Çevirenin Notu: Nicolas Krassó’nun “Troçki’nin Marksizmi” adlı makalesi New Left Review’in Temmuz-Ağustos 1967 tarihli 44. sayısında yayımlanmıştı. Makalenin çevirisini uzunluğundan dolayı üç bölüm halinde paylaşmıştım, aşağıdaki linklerden ulaşabilirsiniz. Ernest Mandel’in bu makaleyi eleştirdiği “Troçki'nin Marksizmi: Bir Karşı Eleştiri” başlıklı makalesi ise New Left Review’in Ocak 1968 tarihli 47. sayısında yayımlanmıştı.
1923 ila 1995 yılları arasında yaşamış olan Marksist devrimci
Ernest Mandel, Marksist iktisat ve siyaset üzerine önemli eserler vermiştir. Nazizm’e
karşı gösterilen direniş mücadelesine de katılan Mandel, Troçkistlerin kurduğu
Dördüncü Enternasyonal’in 1946 yılında yapılan dünya kongresinde uluslararası
sekreterlik üyesi seçilerek önderlerinden birisi oldu.
Troçki'nin
programının nihai zaferini, yani onun tam siyasi haklılığının kanıtlanmasını
sağlamak için verilen mücadelede yer almayanlar, bu programdaki kusurları,
hataları ve zayıflıkları arayarak kendi çekimserliklerini haklı çıkarma etme
eğiliminde olacaktır. Böyle yaparak 1930'lar, 1940'lar ve 1950'lerin başlarında
Stalinistlerin yaptığı büyük çarpıtma ve tahrifatları tekrarlayamazlar:
Troçki'nin bir "karşı-devrimci" ve "emperyalizmin ajanı"
olduğu, SSCB'de kapitalizmi yeniden kurmak istediği veya nesnel olarak buna
eğilimli olduğu gibi. Bu nedenle, Troçki'nin daha bilgili ve zeki
muhaliflerinin 1920'lerde ona karşı ileri sürdükleri argümanlara geri dönmek
zorunda kalıyorlar: Troçki'nin esasen "Bolşevik olmayan" bir "sol
sosyal demokrat" olduğu, Rusya'nın özelliklerini, Lenin'in örgütlenme
teorisinin inceliklerini veya Batı ve Doğu'da başarılı proleter sınıf
mücadelesinin karmaşık diyalektiğini anlamadığı gibi. Krassó bugün tam da bunu
yapıyor.
1. Sınıflar,
Partiler ve Siyasi Kurumların Özerkliği
Krassó'nun temel
tezi oldukça basit: Troçki'nin asli günahı, devrimci partinin rolünü kavrayamamasıdır;
toplumsal güçlerin tarihi doğrudan ve anında şekillendirebileceğine, sanki
siyasi örgütlere "aktarılabilir" olduklarına inanmasıdır. Bu,
Lenin'in örgütlenme teorisini anlamasını engellemiş ve kaba bir
"sosyolojizm" ve iradeciliğe yol açmıştır. 1904'te Bolşevizmi
reddetmesinden, Ekim Devrimi'ndeki ve Kızıl Ordu'nun kurulmasındaki rolüne,
1923-27 yıllarındaki parti içi mücadeledeki yenilgisine, tarihçi olarak üalubuna
ve Dördüncü Enternasyonal'i kurma konusundaki "boşuna çabasına"
kadar, sosyolojizm ve iradecilik tek bir çizgi oluşturur. Krassó, Troçki'nin
Marksizmi’nin "gençliğinden yaşlılığına kadar tutarlı ve karakteristik bir
bütünlük oluşturduğunu" iddia eder.
Hiç kimse Troçki'nin
1917'den önce Lenin'in örgütlenme teorisinin özünü reddettiğini tartışmayacaktır.[1] Partinin, toplumsal sınıfların ideolojisinin
ve psikolojisinin tarihsel süreçte belirli bir özerklik kazanabileceğini ya da
Krassó'nun ifadesiyle, Marksizmin (sadece Lenin'in Marksizmi değil, Marx'ın
doktrininin herhangi bir yeterli yorumu) "ekonomik, toplumsal, politik ve
ideolojik tüm düzeylerin her zaman işlevsel olduğu ve aralarındaki ana
çelişkilerin yerinin değiştiği karmaşık bir bütünlük kavramıyla
tanımlandığını" da tartışmayacağız. Ancak bu, Krassó'nun tezini desteklemek
için çok yetersiz bir temeldir. Troçki'nin gerçek düşüncesini ve yaklaşık 40
yıllık gelişimini analiz etmeye çalıştığımızda, her adımda Krassó'nun tablosunun
eksikliğinin ve yetersizliğinin kanıtlarıyla karşılaşırız.
İlk olarak,
Lenin'in örgütlenme teorisini reddederken, Troçki'nin kendi sosyal demokrat
parti modelini Alman SPD'den "işçi sınıfıyla bir arada var olan bir
parti" olarak ödünç aldığını söylemek yanlıştır (s. 66). Tarihsel olarak,
tam tersi bir argüman çok daha doğru olacaktır, yani Lenin'in örgütlenme
teorisinin büyük ölçüde Alman ve Avusturya sosyal demokrasisinin teorisyenleri
Kautsky ve Adler'den ödünç alındığını göstermek.[2] Troçki'nin Lenin'in teorisine, en azından
rasyonel özüne, karşı hatalı muhalefeti, Batı sosyal-demokrasi aygıtına temelde
muhafazakâr olduğu için duyduğu güvensizliğe dayanıyordu. Krassó kendisi de
birkaç sayfa sonra, Troçki'nin daha 1905'te Batı sosyal-demokrasisini Lenin'den
daha sert bir şekilde eleştirdiğini kabul ediyor (s. 68). Öyleyse nasıl olur da
parti modelini bu sosyal-demokrasiye göre şekillendirebilirdi?[3]
İkincisi,
Troçki'nin 1917'de Lenin'in bu konuda haklı olduğunu kabul ettikten sonra bile,
Lenin'in örgütlenme teorisini yanlış anlamaya veya reddetmeye devam ettiğini
ima etmek tamamen yanlıştır. Bu varsayımın hiçbir kanıtı yoktur.[4] Lenin’in kendisi, Troçki'nin Menşeviklerle
birlik kurmasının imkansız olduğunu anladıktan sonra, "Troçki'den daha iyi
bir Bolşevik olmadığını" kesin bir dille ifade etmiştir.[5] Troçki'nin 1917'den sonraki tüm yazıları,
devrimci partinin çağımızda oynadığı kilit rolün önemini vurgulamaktadır.
Kariyerinin her dönüm noktasında, 1923'te Ekim Dersleri ve Yeni Yol’da,
1926'da Sol Muhalefet Platformu’nda, Komintern'in Çin, Almanya, İspanya
ve Fransa'daki yıkıcı politikalarını eleştirirken, 1930'larda Rus Devrimi
Tarihi ve siyasi vasiyetnamelerinde, 4. Enternasyonal'in Geçiş Programı ve
sözde Acil Durum Konferansı Manifestosu'nda, devrimci partilerin inşası sorununun
bu dönemin temel sorunu olduğunu yorulmadan vurguladı: "İnsanlığın
tarihsel krizi, devrimci liderliğin krizine indirgenmiştir."[6] Gerçekten de öncünün rolünü "unutmanın"
ve toplumsal güçlerin tarihi doğrudan ve anında şekillendirebileceğine inanmanın
tuhaf bir yolu...
Troçki için
devrimci öncü, sadece akıllıca inşa edilmiş ve iyi işleyen bir siyasi makine
değildi. Bilindiği gibi, genellikle gangsterlikten ayırt edilemeyen Amerikan
burjuva siyasetinden doğan bu fikir, Stalin bunu Komintern'in pratiğine sokana
kadar Lenin’e, Bolşevizm’e ve hatta tüm uluslararası işçi hareketine tamamen
yabancı bir fikirdi. Troçki için, tıpkı Lenin ve herhangi bir Marksist eğilim
için olduğu gibi, devrimci bir öncü parti, öncelikle beyan ettiği programı
ve fiili politikası ışığında nesnel olarak değerlendirilmelidir. En
iyi işleyen ve en güçlü parti, devrimin ve işçi sınıfının çıkarlarına aykırı
davranmaya başladığında, bunu düzeltmek için bir mücadele yürütülmelidir.
Eylemleri, bir dönem boyunca tutarlı bir şekilde proletaryanın çıkarlarına
aykırı hale geldiğinde, artık devrimci bir öncü parti olarak kabul edilemez ve
o zaman hemen yeni bir parti kurma görevi ortaya çıkar.[7]
Elbette ne Lenin ne
de Troçki devrimci partiyi sadece doğru bir programla tanımlamışlardır.
Lenin, bir politikanın doğruluğunun uzun vadede ancak işçi sınıfının önemli bir
bölümünü, hatta çoğunluğunu kazanma yeteneği ile kanıtlanabileceğini açıkça
belirtmiştir.[8] Ancak her iki unsur da devrimci bir öncü
partinin inşasında vazgeçilemez tamamlayıcı unsurlardır. Doğru bir program ve
politika olmadan, bir parti, işçi sınıfı üzerindeki kitlesel etkisi ne olursa
olsun, nesnel olarak karşı-devrimci hale gelebilir. Uzun vadede işçi sınıfı
üzerinde kitlesel etki kazanamayan devrimciler, en iyi programla donanmış
olsalar bile, kısır bir tarikata dönüşecektirler.
Böylece, üçüncü
olarak, Krassó'nun, Troçki'nin yanlış anladığı iddia edilen "siyasi
kurumların özerkliği"ni dile getirerek sorunu çözmekten uzak, sadece bir
soru ortaya attığını ve bu soruya bir cevap vermediğini görüyoruz. Çünkü sorun,
tam da siyasi kurumların özerkliğini ve bu özerkliğin göreceli karakterini
aynı anda anlamaktır. Sonuçta, tüm tarihin son tahlilde sınıf mücadelelerinin
tarihi olduğunu söyleyen Troçki değil, Marx ve Engels'ti![9] Siyasi kurumlar işlevsel yapılardır. Hizmet
etmeleri gereken toplumsal güçlerden kopuk hale geldiklerinde, diğer toplumsal
güçler tarafından kullanılmadıkları sürece, tüm etkinliklerini ve güçlerini çok
hızlı bir şekilde yitirirler. Bolşevik Parti içindeki Stalin ve onun kanadının
başına gelen de tam olarak budur.
Krassó, Troçki'nin
"siyasi kurumların özerk gücünü sürekli olarak hafife almasının onun
felaketi olduğunu" söylüyor (s. 76). Gerçekte, Stalin'in "güç
politikasının" özerk olasılıklarına olan inancı onun "felaketi"
oldu, çünkü bu inanç onu, hayatının sonuna kadar varlığını fark etmediği toplumsal
güçlerin bilinçsiz bir aracına dönüştürdü. Stalin, 1920'lerin başlarında,
izlediği yolda devam ederse Eski Bolşevik üst ve orta kadrolarının dörtte üçünü
öldürmek, Komintern'i tasfiye etmek,[10] fabrikalarda zorunlu çalıştırma uygulaması
başlatmak ve modern zamanların en sert iş kanunlarından birini yürürlüğe koymak
zorunda kalacağına ikna olsaydı, muhtemelen dehşete kapılırdı: Ne de olsa o
zamanlar o da bir Bolşevikti.
Krassó'nun hayranlık
duyduğu "saf" güç siyaseti, aktörlerini kendi eylemleri üzerindeki
tüm kontrollerini kaybedecekleri noktaya kadar alçaltır. Bu eylemlerin bilinçli
amaçları ile nesnel sonuçları arasındaki bağlantılar kaybolur. Buna karşın,
Marksistler bilinçli eyleme öncelik verirler; ve bilinç, toplumsal
güçlerin belirleyici rolünün ve bu rolün kaçınılmaz olarak herhangi bir bireyin
eylemine dayattığı sınırlamaların bilincinde olmayı gerektirir. Krassó'nun
parti ve sınıf arasındaki bu diyalektik ilişkiyi anlamaması, sorunun farkında
olmaması, makalesinin temel zayıflığıdır.
Sınıf, öncü parti
olmadan zafer kazanamaz. Ancak öncü parti de yalnızca sınıfın ürünü olmasa da, sınıfın
bir ürünüdür. Bu parti, ancak sınıfın en aktif kesiminin desteğini aldığında
rolünü oynayabilir.[11] Buna karşılık, elverişli nesnel koşullar
olmadan, sınıf ne böyle bir öncü parti yaratabilir, ne de öncü parti sınıfı
zafere götürebilir. Son olarak, bu sorunların bilinçli bir şekilde kavranmaması
halinde, elverişli koşullar altında bile hiçbir öncü parti ortaya çıkmayacak ve
devrimin zaferi için fırsatlar uzun süre geri dönüşü olmayan bir şekilde
kaybedilecektir.
Troçki, 1916'dan
sonra bu diyalektik ilişkiyi mükemmel bir şekilde kavradı ve onu çeşitli somut
koşullara o kadar ustaca uyguladı ki, Krassó'nun yaptığı gibi, onun
"siyasi kurumların özerk gücünü göremediğini" (s. 66) söylemek
gerçekten saçmadır. Krassó’nun kendisi, Troçki'nin Alman faşizmi üzerine
yazdığı makaleleri "bu yıllarda Nazizmin yıkıcı sonuçlarını ve
Komintern'in Üçüncü Dönemi’nin Nazizme karşı politikalarının aptallığını
öngören tek Marksist yazılar" olarak tanımlamaktadır (s. 85). Peki Troçki,
sadece toplumsal sınıfları ve grupları değil, aynı zamanda onların partilerini
de ayrıntılı bir şekilde incelemeden ve anlamadan, 1929 ile 1933 yılları
arasında Alman toplumunun geçirdiği evrimi nasıl bu kadar doğru bir şekilde
analiz edebildi? Bu parlak yazılar, partilerin, özellikle de işçi sınıfı içinde
etkili olan partilerin önemini doğru bir şekilde değerlendirebilme yeteneğinin
belgesel kanıtı değil mi? Onun tüm uyarısı, Cassandra'nın çağrısında
özetlenmemiş miydi: "Ya komünist ve sosyal demokrat partiler Hitler'e
karşı birlikte savaşacaklar, ya da Hitler Alman işçi sınıfını uzun bir süre
için ezip geçecek"? Bu çağrı, Troçki'nin, bu partilerin bir araya
gelmeden işçi sınıfının faşizm tehdidiyle başa çıkamayacağına dair anlayışına
dayanmıyor muydu? Bu analiz, burjuva siyasi kurumlarının evrimine ilişkin
aynı derecede ayrıntılı bir çalışma ile birleştirilmedi mi? Bu çalışma,
Troçki'nin Marx'ın Bonapartizm kategorisinin çağımızdaki evrensel değerini
keşfetmesini sağlamadı mı? Tüm bu gerçekler ışığında, Krassó'nun Troçki'nin
hayatının sonuna kadar "siyasi kurumların özerk gücünü hafife aldığı"
iddiasından geriye ne kalıyor?
2. "1923-27
yılları arasında Sovyetler Birliği'nde İktidar Mücadelesi ve Toplumsal
Çatışmalar"
Krassó, 1923-1927
yılları arasında Sovyet Komünist Partisi içindeki "iktidar
mücadelesini" incelerken, birbiriyle çelişen iki düşünce arasında kalır.
Bir yandan, Troçki'nin siyasi kurumların özerkliğini hafife aldığı için ardı
ardına hatalar yaptığını savunur. Troçki, Stalin'e karşı sağ kanatla ittifak
kurmayı reddetti ve böylece Stalin'in zaferini kesinleştirdi; çünkü bu zaferi
önlemenin tek yolu, tüm eski Bolşevikleri Stalin'e karşı birleştirmekti. Öte
yandan, Troçki'nin zaten kazanma şansının olmadığını, çünkü 1923'te
"neredeyse tüm eski Bolşevik muhafazakârların" Troçki'ye karşı
birleştiğini (s. 75) savunur ve "aslında Stalin, 1923'te partinin örgütsel
lideri olmuştu" (s. 76) der. Elbette bu iki düşünce birbirini
dışlamaktadır. İlk durumda, Stalin'in zaferi rakibinin hatalarının sonucuydu.
İkinci durumda ise kaçınılmazdı.
Krasso'nun
analizinin zayıflığı, her iki düşüncenin de herhangi bir açıklama
sunmaması gerçeğinden açıkça anlaşılmaktadır; gerçekler -ya da daha doğrusu
Krassó'nun bunları kısmen yanlış yorumlaması- sadece kabul edilmektedir. İlk düşünceye
göre, neden sadece Troçki değil, tüm Eski Bolşevikler’in Lenin'in
Stalin'in önemi hakkındaki uyarılarını yanlış yorumlayarak Troçki'ye karşı
birleşip, Troçki'nin Stalin'e karşı mücadelesine katılmadıklarını
açıklanmamaktadır. İkinci düşünceye göre, neden Stalin 1923 gibi erken
bir tarihte, , henüz Lenin hayattayken, aniden partinin lideri haline geldiği
açıklanmamaktadır. Bütün bunlar sadece onun parti içindeki kurnazca
manevraları, "bireyleri veya grupları savunduğu politikaları kabul etmeye
ikna etme yeteneği" veya hatta "büyük sabrı" (s. 73) sayesinde
mi oldu? Ama eğer öyleyse, Stalin cüceler arasında gerçek bir dev olarak ortaya
çıkıyor ve Lenin bile kurnaz Genel Sekreter tarafından umutsuzca alt ediliyor...
O zaman tarih,
sosyal bilimler için tamamen anlaşılmaz hale gelir, sadece toplumsal bir
boşlukta “güç siyaseti”nin bir sahnesi olur. Zorunlu kolektifleştirme ve Yeshovschina'nın
milyonlarca kurbanı; Hitler'in iktidarı ele geçirmesi; İspanya iç savaşındaki
yenilgi ve İkinci Dünya Savaşı'nın 50 milyon kurbanı, esasen Yosif Cugaşvili'nin
ana rahmine düştüğü sırada meydana gelen genetik bir kazaya bağlıdır. Burada, toplumsal
güçlerden kopuk, siyasi kurumların mutlak özerkliği konusunda ısrarın ve siyasi
mücadelelerin son tahlilde toplumsal güçlerin çatışan çıkarlarını yansıttığını
görmeyi reddetmenin nihai sonucunu görüyoruz. Marx, Louis Bonaparte'ın 18
Brumaire'i'nin ikinci baskısı için yazdığı Önsöz'de, Victor Hugo'nun
Louis Bonaparte'ın iktidarı ele geçirmesini tek bir bireyin zorla yaptığı bir
eylem olarak değerlendirerek, "ona tarihte eşi benzeri görülmemiş bir
kişisel inisiyatif gücü atfederek, onu küçültmek yerine yücelttiğini"
belirtmiştir.[12] Louis Bonaparte'ın iktidarı ele
geçirmesinin sonuçları, Yosif Stalin'inkilerle karşılaştırıldığında ne kadar
küçük görünüyor!
1923 ile 1927
arasında, daha doğrusu 1920 ile 1936 arasında Rusya'da yaşananları anlamak
ve açıklamak için doğru yöntem, Marx'ın yukarıda bahsedilen Önsöz'de
önerdiği yöntemdir: "sınıf mücadelesinin, sıradan bir insanın kahraman ve
diktatör olarak ortaya çıkabileceği koşulları ve durumu nasıl yarattığını"
göstermek.
Bu bağlamda,
Krassó'nun Marksist olmayan yönteminin önemli yanı, yalnızca parti içi mücadeleyi
"iktidarın kullanılmasına odaklanmış" (s. 75), yani söz konusu siyasi
meselelerden bile belirli bir ölçüde kopukluk içinde görmesi değildir. Her
şeyden önce, siyasi mücadeleyi ve bunun belirli farklı fikirler ve platformlar
üzerindeki mücadeledeki ifadesini, doğrudan veya dolaylı olarak toplumsal
çatışmalarla ilişkilendirmeyi tamamen reddetmesidir. Burada, siyasi kurumların
özerkliği fikri, tarihsel materyalizmle bağdaşmaz hale gelecek kadar ileri
götürülmektedir. Aslında, Krassó, Troçki'yi "görüşlerdeki ve fikir
nüanslarındaki ara sıra görülen farklılıklar bile, farklı toplumsal çıkarların uzaktaki
baskısını ifade edebilir" (s. 77, altını çiziyoruz) diye yazdığı için
suçladığında, onu Marksist olduğu için suçlamaktadır! Çünkü bu cümle,
Krassó'nun varsaydığı gibi, partiler ve sınıflar arasında olası bir "özdeşlik"ten
değil, partilerin son tahlilde toplumsal çıkarları temsil ettikleri ve tarihsel
olarak farklı toplumsal çıkarların sözcüleri olmaktan başka bir şekilde anlaşılamayacağı
gerçeğinden bahsediyor. Nitekim Marx, bunu Fransa'da Sınıf Mücadeleleri 1848-1850
ve Louis Bonaparte'ın 18
Brumaire'i adlı eserlerinde, daha az önemli eserlerinden bahsetmeye
gerek bile olmadan, ayrıntılı bir şekilde göstermiştir.
Bu koşullar altında
Krassó'nun, 1920'lerin tüm Rus tarihini sosyo-tarihsel açıdan anlaşılır kılan toplumsal
gruplaşmadan, yani bürokrasiden bir kez bile bahsetmemesi şaşırtıcı değildir.
Bürokrasinin, proletaryadan ayrı çıkarları olan bir toplumsal güç olarak rolünü
vurgulaması ve abartması, Troçki'nin kişisel bir tuhaflığı olarak
görülmemelidir.[13] Marx ve Engels, bürokrasinin proleter
devleti ele geçirme tehlikesine ilk olarak 1871'de Paris Komünü üzerine
yazdıkları yazılarda dikkat çekmişler ve bu tehlikeyi önlemek için bir dizi
basit kural sıralamışlardır.[14] Lenin'in kendisini öğrencisi olarak gördüğü
en iyi döneminde olgun Kautsky, 1898'de bu tehlikeyi ürkütücü derecede kehanet
dolu bir şekilde formüle etti.[15] Lenin, Devlet ve Devrim'de ve Ekim
Devrimi'nden sonraki ilk Bolşevik programında bu sorunun ciddiyetini
vurgulamaktadır.[16]
Kendisini Lenin'in
büyük bir hayranı olarak gören Krassó gibi bir yazarın, Lenin'in nihai
mücadelesinin en önemli unsuru haline gelen ve hayatının son döneminde bir
saplantıya dönüşen bürokrasiye karşı mücadelesine, en azından biraz dikkat
etmesini bekleyebilirdik. Zaten 1921'de Sovyetler Birliği'nin bir işçi devleti
olarak tanımlanmasını reddetmiş ve bunun yerine Rusya'nın "bürokratik
deformasyonları olan bir işçi devleti" olduğunu belirtmişti. Endişesi ve
kaygısı aydan aya artıyordu ve bunu son yazılarında, son denemesindeki ve
vasiyetindeki kasvetli önsezilerine kadar, her makalesinde canlı bir şekilde takip
edebiliyoruz.[17]
Lenin, işçi
sınıfının artan siyasi edilgenliği ve devlet aygıtı ile toplumda bürokrasinin
artan gücü ile parti aygıtının kendisinin de artan bürokratikleşmesi arasındaki
toplumsal süreçle parti içi mücadele arasındaki somut etkileşimi kuşkusuz görmüştü.
Troçki de aynı yöntemi izleyerek, belli bir gecikmeden sonra, aynı etkileşimi
anladı ve bu temelde hareket etti.[18] Trajedi, Bolşevik Parti’nin diğer
liderlerinin bürokrasinin ve Stalin'in Sovyet bürokrasisinin temsilcisi olarak
mutlak iktidara yükselme tehlikesini zamanında görememeleriydi. Hepsi de bir
şekilde bu tehlikeyi fark ettiler, ama aynı anda ve yeterince erken değildi.
Stalin'in iktidarı bu kadar kolay ele geçirmesinin temel açıklaması budur.
Troçki'nin
mücadelede taktiksel hatalar yaptığına şüphe yok - bu hatalar bugün geriye
dönüp bakma yeteneği gibi eşsiz bir siyasi zeka kaynağına sahip olan Krassó
gibi yazarlar için özellikle belirgindir.[19] Ama Lenin de aynı hataları yaptı. Sonuçta,
birdenbire yozlaşmaya başlayan parti aygıtını kuran Lenin'di. Stalin'in genel
sekreter seçilmesine karşı çıkamayan da Lenin'di. Bürokrasinin zaferine büyük
ölçüde yardımcı olan ve bugün bildiğimiz gibi - yine geriye dönüp bakıldığında!
– Devrim’i yok etmeden önlenebilecek bir dizi kurumsal ve örgütsel önlemin
arkasında kişisel otoritesini koyan da Lenin'di: Fabrika müdürünün kişisel
otoritesinin yönetimi; maddi teşviklere aşırı güven; parti ile devletin
abartılı bir şekilde özdeşleştirilmesi; İç Savaş'ın sona erdiği bir anda (ve İç
Savaş sırasında karşı devrimle işbirliği yapmadıkları sürece bu gruplara
hoşgörü gösterilmişken) Bolşevik Parti dışındaki Sovyet partilerinin veya
gruplarının kalıntılarının ortadan kaldırılması; Bolşevik Parti üyelerinin hizipler
oluşturma konusundaki geleneksel hakkının bastırılması.[20]
Daha genel bir ifadeyle,
İç Savaş'ın sona ermesi ve NEP'in başlamasından sonra Lenin'in, partideki
disiplinin gevşemesinden kaynaklanacak acil tehlikeyi abarttığı ve Bolşevik
olmayan Sovyet eğilimlerine yönelik sivil özgürlüklerin bastırılması ve
Bolşevik Parti’de iç demokrasinin zayıflatılmasının, haklı olarak korktuğu
bürokratikleşme sürecini hızlandırabileceği tehlikesini hafife aldığı
söylenebilir. Bu hatanın kökü, tam da Parti ile Proletarya arasında abartılı
bir özdeşleştirmede, partinin proletaryanın kazanımlarını özerk bir şekilde
savunduğuna dair inançta yatıyordu. Birkaç yıl sonra Lenin bu inancın ne kadar
yanlış olduğunu anladı, ancak parti aygıtının bürokratikleşmesi tehlikesini
daha başlangıçta önlemek için artık çok geçti.
Krassó, Troçki'nin
1923 ile 1927 yılları arasında parti içindeki kritik mücadelesinde siyasi
kurumların özerk gücünü hafife aldığını düşünerek tamamen yanılmaktadır. Oysa tam
tersi doğrudur. O döneme ait tüm siyasi stratejisi, ancak Sovyet toplumunun
düşmanca bir kapitalist ortamdaki nesnel koşulları, o toplumdaki toplumsal gruplar
arasındaki güç dengesi ve Bolşevik Parti’nin o belirli dönemde ve bu somut
koşullar altında özerk rolü arasındaki kendine özgü diyalektik
ilişki anlayışı ışığında anlaşılabilir.
Krassó bu
stratejiyi anlamadığı ve Troçki'nin tutumlarını sözde asli günahı ışığında
açıklamak istediği için, umutsuzluk içinde ellerini havaya kaldırıp Sol
Muhalefet'in kurucusunun tamamen tutarsız olduğunu iddia etmek zorunda kalıyor:
"Troçki, 1920'lerde ekonomik politikalarının siyasi olarak uygulanması
sorununu hiçbir zaman somut olarak öngörmemişti" (s. 83). Krassó'ya göre
bu ekonomik politikalar, sadece "devlet yöneticisi olarak
yeteneklerinin" bir sonucuydu ve SSCB'deki farklı toplumsal güçlere
yönelik ayrıntılı ve doğru siyasi politikalar değildi. Dahası, bu politikalar,
"tek ülkede sosyalizmin uygulanabilir olmadığı"nı ima eden sürekli
devrim teorisinden kopuktu, çünkü bu teoriye göre, tek ülkede sosyalizm, dünya
pazarı ve yabancı emperyalist saldırganlık karşısında askeri çöküş yoluyla
"yıkıma" uğrayacaktı(s. 79-80)... Bu kadar çok tarihsel çarpıtma
karşısında, Krassó'nun Troçki'ye atfettiği tutarsızlığın aslında kendi zihninde
var olup olmadığını merak ediyor insan.
Aslında, Troçki'nin
Sovyetler Birliği için hazırladığı acil ekonomik programı, onun "sürekli
devrim" kavramıyla karşılaştırmak tutarsızlıktır.[21] Fikirlere bu kadar önem veren ve Krassó'ya
göre bunları toplumsal gruplarla bu kadar "acil" bir şekilde
ilişkilendiren bir Marksist, nasıl olur da aynı zamanda Sovyetler Birliği'nin
hızlandırılmış ekonomik büyümesi için mücadele eder ve her şeyin acil
uluslararası devrime bağlı olduğunu, aksi takdirde Sovyetler Birliği'nin
çökeceğini söyleyebilir? İkinci varsayım, ilk mücadeleyi anlamsız kılmıyor mu?
Bu, hem geçmişteki hem de günümüzdeki Stalinist eleştirmenlerinin ve bazı aptal
aşırı solcu sözde takipçilerinin hiçbir zaman açıklayamadığı, sürekli devrim
teorisinin tahrif edilmiş versiyonunda örtük bir çelişkidir. Sorun doğru
terimlerle ifade edildiğinde gizem kolayca çözülür: Troçki, "sürekli
devrimin üçüncü yasası"nda, tam anlamıyla sosyalist bir toplumun, yani
sınıfsız, meta, para ve devletin olmadığı bir toplumun, tek bir devletin sınırları
içinde (ki bu devlet en gelişmiş kapitalist ülkelerden daha geriydi) asla
gerçekleştirilemeyeceğini belirtmiştir.[22] Devrim tek bir ülkede izole kaldığı sürece,
sosyalizmi inşa etme işinin başlatılması ve bu amaçla ekonomik büyümenin
hızının artırılması gerektiğine bir an olsun itiraz etmedi. Sonuçta,
sanayileşmenin hızını artırmak için somut bir politika öneren ilk kişi oydu.
Ama eğer tüm
tartışma sadece sosyalizmin (toplumsal işbölümünün ortadan kalkmasıyla
karakterize edilen komünizmden farklı olarak) son aşamasına ulaşmanın soyut
teorik sorunuyla ilgiliyse, o zaman neden bu kadar hararetli bir tartışma
yaşandı, diye sorulabilir. Troçki, parti üyelerinin ezici çoğunluğunun
anlayamayacağı böyle bir mücadeleye girerek ciddi bir taktik hata yapmadı mı?
Gerçek şu ki, bu
soruyu gündeme getiren Troçki değil, Stalin ve onun hizbiydi. Kuşkusuz bu,
Troçki ve onun takipçilerini daha pragmatik düşünen Bolşevik kadrolardan izole
etmeye yönelik "akıllıca" bir taktik hamleydi. Ancak tam da bu
konuda, Lenin'in dul eşi de dahil olmak üzere Bolşevik Eski Muhafazakârların
çoğu Birleşik Sol Muhalefet'in yanında yer aldı ve özellikle Zinovyev ve
Kamenev kendilerini tam anlamıyla bir mücadeleye attılar. Troçki'nin "tek
ülkede sosyalizm" teorisine karşı çıkışı, İç Savaş'tan bu yana Eski Muhafazakârlarla
en yakın işbirliğinin temelini oluşturdu.
Hem Stalin'in
fikirlerle oynadığı pervasızca oyun hem de Eski Muhafazakârların buna direnişi
tesadüf değildi. "Tek ülkede sosyalizm" teorisinde bürokrasi, kendi
gücünün farkına varmaya başlamış ve küstahça Marksist-Leninist teorinin
temellerine sırtını dönmüştü. Bürokrasi, kendisini sadece dünya devriminden
değil, Lenin'in tüm teorik mirasından ve dolayısıyla Sovyetler Birliği içinde
ve dünya sahnesinde aktif ve bilinçli işçi sınıfına her türlü bağımlılıktan
"kurtarıyordu". Eski Muhafazakârlar, Marksist teorinin temellerinin terk
edilmesine karşı çıkarak temel niteliklerini ortaya koydular. "Partinin
birliğini korumak" ve "proletarya diktatörlüğünün güvenliğini tehlikeye
atmamak" için Stalin'le birlikte hareket etmeye istekliydiler. Lenin'in
teorisinin temel ilkeleriyle açık bir çelişki ortaya çıktığı bir noktadan öteye
gitmeye isteksizdiler. Yukarıda da belirtildiği gibi, 1920'lerin trajedisi
aslında Eski Muhafazakârların, yani Lenin'siz Lenin Partisi’nin trajedisidir.
Ancak Stalin, onları toptan fiziksel imha uygulayarak en büyük saygısını
gösterdi ve böylece, 1930'lar ve 1940'ların kasvetli bürokratik diktatörlüğü
için onların doğaları gereği "kurtarılamaz" olduklarına dair inancını
açıkça ortaya koydu.
Krassó, Troçki'nin
1920'lerdeki düşüncesini birbiriyle ilgisiz ve tutarsız parçalara ayırırken,
gerçekte diyalektik bir bütünlük ve tutarlılık vardır. Troçki, kapitalizmden
sosyalizme geçiş sürecinde olan Sovyet toplumunun, NEP çerçevesinde sorunlarını
aşamalı olarak çözemeyeceğine inanıyordu. Onun karşı çıktığı şey, SSCB içinde
küçük ölçekli meta üretimi ile sosyalist sanayi arasında barış içinde bir arada
yaşama fikriydi; bu, dünya sahnesinde kapitalizm ile işçi devleti arasında
"barış içinde bir arada yaşama" olarak bilinen madalyonun diğer
yüzüydü. Çatışan toplumsal güçlerin er ya da geç ulusal ve uluslararası düzeyde
bir çatışma noktasına varacağına inanıyordu. Politikası şu formülle
özetlenebilirdi: Ulusal ve uluslararası düzeyde proletaryayı, sayısal ve
niteliksel gücünü, özgüvenini ve devrimci önderliğini güçlendiren tüm
eğilimleri desteklemek; ulusal ve uluslararası düzeyde işçi sınıfını veya
kendini savunma kapasitesini ve iradesini bölmeye eğilimli tüm eğilimleri
zayıflatmak.[23]
Bu açıdan
bakıldığında her şey yerli yerine oturuyor ve artık bir bilmece kalmıyor.
Troçki, proletaryanın Sovyet toplumu içinde güçlenmesi için sanayileşmenin vazgeçilmez
olması nedeniyle sanayileşmeden yanadır. Kırsal kesimin kademeli olarak
kolektifleştirilmesini destekliyor, çünkü bu, zengin köylülerin proleter devlet
iktidarına karşı baskılarını ve tahıl teslimatlarını aniden durdurarak şehri
şantajla tehdit etmelerini zayıflatmak için vazgeçilmezdir. Hızlandırılmış
sanayileşme ile kademeli kolektifleştirmenin birleşimini destekliyor, çünkü kolektif
çiftlikler için traktörler ve tarım makineleri gibi maddi-teknik bir altyapı
yaratmak gerekiyor[24] - bu altyapı olmadan kolektifleştirme,
şehirlerde kıtlığa yol açabilecek bir maceraya dönüşür. İşçi sınıfının siyasi
faaliyetlerini ve bilincini canlandırmak için Sovyet demokrasisinin artırılması
yönündeki bir çizgiyi destekliyor. İşsizliğin ortadan kaldırılmasını ve reel
ücretlerin artırılmasını savunuyor, çünkü sanayileşme ile birlikte işçilerin
yaşam standartlarının düşmesi, proletaryanın siyasi öz-etkinliğini artırmak
yerine azaltacaktır.[25] Komintern'in, uluslararası güç dengesini proletaryanın
lehine iyileştirmek için diğer ülkelerde proletarya zaferini elde etmek üzere
tüm elverişli koşullardan yararlanacak bir yol izlemesini savunuyor. Tüm bu
politikaların birleşimi, düşmanla ilk güç denemesini önleyemezdi; ancak bunun,
1928-32'de Rusya'da ve 1941-45'te uluslararası alanda gerçekleştiğinden çok
daha elverişli koşullarda gerçekleşmesini sağlayabilirdi.
Bu program
"gerçekçilikten" uzak mıydı? Hayır, çünkü onun gerçekleştirilmesi
için nesnel koşullar mevcuttu. Bugün hiçbir önyargısız bir tarih
öğrencisi, bu alternatif yol izlenseydi, Sovyet proletaryası ve halkının
sayısız önlenebilir fedakarlık ve zorluklardan kurtulacağından ve insanlığın,
bir dünya savaşını olmasa da, en azından Avrupa'nın her yerine yayılan faşizmin
belasından ve on milyonlarca insanın ölümünden kurtulacağından şüphe edemez.
Evet, bunun uygulanması için öznel koşullar mevcut değildi. Sovyet
proletaryası edilgen ve parçalanmıştı. Sol Muhalefet'in programına sempatiyle
bakıyordu, ancak yorgunluk içindeyken, bunun için savaşmak üzere gerekli
militanlığa sahip değildi. Krassó'nun düşündüğünün aksine, Troçki hiçbir zaman
bu konuda en ufak bir yanılsamaya kapılmadı.
Bolşevik Parti’den
hemen ayrılmak, yeni bir (yasadışı) parti ilan etmek, giderek daha edilgen hale
gelen işçi sınıfına güvenmek anlamına geliyordu. Orduya güvenmek, darbe
yapmak, aslında bir bürokratik aygıtı başka bir bürokratik aygıtla değiştirmek
ve kendini bürokrasinin esiri olmaya mahkûm etmek anlamına geliyordu.
Troçki'yi, kendisine açık olan bu iki yoldan birini ya da ikisini de seçmediği
için eleştirenler, temel toplumsal ve siyasi güçler açısından durumu
anlamamışlardır. Proleter bir devrimcinin görevi, her ne pahasına olursa olsun,
her koşulda "iktidarı ele geçirmek" değildir; sosyalist bir programı
uygulamak için iktidarı ele geçirmektir. Eğer "iktidar" ancak bu
programın gerçekleştirilmesinden uzaklaştıran, ona yaklaştırmayan koşullar
altında kazanılabiliyorsa, muhalefette kalmak bin kat daha iyidir. Muhtemelen
havada süzülen ve toplumsal gerçeklikten kopuk olan soyut "iktidar"ın
Marksist olmayan hayranları, bunu bir "zayıflık" olarak görürler.
İnançlı herhangi bir Marksist, bunun Troçki'nin zırhındaki bir
"kusur" değil, onun tarihe armağanı ettiği en büyük gücü olduğunu
anlayacaktır.
Öyleyse Troçki'nin
1920'lerdeki mücadelesi, o zamanlar sadece tarih adına, "programı
kurtarmak" için verilmiş bir "poz" muydu? Bu açıdan olsa bile
tamamen haklı olurdu. Bugün, dünyadaki yeni devrimci öncülerin gerçek Marksizm’i
yeniden sahiplenmesinin, Troçki'nin neredeyse tek başına “kara 1930’lu yıllarda”
Marksizm’in mirasını ve sürekliliğini kurtarmasının büyük ölçüde yardımcı
olduğu açıkça görülmelidir.
Ancak gerçekte,
Troçki'nin mücadelesinin daha acil bir amacı vardı. Sovyet işçi sınıfı edilgendi,
ancak bu edilgenliği uzun bir süre için mekanik olarak önceden belirlenmiş
değildi. Uluslararası devrimin herhangi bir yükselişi, toplumsal güçlerin Sovyetler
Birliği içindeki ilişkilerinde herhangi bir değişikliğe, bir uyanışa yol
açabilirdi. Bu değişimlerin doğrudan aracı ancak Komintern ve Sovyetler Birliği
Komünist Partisi olabilirdi. Troçki, Lenin'in kendisinden istediği gibi,
partinin bürokratik yozlaşma sürecine fren olması için mücadele etti. Tarih,
parti aygıtının, proletaryanın siyasi olarak mülksüzleştirilmesi sürecine fren
değil, motor görevi görecek kadar bürokratikleştiğini a posteriori olarak
göstermiştir. Bu mücadelenin sonucu, a
priori olarak, SBKP liderliğinin, yani Eski Bolşeviklerin somut siyasi
tercihlerine bağlıydı. Doğru zamanda doğru bir dönüşüm, bürokrasiyi tamamen
ortadan kaldırmak için değil (bu, geri kalmış bir ülke ve kapitalist ortam
koşullarında imkansızdı), ama onun zararlı etkisini azaltmak ve proletaryayı
yeniden özgüvenine kavuşturmak için süreci tersine çevirebilirdi. Troçki'nin
"başarısızlığı" aslında Eski Muhafazakârların başarısızlığıydı;
onlar, Devrim'in doğurduğu canavarca parazitin gerçek doğasını çok geç
anladılar. Ancak bu "başarısızlık", Troçki'nin 1920'lerdeki toplumsal
güçler, siyasi kurumlar ve fikirler arasındaki karmaşık ve girift ilişkiyi
anladığını göstermektedir.
3. 1919 ile 1949
arasında devrimin uluslararası çapta yayılması imkânsız mıydı?
Şimdi Krassó'nun
Troçki'nin Marksizmi’ne yönelik eleştirisinin üçüncü aşamasına, bir anlamda en
belirleyici ve onun akıl yürütme zincirinin açıkça en zayıf halkasına
geliyoruz: Troçki'nin 1923'ten sonra devrimin uluslararası zaferlerine ilişkin
"beklentileri"ne yönelik eleştirisi.
Krassó'nun
makalesinin bu bölümü tuhaf bir paradoksun etkisi altında. Krassó, Troçki'yi
partinin rolünü küçümsemekle suçlayarak başlamıştı. Ancak Krassó şimdi,
Troçki'nin Batı'da devrimlerin başarılı olacağına dair umudunun, "Rusya ve
Batı Avrupa'nın toplumsal yapıları arasındaki temel farkları anlamadaki
başarısızlığına" dayandığını belirtir (s. 81). Başka bir deyişle, nesnel
koşullar, en azından iki dünya savaşı arasında, dünya devrimini imkânsız
kılıyordu. Troçki'nin sözde "iradeciliğine" karşı çıkan Krassó,
burada kaba bir sosyo-ekonomik determinizm görüşünü savunuyor: Batı'da
devrimler (henüz) kazanamadığına göre, bu onların zafer kazanamayacaklarını
kanıtlıyor ve eğer kazanamadılarsa bunun nedeni Batı'nın "özgül toplumsal yapısı"dır.
Partinin, öncünün, liderliğin, "siyasi kurumların özerkliği"nin rolü,
hem Krassó'nun kendisi tarafından hem de Troçki'ye karşı polemiklerde
tamamen ortadan kaldırılmıştır. Gerçekten de tuhaf bir takla...
Peki ya Lenin? Krassó'nun
ifadesiyle, "parti ve toplum arasındaki zorunlu ilişkiyi
teorileştiren" (s. 84) bir kişi olmasına rağmen Lenin’in Troçki kadar
komünist partiler ve Komünist Enternasyonal'in kurulmasının gerekliliğine
inanmış olmasını nasıl açıklıyor? Krassó bunu Lenin adına "boş bir
iradecilik" olarak mı görüyor? Brest-Litovsk'tan yıllar sonra (Krassó
burada 78. sayfada aksini ima ederek tarihsel bir çarpıtma yapıyor) Lenin'in
devrimin Batı ve Doğu'ya uluslararası alanda yayılmasının kaçınılmaz olduğunu
düşünmeye devam ettiğini nasıl açıklıyor?[26]
Krassó, Ekim
Devrimi ile uluslararası devrim arasındaki diyalektik ilişki konusunda Lenin ve
Troçki'nin tutumları arasında bir fark yaratmaya çalışırken, Troçki'ye üç
mekanik ve çocuksu fikir atfediyor: Avrupa'da devrimlerin "yakın"
olduğu fikri (s. 81); kapitalist koşulların her yerde, en azından Avrupa'da,
belirli uluslar arasında herhangi bir fark olmaksızın devrim için eşit derecede
olgun olduğu fikri (s. 81); ve bu devrimlerin zaferinin "kesin"
olduğu fikri (s. 79, 81). Krassó'nun bu iddiaların hiçbirini kanıtlayamayacağını
söylemeye gerek yok. Aksini gösteren çok sayıda belgeye ulaşmak ise oldukça kolaydır.
Daha Komintern'in
Üçüncü Kongresi'nde (1921) Troçki, Lenin ile birlikte (her ikisi de o
Kongre'nin "sağ kanadında" yer alıyordu), savaş sonrası devrimci
mücadelelerin ilk dalgasından sonra kapitalizmin Avrupa'da bir nefes alma
süresi kazandığını açıkça belirtti. Gündemde olan 'acil devrim' değil, komünist
partilerin gelecekteki devrim için hazırlık yapması, yani işçi sınıfının
çoğunluğunu kazanmak ve yeni devrimci durumlar ortaya çıktığında bu partileri
zafere taşıyabilecek bir kadro ve liderlik oluşturmak için doğru bir politika
izlemekti.[27] Buharin ve Stalin'in "Komünist
Enternasyonal Program Taslağı"nı eleştiren Troçki, 1928'de açıkça şöyle
demiştir: "Bu dönemin devrimci karakteri, her an devrimin, yani iktidarın
ele geçirilmesinin gerçekleştirilmesine olanak tanımasından ibaret değildir.
Devrimci karakteri, derin ve keskin dalgalanmalardan ve anlık devrimci
durumdan, yani Komünist Partinin iktidarı ele geçirebileceği durumdan, faşist
veya yarı-faşist karşı-devrimin zaferine, ve bu durumdan da geçici bir altın
orta yol rejimine (“Sol Blok”, sosyal demokrasinin koalisyona dahil edilmesi,
iktidarın MacDonald'ın partisine geçmesi vb.) ani ve sık geçişlerden oluşur. Bu
geçişler, hemen ardından antagonizmayı tekrar krize sürükler ve iktidar
sorununu keskin bir şekilde gündeme getirir.[28] Son yazılarında, bizim çağımızı sürekli bir
biçimde devrimlerin, karşı-devrimlerin ve "geçici istikrarların"
hızlı bir şekilde birbirini izlediği bir dönem olarak nitelendirir ve bu ardışıklığın
Leninist tipte bir devrimci öncü parti kurmak için nesnel koşulları
yarattığını belirtir.
Krassó'nun hiç sormadığı
ve bu nedenle de cevaplayamadığı sorunun özü burada yatmaktadır.[29] Lenin'in örgütsel kavramlarının özünde
yatan temel varsayım nedir? Georg Lukács'ın çok yerinde bir şekilde tanımladığı
gibi, bu varsayım devrimin gerçekliği, yani devrimci durumlar ortaya
çıktığında proletarya tarafından iktidarın bilinçli ve kasıtlı olarak ele
geçirilmesi için hazırlık yapılması ve Rus toplumunun nesnel hareket yasaları
göz önüne alındığında, bu tür devrimci durumların er ya da geç ortaya çıkacağına
dair derin bir inançtır.[30] Lenin, Hilferding'in Finans-Kapital
adlı eserinin etkisi altında Emperyalizm üzerine kitabını yazarken
ve Birinci Dünya Savaşı'nın önemine ilişkin bir bilanço çıkarırken, devrimin
gerçekliği kavramını tüm emperyalist dünya sistemine doğru bir şekilde
genişletti: En zayıf halkalar ilk önce kopacaktı, ancak tam da tek bir zincirin
halkaları oldukları için, tüm zincir aşamalı olarak kopacaktı.[31] Bu, Üçüncü Enternasyonal'in kurulması
çağrısını haklı çıkaran gerekçesiydi. Bu, Komintern'in programatik temeliydi.
Bu, hafife
alınamayacak temel bir varsayımdır. Ya teorik olarak doğrudur ve tarih
tarafından doğrulanmıştır – ki bu durumda “sürekli devrimin üçüncü yasası”
yeterli olmakla kalmaz, aynı zamanda 1920'ler, 1930'lar ve 1940'ların
başlarındaki işçi sınıfının yenilgilerinin ana sorumluluğu da doğrudan yetersiz
liderliğin sorumluluğuna atfedilebilir. Ya da Lenin'in 4 Ağustos 1914'ten
sonraki temel varsayımı yanlıştı ve deneyimler, Avrupa'nın geri kalanında
devrimci durumların periyodik olarak ortaya çıkması için nesnel koşulların
olgunlaşmadığını gösterdi – ve bu durumda, Krassó'nun ifadesiyle, sadece
Troçki'nin "sürekli devrimin üçüncü yasası" bir “teorik hata” olmakla
kalmaz, Lenin'in proletaryayı iktidarı ele geçirmek amacıyla örgütlenmiş Komünist
Partileri kurma çabalarının tamamı da suçlu bir bölünme olarak mahkûm edilir.
Sonuçta, sosyal demokratlar 50 yıldan fazla bir süredir, Batı'daki
"sosyo-politik koşulların" devrim için "olgunlaşmamış"
olduğu ve Lenin'in "Rusya ile Batı Avrupa'nın toplumsal yapıları
arasındaki temel farklılıkları anlayamadığı" iddialarını aynı temel
argümanla ileri sürmüyorlar mıydı?
En azından tarihsel
deneyimler düzeyinde, bilanço çok hızlı bir şekilde çıkarılabilir. Küçük
ülkeleri bir kenara bırakırsak, 1918-19, 1920 ve 1923'te Almanya'da devrimci
bir durum vardı ve 1930'ların başında Nazizm tehdidine karşı başarılı bir
savunmayı yeni bir devrimci duruma dönüştürme olasılığı çok yüksekti; 1931,
1934 ve 1936-37'de İspanya'da devrimci bir durum vardı; 1920, 1945 ve 1948'de
(Togliatti suikastı sırasında) İtalya'da devrimci bir durum vardı; 1936 ve
1944-47'de Fransa'da devrimci bir durum vardı. İngiltere'de bile, 1920'lerin
ortalarında genel grev denen bir şey yaşandı... Komünist ve devrimci olmayan
kaynakların yazıları da dahil olmak üzere geniş bir literatür, tüm bu
durumlarda kitlelerin kapitalist sistemin varlığını hoş görme konusundaki isteksizliğinin
ve toplumun kaderini kendi ellerine alma içgüdüsel dürtülerinin, egemen
sınıflar arasında geniş bir kargaşa, bölünme, hatta neredeyse felçle eşzamanlı
olarak ortaya çıktığını doğrulamaktadır - Lenin'in klasik devrimci durum
tanımı. Bu tabloyu tüm dünyaya genişletirsek, 1920'lerin Çin devrimi ve
1930'ların başındaki Vietnam ayaklanması, İkinci Dünya Savaşı'nın sonunda,
sömürge ve yarı-sömürge ülkelerde dünya çapında bir devrimci hareketi
tetikleyen iki güçlü devrimle birleşti. O halde, Isaac Deutscher ve George
Novack'ın Troçki'nin yazılarından oluşan bir kitapçığın[32] başlığı olarak seçtikleri “Sürekli Devrim
Çağı”nın bu yarım yüzyılı tanımlamak için kullanılması, tarihsel deneyimin
yeterli bir özeti olacaktır.
Krassó şimdi
makalesinin en sıra dışı ifadesine geliyor: 1920'lerde, 1930'larda ve
1940'ların başındaki Avrupa devriminin yenilgileri, "Stalin'in bakış
açısının Troçki'ninkinden üstünlüğünün yadsınamaz olduğunu" kanıtlıyor (s.
79). Çünkü Troçki devrimlerin zafer kazanacağını öngörürken, Stalin
"Avrupa'da devrimlerin başarıya ulaşma olasılığını göz ardı etti".
Ama tam tersi değil miydi? Troçki, ne Avrupa'da ne de başka bir yerde
devrimlerin otomatik olarak zafer kazanacağına hiç inanmıyordu. O sadece,
Komünist Hareketin doğru bir politika izlemesi için yorulmadan mücadele
etti; bu politika, ilk seferinde olmasa da ikinci veya üçüncü seferinde
devrimci durumları devrimci zaferlere dönüştürebilirdi. Stalin, yanlış
politikaları savunarak bu devrimlerin yenilgisine büyük katkıda bulundu.
Çinli komünistlere Çan Kay-Şek'e güvenmelerini telkin etti ve Çan Kay-Şek'in
Şangay işçilerini toplu katliama uğratmasından hemen önce yaptığı bir
konuşmada, bu celladı "sadık bir müttefik" olarak gördüğüne dair sarsılmaz
inancını dile getirdi.[33] Alman komünistlerine, sosyal demokrasinin
ana düşmanları olduğunu ve Hitler'in ya iktidarı ele geçiremeyeceğini ya da
birkaç aydan fazla iktidarda kalamayacağını, çok yakında gerçek galip
gelenlerin kendileri olacağını söyledi. İspanyol komünistlerine, devrimlerini
durdurmalarını ve "liberal" burjuvazi ile ittifak kurarak "önce
savaşı kazanmalarını" gerektiğini ifade etti. Fransız ve İtalyan
komünistlere, birkaç komünist bakan ve birkaç kamulaştırma nedeniyle “tamamen”
burjuva olmayacak “yeni bir demokrasi” kurmalarını belirtti.
Tüm bu politikalar
felaketle sonuçlandı. Yine de Krassó felaketlerin bilançosunu çıkarırken,
Stalin'in bakış açısının Troçki'ninkinden inkâr edilemez bir şekilde (!) üstün
olduğu sonucuna varıyor, çünkü, görüyorsunuz, o "Avrupa devrimlerinin
başarı olasılığını göz ardı etti"! Belki de 3. Enternasyonal'in Stalin
çizgisinin, Komintern'in dünya devriminin bir aracı olmaktan çıkıp Sovyet
hükümetinin diplomatik manevralarına basit bir yardımcısına dönüşmesi ve tek
bir ülkede sosyalizmi inşa etme teorisi, Avrupa'da başarılı devrimlerin
olmamasıyla bir ilgisi vardı? Yoksa Krassó, Stalin'e bu yenilgileri kasten örgütleme
niyetini atfetmeye kadar ileri mi gidecekti... sırf kendi bakış açısının Troçki'nin
bakış açısına göre "üstünlüğünü" "kanıtlamak" için?
Marksistler olarak
son bir soru sormamız gerekiyor. Stalin'in Komünist Enternasyonal alanındaki
"hataları", onun "anlayış eksikliği" veya "Rus
taşralılığı"nın tesadüfi sonuçları olarak açıklanamaz, tıpkı Sovyetler
Birliği içindeki politikalarının feci sonuçlarının, tamamen Marksist olmayan
"kişilik kültü" formülüyle açıklanamayacağı gibi.[34] Onun "yanlış" taktikleri, Sovyetler
Birliği’nin veya uluslararası proletaryanın çıkarlarına hiçbir şekilde
uymuyordu. Bu taktikler, kurtarılabilecek milyonlarca insanın ölümüne, on
yıllarca süren önlenebilir fedakarlıklara ve faşizmin demir yumruğu altında
yıllarca süren korkunç acılara mal oldu. Öyleyse, Stalin'in neredeyse 30 yıl
boyunca, Sovyet ordusu dışında, dünyanın herhangi bir yerinde, Komünist
Partilerin iktidarı ele geçirme girişimlerine sistematik olarak karşı çıkması
veya bunları sabote etmesi gerçeğini nasıl açıklayabiliriz?[35] Elbette, bu şaşırtıcı gerçeğin toplumsal
bir açıklaması bulunmalıdır. Böylesine sistematik bir politika, ancak Sovyet
toplumu içindeki özel bir toplumsal grubun, yani Sovyet bürokrasisinin özel
çıkarlarının bir ifadesi olarak açıklanabilir.
Bu grup yeni bir
sınıf değildir. Üretim sürecinde özel ve nesnel olarak gerekli bir rol oynamaz.
Sosyalist demokrasinin gelişmesi için elverişsiz nesnel koşullar altında
iktidarı ele geçiren proletaryanın ayrıcalıklı bir uzantısıdır. Proletarya
gibi, bu grup da temelde üretim araçlarının kolektif mülkiyetine bağlıdır ve
kapitalizme karşıdır: Stalin’in sonunda kulakları ezmesinin ve Nazi
işgaline karşı çıkmasının nedeni budur. Ekim Devrimi’nin temel sosyo-ekonomik
kazanımlarını yok etmedi; aksine, sosyalizmin temel hedefleriyle giderek daha
fazla çelişen yöntemlerle de olsa, onları korudu. Ekim Devrimi'nden doğan
toplumsallaşmış üretim biçimi, dışarıdan gelen tüm saldırılara ve içeriden
gelen tüm yıkıcı saldırılara başarıyla direndi. Yüz milyonlarca insana
üstünlüğünü kanıtladı. Bu, aynı zamanda, dünya devriminin, kötümserlerin
varsaydığı gibi on yıllarca kesin olarak geriye atılmak yerine, İkinci Dünya
Savaşı'ndan sonra neden bu kadar kolay bir şekilde yeniden yükselip önemli
zaferler kazanabildiğini de açıklayan temel tarihsel eğilimdir.
Ancak proletaryadan
farklı olarak, bu kesim temelde muhafazakâr bir bakış açısına sahiptir ve dünya
devriminin yeni bir yükselişinden korkar, çünkü bunun kendi ülkesinde işçilerin
militanlığının yeni bir aşamasını tetikleyeceğini ve kendi iktidarını ve
ayrıcalıklarını tehdit edeceğini düşünür. 1920'ler ve 1930'larda "tek
ülkede sosyalizm" teorisi ve pratiği, 1950'ler ve 1960'larda "barış
içinde bir arada yaşama" teorisi ve pratiği gibi, bu bürokrasinin
toplumsal olarak çelişkili doğasının mükemmel bir ifadesidir. Emperyalizm
tarafından yok olma tehdidi altında olduğunda kendini kesinlikle savunacaktır;
hatta dünya ölçeğinde toplumsal güç dengesini bozmadan yapabileceği durumlarda
"etki alanını" genişletmeye bile çalışacaktır. Ancak temelde statükoya
bağlıdır. Amerikalı devlet adamları uzun vadede bunu fark etmişlerdir.
Krassó, en azından Lenin'in ölümünden bu yana Rus dış politikasının bu mantığının
farkında olmalı ve bu tutarlı davranış için toplumsal bir açıklama bulmaya
çalışmalıdır. Troçki'nin ortaya koyduğundan başka bir açıklama bulamayacaktır.
Bürokrasi ve onun
savunucuları, elbette, bu politikayı, başka yerlerdeki devrimler tarafından
"kışkırtılması" halinde tüm kapitalistlerin birleşerek Sovyetler
Birliği'ne saldırması tehdidine karşı Sovyetler Birliği'nin savunulmasıyla
ilgili olduğunu belirterek rasyonalize etmeye çalışabilirler. Aynı şekilde,
sosyal demokratlar da, burjuvazinin devrimci faaliyetler tarafından
"kışkırtılması" halinde, işçi sınıfı örgütlerini ve kazanımlarını
savunmak için devrimlere karşı çıktıklarını sürekli olarak savunmuşlardır.
Ancak Marx bize, partileri ve toplumsal grupları kendi akıl yürütmelerine ve
kendi ilan ettikleri niyetlerine göre değil, toplumdaki nesnel rollerine ve
eylemlerinin nesnel sonuçlarına göre değerlendirmemiz gerektiğini öğretmiştir.
Bu anlamda, Sovyet bürokrasisinin gerçek toplumsal niteliği, eylemlerinin
toplamında yansır; tıpkı Lenin’e göre, emperyalist ülkelerdeki sendika
bürokrasisinin ve sosyal-demokrasinin küçük-burjuva üst kademelerinin sosyalist
devrime karşı tutarlı muhalefetlerinin gerçek toplumsal niteliklerini açıklaması
gibi.
İşte yine başlangıç
noktamıza geri döndük. Marksistler, siyasi kurumların göreli özerkliğini
anlarlar; ancak bu anlayış, bu kurumların toplumsal kökenlerini ve son tahlilde
hizmet ettikleri toplumsal çıkarları sürekli olarak araştırmayı gerektirir.
Aynı zamanda bu kurumlar, ilk başta hizmet ettikleri söylenen toplumsal
sınıfların üstüne çıktıkça, kendi iradelerinden bağımsız olarak, kendini
savunma ve kendini sürdürme eğilimine daha fazla kapıldıkları ve ortaya
çıktıkları sınıfın tarihsel çıkarlarıyla daha fazla çatışmaya girebilecekleri
anlamına da gelir. Marx ve Lenin sorunu bu şekilde anlamışlardır. Bu bağlamda,
Krassó'nun Troçki'nin "partilerin" ve "ulusların" özerkliği
olasılığını "hafife aldığı" yönündeki suçlaması, onun bir Marksist ve
Leninist olduğu yönündeki bir suçlamadan ibarettir. Troçki'nin bu günahın
yükünü memnuniyet duymadan metanetle taşımaya razı olacağına eminiz.
[1]
Troçki'ye hakkını vermek gerekirse, 1917'den önce Lenin'in de yaklaşan Rus
devrimi için stratejik hedef olarak proletarya diktatörlüğünün kurulmasını
reddetmiş olduğunu eklemek gerekir. Ekim Devrimi'nin zaferi, Lenin'in devrimci
öncü parti teorisi ve pratiği ile Troçki'nin sürekli devrim teorisi ve
pratiğinin tarihsel bir birleşiminden kaynaklanmıştır.
[2]
Avusturya Sosyal Demokrasisi'nin Hainfelder Programı 1889'da açıkça
şöyle der: "Sosyalist bilinç, proleter sınıf mücadelesine dışarıdan aktarılması
gereken bir şeydir." Kautsky, 17 Nisan 1901 tarihli Die Neue Zeit ("Akademiker
und Proletarier") dergisinde devrimci aydınlar ile işçiler arasındaki
ilişki sorununa odaklanmış bir makale yayımladı ve bu makalede Lenin'in
örgütsel kavramlarının çoğunu formüle etti. Yayımlanma tarihi göz önüne
alındığında, bu makalenin (iki makaleden oluşan bir dizinin parçası) Lenin'in Ne
Yapmalı? adlı eserine doğrudan ilham verdiği şüphesizdir.
[3]
Troçki'nin işçi partisine sızan amatör aydınlara karşı duyduğu içgüdüsel
güvensizliğinin Marx'tan kaynaklandığını ve Lenin tarafından da tamamen
paylaşıldığını eklemek gerekir; Krassó bu noktayı ustaca unutmaktadır. Bkz.
Marx-Engels: Bebel, Liebknecht, Bracke ve diğerlerine 17-18 Eylül 1897 tarihli
genelge (s. 455-6, Marx Engels: Ausgewählte Schriften, Band II, Verlag
für fremdsprachige Literatur, Moskova, 1950 ve V. I. Lenin: "Bir adım
ileri, iki adım geri", s. 270, Selected Works Vol. I, 1947, Foreign Languages
Publishing House, Moskova, burada Lenin, "proletaryanın disiplininden ve
örgütlenmesinden korkan burjuva aydınlarını" küçümser. Krassó'nun,
Troçki'nin hayatının sonunda, her zaman nefret ettiği ve hor gördüğü
Burnham-Schachtman tipi "salon aydınları" ile tartışmak zorunda kalmasında
(s. 84) keşfettiği "en büyük ironiye" gelince, Krassó, Engels'in
Dühring ile, Lenin'in ise Bulgakov ile tartışmak zorunda kaldığını unutuyor. Bu
iki kişi de Burnham veya Schachtman'dan kesinlikle üstün değillerdi. Burada,
Marksizmin tüm ustalarının çok iyi anladığı bu tür eğitici polemiklerin
parti kurmadaki işlevini anlamayan Krassó'dur.
[4]
Krassó'nun alıntı yaptığı Troçki'nin metninde açıkça belirtildiği gibi, Troçki,
1917 devriminde Menşeviklerin uzlaşmacı politikası kendisi için netleştiği
andan itibaren "Menşeviklerle birliğin imkansız olduğunu" anlamıştı.
[5]
Isaac Deutscher: The Prophet Armed, s. 259, Oxford University Press,
1954.
[6]
Dördüncü Enternasyonal'in Kurucu Konferansı, Sosyalist İşçi Partisi
tarafından yayımlandı, New York, 1939, s. 16.
[7]
Lenin, 1 Kasım 1914'te şöyle yazmıştı: "2. Enternasyonal öldü, oportünizm
tarafından alt edildi... 3. Enternasyonal'in görevi, kapitalist hükümetlere
karşı devrimci saldırı için proletaryanın güçlerini örgütlemektir.
(Lenin-Zinoviev: Gegen den Strom, s. 6, Verlag der Kommunistischen
Internationale, 1921).
[8]
Lenin, 1908'de şöyle yazmıştı: Bu başarının temel ön koşulu, elbette,
seçkinleri sosyal demokrasiyi kurmuş olan işçi sınıfının, nesnel
ekonomik nedenlerle, örgütlenme kapasitesi bakımından kapitalist toplumun diğer
tüm sınıflarından farklı olmasıdır. Bu ön koşul olmadan, profesyonel
devrimcilerin örgütlenmesi sadece bir oyun, bir macera olurdu... Ne Yapmalı?
broşürü, önerdiği profesyonel devrimcilerin örgütlenmesinin ancak
" temel olarak mücadele için ortaya çıkan gerçek devrimci sınıf" ile
ilişkili olarak bir anlam ifade ettiğini defalarca vurgulamaktadır (V. I.
Lenin: "Zwölf Jahre", Sämtliche Werke, Cilt XII, s. 74).
[9]
"Tarihsel mücadelelerin, ister siyasi, ister dini, ister felsefi ya da
başka herhangi bir ideolojik düzlemde yürütülsün, aslında toplumsal sınıflar
arasındaki mücadelenin az ya da çok açık ifadeleri olduğu yasasını ilk keşfeden
Marx'tı. Bu yasa uyarınca, bu sınıfların varlığı ve dolayısıyla çatışmaları da,
ekonomik durumlarının gelişmişlik düzeyi, üretim ve değişim biçimleri
tarafından koşullandırılır..." (Engels, 'Louis Bonaparte'ın 18
Brumaire'i'nin üçüncü Almanca baskısının Önsözü, s. 245, Marx-Engels: Seçilmiş
Eserler, Cilt I, Moskova, Yabancı Diller Yayınevi, 1958.)
[10]
1920'lerin en acıklı belgelerinden biri, Stalin'in 1925'te yazdığı Soru ve
Cevaplar adlı broşürdür. Bu broşürde Stalin, Sovyet hükümetinin dış
politikasının proleter enternasyonalizmden vazgeçmesi, dünyanın bölgelerini
emperyalizmle etki alanlarına bölmesi veya Komintern'i feshetmesi durumunda,
Parti ve Devlet’in yozlaşmasının mümkün olduğunu belirtir. Elbette bu
olasılıkları tamamen dışlar, ancak 18 yıl sonra bunların gerçekleşeceğini
kendisi de fark edecektir.
[11]
Sol Komünizm, Çocukluk Hastalığı adlı eserinde Lenin, komünist
öncünün iktidarı muzaffer bir şekilde ele geçirebilmesi için önce "tüm
işçi sınıfının", "en geniş kitlelerin" desteğini kazanması
gerektiğini vurgular (Seçilmiş Eserler, Cilt II, s. 573, Moskova, Yabancı
Diller Yayınevi, 1947).
[12]
Marx-Engels: Seçilmiş Eserler, Cilt I, s. 244, Yabancı Diller Yayınevi, Moskova
1958.
[13]
Ancak tamamen ayrı değildir - tıpkı faşist bürokrasinin tekelci
sermayeden asla tamamen ayrılamayacağı gibi. Ancak her iki durumda da, sınıfın
ortak tarihsel çıkarlarının savunulması (birinci durumda kolektif mülkiyet,
diğerinde özel mülkiyet), aynı sınıfın kapsamlı bir siyasi mülksüzleştirilmesiyle
ve hatta birçok üyesinin büyük bireysel zorluklarla karşılaşmasıyla
birleşmektedir.
[14]
K. Marx: Fransa'da İç Savaş-Fr. Engels: 'Fransa'da İç Savaş'ın
Önsözü, s. 516-9, s. 483, içinde: Marx-Engels: Seçilmiş Eserler, Cilt I,
Moskova, Yabancı Diller Yayınevi, 1958.
[15]
Kautsky: Der Ursprung des Christentums, 13. baskı, Dietz, Stuttgart,
1923, s. 499.
[16]
Lenin'in SBKP’nin VIII. Kongresi öncesinde (19 Mart 1919) Parti Programı
üzerine yaptığı konuşmada, bürokrasi konusuna defalarca geri dönüyor: Rusya'nın
kültür eksikliği... Sovyet iktidarını zayıflatıyor ve bürokrasiyi yeniden
yaratıyor... "Bürokrasi kendilerini komünist kılığına sokuyor..."
"Bürokratizme karşı sonuna kadar, tam bir zafer elde edene kadar mücadele
etmek, ancak tüm halkın ülke yönetimine katılmasıyla mümkündür..." (Lenin:
Seçilmiş Eserler, Cilt II, s. 447, 450, Moskova, Yabancı Diller Yayınevi,
1947).
[17]
Örnekler: 'Bu kötülüğün (bürokratizm) önümüzde daha net, daha kesin ve daha tehditkâr
bir şekilde yükseldiğini görüyoruz' (21 Nisan 1921); 'siyasi iktidarın
proletaryaya ait olduğu bir devlette grev mücadelesine başvurmak, ancak
proleter devletin bürokratik deformasyonlarıyla açıklanabilir ve haklı
gösterilebilir...' (17 Ocak 1922); "Ama Moskova'yı -4.700 sorumlu
komünisti- ve bu bürokratik makineyi, bu dağı düşünürsek, kim liderlik ediyor
ve kime liderlik ediliyor? Komünistlerin bu dağı yönettiğini söylemenin çok zor
olduğunu düşünüyorum. Gerçekte, onlar yönetmiyorlar; yönetiliyorlar." (27
Mart 1922); "Bürokrasi ülkemizde sadece Sovyet kurumlarında değil, Parti
kurumlarında da var." (2 Mart 1923) 26 Aralık 1922'de kaleme aldığı
vasiyetnamesinin üçüncü ekinde Lenin, onlarca işçinin Merkez Komitesi’ne
girmesini önerir, ancak bu işçilerin Sovyet aygıtında çalışmış olanlar
arasından seçilmemesi gerektiğini, çünkü onların zaten bürokratik virüsle
enfekte olduklarını belirtir.
[18]
Krassó'nun söylediği gibi, Lenin'in vasiyetinde "ona (Troçki'ye) özel bir
güven göstermediğini" (s. 75) söylemek doğru değildir. Vasiyet, Troçki'yi
Merkez Komitesi'nin en yetenekli üyesi olarak sunar. Elbette Lenin'in onun
zayıflığı olarak gördüğü yönlerini vurgular, ancak Troçki ile Stalin arasında
keskin bir çatışma çıkacağını öngörür ve Stalin'i merkezi örgütsel konumundan
uzaklaştırmayı önerir. Bunun anlamı açıktır.
[19]
Krassó'nun bu hatalara ilişkin kaydı birçok konuda yanlıştır. "İşgücünün
militarizasyonu" fikrini yanlış bir şekilde Troçki'ye atfederken, gerçekte
bu fikir, SBKP’nin IX. kongresinde kabul edilen kolektif bir parti kararıydı.
Troçki'nin Lenin'in vasiyetinin yayımlanması için mücadele etmediğini iddia
eder; gerçekte ise Troçki bu konuda parti liderliğinde yenilgiye uğramış ve
daha sonra ele alacağımız nedenlerle disiplini bozmak istememiştir. Krassó,
Troçki'nin "Stalin'in onu partiden atmaya kararlı olduğunu tamamen gözden
kaçırdığını" belirtir. Bu, 1923 için doğru olabilir, ama o zamanlar kimse
bunu görmüyordu ve Stalin'in kendisi de muhtemelen bu kadar aşırıya gitme
niyetinde değildi. Ancak Troçki, parti ve devletteki durumun ciddiyetini diğer
Bolşevik liderlerden daha önce fark etti ve bu durum, Stalin'in kendine özgü
karakteriyle birleşince, sadece ihraçlara değil, kanlı baskılara da yol
açacaktı. Krassó, Troçki'nin Stalin-Zinovyev-Kamenev üçlüsünün dağılmasına hiç
aldırış etmediğini yazıyor. Ancak bu dağılmanın sonucunda Troçki ile
Zinovyev-Kamenev arasında Birleşik Sol Muhalefet'in kurulduğunu ve bu birleşik
cephesinin 1927-28'de Troçki ve arkadaşları tarafından değil, Zinovyevciler
tarafından parçalandığını eklemeyi unutuyor.
[20]
Lenin'e hak vermek gerekirse, bu hataları yaparken, devletin ve partinin
bürokratikleşmesi sürecini frenlemeyi amaçlayan bir dizi önlem almaya
çalıştığını da eklemek gerekir. Fabrikalardaki "üçlü" sistemi,
yöneticilerin yetkilerini etkili bir şekilde sınırladı. Sendikaların hakları
genişletildi (bu noktada Lenin, Troçki'nin sendika önerilerini eleştirirken haklıydı).
Parti kadroları için "maksimum gelir" ilkesi savunuldu. Fraksiyonlar
kaldırılırken, eğilim oluşturma hakkı pekiştirildi ve Şlyapnikov, muhalif
görüşlerinin yüzbinlerce kopya basılacağına dair söz aldı. Ancak tarih,
proletarya siyasi olarak pasifleştikçe ve bürokrasinin gücü her alana
yayıldıkça, tıpkı 1920'lerin sonlarında ve 1930'ların başlarında olduğu gibi,
bu güvenceleri birkaç hızlı hamle ile ortadan kaldırma olasılığının da
arttığını göstermiştir.
[21]
Krassó, "sürekli devrim" formülünü "en derin görüşlerinde bile
bilimsel (1) kesinlikten yoksun olduğunu gösteren beceriksiz bir tanım"
olarak nitelendirir (s. 68). Bu formülün Marx tarafından ortaya atıldığını görmezden
geliyor gibi görünüyor.
[22]
Troçki, Komintern Program Taslağı'na yönelik eleştirisinin bir bölümünde,
Stalin ve müttefiklerinin, sosyalist devrimin bir ülkede zafer
kazanma olasılığı meselesini, yani sosyalist örgütlenmenin ve ekonominin
inşasının başlamasının gerekliliğini, sosyalizmin nihai zaferi, yani tam
gelişmiş bir sosyalist toplumun kurulması meselesiyle kasten karıştırdıklarını
ayrıntılı bir şekilde göstermektedir (The Third International after Lenin, s.
24-40, Pioneer Publishers, New York, 1936). İlginçtir ki, 1924'te, Lenin ve
Leninizm kitabının ilk Rusça baskısında Stalin'in kendisi şöyle yazmıştır:
"Sosyalizmin nihai zaferi için, sosyalist üretimin örgütlenmesi için, tek
bir ülkenin, özellikle de Rusya gibi bir köylü ülkesinin çabaları
yetersizdir." Krassó tarafından kafa karıştırıcı bir şekilde yorumlandığı
üzere (s. 79-80), Troçki'nin "tek ülkede sosyalizm"in imkansızlığına
dair öne sürdüğü ekonomik nedenler, "inşa etmeye başlama" değil,
"nihai zafer" açısından bakıldığında tamamen makul hale gelir.
Açıkçası, tam anlamıyla sosyalist bir ekonominin, en gelişmiş kapitalist
ekonomiden daha yüksek bir emek verimliliğine sahip olması gerekir; bu konuda
Stalin ve Buharin bile hemfikirdi. Troçki, özünde otarşik bir ekonomide,
emperyalist ülkelerin uluslararası işbölümü sayesinde elde ettiklerinden daha
yüksek bir emek verimliliğine ulaşmanın imkansız olacağını savundu. Hiçbir
yerde bunun SSCB içinde planlı ekonominin kaçınılmaz bir "yıkımına"
yol açacağını iddia etmedi. Sadece bunun Sovyetler Birliği'nin sınıfsız bir
topluma ulaşmasını engelleyecek şiddetli çatışmaların ve çelişkilerin kaynağı
olacağını belirtti. Tarihsel deneyim bu öngörüyü tamamen doğrulamıştır.
[23]
Tarihin bu temel kavramın doğruluğunu kanıtladığını düşünüyoruz. Bugün bile,
Nazi emperyalizmine karşı kazanılan savaşın ve Troçki'nin 1920'lerin başından
itibaren kaçınılmaz olarak gördüğü ikinci şiddetli çatışma olan kulakların
sınıf olarak tamamen tasfiye edilmesinin ardından, Sovyetler Birliği'nin kaderi
ulusal ve uluslararası düzeyde mevcut ve gelecekteki toplumsal çatışmaların
sonucuna bağlı olmaya devam ediyor. Son tahlilde, Sovyetler Birliği'nin kaderi
-tüm insanlığın kaderi gibi- ABD'deki emekçi kitlelerin, bu ülkenin
yöneticilerini, iktidar deliliğinin son aşamasına ulaşmadan ve nükleer bir
dünya savaşı başlatarak, 1944-45'te Hitler'in benzer koşullarda yaptığı gibi, "kızıl
olmaktansa ölmeyi tercih ederiz" sloganını kabul ettiklerini pratikte
göstermeden önce, silahsızlandırma kapasitelerine bağlıdır.
[24]
Bu, Stalin'in Troçki'nin programının tamamını değil, sadece gerekli iç
mantığı olmayan bazı kısımlarını benimsediğinin bir örneğidir. Muhalefet,
1923'ten itibaren Çariçin’de bir traktör fabrikası kurulması için mücadele
etmişti. Teklif kabul edildi. Ancak 1928'den önce uygulamaya geçirilmedi. Eğer
traktör üretimi 1924-25'ten itibaren başlamış olsaydı ve kolhozlar kademeli
olarak kurulmuş olsaydı, yoksul köylüler, özel sektöre kıyasla kooperatif
sektöründe daha yüksek işgücü verimliliği ve daha yüksek köylü geliri temelinde
gönüllü olarak bunlara katılmış olsaydı, sanayileşme ve tarımın
kolektifleştirilmesinin birleşimi, Sovyetler Birliği’nin 1950'lerin sonlarına
kadar acısını çekmeye devam ettiği, 1928-32'de tanık olunan trajediden tamamen
farklı bir duruma yol açmış olacaktı.
[25]
Muhalefet, Stalin'in uyguladığı işçi ve köylülerin yaşam standartlarını
acımasızca düşürme politikasına alternatif olarak, sadece zengin köylülere özel
bir vergi uygulanmasını ve idari harcamaların radikal bir şekilde
azaltılmasını, böylece yıllık bir milyar altın ruble tasarruf edilmesini
önerdi. Beş yıllık plan yerine sekiz veya on yıla yayılan ilk Beş Yıllık
Plan'ın hedeflerine, halkın büyük çoğunluğunun tüketiminde çok daha az
fedakarlıklarla ulaşılabilirdi.
[26]
Sadece iki alıntı: "İlk Bolşevik devrimi, dünyadaki ilk yüz milyon insanı
emperyalist savaşın, emperyalist dünyanın pençesinden kurtardı. Gelecek
devrimler, tüm insanlığı bu savaşların ve bu dünyanın pençesinden
kurtaracak." (14 Ekim 1921). “Devrimci çalışmanın örgütlenmesini,
yapısını, yöntemini ve içeriğini gerçekten anlamak için özel bir öğrenme süreci
gerekir. Eğer bu gerçekleşirse, dünya devriminin perspektiflerinin sadece iyi
değil, aynı zamanda mükemmel olacağına da inanıyorum." (15 Kasım 1922)
(Lenin: Sämtliche Werke, Band 33, 1966 baskısı, s. 37 ve 418, Dietz
Verlag, Berlin).
[27]
Kuşkusuz, “siyasi kurumların özerkliğinin hafife alınması”nın tipik bir
örneği...
[28]
L. Troçki: Lenin Sonrası Üçüncü Enternasyonal, s. 81-82, New York,
Pioneer Publishers, 1936.
[29]
Georg Lukács: Lénine, s. 28-29, E.D.I. Paris, 1965.
[30]
Rudolf Hilferding: Das Finanzkapital, Verlag der Wiener
Volksbuchhandlung, s. 477'de finans sermayesini büyük iş dünyasının başarıya
ulaşmış diktatörlüğü olarak nitelendiren son paragrafla bitiyor ve büyük iş
dünyasının bu diktatörlüğünü nihayetinde proletarya diktatörlüğüne dönüştürecek
"antagonistik (toplumsal) çıkarların müthiş çatışması"nı öngörür.
[31]
Lenin'in 1915'te yazdığı "II. Enternasyonal'in Çöküşü" başlıklı
broşür (Lenin-Zinoviev: Gegen den Strom, s. 129-70), Avrupa'da devrimci
bir durumun gelişmekte olduğu ve devrimci sosyalistlerin kitlelerin devrimci
duygularını ve eylemlerini teşvik etmek için harekete geçmeleri gerektiği
fikrine odaklanmaktadır. Komünist Enternasyonal'in ilk iki kongresine yaptığı
katkılarla bu analizi tüm sömürge ve yarı-sömürge ülkelerine kadar genişletir.
[32]
Laurel Edition, Dell Publishing Company, 1964, New York.
[33]
Çin Komünist Partisi'nin Maoist liderliği, 1925-27 döneminde ÇKP'nin lideri
Chen Tu Hsui'yi bu hataların başlıca sorumlusu olarak göstermeye devam etmesi ve
onun yalnızca Komünist Enternasyonal'in ve her şeyden önce Stalin'in kişisel
talimatları doğrultusunda hareket ettiği gerçeğini gizlemesi, tarihsel gerçeğin
kasıtlı bir şekilde çarpıtılmasıdır.
[34]
Ancak birçok kişi, Krassó'nun da ima ettiği gibi (s. 80), Stalin'in politikası,
SSCB'nin İkinci Dünya Savaşı'ndaki zaferiyle haklı çıkmamış mıdır? Bu tür
şeyleri, bu zafer için ödenen muazzam bedeli ve sayısız önlenebilir kurban ve
yenilgiyi (savaş sırasında da dahil: Sovyetler Birliği'nde bu tema etrafında kocaman
bir literatür ortaya çıkmıştır!) sessizce görmezden gelmek, gerçekliğin
çarpıtılmış bir resmini sunmaktır. Beşinci kattaki bir adam asansörü kullanmayı
ve hatta ışığı açmayı reddediyor, ama karanlıkta dar bir merdivenden inmek istiyor.
Beklendiği gibi kayıyor, merdivenlerden düşüyor, ama sağlam yapısı sayesinde
boynunu değil, sadece iki kolunu ve bacağını kırıyor ve dört yıl sonra koltuk
değnekleriyle tekrar yürüyebiliyor. Bu, elbette sağlam bir yapının kanıtıdır;
ama bu, asansörü kullanmamak için bir gerekçe olabilir mi?
[35]
Bugün bildiğimiz gibi, Stalin de Yugoslav ve Çinli komünistleri iktidarı ele
geçirmemeleri için ikna etmeye çalıştı. Vietnam Komünist Partisi'ne Fransız
sömürge imparatorluğu içinde kalmasını ve adını "Fransız Birliği"
olarak değiştirmesini emretti. Onun yetiştirdiği parti, Fidel Castro'nun
Küba'da zaferle sonuçlanan sosyalist devrim mücadelesine girmeyi birkaç yıl
boyunca inatla reddetti. Bu gerçekler, basit bir psikolojik açıklamadan
ziyade sosyolojik bir açıklamaya ihtiyaç duymuyor mu?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder