülmesine öncülük yapan İngiltere ve NATO hızla silahlanıyor.

İngiltere, 2035 yılında bugünkünden on kat daha güçlü bir ordu kurmak için hazırlıklara başlamış durumda.[1]

NATO üyesi ülkeler ise “Soğuk Savaş”tan bu yana en büyük silahlanma programında anlaştılar.[2] Anlaşmada uzun menzilli sistemlere ve hava savunmasına öncelik verileceğinin belirtilmesi Rusya’nın “saldıracağına” dair “kaygıların” arttığını gösteriyor.

NATO Genel Sekreteri Mark Rutte’nin de Rusya’nın tüm NATO ülkelerinden 16 kat daha fazla mühimmat ürettiğini iddia etmesi ve üç ila beş yıl arasında Rusya’nın NATO’ya saldıracağını söylemesi[3] “kaygıların” dağları aştığını ortaya koyuyor. 

Bu kaygıların kılıfı olduğu gerçeklik ise Moskova’nın saldırganlığından çok Rusya pazarının ve savunma sanayisinin sermayenin ağzını sulandırması. NATO üyesi ülkelerin silahlanma programı bunun güzel bir örneği.

Programa göre yapılacak harcamalarla silahlanmaya ayrılan bütçe, üye ülkelerin GSYİH’lerinin en az yüzde 2 seviyesine çıkıyor. Trump’ın yüzde 5’te ısrar etmesi de (ki ABD geçen sene yüzde 3,4 harcadı) göz önüne alındığında “Batı sermayesinin” önümüzdeki dönemde  silahlanmayı sürdüreceğini gösteriyor.

“Barışçıl” İskandinav ülkeleri arasında savunma anlaşması imzalanması, Norveç ile Almanya arasındaki füze anlaşması[4], AB’nin Ukraynalıların geri dönmesine yönelik planlara başlaması[5] ve Ukrayna’nın 60 yaş üstü kişileri silah altına alma çabası[6] da bu duruma eklenince niyetler açığa çıkıyor.

Rusya Hazırlık İçinde

“Batı sermayesinin” açık niyetlerine karşı Rusya’nın hazırlıkları artıyor.

Saldırının ardından Moskova’nın ajanlara aracılık etmekle suçladığı The British Council’ı ‘istenmeyen kuruluş’ ilan etmesi[7], İngilizlerin hedefe konduğunu gösteriyor.

Diğer yandan Trump Rusya’ya yönelik saldırılar konusunda önceden bilgilendirilmediğini söylemesi ve Putin’in Trump ile yaptığı görüşmeden sonra dron saldırılarının müzakerelerin Kiev yönetimi tarafından sabote edilme çabası olarak tanımlaması[8] ise ABD ile ilişkileri geliştirerek “Batı”yı bölme çabalarını sürdüreceğine işaret ediyor.

Bunlara ek olarak Transdinyester’deki yönetimin Rusya’dan destek istemesi ve Rusya’nın on bin asker göndermeyi planlaması[9] da “askeri” hazırlıkların ve hamlelerin büyüyerek devam edeceğini ortaya koyuyor.

Öte yandan “sürpriz” dron saldırılarının “içeride” yarattığı sarsıntılar da söz konusu. Savaştaki bir ülkede böyle bir saldırının gerçekleştirilebilmesi istihbarat zaafını gösterirken uçaklara verilen zararın telafisinin zaman alacak olması ciddi bir handikap. 

Bunlarla birlikte savaştan dolayı ciddi kayba uğrayan ve “Batı” ile işbirliği yapılmasını savunan burjuvazinin dron saldırılarının yarattığı sarsıntıdan yararlanarak “içerideki” baskılarını artırması da ciddi bir olasılık.

Rusya halklarının “anti-faşist” bilinçlerini Ukrayna’nın işgaline kanalize edebilmesi ve halkın ihtiyaçlarını devletin sübvanse etmesi ile kitlelerin desteğini kazanan Putin’in bu baskıları kısa ve orta vadede kolayca karşılayabilmesi oldukça mümkün.

Rusya halklarının direncinin sürmesi ise “Batı sermayesi” krizini savaşla çözmekte ısrarcı olduğu takdirde özellikle “Batı”da farklı gelişmelere de neden olabilir.



[1] https://www.bbc.com/news/articles/clyqzlzlln2o

[2] https://www.dw.com/tr/nato-en-b%C3%BCy%C3%BCk-silahlanma-program%C4%B1nda-anla%C5%9Ft%C4%B1/a-72802057

[3] https://www.euronews.com/2025/06/04/russia-developing-multiples-more-ammunition-than-nato-says-secretary-general

[4] https://www.evrensel.net/haber/556446/norvec-ile-danimarka-arasinda-rusya-karsiti-savunma-anlasmasi

[5] https://www.politico.eu/article/eu-extends-temporary-protection-ukrainian-refugees-long-term-fix-russia-war-invasion-commission-peace/

[6] https://harici.com.tr/ukrayna-60-yas-ustu-kisileri-silah-altina-alacak/

[7] https://harici.com.tr/rusya-the-british-councili-istenmeyen-kurulus-ilan-etti/

[8] https://www.vedomosti.ru/politics/articles/2025/06/04/1115066-glavnie-zayavleniya-putina-o-podrive-mostov-i-peregovorah

[9] https://www.ft.com/content/c5a1faba-957c-4d5f-ac40-d126b643f07e

Sırada “Ekonomik” Savaş mı var?

12 gün süren İsrail-İran füze savaşı “şimdilik” ateşkesle bitti. ABD’nin yıllar sonra İran’ı vurması ve ardından İran’ın da ABD’nin Katar’da...