29 Temmuz 2025 Salı

(Çeviri) Oyunu Durdurun - İnmek İstiyorum! – Michael Roberts

"Hedging", eskiden satış veya satın alma riskini azaltmanın bir yoluydu. Hasatlarının gelmesini bekleyen çiftçiler, pazarda ölçek başına ne kadar fiyat alacaklarından emin değiller: Gelecek yıl için kendilerine kâr ve geçim sağlayacak bir fiyat mı alacaklar yoksa bu fiyat yoksul kalmalarına mı neden olacak? Bu riski azaltmak için hedge şirketleri, hasadı önceden sabit bir fiyattan satın almayı teklif ediyor. Böylece çiftçiye, pazara girdiği anda ölçek başına fiyat ne olursa olsun bir fiyat ve gelir garantisi veriliyor. Hedge fonu, hasadı nihai piyasa fiyatının altında bir fiyattan satın alarak kâr elde etme riskini üstlenir. Bu şekilde "hedging", tarım ve maden sektörlerinde genellikle çok yüksek olan fiyatlardaki dalgalanmayı yumuşatabilir.

Ancak finans piyasalarında hedging ve hedge fonları tamamen yeni bir işlev üstleniyor. Bunlar, milyarlarca insanın parasının söz konusu olduğu bir oyuna dönüşmüş ve mal ve hizmet piyasasını finansal bahisler için bir kumarhaneye çevirmiştir. Bir önceki yazımda, Marx ve Engels'in 'hayali sermaye' (hisse senetleri ve tahviller) olarak adlandırdıkları şeyin ve bunların varsayılan değerinin, şirketlerin temel kazançlarının ve varlıklarının gerçek değeriyle nasıl çok az ilişkiye sahip olduğunu açıklamıştım.

Finansal hedging, bunu gerçek değerlerden bir adım daha öteye taşır, çünkü hedge fonları üretken sermayeye yatırım yapmak yerine sadece hisse senedi alıp satmazlar. Artık herhangi bir hisse senedinin fiyatının hangi yöne gideceğine dair bahse giriyorlar. "Açığa satışta" bir hedge fonu, bir şirketin hisselerini diğer yatırımcılardan (bir ücret karşılığında) ödünç alır ve hisseleri piyasada örneğin tanesini 10 dolardan satar. Sonra 5 dolara kadar düşmesini bekler ve tekrar geri alır. Ödünç alınan hisseler asıl sahibine iade edilir ve hedge fonu bir miktar kârı cebine indirir.

Hedge fonları, fiyatların düşmesine veya yükselmesine dair bahis oynayarak fiyat değişikliklerini yumuşatmak bir yana, aslında artan oynak fiyatlardan kazanç sağlıyor. Oyunun adı, fiyatı yükseltmek için ise "uzun oynamak" ve fiyatı düşürmek için ise "kısa oynamak"tır. Ve "açığa satanlar" bunu yaparken, aslında binlerce kişiyi iş ve gelir kaybına uğratmakla birlikte şirketleri iflasa sürükleyebilirler.

COVID yılında “reel ekonomi” çökerken, nakit parası olanlar ve getiri arayanlar (bankalar, emeklilik fonları, zengin bireyler), genellikle (faiz oranları sıfıra yakın) borç para kullanarak borsaya yoğun bir şekilde yatırım yaptılar. Ve bu büyük yatırımcılar paralarının çoğunu hedge fonlarına yatırdılar ve kendilerine para kazandırmaları için bu sözde "akıllı insanlara" baktılar. Ve bunu büyük ölçüde başardılar.

Ancak aynı zamanda COVID yılında, evden çalışan ya da işten çıkarılan milyonlarca insan, sokağa çıkma ve seyahat yasağı nedeniyle harcayamadıkları için birikim edinmişlerdi. Pek çoğu, borsada bahis oynamak için Reddit gibi sosyal ağlar aracılığıyla bağlantı kurdu.

Bu küçük yatırımcılar son zamanlarda bir araya gelerek bir miktar "ateş gücü" oluşturmaya ve kumarhanelerinde büyük kurumlarla mücadele etmeye başladılar. Yılın başından bu yana, Reddit'te örgütlenen bir grup amatör tüccar, ABD merkezli bir video oyunu perakendecisi olan GameStop'un hisselerini açığa satan büyük hedge fonlarına karşı piyasada oynuyorlar. Bu şirket, COVID yılı boyunca çok hasar gördü ve iflas etmesi bekleniyordu. Hedge fonları, stoğu "açığa satmak" için yığıldı.

Ancak küçük tüccarlar tam tersini yaptılar ve ateş güçlerini hisse senedi fiyatını yükseltmek için kullandılar, büyük bankalar ve kurumlar tarafından desteklenen hedge fonlarını, 'kısa' bahisler (sabit süreli sözleşmelerdir) için süre dolduğunda hisseleri daha yüksek fiyatlardan geri almaya zorladılar. Sonuç olarak, birkaç "kısa devre yapan" hedge fonu büyük bir zarar (13 milyar dolar) gördü ve bir fonun kurtarılması için yatırımcılarının 2,75 milyar dolar harcaması gerekti.

Şekil 1: Reddit mesaj panosundaki kullanıcılar tarafından başlatılan bir kampanya, son günlerde GameStop şirketinin yoğun şekilde açığa satılan hisselerinde büyük fiyat dalgalanmalarına yol açtı. Kaynak: MarketWatch

Wall Street öfkeli. Küçük yatırımcıların piyasada "hile yaptıklarını", emeklilik fonlarınızın değerini tehdit ederek bankaları tehlikeye attıklarını söylüyorlar. Bu elbette saçmalık. Aslında bu gerçeklerin gösterdiği şey, finans piyasalarında büyük çocukların "hile" yaptığı ve bu kumarhanede "kandırılan" ve dolandırılanların genellikle küçük yatırımcılar olduğudur. Marx'ın dediği gibi, finansal sistem "kapitalist üretim güdüsünü geliştirir", yani "başkalarının emeğini sömürerek zenginleşmeyi, en saf ve en devasa kumar ve dolandırıcılık sistemine dönüştürür ve halihazırda az sayıdaki toplumsal zenginlik sömürücülerinin sayısını daha da kısıtlar.”(Marx 1981: 572).

Tabii ki, mevcut savaşta küçük yatırımcı sonunda kaybedecektir. Massachusetts eyalet yöneticisi William Galvin, New York Menkul Kıymetler Borsası'ndan GameStop'u 30 gün süreyle askıya alarak bir bekleme süresi tanımasını istedi bile. "Bu yatırım değil, kumar" dedi. Terlemek yok! Ve şimdiden küçük yatırımcılar, komisyoncular ve piyasa yapıcılar (kumarhane sahipleri) tarafından alım satım yapmaktan caydırılmak için işlem ücretlerinde ve sınırlamalarında bir artışla karşı karşıyalar. Ve piyasanın tepesindekiler, yatırımcıların Wall Street'in "meşru" kurumlarına karşı "çeteleşmelerini" engellemek için piyasayı “düzenlemekten” bahsediyorlar. GameStop'un fiyatı artık düşüyor.

Emekçiler için tüm bu saçmalıklar önemsiz görünebilir. Sonuçta, emekçi hanelerin çoğunun hissesi çok azdır veya hiç yoktur. Hanehalklarının en üst % 1'i ABD borsa servetinin % 53'üne, en üst % 10'u % 93'üne sahiptir. En alttaki % 90 ise sadece %7'sine sahip. Ancak, işçilerin emekli maaşları ve emeklilik hesapları (eğer varsa), özel emeklilik fonu yöneticileri tarafından finansal varlıklara yatırılır (çok yüksek komisyon oranları düşüldükten sonra). Dolayısıyla emekçi hanelerin sahip olduğu tasarruflar, 2007-8 küresel mali çöküşünün gösterdiği gibi, finans kumarhanesindeki dolandırıcıların kumar faaliyetlerine karşı savunmasızdır.

Şekil 2: Hisse Sahipliğinin Dağılımı: En üst % 1 hisselerin % 53'üne, sonraki % 9'u % 40'ına, geriye kalan % 90 ise sadece %7'sine sahip.

GameStop'un bu küçük hikayesinin gösterdiği şey, "akıllı insanlar" tarafından yönetilen şirket ve bireysel emeklilik fonlarının emekçi insanlar için gerçekten bir soygun olduğudur. Emekçiler için gerekli olan, finansal oyunun değişkenliğine tabi olmayan, devlet tarafından finanse edilen emeklilik fonlarıdır. Bu son çatışmada bazı küçük yatırımcılar büyük hedge fonlarını yaktılar ve büyükler bu köleleri oyundan çıkarmak istiyorlar. Emekçilerin istemesi gereken ise bu oyunu tamamen durdurmaktır.

 

(Bu yazı İngilizceden Türkçeye Göksal Caner Malatya tarafından çevrilmiştir. Yazının orijinaline buradan erişebilirsiniz: https://thenextrecession.wordpress.com/2021/01/28/stop-the-game-i-want-to-get-off/ )

26 Temmuz 2025 Cumartesi

Savaşın Cezbesi

Savaş ateşinin dinmek bilmediği Orta Doğu coğrafyasında perde arkasında bekleyen çatışma dinamikleri sahneye çıktılar. Önce Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) yönetimiyle Dürzi grupları arasında başlayan çatışmaya işgalci-soykırımcı İsrail’in dahil olması, ardından HTŞ’nin çekilmesiyle Arap-Bedevi aşiretlerin Dürzilerle savaşması ve bu sefer ABD’nin müdahalesiyle ortalığın “durulması” savaşacak öznelerin ve çatışma dinamiklerinin beklenenden “çok olduğunu” ortaya koydo. Bu çokluğun en büyük nedenleri ise ortada pay alınabilecek “pasta”nın bulunması ve pastanın sahibinin öznelere paylarını kabul ettirecek “hegemonyadan” henüz uzak olması.

Dürzilerin Direnişi

İktidarı aldıktan hemen sonra programını uygulamaktan çekinmeyen HTŞ yönetimi, ilk olarak sahil kıyısındaki Arap Alevilere yönelik (HTŞ’nin kurduğu komitenin raporuna göre 1426 kişi öldürülmüş) katliamla[1] “aykırı” seslere izin vermeyeceğini açıkça belirtmişti. “Güveni sağlamak” için Dürzilerin çoğunlukta olduğu Süveyda’ya düzenlenen operasyonla bu politikanın ikinci ayağını uygulamak isteyen HTŞ yönetimi hem Dürzilerin direnişine hem de işgalci-soykırımcı İsrail’e çarptı.

Dürzilerin şehir savaşını başarıyla vermesi, işgalci-soykırımcı İsrail’in önce Genelkurmay ve Savunma Bakanlığı’nın binalarını ve ardından Süveyda’daki HTŞ güçlerini vurmasıyla “ciddiyetini” göstermesi; sonrasında Arap-Bedevi aşiretlerin devreye girmesiyle “inadın” devam ettirilmesine de aynı karşılıkların verilmesi Dürzilerin ve işgalci-soykırımcı İsrail’in güney Suriye’nin kontrolünü vermemekte kararlı olduklarını ve olacaklarını ortaya koydu.

Dürziler her ne kadar Baas iktidarı boyunca “gayriresmi” bir statüye sahip olsalar da tarihi yurtları olan Süveyda ve çevresinde güçlü bir iktidara sahip olamamışlardı. Şimdi ise kendilerine “dürzü” diyerek aşağılayanların yok etmek çabalarına direnmekle birlikte Esad’ın yıkılmasının yol açtığı “fırsatı” da değerlendirerek bölgelerindeki “tek” hâkim güç olmayı istiyorlar ve bunun için de işgalci-soykırımcı İsrail’den destek istemekten çekinmeyip ölümüne direneceklerini açıkça belirtiyorlar. Ve bununla birlikte özerklik[2] ilan etmeleri de HTŞ’nin güçlü ve merkezi bir devlet kurmasını engelleyecek önemli bir “pürüz” olmaya devam edeceklerini gösteriyor.

İşgalci-soykırımcı İsrail’in “Hesapları”

İşgalci-soykırımcı İsrail ise kendisine bugüne kadar saldırmayan HTŞ yönetimini vurarak hem onun gücünü sınırlandırmak hem de Dürzilere vd. halklara “güvence vererek” bölgedeki “hegemon” güç olduğunu göstermek istiyor. Keza işgalci-soykırımcı İsrail de “fırsattan” istifade güney Suriye ve Lübnan’a çökmeyi planlıyor ve bunun için de saldırılarını kınayan küresel güçler Çin, Rusya ve ABD’yi umursamayıp yoluna devam etmeyi düşünüyor.

Öte yandan işgalci-soykırımcı İsrail’in saldırılarının bir diğer nedeni de “içerideki gelişmeler”.  Hakkındaki davalara ve dağılan koalisyonuna karşı bir “kurtarma” hamlesi olarak saldırıyı seçen Netanyahu, kısmi itibar kazanımı elde etse de sorunlar çığ gibi büyüyor. Askerler arasında intihar sayısının keskin şekilde artması sonucunda işgalci-soykırımcı İsrail’in çatışma bölgesinde bulunan yedek asker sayısında yüzde 30 azalmaya[3] gitmesi, Gazze’de belirlediği stratejik hedeflere hâlâ ulaşamaması nedeniyle Hamas’ın ateşkes yanıtının önemli olduğunu ifade etmesi[4] işlerin giderek zorlaşacağının haberini veriyor. Bu noktada ise ABD’nin işgalci-soykırımcı İsrail’e vereceği desteğin belirleyiciliği önem kazanıyor.

ABD’nin Destekleri

İşgalci-soykırımcı İsrail’in HTŞ yönetimine yönelik saldırılarını “kınasa” da güçlü bir tepki vermeyen ABD, durumu toparlamak adına hamlelerini sıklaştırıyor.

Netanyahu’nun saldırıları karşısında Trump’ın tepkili olduğu[5] “dedikodusunun” yayılmasıyla birlikte ABD’nin Türkiye Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, HTŞ iktidarının alternatifinin olmadığını söyleyerek arkasındaki enerjiyi kaybetmeden Ahmed eş-Şara’ya “uyumlu olma” çağrısı yaptı.[6]

“Uyumlu olma” çağrısıyla Trump’ın eş-Şara’dan şimdilik vazgeçmediği görülüyor. Ve bu vazgeçmemenin İsrail’e saldırmama, İran ve Direniş Ekseni güçlerine yönelik karşıt tutumun devam ettirilmesi gibi ABD’nin bölge politikalarıyla ve müttefikleriyle “uyum sağlandığı” sürece devam edeceği ortada.

Nitekim Şam yönetiminin Türkiye’den resmen destek istemesi[7], Şam’da gerçekleştirilen Suriye-Suudi Yatırım Forumu’nda telekomünikasyon, enerji, finans, altyapı vb. alanlarda 6,4 milyar dolarlık yatırım anlaşmalarının imzalanması[8], Paris’te bir araya gelen ABD, İsrail ve HTŞ yöneticilerinin siyasi geçiş sürecinin devam etmesinde “uzlaştıklarını” duyurması[9] eş-Şara’nın “uyumlu” olmayı istediğine işaret ediyor. Fakat ABD’nin Sezar yaptırımlarını kaldırmayarak Suriye’yi başta İbrahim anlaşmalarına dahil olmak üzere diğer politikalarına uyum sağlamaya zorlayarak eş-Şara’yı “denemeye” devam edeceği de ortada.[10]

Öte yandan ABD’nin bölgede hegemonya kurmasını zorlayan güçler işgalci-soykırımcı İsrail ve irili ufaklı öznelerle sınırlı değil, “Avrupa” da adımlarını hızlandırıyor.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, ABD ve işgalci-soykırımcı İsrail’in tepkilerine rağmen eylül ayında yapılacak Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda Filistin devletini resmen tanıyacaklarını açıkladı.[11] Buna karşılık “İsrail bizim için kirli işler yapıyor” diyen Almanya Başbakanı Merz’den sonra sözcüsü Kornelius da İsrail’in güvenliğinin Almanya için önemli olduğunu belirtip Filistin’i tanımaya dair bir planlarının olmadığını ifade etti.[12]

Filistin’i tanımada ABD’den “bağımsız” hareket eden Fransa ve Almanya İran konusunda ise “birleşiyorlar.” İran ile İngiltere, Fransa ve Almanya arasında İstanbul’da nükleer konusunda yapılan görüşmelerde yeniden görüşülmesinde mutabakata varılması[13] “Avrupa”nın bölgede kendi planlarını uygulamaya çalıştığını gösteriyor.

Ve bu girişimler, “hegemon”un bıraktığı boşluklardan faydalanabilme “fırsatını” kullanmaları için bütün özneleri “zorun gücü”nü kullanmaları yönünde cezbediyor.



[1] https://haber.sol.org.tr/haber/hts-rejiminden-alevi-katliami-raporu-suclu-esad-taraftarlariymis-ordu-yonetimi-dahil-olmamis

[2] https://www.presshaber.com/suveydada-durziler-ozerklik-ilan-etti-88265.html

[3] https://www.timesofisrael.com/liveblog_entry/idf-chief-moves-to-reduce-reservist-deployment-to-active-combat-zones-by-30/

[4] https://www.timesofisrael.com/liveblog-july-24-2025/

[5] https://www.axios.com/2025/07/20/israel-syria-strikes-trump-netanyahu-divide

[6] https://www.reuters.com/world/middle-east/us-envoy-urges-syrias-sharaa-revise-policy-or-risk-fragmentation-2025-07-22/

[7] https://www.aa.com.tr/tr/gundem/msb-suriye-tarafindan-terorle-mucadele-ve-savunmanin-guclendirilmesi-amaciyla-turkiyeden-resmi-destek-talep-edildi/3639437

[8] https://english.alarabiya.net/News/middle-east/2025/07/24/syriansaudi-investment-forum-kicks-off-in-damascus-

[9] https://sana.sy/en/?p=365875

[10] https://harici.com.tr/abdden-sama-hem-havuc-hem-sopa/

[11] https://www.bbc.com/news/articles/ckg5g4p3245o

[12] https://www.investing.com/news/politics-news/israels-security-a-priority-for-germany-no-plans-to-recognize-palestine-93CH-4152830

[13] https://www.reuters.com/world/middle-east/iran-europeans-hold-frank-nuclear-talks-with-un-sanctions-looming-2025-07-25/

22 Temmuz 2025 Salı

(Çeviri) En Temel Görev - Hans-Peter Brenner

Salgın hastalıklarla kapitalizm altında etkin bir şekilde mücadele edilemez. Ekim Devrimi'nden sonra oluşturulan sosyalist bir sağlık sistemi başlangıcı üzerine.

2020 yılı tarihe “Korona yılı” olarak geçecek. Dünyanın çeşitli bölgelerinde pandeminin henüz başında olsak bile, bir tür yeni çağ anlatısı şimdiden kendisini tahkim ediyor. Bu durum, düzensiz aralıklarla ancak kesin olarak meydana gelen doğal bir olayın (gen mutasyonları yoluyla yeni bilinmeyen virüs varyantlarının ortaya çıkması) gizemli ve insan kontrolünden neredeyse tamamen kaçan, açıklanamayan, kadere bağlı bir süreç olarak görülmesi ve aynı zamanda siyasi amaçlarla kullanılması eğilimini daha da artmaktadır. Pandemiler insan uygarlığında nasıl bir rol oynar? Her şeyden önce, pandemiler insan ve hayvan dünyasının evrimsel tarihinin ayrılmaz bir parçasıdır. Bununla birlikte, en azından kapitalist üretim tarzının ortaya çıkmasından ve sanayi merkezleri arasındaki ağın oluşmasından bu yana, salgın hastalıkların ve pandemilerin ortaya çıkmasına ilişkin temel olan bu doğal-tarihsel ve tanımlayıcı görüş, niteliksel olarak yeni bir bölümle desteklenmelidir, çünkü salgın hastalıklar ve onları tetikleyen faktörler arasındaki ilişki önemli ölçüde değişmiştir.

Kapitalizmde Salgın Hastalıklar

Demokratik Almanya Cumhuriyeti'nde yayımlanan bir tıp tarihi çalışması, kapitalist üretimin ve yaşam tarzının salgın hastalıkların ve pandemilerin ortaya çıkışı, kapsamı ve sonuçları üzerindeki temel etkisi hakkında şöyle yazıyor: "Kapitalizm, işçinin emek-gücü dışında her türlü mülkiyetini elinden aldı. Metaları daha pahalıya satmanın arayışında olan kapitalizm, daha sonra sağlığın önemini anlamak zorunda kaldı. Karl Marx ve Friedrich Engels eserlerinde kapitalist sömürünün sağlık üzerindeki yıkıcı etkisini gösterdiler.”[1]

Bu tarihsel arka plan, işçi sınıfının örgütlerinin sadece daha iyi yaşam ve çalışma koşullarını savunmakla kalmayıp aynı zamanda genellikle yıkıcı salgınların tetikleyicileri ve katalizörleri olan hijyenik olmayan yaşam ve çalışma koşullarına karşı mücadeleye büyük önem verdikleri de göz önüne alındığında anlaşılabilir. Sadece bireysel salgın hastalıklara direnmekle kalmadılar, aynı zamanda daha önceki herhangi bir toplumsal oluşumdan daha fazla "insan israfına, canlı emek israfına, sadece et ve kan değil aynı zamanda sinir ve beyin israfına"[2] neden olan kapitalist üretim tarzının bu temel özelliğine de karşı çıktılar.

İnsan hayatına yönelik bu acımasız ve "savurgan" muamele, kaçınılmaz olarak sermayenin kâr oranını sürekli olarak artırmaya çalışmasından kaynaklanmaktadır. İlk kez 19. yüzyılın ortalarında İngiltere'de uygulamaya konulan sağlık ve hijyen yetkilerine sahip fabrika müfettişleri sistemi bile bu temel mekanizmayı değiştiremedi. "Kapital”in üçüncü cildinde Marx, sağlığın korunmasına dair özel yasalara rağmen, emek maliyetlerini düşürmeye yönelik temel eğilimin nasıl egemen olmaya devam ettiğine ve bazı ilerlemenin ancak kapitalistlere karşı büyük bir direnişle zorla alındığına dair çok sayıda örneği resmi parlamento raporlarına dayanarak sunmuştur.

Her şeyden önce, Marx'ın da sık sık atıfta bulunduğu, resmi "Halk Sağlığı Raporları"nda "kapalı odalardaki" çalışma biçiminin işçi sağlığını tehdit ettiği belirtilerek eleştirilmekteydi. Marx, Dr. John Simon'un 1863'te hazırladığı bir raporu kaynak olarak kullanıp şu alıntıyı yapmaktadır: “Ve muhtemelen tüm İngiltere, kapalı alanlarda üretim yapılan büyük bir sanayiye sahip olan her bölgede, işçilerin artan ölüm oranlarının, söz konusu bölgenin bütününe ait ölüm istatistiklerinin akciğer hastalıklarının göze batan bir fazlalığıyla birlikte renklendirdiği kuralının tek bir istisnası yoktur.”[3]

Almanya'da enfeksiyon oranının düşme eğilimine rağmen, günümüzde de ani yeni “sıcak noktalar”ın ve et endüstrisinde ve kuşkonmaz ve çilek yetiştiriciliğinde çalışan ve çoğunluğu Doğu Avrupalı olan ​​geçici ve mevsimlik işçilerin yaşadığı sefil barınaklarda yerel enfeksiyon odaklarının hızlı çoğalması, sermayenin emek-gücünü bir meta olarak ekonomikleştirme konusundaki temel tutumunda ne kadar az değişiklik olduğunu göstermektedir.

Konut Sorunları

20. yüzyıla kadar proletaryanın tamamen yetersiz olan sıhhi tesisleri ve yaşam alanları, sanayi bölgelerinde ve büyük şehirlerde salgın hastalıkların ve pandeminin başlıca kaynağıydı. Bu nedenle ekonomik, siyasi ve demokratik haklar için mücadele, iyileştirici ve aynı zamanda koruyucu sağlık hizmetlerini ve salgın hastalıklarla mücadeleyi kamusal ve devlete ait bir görev olarak içermeliydi. Bu artık özel veya en fazla belediyenin meselesi olarak kalmamalıydı. Burjuva sosyologları tarafından da çığır açıcı olarak görülen “İngiltere'de Emekçi Sınıfın Durumu” adlı çalışmasında genç Friedrich Engels, yetersiz çalışma ve yaşam koşulları ile pandemilerin ve salgın hastalıkların ortaya çıkışı ve yayılması arasındaki bağlantıyı çok net bir şekilde tespit etmişti. Engels bunu yaparken salgın hastalıklarla mücadele konusunda uygun bir siyasal anlayışın temellerini atmıştı.

Engels'in araştırma yaptığı yer olan erken dönem sanayi kapitalizminin merkezi Manchester'da, işçilerin konutları en başından itibaren sadece 20 ila 30 yıl oturulabilecek şekilde tasarlanmıştı. Zaten on yıl sonra, ucuza yapılmaları nedeniyle çökmüş ve oturulamaz duruma düştüler ve ne devlet yetkililerinin ne de özel mülk sahiplerinin umursamamasından dolayı salgın hastalıkların üreme alanları haline geldiler. En geç 40 yıl sonra “harabeye” dönüştüler, ancak başka alternatifleri olmayan yoksullar tarafından konut olarak kullanılmaya devam ettiler.

Sadece ara sıra "bir salgın hastalık tehdidi baş gösterdiğinde, sağlık polisinin o zamana kadar uykuya yatan vicdanı bir parça insafa geliyor; işçi mahallelerine denetim akınlan yapılıyor; birçok sokakta olduğu gibi kulübeler ve mahzenler mühürleniyor; (...) ama bu da pek uzun sürmüyor; kullanılamaz denen mühürlü kulübelerde oturacak birileri, gene kısa sürede bulunuyor; sahipleri bu evleri kiraya vererek daha da fazla para kazanıyorlar – çünkü sağlık polisinin yakın zamanda geri gelmeyeceğini biliyorsunuzdur!"[4]

Engels 1872’de “Konut sorunu” adlı makalesinde bu konuya geri dönerek, o zamandan beri salgın hastalıkların ve pandemilerin nedenlerini analiz etmede gerçekleşen bilimsel ve hijyenik ilerlemelerin sınırlarına işaret etti: "Modern doğa bilim, işçilerin kalabalık olduğu 'kötü mahallelerin', zaman zaman şehirlerimizi rahatsız eden bütün bu salgın hastalıkların üreme alanı olduğunu göstermiştir. Kolera, tifüs, tifo, çiçek ve diğer harap edici hastalıklar mikroplarını bu işçi sınıfı mahallelerindeki pis havaya ve zehirli sulara saçmaktadırlar; bu mikroplar hiçbir zaman orada ölmezler, koşullar izin verdiği anda salgın hastalıklara dönüşürler ve daha sonra üreme alanlarının ötesine, kapitalist beyefendilerin yaşadığı daha havadar ve daha sağlıklı bölgelere nüfuz ederler. Kapitalist iktidar, işçi sınıfı arasında salgın hastalıklar yaratma zevkinin cezasından mahrum kalamaz; sonuçları kendi üzerine yıkılır ve ölüm meleği işçiler arasında olduğu kadar kapitalistler arasında da acımasızca öfkelenir.”[5]

Ancak alınan önlemler tamamen yetersiz kaldı ve pandemilerin ve salgın hastalıkların kapitalizm koşulları altında sürekli bir tehdit olarak kalması gerektiğinin bir başka kanıtı oldu: "Salgın hastalıkların üreme alanları, yani kapitalist üretim tarzının işçilerimizi her gece hapsettiği en rezil mağaraları ve delikleri ortadan kaldırılmıyor, sadece yerleri değiştiriliyor! İlk etapta onları yaratan aynı ekonomik ihtiyaç, ikinci etapta da onları yaratıyor. Kapitalist üretim tarzı var olduğu sürece, konut sorununu ya da işçilerin kaderiyle ilgili herhangi bir toplumsal sorunu bireysel olarak çözmeye çalışmak aptalcadır. Ancak çözüm, kapitalist üretim tarzının ortadan kaldırılmasında, tüm yaşam ve çalışma araçlarının bizzat işçi sınıfı tarafından temellük edilmesinde yatmaktadır.”[6]

Rus Sosyal Demokratları ve onların devrimci kanadı Bolşevikler, kitlesel hastalıkların ve salgınların etkili bir şekilde önlenmesi ve kontrol altına alınması için temel koşulların yaratılması konusundaki bu farkındalığı benimsediler.

Lenin'in Taahhüdü

Vladimir Ilyiç Lenin'in siyasi liderliğinde ve onun küçük erkek kardeşi ve doktor Dmitri Ulyanov, kız kardeşleri Maria ve Anna Ulyanova ve eşi Nadejda Krupskaya'nın aktif desteği ile Bolşevikler, Ekim Devrimi'nden sonraki ilk sosyalist sağlık sisteminin temellerini örgütlediler ve yaydılar. Pandemilere ve salgın hastalıklara karşı sistematik mücadelenin sadece sağlık politikası açısından değil, özellikle öne çıkan bir odak noktası olduğu gerçeği, Lenin'in genç Sovyet iktidarının sağlık sistemine ilişkin kişisel anlayışını da gösteren 100'den fazla kararnamede yer aldı.[7]

Bu çabalar, kapitalizmden sosyalizme geçişin yeni bir döneminin bir ifadesiydi. Sağlık politikası açısından da belirleyici olan güç ilişkileri, Ekim Devrimi'yle tersine döndü. Kâr ilkesi artık sağlık politikasının tüm alanlarında gizli bir anayasa ve devlet yetkisi olarak uygulanmıyor, bunun yerine "emek ilkesi" yeni döneme damgasını vurdu. Lenin, Kerenski'nin Geçici Hükümeti ile Sovyetler arasındaki ikili iktidarın devrimci kopuşla bittiği gün devrimci Sovyet iktidarının yeni ilkesini şu şekilde ilan etti: "Bolşeviklerin her zaman gerekliliğini söylediği işçilerin ve köylülerin devrimi gerçekleşti. Bu işçilerin ve köylülerin devriminin önemi nedir? Her şeyden önce bu devrimin önemi, burjuvazinin hiçbir katılımının olmadığı, kendi iktidar organımız olan Sovyet hükümetine sahip olacağımız gerçeğinde yatmaktadır. Ezilen kitleler, devlet iktidarını kendileri yaratacaktır. Eski devlet aygıtı tamamen parçalanacak ve Sovyet örgütleri şeklinde yeni bir idari aygıt yaratılacaktır.”[8]

Bolşeviklerin "proletarya ve emekçi köylülüğün diktatörlüğü" adını verdiği bu yeni devlet iktidarından kimler yararlanacaktı? Lenin stratejik yönelimini şöyle ifade ediyordu: “Harabeye dönmüş bir ülkede ilk görev emekçileri kurtarmaktır. Bütün insanlığın ilk üretici gücü işçidir, emekçidir. Eğer o hayatta kalırsa, her şeyi kurtarabileceğiz ve yeniden kurabileceğiz. (...) Onu bu birkaç yıl boyunca kurtarırsak, ülkeyi, toplumu ve sosyalizmi kurtaracağız. Eğer onu kurtaramazsak, ücretli köleliğe geri döneriz. Bu, kendisini sosyal demokrat olarak adlandıran barışçıl bir aptalın fantezisinden değil, reel bir gerçeklikten yani öfkeli, şiddetli ve acımasız sınıf mücadelesinden doğan sosyalizmin gündeme getirdiği bir sorundur (...) İşçinin varlığını kurtarmak için her şey feda edilmek zorundadır.”[9]

Söylemesi yapmasından daha kolaydı. Başlangıçta, etkili bir salgın politikası için en temel gereksinimler eksikti: “Ülkedeki ekonomik bozulmadan dolayı salgın hastalıklarla mücadele için en gerekli kaynaların ciddi bir şekilde eksik olması durumu daha da karmaşık hale getirdi. Dezenfeksiyon odaları, banyolar vb. için çamaşır, sabun, dezenfektanlar ve ekipman eksikliği vardı. Bulaşıcı hastalıklar arasında parazit hastalıkları, özellikle de tifüs, en büyük oranı oluşturuyordu. Tifüs hastalarının sayısı 1919 ve 1920'de iki milyon kişiyi aşmıştı. 1918 ve 1922 yılları arasında toplam 6,5 milyon kişi tifüse yakalandı ve 3,2 milyon kişide de hastalık nüksetmişti.”[10]

Sosyalist Sağlık Hizmetleri

Sovyet iktidarının ilk gününde Petrograd Sovyeti Devrimci Askeri Komitesi’nde "Tıbbi-Hijyen Dairesi" kuruldu. Bu daire yeni Sovyet sağlık sisteminin örgütsel çekirdeği haline geldi. Başında Bolşevik doktor M.I.Barsukov vardı. Yeni daire ülkedeki bütün tıbbi ve özellikle hijyenik çalışmaların yeniden örgütlenmesi ile görevlendirildi. Çalışmalarının ilk günlerinde daire, Halk Komiserleri Konseyi'ne (V. I. Lenin başkanlığındaki yeni devrimci hükümet) bir rapor gönderdi ve bu raporda Halk Komiserleri Konseyi'nde bir Halk Sağlığı Komitesi’nin kurulması sorununu gündeme getirdi. Bununla birlikte, sağlık politikası için hükümet tarafından yetkilendirilmiş bir merkezi ofis yaratmanın ve ülke çapında akut salgın hastalık tehdidiyle savaşmanın aciliyetine rağmen, bu merkezi sağlık ofisinin kurulması oldukça uzun bir süre aldı.

Yeni Sovyet iktidarı "aşağıdan" bir sağlık sistemi kurmayı amaçlıyordu ve aynı zamanda halk sağlığının korunması için bir komitenin kurulmasını görüşmek üzere bir tıp kongresi toplamayı ilk hedef olarak gördü. Başlangıçta doktorlar içinde merkezileşmeye karşı belirgin çekinceler vardı. Tıp camiasının ilerici üyeleri arasında bile, 1912'den beri gerici Çarlık hükümeti tarafından kontrol edilen bir devlet sağlık organının kurulmasına karşı büyük bir muhalefet vardı.

Sonuç olarak Tıbbi Hijyen Dairesi birkaç girişimden sonra Petrograd’da sınırlı bir toplantı düzenlemeyi başardı. Toplantıda bulunan doktorlar, "cumhuriyetin tüm tıbbi ve özellikle hijyenik meselelerini birleştirecek merkezi bir yetkili demokratik organın, halk sağlığını koruma komitesinin" kurulmasından yana konuştular. Ancak başlangıçta birkaç bakanlıkta tıp kolejleri kuruldu. Bunlar Ocak 1918'de "Tıp Kolejleri Konseyi"ni oluşturmak üzere bir araya geldiler. Bu konseyin başkanı, gündemdeki ilgili konularda danışılmak üzere Halk Komiserleri Konseyi toplantılarına davet edildi. Bu henüz merkezi yetkili bir hükümetin işlevi değildi.

Birinci Sovyet Doktorları Kongresi, devlet gücüyle donatılmış bir Halk Sağlığı Komiserliği’nin görevlerini ve örgütlenmesini tartışmak üzere ancak Haziran 1918'de toplanabildi. Kongre sonunda, 11 Temmuz 1918'de Lenin'in bu Halk Komiserliği’nin kurulmasına ilişkin kararnameyi imzaladığı açıklandı. Bu kararnamede, müstakbel komisere “derhal kolera ile mücadele için önlemler alması talimatı verildi. Bu amaçla 25 milyon ruble tahsis edildi. Komiser, fonların kullanımı ve dağıtımı ile salgının ilerleyişi hakkında haftada iki kez kısa bir rapor sunmakla yükümlendirildi.”[11] Komiserliğin başkanlığına Bolşevik bir kimyager olan N. A. Semaschko getirildi. Semaschko 1940'ların sonuna kadar en önemli Sovyet sağlık politikacılarından biri olarak kaldı. 18 Temmuz'da Halk Komiserleri Konseyi, Halk Sağlığı Komiserliği’nin özel çalışmaları, sorumluluğu ve yapısı hakkında ek bir kararname kabul etti. Lenin taslak üzerinde bizzat birkaç düzeltme yaptı.

Bununla birlikte o sırada yayılan salgın hastalıklara karşı derhal müdahale edilmesi gerekiyordu. Sağlık hizmeti alanındaki kapitalist mirasın yıkıcı sonuçları, önümüzdeki aylarda genç Sovyet iktidarına ciddi bir tehdit oluşturacak şekilde artacağına işaret ediyordu. Eski ordu sadece askeri olarak mağlup edilip siyasi olarak demoralize edilmemişti, aynı zamanda savaş siperlerindeki tamamen sağlıksız durumdan dolayı salgın hastalıklara maruz kalmıştı.

Merkez Komite'nin 2-4 Aralık 1919'da gerçekleşen VIII. Tüm Rusya Komünist Partisi Konferansı’na sunduğu raporunda, o sıradaki salgın hastalıklara karşı mücadele, Lenin tarafından “en temel üç görevden" biri olarak tanımlandı: “Bu görevlere tahıl, yakıt, bitlere karşı savaş diyoruz. Bunlar sosyalist cumhuriyeti kurmamızı sağlayacak en temel üç görevdir ve sonrasında tüm dünyaya karşı, İtilaf Devletleri’nin işgaline karşı savaştığımızdan yüz kat daha güçlü savaşacağız ve muzaffer olacağız.”[12]

Bitlerin taşıyıcılığını yaptığı tifüs hastalığı tamamen kontrolden çıkma tehlikesi arz eden bir enfeksiyondu ve milyonların sağlığını tehdit etmekteydi. Lenin bu nedenle ertesi gün VII. Tüm Rusya Sovyetleri Kongresi'nde bu mücadeleyi varoluşsal bir görev olarak görerek alışılmadık bir aciliyetle çağrıda bulundu: “Üçüncü bir bela yani askerlerimizi biçen bit ve tifüs tarafından tehdit ediliyoruz. Yoldaşlar! Tifüsten etkilenen bölgelerdeki korkunç koşulları hayal bile edemezsiniz. Buralarda halkın güçten düşmüş, zayıflamış, bütün maddi kaynaklardan mahrum kalmış ve bütün kamusal faaliyetler yok olmuştur. Bu yüzden diyoruz ki: 'Yoldaşlar, en fazla bu soruna dikkat edin. Ya bitler sosyalizmi yenecek ya da sosyalizm bitleri yenecek.'”[13]

İlk olarak 122 doktor ve 467 sağlık uzmanı, Sovyet Kongresi'nin hemen ardından Moskova'dan 150 doktor ve 15 Aralık'a kadar da 800 doktor daha cepheye gönderilmiştir. 1 Mart 1920'de düzenlenen 2.Tüm Rusya Tıp ve Sağlık Personeli Kongresi’nde yaptığı konuşmada Lenin, gözle görülebilir başarılara rağmen, “salgın hastalıklarla mücadeleye odaklanılması” gerektiğini yineledi.[14]

Lenin'in inisiyatifiyle, sağlık personelinin yaptığı kişisel fedakarlıklar 10 Nisan 1919'daki hükümet kararnamesinde özellikle takdir edilmiştir. Salgın hastalıklara karşı savaşa katılan doktorların ölüm oranı, diğer hastalıklarla savaşlarınkinden üç kat daha fazla idi.[15] Lenin'in öne sürdüğü "işçilerin hayatını kurtarmak için her şey feda edilmelidir" ilkesi, iç savaş ve sınıf mücadelesinin sert Rus gerçekliğine uyarlanmış ve sonuçta kazanılmış bir yönelim olduğunu kanıtladı.

 

(Bu yazı Almancadan Türkçeye Caner Malatya tarafından çevrilmiştir. Yazının orijinaline buradan erişebilirsiniz: https://www.jungewelt.de/artikel/379783.gesundheitspolitik-die-elementarste-aufgabe.html )



[1] K. Winter, Die Entwicklung des Gesundheitsschutzes im Sozialismus. In: Geschichte der Medizin. Einführung in ihre Grundzüge. Berlin, A. Mette/I. Winter, 1968, s. 249.

[2] Karl Marx, Marx-Engels-Werke’nin (MEW) 25. cildinin içinde Kapital Cilt III, Berlin, 1971, s. 99.

[3] a.g.e., s. 102.

[4] Friedrich Engels, MEW 2. cildinin içinde Die Lage der arbeitenden Klasse in England., s. 291.

[5] Friedrich Engels, MEW 18. cildinin içinde Zur Wohnungsfrage, s. 233.

[6] a.g.e., s. 263.

[7] Son derece yararlı bir bilgi ve belge kaynağı için bkz. Boris M. Potulow, W. I. Lenin und der Gesundheitsschutz, Berlin, Verlag Volk und Gesundheit, 1970.

[8] W. I. Lenin, Lenin-Werke (LW) 26. cildinin içinde Rede über die Aufgaben der Sowjetmacht. Sitzung des Petrograder Sowjets der Arbeiter- und Soldatendeputierten. 25 Ekim (7 Kasım) 1917, s. 228.

[9] W. I. Lenin, Lenin-Werke (LW) 29. cildinin içinde Rede über den Volksbetrug mit den Losungen Freiheit und Gleichheit (19.5.1919) auf dem 1. Gesamtrussischen Kongress für außerschulische Bildung (6.–19. Mai 1919), s. 352 vd.

[10] Potulow: a.g.e., s. 156 vd.

[11] a.g.e., s. 97.

[12] W. I. Lenin, LW 30. cildinin içinde Politischer Bericht des Zentralkomitees an die VIII. Gesamtrussische Konferenz der KPR (B), (2–4 Aralık 1919), s. 169.

[13] a.g.e., s. 217

[14] W. I. Lenin, LW 30. cildinin içinde Rede auf dem II. Gesamtrussischen Verbandstag des Medizinischen Personals und des Sanitätspersonals am 1.3.1920, s. 393.

[15] Bkz. Potulow, a.g.e., s. 164.

(Çeviri) Eleştirel Araştırmanın Eleştirisi (3) – Jean-Paul Sartre

Çevirenin Notu: Jean-Paul Sartre’nin Diyalektik Aklın Eleştirisi kitabının ilk cildinin ikinci kısmı olan “Eleştirel Araştırmanın Eleştirisi...