Salgın hastalıklarla kapitalizm altında etkin bir şekilde mücadele edilemez. Ekim Devrimi'nden sonra oluşturulan sosyalist bir sağlık sistemi başlangıcı üzerine.
2020
yılı tarihe “Korona yılı” olarak geçecek. Dünyanın çeşitli bölgelerinde
pandeminin henüz başında olsak bile, bir tür yeni çağ anlatısı şimdiden
kendisini tahkim ediyor. Bu
durum, düzensiz aralıklarla ancak kesin olarak meydana gelen doğal bir olayın
(gen mutasyonları yoluyla yeni bilinmeyen virüs varyantlarının ortaya çıkması)
gizemli ve insan kontrolünden neredeyse tamamen kaçan, açıklanamayan, kadere
bağlı bir süreç olarak görülmesi ve aynı zamanda siyasi amaçlarla kullanılması
eğilimini daha da artmaktadır. Pandemiler
insan uygarlığında nasıl bir rol oynar? Her şeyden önce, pandemiler insan ve
hayvan dünyasının evrimsel tarihinin ayrılmaz bir parçasıdır. Bununla birlikte,
en azından kapitalist üretim tarzının ortaya çıkmasından ve sanayi merkezleri
arasındaki ağın oluşmasından bu yana, salgın hastalıkların ve pandemilerin
ortaya çıkmasına ilişkin temel olan bu doğal-tarihsel ve tanımlayıcı görüş,
niteliksel olarak yeni bir bölümle desteklenmelidir, çünkü salgın hastalıklar
ve onları tetikleyen faktörler arasındaki ilişki önemli ölçüde değişmiştir.
Kapitalizmde Salgın Hastalıklar
Demokratik
Almanya Cumhuriyeti'nde yayımlanan bir tıp tarihi çalışması, kapitalist
üretimin ve yaşam tarzının salgın hastalıkların ve pandemilerin ortaya çıkışı,
kapsamı ve sonuçları üzerindeki temel etkisi hakkında şöyle yazıyor:
"Kapitalizm, işçinin emek-gücü dışında her türlü mülkiyetini elinden aldı.
Metaları daha pahalıya satmanın arayışında olan kapitalizm, daha sonra sağlığın
önemini anlamak zorunda kaldı. Karl Marx ve Friedrich Engels eserlerinde
kapitalist sömürünün sağlık üzerindeki yıkıcı etkisini gösterdiler.”[1]
Bu
tarihsel arka plan, işçi sınıfının örgütlerinin sadece daha iyi yaşam ve
çalışma koşullarını savunmakla kalmayıp aynı zamanda genellikle yıkıcı
salgınların tetikleyicileri ve katalizörleri olan hijyenik olmayan yaşam ve
çalışma koşullarına karşı mücadeleye büyük önem verdikleri de göz önüne
alındığında anlaşılabilir. Sadece bireysel salgın hastalıklara direnmekle
kalmadılar, aynı zamanda daha önceki herhangi bir toplumsal oluşumdan daha
fazla "insan israfına, canlı emek israfına, sadece et ve kan değil aynı
zamanda sinir ve beyin israfına"[2]
neden olan kapitalist üretim tarzının bu temel özelliğine de karşı çıktılar.
İnsan
hayatına yönelik bu acımasız ve "savurgan" muamele, kaçınılmaz olarak
sermayenin kâr oranını sürekli olarak artırmaya çalışmasından kaynaklanmaktadır.
İlk kez 19. yüzyılın ortalarında İngiltere'de uygulamaya konulan sağlık ve
hijyen yetkilerine sahip fabrika müfettişleri sistemi bile bu temel mekanizmayı
değiştiremedi. "Kapital”in üçüncü cildinde Marx, sağlığın korunmasına dair
özel yasalara rağmen, emek maliyetlerini düşürmeye yönelik temel eğilimin nasıl
egemen olmaya devam ettiğine ve bazı ilerlemenin ancak kapitalistlere karşı
büyük bir direnişle zorla alındığına dair çok sayıda örneği resmi parlamento
raporlarına dayanarak sunmuştur.
Her
şeyden önce, Marx'ın da sık sık atıfta bulunduğu, resmi "Halk Sağlığı
Raporları"nda "kapalı odalardaki" çalışma biçiminin işçi sağlığını
tehdit ettiği belirtilerek eleştirilmekteydi. Marx, Dr. John Simon'un 1863'te
hazırladığı bir raporu kaynak olarak kullanıp şu alıntıyı yapmaktadır: “Ve
muhtemelen tüm İngiltere, kapalı alanlarda üretim yapılan büyük bir sanayiye
sahip olan her bölgede, işçilerin artan ölüm oranlarının, söz konusu bölgenin
bütününe ait ölüm istatistiklerinin akciğer hastalıklarının göze batan bir
fazlalığıyla birlikte renklendirdiği kuralının tek bir istisnası yoktur.”[3]
Almanya'da
enfeksiyon oranının düşme eğilimine rağmen, günümüzde de ani yeni “sıcak
noktalar”ın ve et endüstrisinde ve kuşkonmaz ve çilek yetiştiriciliğinde
çalışan ve çoğunluğu Doğu Avrupalı olan geçici ve mevsimlik işçilerin
yaşadığı sefil barınaklarda yerel enfeksiyon odaklarının hızlı çoğalması, sermayenin
emek-gücünü bir meta olarak ekonomikleştirme konusundaki temel tutumunda ne
kadar az değişiklik olduğunu göstermektedir.
Konut Sorunları
20.
yüzyıla kadar proletaryanın tamamen yetersiz olan sıhhi tesisleri ve yaşam
alanları, sanayi bölgelerinde ve büyük şehirlerde salgın hastalıkların ve
pandeminin başlıca kaynağıydı. Bu nedenle ekonomik, siyasi ve demokratik haklar
için mücadele, iyileştirici ve aynı zamanda koruyucu sağlık hizmetlerini ve
salgın hastalıklarla mücadeleyi kamusal ve devlete ait bir görev olarak
içermeliydi. Bu artık özel veya en fazla belediyenin meselesi olarak kalmamalıydı.
Burjuva sosyologları tarafından da çığır açıcı olarak görülen “İngiltere'de
Emekçi Sınıfın Durumu” adlı çalışmasında genç Friedrich Engels, yetersiz
çalışma ve yaşam koşulları ile pandemilerin ve salgın hastalıkların ortaya
çıkışı ve yayılması arasındaki bağlantıyı çok net bir şekilde tespit etmişti.
Engels bunu yaparken salgın hastalıklarla mücadele konusunda uygun bir siyasal
anlayışın temellerini atmıştı.
Engels'in
araştırma yaptığı yer olan erken dönem sanayi kapitalizminin merkezi
Manchester'da, işçilerin konutları en başından itibaren sadece 20 ila 30 yıl oturulabilecek
şekilde tasarlanmıştı. Zaten on yıl sonra, ucuza yapılmaları nedeniyle çökmüş
ve oturulamaz duruma düştüler ve ne devlet yetkililerinin ne de özel mülk
sahiplerinin umursamamasından dolayı salgın hastalıkların üreme alanları haline
geldiler. En geç 40 yıl sonra “harabeye” dönüştüler, ancak başka alternatifleri
olmayan yoksullar tarafından konut olarak kullanılmaya devam ettiler.
Sadece
ara sıra "bir salgın hastalık tehdidi baş gösterdiğinde, sağlık polisinin
o zamana kadar uykuya yatan vicdanı bir parça insafa geliyor; işçi
mahallelerine denetim akınlan yapılıyor; birçok sokakta olduğu gibi kulübeler ve
mahzenler mühürleniyor; (...) ama bu da pek uzun sürmüyor; kullanılamaz denen mühürlü
kulübelerde oturacak birileri, gene kısa sürede bulunuyor; sahipleri bu evleri
kiraya vererek daha da fazla para kazanıyorlar – çünkü sağlık polisinin yakın
zamanda geri gelmeyeceğini biliyorsunuzdur!"[4]
Engels
1872’de “Konut sorunu” adlı makalesinde bu konuya geri dönerek, o zamandan beri
salgın hastalıkların ve pandemilerin nedenlerini analiz etmede gerçekleşen
bilimsel ve hijyenik ilerlemelerin sınırlarına işaret etti: "Modern doğa bilim,
işçilerin kalabalık olduğu 'kötü mahallelerin', zaman zaman şehirlerimizi
rahatsız eden bütün bu salgın hastalıkların üreme alanı olduğunu göstermiştir.
Kolera, tifüs, tifo, çiçek ve diğer harap edici hastalıklar mikroplarını bu
işçi sınıfı mahallelerindeki pis havaya ve zehirli sulara saçmaktadırlar; bu
mikroplar hiçbir zaman orada ölmezler, koşullar izin verdiği anda salgın
hastalıklara dönüşürler ve daha sonra üreme alanlarının ötesine, kapitalist
beyefendilerin yaşadığı daha havadar ve daha sağlıklı bölgelere nüfuz ederler. Kapitalist
iktidar, işçi sınıfı arasında salgın hastalıklar yaratma zevkinin cezasından
mahrum kalamaz; sonuçları kendi üzerine yıkılır ve ölüm meleği işçiler arasında
olduğu kadar kapitalistler arasında da acımasızca öfkelenir.”[5]
Ancak
alınan önlemler tamamen yetersiz kaldı ve pandemilerin ve salgın hastalıkların
kapitalizm koşulları altında sürekli bir tehdit olarak kalması gerektiğinin bir
başka kanıtı oldu: "Salgın hastalıkların üreme alanları, yani kapitalist
üretim tarzının işçilerimizi her gece hapsettiği en rezil mağaraları ve
delikleri ortadan kaldırılmıyor, sadece yerleri değiştiriliyor! İlk etapta onları
yaratan aynı ekonomik ihtiyaç, ikinci etapta da onları yaratıyor. Kapitalist
üretim tarzı var olduğu sürece, konut sorununu ya da işçilerin kaderiyle ilgili
herhangi bir toplumsal sorunu bireysel olarak çözmeye çalışmak aptalcadır.
Ancak çözüm, kapitalist üretim tarzının ortadan kaldırılmasında, tüm yaşam ve
çalışma araçlarının bizzat işçi sınıfı tarafından temellük edilmesinde
yatmaktadır.”[6]
Rus
Sosyal Demokratları ve onların devrimci kanadı Bolşevikler, kitlesel
hastalıkların ve salgınların etkili bir şekilde önlenmesi ve kontrol altına
alınması için temel koşulların yaratılması konusundaki bu farkındalığı
benimsediler.
Lenin'in Taahhüdü
Vladimir
Ilyiç Lenin'in siyasi liderliğinde ve onun küçük erkek kardeşi ve doktor Dmitri
Ulyanov, kız kardeşleri Maria ve Anna Ulyanova ve eşi Nadejda Krupskaya'nın
aktif desteği ile Bolşevikler, Ekim Devrimi'nden sonraki ilk sosyalist sağlık
sisteminin temellerini örgütlediler ve yaydılar. Pandemilere ve salgın
hastalıklara karşı sistematik mücadelenin sadece sağlık politikası açısından
değil, özellikle öne çıkan bir odak noktası olduğu gerçeği, Lenin'in genç
Sovyet iktidarının sağlık sistemine ilişkin kişisel anlayışını da gösteren
100'den fazla kararnamede yer aldı.[7]
Bu
çabalar, kapitalizmden sosyalizme geçişin yeni bir döneminin bir ifadesiydi.
Sağlık politikası açısından da belirleyici olan güç ilişkileri, Ekim
Devrimi'yle tersine döndü. Kâr ilkesi artık sağlık politikasının tüm
alanlarında gizli bir anayasa ve devlet yetkisi olarak uygulanmıyor, bunun
yerine "emek ilkesi" yeni döneme damgasını vurdu. Lenin, Kerenski'nin
Geçici Hükümeti ile Sovyetler arasındaki ikili iktidarın devrimci kopuşla
bittiği gün devrimci Sovyet iktidarının yeni ilkesini şu şekilde ilan etti:
"Bolşeviklerin her zaman gerekliliğini söylediği işçilerin ve köylülerin
devrimi gerçekleşti. Bu işçilerin ve köylülerin devriminin önemi nedir? Her
şeyden önce bu devrimin önemi, burjuvazinin hiçbir katılımının olmadığı, kendi
iktidar organımız olan Sovyet hükümetine sahip olacağımız gerçeğinde yatmaktadır.
Ezilen kitleler, devlet iktidarını kendileri yaratacaktır. Eski devlet aygıtı
tamamen parçalanacak ve Sovyet örgütleri şeklinde yeni bir idari aygıt yaratılacaktır.”[8]
Bolşeviklerin
"proletarya ve emekçi köylülüğün diktatörlüğü" adını verdiği bu yeni
devlet iktidarından kimler yararlanacaktı? Lenin stratejik yönelimini şöyle
ifade ediyordu: “Harabeye dönmüş bir ülkede ilk görev emekçileri kurtarmaktır.
Bütün insanlığın ilk üretici gücü işçidir, emekçidir. Eğer o hayatta kalırsa,
her şeyi kurtarabileceğiz ve yeniden kurabileceğiz. (...) Onu bu birkaç yıl
boyunca kurtarırsak, ülkeyi, toplumu ve sosyalizmi kurtaracağız. Eğer onu
kurtaramazsak, ücretli köleliğe geri döneriz. Bu, kendisini sosyal demokrat olarak
adlandıran barışçıl bir aptalın fantezisinden değil, reel bir gerçeklikten yani
öfkeli, şiddetli ve acımasız sınıf mücadelesinden doğan sosyalizmin gündeme
getirdiği bir sorundur (...) İşçinin varlığını kurtarmak için her şey feda
edilmek zorundadır.”[9]
Söylemesi
yapmasından daha kolaydı. Başlangıçta, etkili bir salgın politikası için en
temel gereksinimler eksikti: “Ülkedeki ekonomik bozulmadan dolayı salgın hastalıklarla
mücadele için en gerekli kaynaların ciddi bir şekilde eksik olması durumu daha
da karmaşık hale getirdi. Dezenfeksiyon odaları, banyolar vb. için çamaşır,
sabun, dezenfektanlar ve ekipman eksikliği vardı. Bulaşıcı hastalıklar arasında
parazit hastalıkları, özellikle de tifüs, en büyük oranı oluşturuyordu. Tifüs
hastalarının sayısı 1919 ve 1920'de iki milyon kişiyi aşmıştı. 1918 ve 1922
yılları arasında toplam 6,5 milyon kişi tifüse yakalandı ve 3,2 milyon kişide
de hastalık nüksetmişti.”[10]
Sosyalist Sağlık Hizmetleri
Sovyet
iktidarının ilk gününde Petrograd Sovyeti Devrimci Askeri Komitesi’nde
"Tıbbi-Hijyen Dairesi" kuruldu. Bu daire yeni Sovyet sağlık
sisteminin örgütsel çekirdeği haline geldi. Başında Bolşevik doktor
M.I.Barsukov vardı. Yeni daire ülkedeki bütün tıbbi ve özellikle hijyenik
çalışmaların yeniden örgütlenmesi ile görevlendirildi. Çalışmalarının ilk
günlerinde daire, Halk Komiserleri Konseyi'ne (V. I. Lenin başkanlığındaki yeni
devrimci hükümet) bir rapor gönderdi ve bu raporda Halk Komiserleri Konseyi'nde
bir Halk Sağlığı Komitesi’nin kurulması sorununu gündeme getirdi. Bununla
birlikte, sağlık politikası için hükümet tarafından yetkilendirilmiş bir
merkezi ofis yaratmanın ve ülke çapında akut salgın hastalık tehdidiyle savaşmanın
aciliyetine rağmen, bu merkezi sağlık ofisinin kurulması oldukça uzun bir süre
aldı.
Yeni
Sovyet iktidarı "aşağıdan" bir sağlık sistemi kurmayı amaçlıyordu ve
aynı zamanda halk sağlığının korunması için bir komitenin kurulmasını görüşmek
üzere bir tıp kongresi toplamayı ilk hedef olarak gördü. Başlangıçta doktorlar
içinde merkezileşmeye karşı belirgin çekinceler vardı. Tıp camiasının ilerici
üyeleri arasında bile, 1912'den beri gerici Çarlık hükümeti tarafından kontrol
edilen bir devlet sağlık organının kurulmasına karşı büyük bir muhalefet vardı.
Sonuç
olarak Tıbbi Hijyen Dairesi birkaç girişimden sonra Petrograd’da sınırlı bir
toplantı düzenlemeyi başardı. Toplantıda bulunan doktorlar, "cumhuriyetin
tüm tıbbi ve özellikle hijyenik meselelerini birleştirecek merkezi bir yetkili
demokratik organın, halk sağlığını koruma komitesinin" kurulmasından yana
konuştular. Ancak başlangıçta birkaç bakanlıkta tıp kolejleri kuruldu. Bunlar
Ocak 1918'de "Tıp Kolejleri Konseyi"ni oluşturmak üzere bir araya
geldiler. Bu konseyin başkanı, gündemdeki ilgili konularda danışılmak üzere
Halk Komiserleri Konseyi toplantılarına davet edildi. Bu henüz merkezi yetkili
bir hükümetin işlevi değildi.
Birinci
Sovyet Doktorları Kongresi, devlet gücüyle donatılmış bir Halk Sağlığı Komiserliği’nin
görevlerini ve örgütlenmesini tartışmak üzere ancak Haziran 1918'de toplanabildi.
Kongre sonunda, 11 Temmuz 1918'de Lenin'in bu Halk Komiserliği’nin kurulmasına
ilişkin kararnameyi imzaladığı açıklandı. Bu kararnamede, müstakbel komisere “derhal
kolera ile mücadele için önlemler alması talimatı verildi. Bu amaçla 25 milyon
ruble tahsis edildi. Komiser, fonların kullanımı ve dağıtımı ile salgının
ilerleyişi hakkında haftada iki kez kısa bir rapor sunmakla yükümlendirildi.”[11]
Komiserliğin başkanlığına Bolşevik bir kimyager olan N. A. Semaschko getirildi.
Semaschko 1940'ların sonuna kadar en önemli Sovyet sağlık politikacılarından
biri olarak kaldı. 18 Temmuz'da Halk Komiserleri Konseyi, Halk Sağlığı Komiserliği’nin
özel çalışmaları, sorumluluğu ve yapısı hakkında ek bir kararname kabul etti.
Lenin taslak üzerinde bizzat birkaç düzeltme yaptı.
Bununla
birlikte o sırada yayılan salgın hastalıklara karşı derhal müdahale edilmesi
gerekiyordu. Sağlık hizmeti alanındaki kapitalist mirasın yıkıcı sonuçları,
önümüzdeki aylarda genç Sovyet iktidarına ciddi bir tehdit oluşturacak şekilde
artacağına işaret ediyordu. Eski ordu sadece askeri olarak mağlup edilip siyasi
olarak demoralize edilmemişti, aynı zamanda savaş siperlerindeki tamamen
sağlıksız durumdan dolayı salgın hastalıklara maruz kalmıştı.
Merkez
Komite'nin 2-4 Aralık 1919'da gerçekleşen VIII. Tüm Rusya Komünist Partisi
Konferansı’na sunduğu raporunda, o sıradaki salgın hastalıklara karşı mücadele,
Lenin tarafından “en temel üç görevden" biri olarak tanımlandı: “Bu
görevlere tahıl, yakıt, bitlere karşı savaş diyoruz. Bunlar sosyalist
cumhuriyeti kurmamızı sağlayacak en temel üç görevdir ve sonrasında tüm dünyaya
karşı, İtilaf Devletleri’nin işgaline karşı savaştığımızdan yüz kat daha güçlü
savaşacağız ve muzaffer olacağız.”[12]
Bitlerin
taşıyıcılığını yaptığı tifüs hastalığı tamamen kontrolden çıkma tehlikesi arz
eden bir enfeksiyondu ve milyonların sağlığını tehdit etmekteydi. Lenin bu
nedenle ertesi gün VII. Tüm Rusya Sovyetleri Kongresi'nde bu mücadeleyi
varoluşsal bir görev olarak görerek alışılmadık bir aciliyetle çağrıda bulundu:
“Üçüncü bir bela yani askerlerimizi biçen bit ve tifüs tarafından tehdit
ediliyoruz. Yoldaşlar! Tifüsten etkilenen bölgelerdeki korkunç koşulları hayal
bile edemezsiniz. Buralarda halkın güçten düşmüş, zayıflamış, bütün maddi
kaynaklardan mahrum kalmış ve bütün kamusal faaliyetler yok olmuştur. Bu yüzden
diyoruz ki: 'Yoldaşlar, en fazla bu soruna dikkat edin. Ya bitler sosyalizmi
yenecek ya da sosyalizm bitleri yenecek.'”[13]
İlk
olarak 122 doktor ve 467 sağlık uzmanı, Sovyet Kongresi'nin hemen ardından
Moskova'dan 150 doktor ve 15 Aralık'a kadar da 800 doktor daha cepheye
gönderilmiştir. 1 Mart 1920'de düzenlenen 2.Tüm Rusya Tıp ve Sağlık Personeli Kongresi’nde
yaptığı konuşmada Lenin, gözle görülebilir başarılara rağmen, “salgın hastalıklarla
mücadeleye odaklanılması” gerektiğini yineledi.[14]
Lenin'in
inisiyatifiyle, sağlık personelinin yaptığı kişisel fedakarlıklar 10 Nisan
1919'daki hükümet kararnamesinde özellikle takdir edilmiştir. Salgın hastalıklara
karşı savaşa katılan doktorların ölüm oranı, diğer hastalıklarla
savaşlarınkinden üç kat daha fazla idi.[15]
Lenin'in öne sürdüğü "işçilerin hayatını kurtarmak için her şey feda
edilmelidir" ilkesi, iç savaş ve sınıf mücadelesinin sert Rus gerçekliğine
uyarlanmış ve sonuçta kazanılmış bir yönelim olduğunu kanıtladı.
(Bu
yazı Almancadan Türkçeye Caner Malatya tarafından çevrilmiştir. Yazının
orijinaline buradan erişebilirsiniz: https://www.jungewelt.de/artikel/379783.gesundheitspolitik-die-elementarste-aufgabe.html )
[1]
K. Winter, Die Entwicklung des Gesundheitsschutzes
im Sozialismus. In: Geschichte der Medizin. Einführung in ihre Grundzüge. Berlin,
A. Mette/I. Winter, 1968, s. 249.
[2] Karl Marx, Marx-Engels-Werke’nin (MEW) 25.
cildinin içinde Kapital Cilt III, Berlin, 1971, s. 99.
[3]
a.g.e., s. 102.
[4] Friedrich Engels, MEW 2. cildinin içinde Die
Lage der arbeitenden Klasse in England., s. 291.
[5] Friedrich Engels, MEW 18. cildinin içinde Zur
Wohnungsfrage, s. 233.
[6]
a.g.e., s.
263.
[7]
Son derece yararlı bir bilgi ve belge kaynağı için
bkz. Boris M. Potulow, W. I. Lenin und der Gesundheitsschutz, Berlin, Verlag
Volk und Gesundheit, 1970.
[8]
W. I. Lenin, Lenin-Werke (LW) 26. cildinin içinde Rede
über die Aufgaben der Sowjetmacht. Sitzung des Petrograder Sowjets der
Arbeiter- und Soldatendeputierten. 25 Ekim (7 Kasım) 1917, s. 228.
[9] W. I. Lenin, Lenin-Werke (LW) 29. cildinin içinde
Rede über den Volksbetrug mit den Losungen Freiheit und Gleichheit (19.5.1919)
auf dem 1. Gesamtrussischen Kongress für außerschulische Bildung (6.–19. Mai
1919), s. 352 vd.
[10]
Potulow: a.g.e., s. 156 vd.
[11]
a.g.e., s. 97.
[12]
W. I. Lenin, LW 30. cildinin içinde Politischer
Bericht des Zentralkomitees an die VIII. Gesamtrussische Konferenz der KPR (B),
(2–4 Aralık 1919), s. 169.
[13]
a.g.e., s. 217
[14] W. I. Lenin, LW 30. cildinin içinde Rede auf dem
II. Gesamtrussischen Verbandstag des Medizinischen Personals und des
Sanitätspersonals am 1.3.1920, s. 393.
[15] Bkz. Potulow, a.g.e., s. 164.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder