(Toplumsal Özgürlük, Ocak 2015 sayısı)
Mart 2014’teki yerel seçimlerle başlayıp Ağustos’ta cumhurbaşkanlığı seçimiyle devam eden seçim yılının son durağı olan Haziran 2015’teki genel seçim sürecine giriliyor. Bu seçim, bir döneminin son noktası olmakla birlikte tarihi bir dönemin de başlangıcı olmak üzere.
AKP için varlık yokluk seçimi
2002 yılında iktidara gelen AKP, bugüne kadar ki süreçte iktidarını kullanarak, sermaye ve kendisi için dikensiz bir gül bahçesi yaratarak eski sermaye düzenini yeniledi. Fakat bu “bahçe”nin daimi tapusunun alınmasını sağlayacak olan yeni “anayasa” halen yapılamamış durumda. Ve AKP sadece sermaye için değil, baştan aşağıya battığı yolsuzluk ve rüşvet bataklığından kendini kurtarmak, iktidarını ve yağmasını devam ettirmesini sağlayacak “başkanlık” sistemini gerçekleştirmek için de yeni bir anayasaya ihtiyaç duymaktadır. Bu yüzden de seçimlerdeki ilk hedefi kendi anayasasını referanduma götürmeyi sağlayacak olan 330 milletvekilliğini, ikinci hedef olarak da anayasayı doğrudan değiştirmeyi sağlayacak olan 367 milletvekilliğini elde etmek olacaktır.
CHP ve MHP “Restorasyon”a ayak uyduruyor
Sermaye düzenin diğer bileşenleri olan CHP ve MHP için ise bu seçimler, yeni sermaye rejimine uyum sağlamada ne kadar başarılı olduklarını gösterecek. Seçim hamlelerine başlayan “yeni” CHP, ilk olarak milletvekilleri Emine Ülker Tarhan ile Süheyl Batum’u ihraç ederek, Hüseyin Aygün ve Birgül Ayman Güler’i disipline vererek “sol” ve ulusalcı kanatlarını “ihtar” etti. Böylece Mansur Yavaş ve Ekmeleddin İhsanoğlu’yla başlayan “sağ”a yerleşmeye kararlılıkla devam edeceği görülüyor.
CHP’nin aksine MHP ise içten ve derinden hamlelerle ve gerektiğinde AKP ve CHP’ye kol değneği olarak sermayenin yeni rejiminde varlığının gerekliliğini ve gerçekliğini gösterme çabası içinde.
HDP: Seçim, öncesi ve sonrası
Son iki genel seçime bağımsız adaylarla seçimlere giren KÖH, bu seçimlere HDP ile parti olarak girme kararı aldı. Bu kararla birlikte tartışmalar HDP’nin barajı geçip geçemeyeceği üzerine kurulmuş durumda.
Partiyle girilmesi taraftarı olanlar Cumhurbaşkanlığı seçiminde alınan oylar ve yükselen “demokratik” hareketleri öne sürerken, karşı olanlar da Cumhurbaşkanlığı seçiminde alınan oyların geçici olduğu ve bunun seçimlerde anayasa yapacak çoğunluğa ulaşmak isteyen AKP’nin bir tuzağı olarak değerlendirmekteler. Ve bu değerlendirmeler mücadeleyi neredeyse parlamenterizme indirgeyip, sokağı ve fiili-meşru mücadeleyi dışlama noktasına varıyor.
KÖH ile Emek ve Demokrasi Güçleri, bugüne kadar gerek Meclis’teki varlıklarıyla gerekse Meclis’le sokağı bütünleştiren eylem hattıyla demokrasi mücadelesinin var olmasını ve büyümesini sağladılar. Fakat özellikle “Çözüm Süreci”nin başlamasıyla birlikte gerek çözümün görüşmelere sıkıştırılması, gerekse “iktidar”ın ürkütülmemesi isteği nedeniyle eylem hattında oluşma başlayan sıkıntılar artık gözle görülür hale gelmektedir. Bu sıkıntılar ilk belirtilerini “Gezi”deki “çekingen” tavırla kendini gösterirken son olarak 6-8 Ekim’de “Kobane Serhildanı”nda ortaya çıktı. Bu serhildan ve sonrasındaki eylemlerde neredeyse halkı yalnız bırakmaya varan duruşlar sergilendi. Ayrıca devrimci-demokratların bir direniş ve mücadele hattı olarak kurulan HDK’nin neredeyse bir gecede HDP’ye ikame edilerek sönümlenmeye bırakılması da devrimci-demokrat güçlerin “kurumsal” ayağını darlaştırıyor.
Dolayısıyla “Haziran”ı yeniden keşfeden olmamak için, gerek meclisteki güçlü sesiyle, gerekse yükselen işçi, gençlik, kadın ve Kürt Halk Hareketi ile birlikte sadece sokağı değil, aynı zamanda “Demokratik Cumhuriyet”i de kuran bir eylem hattıyla AKP ve sermayenin iktidarı yerle bir edilerek “Barışın” ve “Özgürlüğün” yolu açılabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder