4 Kasım 2025 Salı

(Çeviri) Troçki'nin Marksizmi: Bir Karşı Eleştiri - Ernest Mandel

Çevirenin Notu: Nicolas Krassó’nun “Troçki’nin Marksizmi” adlı makalesi New Left Review’in Temmuz-Ağustos 1967 tarihli 44. sayısında yayımlanmıştı. Makalenin çevirisini uzunluğundan dolayı üç bölüm halinde paylaşmıştım, aşağıdaki linklerden ulaşabilirsiniz. Ernest Mandel’in bu makaleyi eleştirdiği “Troçki'nin Marksizmi: Bir Karşı Eleştiri” başlıklı makalesi ise New Left Review’in Ocak 1968 tarihli 47. sayısında yayımlanmıştı.

1923 ila 1995 yılları arasında yaşamış olan Marksist devrimci Ernest Mandel, Marksist iktisat ve siyaset üzerine önemli eserler vermiştir. Nazizm’e karşı gösterilen direniş mücadelesine de katılan Mandel, Troçkistlerin kurduğu Dördüncü Enternasyonal’in 1946 yılında yapılan dünya kongresinde uluslararası sekreterlik üyesi seçilerek önderlerinden birisi oldu.

Nicolas Krassó'nun New Left Review dergisinin 44. sayısında yayımlanan Troçki'nin siyasi düşüncesi ve faaliyetlerine yönelik eleştirisi, Kızıl Ordu'nun kurucusunun tarihsel rolü hakkındaki ve hâlâ "ilgisiz sol aydınların" büyük bir kısmını rahatsız eden bazı yanlış anlamaları ve önyargıları ortaya çıkarmak için iyi bir fırsat sunuyor. Bu yanlış anlamaların kökleri kolayca ortaya çıkarılabilir. Mevcut Sovyet liderlerinin Stalin'in en kötü suçlarından bazılarını kamuoyuna itiraf etmeleri ve kınamaları, hiçbir şekilde Troçki'nin hayatının son 15 yılında uğruna mücadele ettiği politikaların benimsenmesiyle eş zamanlı değildir. Ne "sosyalist" ülkelerin iç örgütlenmelerinde, ne de uluslararası politikalarında (Küba hariç), liderleri Troçki'nin savunduğu Sovyet demokrasisi ve devrimci enternasyonalizm ilkelerine geri dönmüş değiller. Ancak tarihsel olarak, Stalin'in tahtından indirilmiş olması ve Troçki'nin ona yönelttiği birçok suçlamanın artık doğru kabul edilmesi, Stalin'in ajanının 20 Ağustos 1940'ta Coyoacan'da öldürdüğü adamın muazzam bir tarihsel haklılığını temsil etmektedir.

Troçki'nin programının nihai zaferini, yani onun tam siyasi haklılığının kanıtlanmasını sağlamak için verilen mücadelede yer almayanlar, bu programdaki kusurları, hataları ve zayıflıkları arayarak kendi çekimserliklerini haklı çıkarma etme eğiliminde olacaktır. Böyle yaparak 1930'lar, 1940'lar ve 1950'lerin başlarında Stalinistlerin yaptığı büyük çarpıtma ve tahrifatları tekrarlayamazlar: Troçki'nin bir "karşı-devrimci" ve "emperyalizmin ajanı" olduğu, SSCB'de kapitalizmi yeniden kurmak istediği veya nesnel olarak buna eğilimli olduğu gibi. Bu nedenle, Troçki'nin daha bilgili ve zeki muhaliflerinin 1920'lerde ona karşı ileri sürdükleri argümanlara geri dönmek zorunda kalıyorlar: Troçki'nin esasen "Bolşevik olmayan" bir "sol sosyal demokrat" olduğu, Rusya'nın özelliklerini, Lenin'in örgütlenme teorisinin inceliklerini veya Batı ve Doğu'da başarılı proleter sınıf mücadelesinin karmaşık diyalektiğini anlamadığı gibi. Krassó bugün tam da bunu yapıyor.

1. Sınıflar, Partiler ve Siyasi Kurumların Özerkliği

Krassó'nun temel tezi oldukça basit: Troçki'nin asli günahı, devrimci partinin rolünü kavrayamamasıdır; toplumsal güçlerin tarihi doğrudan ve anında şekillendirebileceğine, sanki siyasi örgütlere "aktarılabilir" olduklarına inanmasıdır. Bu, Lenin'in örgütlenme teorisini anlamasını engellemiş ve kaba bir "sosyolojizm" ve iradeciliğe yol açmıştır. 1904'te Bolşevizmi reddetmesinden, Ekim Devrimi'ndeki ve Kızıl Ordu'nun kurulmasındaki rolüne, 1923-27 yıllarındaki parti içi mücadeledeki yenilgisine, tarihçi olarak üalubuna ve Dördüncü Enternasyonal'i kurma konusundaki "boşuna çabasına" kadar, sosyolojizm ve iradecilik tek bir çizgi oluşturur. Krassó, Troçki'nin Marksizmi’nin "gençliğinden yaşlılığına kadar tutarlı ve karakteristik bir bütünlük oluşturduğunu" iddia eder.

Hiç kimse Troçki'nin 1917'den önce Lenin'in örgütlenme teorisinin özünü reddettiğini tartışmayacaktır.[1] Partinin, toplumsal sınıfların ideolojisinin ve psikolojisinin tarihsel süreçte belirli bir özerklik kazanabileceğini ya da Krassó'nun ifadesiyle, Marksizmin (sadece Lenin'in Marksizmi değil, Marx'ın doktrininin herhangi bir yeterli yorumu) "ekonomik, toplumsal, politik ve ideolojik tüm düzeylerin her zaman işlevsel olduğu ve aralarındaki ana çelişkilerin yerinin değiştiği karmaşık bir bütünlük kavramıyla tanımlandığını" da tartışmayacağız. Ancak bu, Krassó'nun tezini desteklemek için çok yetersiz bir temeldir. Troçki'nin gerçek düşüncesini ve yaklaşık 40 yıllık gelişimini analiz etmeye çalıştığımızda, her adımda Krassó'nun tablosunun eksikliğinin ve yetersizliğinin kanıtlarıyla karşılaşırız.

İlk olarak, Lenin'in örgütlenme teorisini reddederken, Troçki'nin kendi sosyal demokrat parti modelini Alman SPD'den "işçi sınıfıyla bir arada var olan bir parti" olarak ödünç aldığını söylemek yanlıştır (s. 66). Tarihsel olarak, tam tersi bir argüman çok daha doğru olacaktır, yani Lenin'in örgütlenme teorisinin büyük ölçüde Alman ve Avusturya sosyal demokrasisinin teorisyenleri Kautsky ve Adler'den ödünç alındığını göstermek.[2] Troçki'nin Lenin'in teorisine, en azından rasyonel özüne, karşı hatalı muhalefeti, Batı sosyal-demokrasi aygıtına temelde muhafazakâr olduğu için duyduğu güvensizliğe dayanıyordu. Krassó kendisi de birkaç sayfa sonra, Troçki'nin daha 1905'te Batı sosyal-demokrasisini Lenin'den daha sert bir şekilde eleştirdiğini kabul ediyor (s. 68). Öyleyse nasıl olur da parti modelini bu sosyal-demokrasiye göre şekillendirebilirdi?[3]

İkincisi, Troçki'nin 1917'de Lenin'in bu konuda haklı olduğunu kabul ettikten sonra bile, Lenin'in örgütlenme teorisini yanlış anlamaya veya reddetmeye devam ettiğini ima etmek tamamen yanlıştır. Bu varsayımın hiçbir kanıtı yoktur.[4] Lenin’in kendisi, Troçki'nin Menşeviklerle birlik kurmasının imkansız olduğunu anladıktan sonra, "Troçki'den daha iyi bir Bolşevik olmadığını" kesin bir dille ifade etmiştir.[5] Troçki'nin 1917'den sonraki tüm yazıları, devrimci partinin çağımızda oynadığı kilit rolün önemini vurgulamaktadır. Kariyerinin her dönüm noktasında, 1923'te Ekim Dersleri ve Yeni Yol’da, 1926'da Sol Muhalefet Platformu’nda, Komintern'in Çin, Almanya, İspanya ve Fransa'daki yıkıcı politikalarını eleştirirken, 1930'larda Rus Devrimi Tarihi ve siyasi vasiyetnamelerinde, 4. Enternasyonal'in Geçiş Programı ve sözde Acil Durum Konferansı Manifestosu'nda, devrimci partilerin inşası sorununun bu dönemin temel sorunu olduğunu yorulmadan vurguladı: "İnsanlığın tarihsel krizi, devrimci liderliğin krizine indirgenmiştir."[6] Gerçekten de öncünün rolünü "unutmanın" ve toplumsal güçlerin tarihi doğrudan ve anında şekillendirebileceğine inanmanın tuhaf bir yolu...

Troçki için devrimci öncü, sadece akıllıca inşa edilmiş ve iyi işleyen bir siyasi makine değildi. Bilindiği gibi, genellikle gangsterlikten ayırt edilemeyen Amerikan burjuva siyasetinden doğan bu fikir, Stalin bunu Komintern'in pratiğine sokana kadar Lenin’e, Bolşevizm’e ve hatta tüm uluslararası işçi hareketine tamamen yabancı bir fikirdi. Troçki için, tıpkı Lenin ve herhangi bir Marksist eğilim için olduğu gibi, devrimci bir öncü parti, öncelikle beyan ettiği programı ve fiili politikası ışığında nesnel olarak değerlendirilmelidir. En iyi işleyen ve en güçlü parti, devrimin ve işçi sınıfının çıkarlarına aykırı davranmaya başladığında, bunu düzeltmek için bir mücadele yürütülmelidir. Eylemleri, bir dönem boyunca tutarlı bir şekilde proletaryanın çıkarlarına aykırı hale geldiğinde, artık devrimci bir öncü parti olarak kabul edilemez ve o zaman hemen yeni bir parti kurma görevi ortaya çıkar.[7]

Elbette ne Lenin ne de Troçki devrimci partiyi sadece doğru bir programla tanımlamışlardır. Lenin, bir politikanın doğruluğunun uzun vadede ancak işçi sınıfının önemli bir bölümünü, hatta çoğunluğunu kazanma yeteneği ile kanıtlanabileceğini açıkça belirtmiştir.[8] Ancak her iki unsur da devrimci bir öncü partinin inşasında vazgeçilemez tamamlayıcı unsurlardır. Doğru bir program ve politika olmadan, bir parti, işçi sınıfı üzerindeki kitlesel etkisi ne olursa olsun, nesnel olarak karşı-devrimci hale gelebilir. Uzun vadede işçi sınıfı üzerinde kitlesel etki kazanamayan devrimciler, en iyi programla donanmış olsalar bile, kısır bir tarikata dönüşecektirler.

Böylece, üçüncü olarak, Krassó'nun, Troçki'nin yanlış anladığı iddia edilen "siyasi kurumların özerkliği"ni dile getirerek sorunu çözmekten uzak, sadece bir soru ortaya attığını ve bu soruya bir cevap vermediğini görüyoruz. Çünkü sorun, tam da siyasi kurumların özerkliğini ve bu özerkliğin göreceli karakterini aynı anda anlamaktır. Sonuçta, tüm tarihin son tahlilde sınıf mücadelelerinin tarihi olduğunu söyleyen Troçki değil, Marx ve Engels'ti![9] Siyasi kurumlar işlevsel yapılardır. Hizmet etmeleri gereken toplumsal güçlerden kopuk hale geldiklerinde, diğer toplumsal güçler tarafından kullanılmadıkları sürece, tüm etkinliklerini ve güçlerini çok hızlı bir şekilde yitirirler. Bolşevik Parti içindeki Stalin ve onun kanadının başına gelen de tam olarak budur.

Krassó, Troçki'nin "siyasi kurumların özerk gücünü sürekli olarak hafife almasının onun felaketi olduğunu" söylüyor (s. 76). Gerçekte, Stalin'in "güç politikasının" özerk olasılıklarına olan inancı onun "felaketi" oldu, çünkü bu inanç onu, hayatının sonuna kadar varlığını fark etmediği toplumsal güçlerin bilinçsiz bir aracına dönüştürdü. Stalin, 1920'lerin başlarında, izlediği yolda devam ederse Eski Bolşevik üst ve orta kadrolarının dörtte üçünü öldürmek, Komintern'i tasfiye etmek,[10] fabrikalarda zorunlu çalıştırma uygulaması başlatmak ve modern zamanların en sert iş kanunlarından birini yürürlüğe koymak zorunda kalacağına ikna olsaydı, muhtemelen dehşete kapılırdı: Ne de olsa o zamanlar o da bir Bolşevikti.

Krassó'nun hayranlık duyduğu "saf" güç siyaseti, aktörlerini kendi eylemleri üzerindeki tüm kontrollerini kaybedecekleri noktaya kadar alçaltır. Bu eylemlerin bilinçli amaçları ile nesnel sonuçları arasındaki bağlantılar kaybolur. Buna karşın, Marksistler bilinçli eyleme öncelik verirler; ve bilinç, toplumsal güçlerin belirleyici rolünün ve bu rolün kaçınılmaz olarak herhangi bir bireyin eylemine dayattığı sınırlamaların bilincinde olmayı gerektirir. Krassó'nun parti ve sınıf arasındaki bu diyalektik ilişkiyi anlamaması, sorunun farkında olmaması, makalesinin temel zayıflığıdır.

Sınıf, öncü parti olmadan zafer kazanamaz. Ancak öncü parti de yalnızca sınıfın ürünü olmasa da, sınıfın bir ürünüdür. Bu parti, ancak sınıfın en aktif kesiminin desteğini aldığında rolünü oynayabilir.[11] Buna karşılık, elverişli nesnel koşullar olmadan, sınıf ne böyle bir öncü parti yaratabilir, ne de öncü parti sınıfı zafere götürebilir. Son olarak, bu sorunların bilinçli bir şekilde kavranmaması halinde, elverişli koşullar altında bile hiçbir öncü parti ortaya çıkmayacak ve devrimin zaferi için fırsatlar uzun süre geri dönüşü olmayan bir şekilde kaybedilecektir.

Troçki, 1916'dan sonra bu diyalektik ilişkiyi mükemmel bir şekilde kavradı ve onu çeşitli somut koşullara o kadar ustaca uyguladı ki, Krassó'nun yaptığı gibi, onun "siyasi kurumların özerk gücünü göremediğini" (s. 66) söylemek gerçekten saçmadır. Krassó’nun kendisi, Troçki'nin Alman faşizmi üzerine yazdığı makaleleri "bu yıllarda Nazizmin yıkıcı sonuçlarını ve Komintern'in Üçüncü Dönemi’nin Nazizme karşı politikalarının aptallığını öngören tek Marksist yazılar" olarak tanımlamaktadır (s. 85). Peki Troçki, sadece toplumsal sınıfları ve grupları değil, aynı zamanda onların partilerini de ayrıntılı bir şekilde incelemeden ve anlamadan, 1929 ile 1933 yılları arasında Alman toplumunun geçirdiği evrimi nasıl bu kadar doğru bir şekilde analiz edebildi? Bu parlak yazılar, partilerin, özellikle de işçi sınıfı içinde etkili olan partilerin önemini doğru bir şekilde değerlendirebilme yeteneğinin belgesel kanıtı değil mi? Onun tüm uyarısı, Cassandra'nın çağrısında özetlenmemiş miydi: "Ya komünist ve sosyal demokrat partiler Hitler'e karşı birlikte savaşacaklar, ya da Hitler Alman işçi sınıfını uzun bir süre için ezip geçecek"? Bu çağrı, Troçki'nin, bu partilerin bir araya gelmeden işçi sınıfının faşizm tehdidiyle başa çıkamayacağına dair anlayışına dayanmıyor muydu? Bu analiz, burjuva siyasi kurumlarının evrimine ilişkin aynı derecede ayrıntılı bir çalışma ile birleştirilmedi mi? Bu çalışma, Troçki'nin Marx'ın Bonapartizm kategorisinin çağımızdaki evrensel değerini keşfetmesini sağlamadı mı? Tüm bu gerçekler ışığında, Krassó'nun Troçki'nin hayatının sonuna kadar "siyasi kurumların özerk gücünü hafife aldığı" iddiasından geriye ne kalıyor?

2. "1923-27 yılları arasında Sovyetler Birliği'nde İktidar Mücadelesi ve Toplumsal Çatışmalar"

Krassó, 1923-1927 yılları arasında Sovyet Komünist Partisi içindeki "iktidar mücadelesini" incelerken, birbiriyle çelişen iki düşünce arasında kalır. Bir yandan, Troçki'nin siyasi kurumların özerkliğini hafife aldığı için ardı ardına hatalar yaptığını savunur. Troçki, Stalin'e karşı sağ kanatla ittifak kurmayı reddetti ve böylece Stalin'in zaferini kesinleştirdi; çünkü bu zaferi önlemenin tek yolu, tüm eski Bolşevikleri Stalin'e karşı birleştirmekti. Öte yandan, Troçki'nin zaten kazanma şansının olmadığını, çünkü 1923'te "neredeyse tüm eski Bolşevik muhafazakârların" Troçki'ye karşı birleştiğini (s. 75) savunur ve "aslında Stalin, 1923'te partinin örgütsel lideri olmuştu" (s. 76) der. Elbette bu iki düşünce birbirini dışlamaktadır. İlk durumda, Stalin'in zaferi rakibinin hatalarının sonucuydu. İkinci durumda ise kaçınılmazdı.

Krasso'nun analizinin zayıflığı, her iki düşüncenin de herhangi bir açıklama sunmaması gerçeğinden açıkça anlaşılmaktadır; gerçekler -ya da daha doğrusu Krassó'nun bunları kısmen yanlış yorumlaması- sadece kabul edilmektedir. İlk düşünceye göre, neden sadece Troçki değil, tüm Eski Bolşevikler’in Lenin'in Stalin'in önemi hakkındaki uyarılarını yanlış yorumlayarak Troçki'ye karşı birleşip, Troçki'nin Stalin'e karşı mücadelesine katılmadıklarını açıklanmamaktadır. İkinci düşünceye göre, neden Stalin 1923 gibi erken bir tarihte, , henüz Lenin hayattayken, aniden partinin lideri haline geldiği açıklanmamaktadır. Bütün bunlar sadece onun parti içindeki kurnazca manevraları, "bireyleri veya grupları savunduğu politikaları kabul etmeye ikna etme yeteneği" veya hatta "büyük sabrı" (s. 73) sayesinde mi oldu? Ama eğer öyleyse, Stalin cüceler arasında gerçek bir dev olarak ortaya çıkıyor ve Lenin bile kurnaz Genel Sekreter tarafından umutsuzca alt ediliyor...

O zaman tarih, sosyal bilimler için tamamen anlaşılmaz hale gelir, sadece toplumsal bir boşlukta “güç siyaseti”nin bir sahnesi olur. Zorunlu kolektifleştirme ve Yeshovschina'nın milyonlarca kurbanı; Hitler'in iktidarı ele geçirmesi; İspanya iç savaşındaki yenilgi ve İkinci Dünya Savaşı'nın 50 milyon kurbanı, esasen Yosif Cugaşvili'nin ana rahmine düştüğü sırada meydana gelen genetik bir kazaya bağlıdır. Burada, toplumsal güçlerden kopuk, siyasi kurumların mutlak özerkliği konusunda ısrarın ve siyasi mücadelelerin son tahlilde toplumsal güçlerin çatışan çıkarlarını yansıttığını görmeyi reddetmenin nihai sonucunu görüyoruz. Marx, Louis Bonaparte'ın 18 Brumaire'i'nin ikinci baskısı için yazdığı Önsöz'de, Victor Hugo'nun Louis Bonaparte'ın iktidarı ele geçirmesini tek bir bireyin zorla yaptığı bir eylem olarak değerlendirerek, "ona tarihte eşi benzeri görülmemiş bir kişisel inisiyatif gücü atfederek, onu küçültmek yerine yücelttiğini" belirtmiştir.[12] Louis Bonaparte'ın iktidarı ele geçirmesinin sonuçları, Yosif Stalin'inkilerle karşılaştırıldığında ne kadar küçük görünüyor!

1923 ile 1927 arasında, daha doğrusu 1920 ile 1936 arasında Rusya'da yaşananları anlamak ve açıklamak için doğru yöntem, Marx'ın yukarıda bahsedilen Önsöz'de önerdiği yöntemdir: "sınıf mücadelesinin, sıradan bir insanın kahraman ve diktatör olarak ortaya çıkabileceği koşulları ve durumu nasıl yarattığını" göstermek.

Bu bağlamda, Krassó'nun Marksist olmayan yönteminin önemli yanı, yalnızca parti içi mücadeleyi "iktidarın kullanılmasına odaklanmış" (s. 75), yani söz konusu siyasi meselelerden bile belirli bir ölçüde kopukluk içinde görmesi değildir. Her şeyden önce, siyasi mücadeleyi ve bunun belirli farklı fikirler ve platformlar üzerindeki mücadeledeki ifadesini, doğrudan veya dolaylı olarak toplumsal çatışmalarla ilişkilendirmeyi tamamen reddetmesidir. Burada, siyasi kurumların özerkliği fikri, tarihsel materyalizmle bağdaşmaz hale gelecek kadar ileri götürülmektedir. Aslında, Krassó, Troçki'yi "görüşlerdeki ve fikir nüanslarındaki ara sıra görülen farklılıklar bile, farklı toplumsal çıkarların uzaktaki baskısını ifade edebilir" (s. 77, altını çiziyoruz) diye yazdığı için suçladığında, onu Marksist olduğu için suçlamaktadır! Çünkü bu cümle, Krassó'nun varsaydığı gibi, partiler ve sınıflar arasında olası bir "özdeşlik"ten değil, partilerin son tahlilde toplumsal çıkarları temsil ettikleri ve tarihsel olarak farklı toplumsal çıkarların sözcüleri olmaktan başka bir şekilde anlaşılamayacağı gerçeğinden bahsediyor. Nitekim Marx, bunu Fransa'da Sınıf Mücadeleleri 1848-1850  ve Louis Bonaparte'ın 18 Brumaire'i adlı eserlerinde, daha az önemli eserlerinden bahsetmeye gerek bile olmadan, ayrıntılı bir şekilde göstermiştir.

Bu koşullar altında Krassó'nun, 1920'lerin tüm Rus tarihini sosyo-tarihsel açıdan anlaşılır kılan toplumsal gruplaşmadan, yani bürokrasiden bir kez bile bahsetmemesi şaşırtıcı değildir. Bürokrasinin, proletaryadan ayrı çıkarları olan bir toplumsal güç olarak rolünü vurgulaması ve abartması, Troçki'nin kişisel bir tuhaflığı olarak görülmemelidir.[13] Marx ve Engels, bürokrasinin proleter devleti ele geçirme tehlikesine ilk olarak 1871'de Paris Komünü üzerine yazdıkları yazılarda dikkat çekmişler ve bu tehlikeyi önlemek için bir dizi basit kural sıralamışlardır.[14] Lenin'in kendisini öğrencisi olarak gördüğü en iyi döneminde olgun Kautsky, 1898'de bu tehlikeyi ürkütücü derecede kehanet dolu bir şekilde formüle etti.[15] Lenin, Devlet ve Devrim'de ve Ekim Devrimi'nden sonraki ilk Bolşevik programında bu sorunun ciddiyetini vurgulamaktadır.[16]

Kendisini Lenin'in büyük bir hayranı olarak gören Krassó gibi bir yazarın, Lenin'in nihai mücadelesinin en önemli unsuru haline gelen ve hayatının son döneminde bir saplantıya dönüşen bürokrasiye karşı mücadelesine, en azından biraz dikkat etmesini bekleyebilirdik. Zaten 1921'de Sovyetler Birliği'nin bir işçi devleti olarak tanımlanmasını reddetmiş ve bunun yerine Rusya'nın "bürokratik deformasyonları olan bir işçi devleti" olduğunu belirtmişti. Endişesi ve kaygısı aydan aya artıyordu ve bunu son yazılarında, son denemesindeki ve vasiyetindeki kasvetli önsezilerine kadar, her makalesinde canlı bir şekilde takip edebiliyoruz.[17]

Lenin, işçi sınıfının artan siyasi edilgenliği ve devlet aygıtı ile toplumda bürokrasinin artan gücü ile parti aygıtının kendisinin de artan bürokratikleşmesi arasındaki toplumsal süreçle parti içi mücadele arasındaki somut etkileşimi kuşkusuz görmüştü. Troçki de aynı yöntemi izleyerek, belli bir gecikmeden sonra, aynı etkileşimi anladı ve bu temelde hareket etti.[18] Trajedi, Bolşevik Parti’nin diğer liderlerinin bürokrasinin ve Stalin'in Sovyet bürokrasisinin temsilcisi olarak mutlak iktidara yükselme tehlikesini zamanında görememeleriydi. Hepsi de bir şekilde bu tehlikeyi fark ettiler, ama aynı anda ve yeterince erken değildi. Stalin'in iktidarı bu kadar kolay ele geçirmesinin temel açıklaması budur.

Troçki'nin mücadelede taktiksel hatalar yaptığına şüphe yok - bu hatalar bugün geriye dönüp bakma yeteneği gibi eşsiz bir siyasi zeka kaynağına sahip olan Krassó gibi yazarlar için özellikle belirgindir.[19] Ama Lenin de aynı hataları yaptı. Sonuçta, birdenbire yozlaşmaya başlayan parti aygıtını kuran Lenin'di. Stalin'in genel sekreter seçilmesine karşı çıkamayan da Lenin'di. Bürokrasinin zaferine büyük ölçüde yardımcı olan ve bugün bildiğimiz gibi - yine geriye dönüp bakıldığında! – Devrim’i yok etmeden önlenebilecek bir dizi kurumsal ve örgütsel önlemin arkasında kişisel otoritesini koyan da Lenin'di: Fabrika müdürünün kişisel otoritesinin yönetimi; maddi teşviklere aşırı güven; parti ile devletin abartılı bir şekilde özdeşleştirilmesi; İç Savaş'ın sona erdiği bir anda (ve İç Savaş sırasında karşı devrimle işbirliği yapmadıkları sürece bu gruplara hoşgörü gösterilmişken) Bolşevik Parti dışındaki Sovyet partilerinin veya gruplarının kalıntılarının ortadan kaldırılması; Bolşevik Parti üyelerinin hizipler oluşturma konusundaki geleneksel hakkının bastırılması.[20]

Daha genel bir ifadeyle, İç Savaş'ın sona ermesi ve NEP'in başlamasından sonra Lenin'in, partideki disiplinin gevşemesinden kaynaklanacak acil tehlikeyi abarttığı ve Bolşevik olmayan Sovyet eğilimlerine yönelik sivil özgürlüklerin bastırılması ve Bolşevik Parti’de iç demokrasinin zayıflatılmasının, haklı olarak korktuğu bürokratikleşme sürecini hızlandırabileceği tehlikesini hafife aldığı söylenebilir. Bu hatanın kökü, tam da Parti ile Proletarya arasında abartılı bir özdeşleştirmede, partinin proletaryanın kazanımlarını özerk bir şekilde savunduğuna dair inançta yatıyordu. Birkaç yıl sonra Lenin bu inancın ne kadar yanlış olduğunu anladı, ancak parti aygıtının bürokratikleşmesi tehlikesini daha başlangıçta önlemek için artık çok geçti.

Krassó, Troçki'nin 1923 ile 1927 yılları arasında parti içindeki kritik mücadelesinde siyasi kurumların özerk gücünü hafife aldığını düşünerek tamamen yanılmaktadır. Oysa tam tersi doğrudur. O döneme ait tüm siyasi stratejisi, ancak Sovyet toplumunun düşmanca bir kapitalist ortamdaki nesnel koşulları, o toplumdaki toplumsal gruplar arasındaki güç dengesi ve Bolşevik Parti’nin o belirli dönemde ve bu somut koşullar altında özerk rolü arasındaki kendine özgü diyalektik ilişki anlayışı ışığında anlaşılabilir.

Krassó bu stratejiyi anlamadığı ve Troçki'nin tutumlarını sözde asli günahı ışığında açıklamak istediği için, umutsuzluk içinde ellerini havaya kaldırıp Sol Muhalefet'in kurucusunun tamamen tutarsız olduğunu iddia etmek zorunda kalıyor: "Troçki, 1920'lerde ekonomik politikalarının siyasi olarak uygulanması sorununu hiçbir zaman somut olarak öngörmemişti" (s. 83). Krassó'ya göre bu ekonomik politikalar, sadece "devlet yöneticisi olarak yeteneklerinin" bir sonucuydu ve SSCB'deki farklı toplumsal güçlere yönelik ayrıntılı ve doğru siyasi politikalar değildi. Dahası, bu politikalar, "tek ülkede sosyalizmin uygulanabilir olmadığı"nı ima eden sürekli devrim teorisinden kopuktu, çünkü bu teoriye göre, tek ülkede sosyalizm, dünya pazarı ve yabancı emperyalist saldırganlık karşısında askeri çöküş yoluyla "yıkıma" uğrayacaktı(s. 79-80)... Bu kadar çok tarihsel çarpıtma karşısında, Krassó'nun Troçki'ye atfettiği tutarsızlığın aslında kendi zihninde var olup olmadığını merak ediyor insan.

Aslında, Troçki'nin Sovyetler Birliği için hazırladığı acil ekonomik programı, onun "sürekli devrim" kavramıyla karşılaştırmak tutarsızlıktır.[21] Fikirlere bu kadar önem veren ve Krassó'ya göre bunları toplumsal gruplarla bu kadar "acil" bir şekilde ilişkilendiren bir Marksist, nasıl olur da aynı zamanda Sovyetler Birliği'nin hızlandırılmış ekonomik büyümesi için mücadele eder ve her şeyin acil uluslararası devrime bağlı olduğunu, aksi takdirde Sovyetler Birliği'nin çökeceğini söyleyebilir? İkinci varsayım, ilk mücadeleyi anlamsız kılmıyor mu? Bu, hem geçmişteki hem de günümüzdeki Stalinist eleştirmenlerinin ve bazı aptal aşırı solcu sözde takipçilerinin hiçbir zaman açıklayamadığı, sürekli devrim teorisinin tahrif edilmiş versiyonunda örtük bir çelişkidir. Sorun doğru terimlerle ifade edildiğinde gizem kolayca çözülür: Troçki, "sürekli devrimin üçüncü yasası"nda, tam anlamıyla sosyalist bir toplumun, yani sınıfsız, meta, para ve devletin olmadığı bir toplumun, tek bir devletin sınırları içinde (ki bu devlet en gelişmiş kapitalist ülkelerden daha geriydi) asla gerçekleştirilemeyeceğini belirtmiştir.[22] Devrim tek bir ülkede izole kaldığı sürece, sosyalizmi inşa etme işinin başlatılması ve bu amaçla ekonomik büyümenin hızının artırılması gerektiğine bir an olsun itiraz etmedi. Sonuçta, sanayileşmenin hızını artırmak için somut bir politika öneren ilk kişi oydu.

Ama eğer tüm tartışma sadece sosyalizmin (toplumsal işbölümünün ortadan kalkmasıyla karakterize edilen komünizmden farklı olarak) son aşamasına ulaşmanın soyut teorik sorunuyla ilgiliyse, o zaman neden bu kadar hararetli bir tartışma yaşandı, diye sorulabilir. Troçki, parti üyelerinin ezici çoğunluğunun anlayamayacağı böyle bir mücadeleye girerek ciddi bir taktik hata yapmadı mı?

Gerçek şu ki, bu soruyu gündeme getiren Troçki değil, Stalin ve onun hizbiydi. Kuşkusuz bu, Troçki ve onun takipçilerini daha pragmatik düşünen Bolşevik kadrolardan izole etmeye yönelik "akıllıca" bir taktik hamleydi. Ancak tam da bu konuda, Lenin'in dul eşi de dahil olmak üzere Bolşevik Eski Muhafazakârların çoğu Birleşik Sol Muhalefet'in yanında yer aldı ve özellikle Zinovyev ve Kamenev kendilerini tam anlamıyla bir mücadeleye attılar. Troçki'nin "tek ülkede sosyalizm" teorisine karşı çıkışı, İç Savaş'tan bu yana Eski Muhafazakârlarla en yakın işbirliğinin temelini oluşturdu.

Hem Stalin'in fikirlerle oynadığı pervasızca oyun hem de Eski Muhafazakârların buna direnişi tesadüf değildi. "Tek ülkede sosyalizm" teorisinde bürokrasi, kendi gücünün farkına varmaya başlamış ve küstahça Marksist-Leninist teorinin temellerine sırtını dönmüştü. Bürokrasi, kendisini sadece dünya devriminden değil, Lenin'in tüm teorik mirasından ve dolayısıyla Sovyetler Birliği içinde ve dünya sahnesinde aktif ve bilinçli işçi sınıfına her türlü bağımlılıktan "kurtarıyordu". Eski Muhafazakârlar, Marksist teorinin temellerinin terk edilmesine karşı çıkarak temel niteliklerini ortaya koydular. "Partinin birliğini korumak" ve "proletarya diktatörlüğünün güvenliğini tehlikeye atmamak" için Stalin'le birlikte hareket etmeye istekliydiler. Lenin'in teorisinin temel ilkeleriyle açık bir çelişki ortaya çıktığı bir noktadan öteye gitmeye isteksizdiler. Yukarıda da belirtildiği gibi, 1920'lerin trajedisi aslında Eski Muhafazakârların, yani Lenin'siz Lenin Partisi’nin trajedisidir. Ancak Stalin, onları toptan fiziksel imha uygulayarak en büyük saygısını gösterdi ve böylece, 1930'lar ve 1940'ların kasvetli bürokratik diktatörlüğü için onların doğaları gereği "kurtarılamaz" olduklarına dair inancını açıkça ortaya koydu.

Krassó, Troçki'nin 1920'lerdeki düşüncesini birbiriyle ilgisiz ve tutarsız parçalara ayırırken, gerçekte diyalektik bir bütünlük ve tutarlılık vardır. Troçki, kapitalizmden sosyalizme geçiş sürecinde olan Sovyet toplumunun, NEP çerçevesinde sorunlarını aşamalı olarak çözemeyeceğine inanıyordu. Onun karşı çıktığı şey, SSCB içinde küçük ölçekli meta üretimi ile sosyalist sanayi arasında barış içinde bir arada yaşama fikriydi; bu, dünya sahnesinde kapitalizm ile işçi devleti arasında "barış içinde bir arada yaşama" olarak bilinen madalyonun diğer yüzüydü. Çatışan toplumsal güçlerin er ya da geç ulusal ve uluslararası düzeyde bir çatışma noktasına varacağına inanıyordu. Politikası şu formülle özetlenebilirdi: Ulusal ve uluslararası düzeyde proletaryayı, sayısal ve niteliksel gücünü, özgüvenini ve devrimci önderliğini güçlendiren tüm eğilimleri desteklemek; ulusal ve uluslararası düzeyde işçi sınıfını veya kendini savunma kapasitesini ve iradesini bölmeye eğilimli tüm eğilimleri zayıflatmak.[23]

Bu açıdan bakıldığında her şey yerli yerine oturuyor ve artık bir bilmece kalmıyor. Troçki, proletaryanın Sovyet toplumu içinde güçlenmesi için sanayileşmenin vazgeçilmez olması nedeniyle sanayileşmeden yanadır. Kırsal kesimin kademeli olarak kolektifleştirilmesini destekliyor, çünkü bu, zengin köylülerin proleter devlet iktidarına karşı baskılarını ve tahıl teslimatlarını aniden durdurarak şehri şantajla tehdit etmelerini zayıflatmak için vazgeçilmezdir. Hızlandırılmış sanayileşme ile kademeli kolektifleştirmenin birleşimini destekliyor, çünkü kolektif çiftlikler için traktörler ve tarım makineleri gibi maddi-teknik bir altyapı yaratmak gerekiyor[24] - bu altyapı olmadan kolektifleştirme, şehirlerde kıtlığa yol açabilecek bir maceraya dönüşür. İşçi sınıfının siyasi faaliyetlerini ve bilincini canlandırmak için Sovyet demokrasisinin artırılması yönündeki bir çizgiyi destekliyor. İşsizliğin ortadan kaldırılmasını ve reel ücretlerin artırılmasını savunuyor, çünkü sanayileşme ile birlikte işçilerin yaşam standartlarının düşmesi, proletaryanın siyasi öz-etkinliğini artırmak yerine azaltacaktır.[25] Komintern'in, uluslararası güç dengesini proletaryanın lehine iyileştirmek için diğer ülkelerde proletarya zaferini elde etmek üzere tüm elverişli koşullardan yararlanacak bir yol izlemesini savunuyor. Tüm bu politikaların birleşimi, düşmanla ilk güç denemesini önleyemezdi; ancak bunun, 1928-32'de Rusya'da ve 1941-45'te uluslararası alanda gerçekleştiğinden çok daha elverişli koşullarda gerçekleşmesini sağlayabilirdi.

Bu program "gerçekçilikten" uzak mıydı? Hayır, çünkü onun gerçekleştirilmesi için nesnel koşullar mevcuttu. Bugün hiçbir önyargısız bir tarih öğrencisi, bu alternatif yol izlenseydi, Sovyet proletaryası ve halkının sayısız önlenebilir fedakarlık ve zorluklardan kurtulacağından ve insanlığın, bir dünya savaşını olmasa da, en azından Avrupa'nın her yerine yayılan faşizmin belasından ve on milyonlarca insanın ölümünden kurtulacağından şüphe edemez. Evet, bunun uygulanması için öznel koşullar mevcut değildi. Sovyet proletaryası edilgen ve parçalanmıştı. Sol Muhalefet'in programına sempatiyle bakıyordu, ancak yorgunluk içindeyken, bunun için savaşmak üzere gerekli militanlığa sahip değildi. Krassó'nun düşündüğünün aksine, Troçki hiçbir zaman bu konuda en ufak bir yanılsamaya kapılmadı.

Bolşevik Parti’den hemen ayrılmak, yeni bir (yasadışı) parti ilan etmek, giderek daha edilgen hale gelen işçi sınıfına güvenmek anlamına geliyordu. Orduya güvenmek, darbe yapmak, aslında bir bürokratik aygıtı başka bir bürokratik aygıtla değiştirmek ve kendini bürokrasinin esiri olmaya mahkûm etmek anlamına geliyordu. Troçki'yi, kendisine açık olan bu iki yoldan birini ya da ikisini de seçmediği için eleştirenler, temel toplumsal ve siyasi güçler açısından durumu anlamamışlardır. Proleter bir devrimcinin görevi, her ne pahasına olursa olsun, her koşulda "iktidarı ele geçirmek" değildir; sosyalist bir programı uygulamak için iktidarı ele geçirmektir. Eğer "iktidar" ancak bu programın gerçekleştirilmesinden uzaklaştıran, ona yaklaştırmayan koşullar altında kazanılabiliyorsa, muhalefette kalmak bin kat daha iyidir. Muhtemelen havada süzülen ve toplumsal gerçeklikten kopuk olan soyut "iktidar"ın Marksist olmayan hayranları, bunu bir "zayıflık" olarak görürler. İnançlı herhangi bir Marksist, bunun Troçki'nin zırhındaki bir "kusur" değil, onun tarihe armağanı ettiği en büyük gücü olduğunu anlayacaktır.

Öyleyse Troçki'nin 1920'lerdeki mücadelesi, o zamanlar sadece tarih adına, "programı kurtarmak" için verilmiş bir "poz" muydu? Bu açıdan olsa bile tamamen haklı olurdu. Bugün, dünyadaki yeni devrimci öncülerin gerçek Marksizm’i yeniden sahiplenmesinin, Troçki'nin neredeyse tek başına “kara 1930’lu yıllarda” Marksizm’in mirasını ve sürekliliğini kurtarmasının büyük ölçüde yardımcı olduğu açıkça görülmelidir.

Ancak gerçekte, Troçki'nin mücadelesinin daha acil bir amacı vardı. Sovyet işçi sınıfı edilgendi, ancak bu edilgenliği uzun bir süre için mekanik olarak önceden belirlenmiş değildi. Uluslararası devrimin herhangi bir yükselişi, toplumsal güçlerin Sovyetler Birliği içindeki ilişkilerinde herhangi bir değişikliğe, bir uyanışa yol açabilirdi. Bu değişimlerin doğrudan aracı ancak Komintern ve Sovyetler Birliği Komünist Partisi olabilirdi. Troçki, Lenin'in kendisinden istediği gibi, partinin bürokratik yozlaşma sürecine fren olması için mücadele etti. Tarih, parti aygıtının, proletaryanın siyasi olarak mülksüzleştirilmesi sürecine fren değil, motor görevi görecek kadar bürokratikleştiğini a posteriori olarak göstermiştir. Bu mücadelenin sonucu,  a priori olarak, SBKP liderliğinin, yani Eski Bolşeviklerin somut siyasi tercihlerine bağlıydı. Doğru zamanda doğru bir dönüşüm, bürokrasiyi tamamen ortadan kaldırmak için değil (bu, geri kalmış bir ülke ve kapitalist ortam koşullarında imkansızdı), ama onun zararlı etkisini azaltmak ve proletaryayı yeniden özgüvenine kavuşturmak için süreci tersine çevirebilirdi. Troçki'nin "başarısızlığı" aslında Eski Muhafazakârların başarısızlığıydı; onlar, Devrim'in doğurduğu canavarca parazitin gerçek doğasını çok geç anladılar. Ancak bu "başarısızlık", Troçki'nin 1920'lerdeki toplumsal güçler, siyasi kurumlar ve fikirler arasındaki karmaşık ve girift ilişkiyi anladığını göstermektedir.

3. 1919 ile 1949 arasında devrimin uluslararası çapta yayılması imkânsız mıydı?

Şimdi Krassó'nun Troçki'nin Marksizmi’ne yönelik eleştirisinin üçüncü aşamasına, bir anlamda en belirleyici ve onun akıl yürütme zincirinin açıkça en zayıf halkasına geliyoruz: Troçki'nin 1923'ten sonra devrimin uluslararası zaferlerine ilişkin "beklentileri"ne yönelik eleştirisi.

Krassó'nun makalesinin bu bölümü tuhaf bir paradoksun etkisi altında. Krassó, Troçki'yi partinin rolünü küçümsemekle suçlayarak başlamıştı. Ancak Krassó şimdi, Troçki'nin Batı'da devrimlerin başarılı olacağına dair umudunun, "Rusya ve Batı Avrupa'nın toplumsal yapıları arasındaki temel farkları anlamadaki başarısızlığına" dayandığını belirtir (s. 81). Başka bir deyişle, nesnel koşullar, en azından iki dünya savaşı arasında, dünya devrimini imkânsız kılıyordu. Troçki'nin sözde "iradeciliğine" karşı çıkan Krassó, burada kaba bir sosyo-ekonomik determinizm görüşünü savunuyor: Batı'da devrimler (henüz) kazanamadığına göre, bu onların zafer kazanamayacaklarını kanıtlıyor ve eğer kazanamadılarsa bunun nedeni Batı'nın "özgül toplumsal yapısı"dır. Partinin, öncünün, liderliğin, "siyasi kurumların özerkliği"nin rolü, hem Krassó'nun kendisi tarafından hem de Troçki'ye karşı polemiklerde tamamen ortadan kaldırılmıştır. Gerçekten de tuhaf bir takla...

Peki ya Lenin? Krassó'nun ifadesiyle, "parti ve toplum arasındaki zorunlu ilişkiyi teorileştiren" (s. 84) bir kişi olmasına rağmen Lenin’in Troçki kadar komünist partiler ve Komünist Enternasyonal'in kurulmasının gerekliliğine inanmış olmasını nasıl açıklıyor? Krassó bunu Lenin adına "boş bir iradecilik" olarak mı görüyor? Brest-Litovsk'tan yıllar sonra (Krassó burada 78. sayfada aksini ima ederek tarihsel bir çarpıtma yapıyor) Lenin'in devrimin Batı ve Doğu'ya uluslararası alanda yayılmasının kaçınılmaz olduğunu düşünmeye devam ettiğini nasıl açıklıyor?[26]

Krassó, Ekim Devrimi ile uluslararası devrim arasındaki diyalektik ilişki konusunda Lenin ve Troçki'nin tutumları arasında bir fark yaratmaya çalışırken, Troçki'ye üç mekanik ve çocuksu fikir atfediyor: Avrupa'da devrimlerin "yakın" olduğu fikri (s. 81); kapitalist koşulların her yerde, en azından Avrupa'da, belirli uluslar arasında herhangi bir fark olmaksızın devrim için eşit derecede olgun olduğu fikri (s. 81); ve bu devrimlerin zaferinin "kesin" olduğu fikri (s. 79, 81). Krassó'nun bu iddiaların hiçbirini kanıtlayamayacağını söylemeye gerek yok. Aksini gösteren çok sayıda belgeye ulaşmak ise oldukça kolaydır.

Daha Komintern'in Üçüncü Kongresi'nde (1921) Troçki, Lenin ile birlikte (her ikisi de o Kongre'nin "sağ kanadında" yer alıyordu), savaş sonrası devrimci mücadelelerin ilk dalgasından sonra kapitalizmin Avrupa'da bir nefes alma süresi kazandığını açıkça belirtti. Gündemde olan 'acil devrim' değil, komünist partilerin gelecekteki devrim için hazırlık yapması, yani işçi sınıfının çoğunluğunu kazanmak ve yeni devrimci durumlar ortaya çıktığında bu partileri zafere taşıyabilecek bir kadro ve liderlik oluşturmak için doğru bir politika izlemekti.[27] Buharin ve Stalin'in "Komünist Enternasyonal Program Taslağı"nı eleştiren Troçki, 1928'de açıkça şöyle demiştir: "Bu dönemin devrimci karakteri, her an devrimin, yani iktidarın ele geçirilmesinin gerçekleştirilmesine olanak tanımasından ibaret değildir. Devrimci karakteri, derin ve keskin dalgalanmalardan ve anlık devrimci durumdan, yani Komünist Partinin iktidarı ele geçirebileceği durumdan, faşist veya yarı-faşist karşı-devrimin zaferine, ve bu durumdan da geçici bir altın orta yol rejimine (“Sol Blok”, sosyal demokrasinin koalisyona dahil edilmesi, iktidarın MacDonald'ın partisine geçmesi vb.) ani ve sık geçişlerden oluşur. Bu geçişler, hemen ardından antagonizmayı tekrar krize sürükler ve iktidar sorununu keskin bir şekilde gündeme getirir.[28] Son yazılarında, bizim çağımızı sürekli bir biçimde devrimlerin, karşı-devrimlerin ve "geçici istikrarların" hızlı bir şekilde birbirini izlediği bir dönem olarak nitelendirir ve bu ardışıklığın Leninist tipte bir devrimci öncü parti kurmak için nesnel koşulları yarattığını belirtir.

Krassó'nun hiç sormadığı ve bu nedenle de cevaplayamadığı sorunun özü burada yatmaktadır.[29] Lenin'in örgütsel kavramlarının özünde yatan temel varsayım nedir? Georg Lukács'ın çok yerinde bir şekilde tanımladığı gibi, bu varsayım devrimin gerçekliği, yani devrimci durumlar ortaya çıktığında proletarya tarafından iktidarın bilinçli ve kasıtlı olarak ele geçirilmesi için hazırlık yapılması ve Rus toplumunun nesnel hareket yasaları göz önüne alındığında, bu tür devrimci durumların er ya da geç ortaya çıkacağına dair derin bir inançtır.[30] Lenin, Hilferding'in Finans-Kapital adlı eserinin etkisi altında Emperyalizm üzerine kitabını yazarken ve Birinci Dünya Savaşı'nın önemine ilişkin bir bilanço çıkarırken, devrimin gerçekliği kavramını tüm emperyalist dünya sistemine doğru bir şekilde genişletti: En zayıf halkalar ilk önce kopacaktı, ancak tam da tek bir zincirin halkaları oldukları için, tüm zincir aşamalı olarak kopacaktı.[31] Bu, Üçüncü Enternasyonal'in kurulması çağrısını haklı çıkaran gerekçesiydi. Bu, Komintern'in programatik temeliydi.

Bu, hafife alınamayacak temel bir varsayımdır. Ya teorik olarak doğrudur ve tarih tarafından doğrulanmıştır – ki bu durumda “sürekli devrimin üçüncü yasası” yeterli olmakla kalmaz, aynı zamanda 1920'ler, 1930'lar ve 1940'ların başlarındaki işçi sınıfının yenilgilerinin ana sorumluluğu da doğrudan yetersiz liderliğin sorumluluğuna atfedilebilir. Ya da Lenin'in 4 Ağustos 1914'ten sonraki temel varsayımı yanlıştı ve deneyimler, Avrupa'nın geri kalanında devrimci durumların periyodik olarak ortaya çıkması için nesnel koşulların olgunlaşmadığını gösterdi – ve bu durumda, Krassó'nun ifadesiyle, sadece Troçki'nin "sürekli devrimin üçüncü yasası" bir “teorik hata” olmakla kalmaz, Lenin'in proletaryayı iktidarı ele geçirmek amacıyla örgütlenmiş Komünist Partileri kurma çabalarının tamamı da suçlu bir bölünme olarak mahkûm edilir. Sonuçta, sosyal demokratlar 50 yıldan fazla bir süredir, Batı'daki "sosyo-politik koşulların" devrim için "olgunlaşmamış" olduğu ve Lenin'in "Rusya ile Batı Avrupa'nın toplumsal yapıları arasındaki temel farklılıkları anlayamadığı" iddialarını aynı temel argümanla ileri sürmüyorlar mıydı?

En azından tarihsel deneyimler düzeyinde, bilanço çok hızlı bir şekilde çıkarılabilir. Küçük ülkeleri bir kenara bırakırsak, 1918-19, 1920 ve 1923'te Almanya'da devrimci bir durum vardı ve 1930'ların başında Nazizm tehdidine karşı başarılı bir savunmayı yeni bir devrimci duruma dönüştürme olasılığı çok yüksekti; 1931, 1934 ve 1936-37'de İspanya'da devrimci bir durum vardı; 1920, 1945 ve 1948'de (Togliatti suikastı sırasında) İtalya'da devrimci bir durum vardı; 1936 ve 1944-47'de Fransa'da devrimci bir durum vardı. İngiltere'de bile, 1920'lerin ortalarında genel grev denen bir şey yaşandı... Komünist ve devrimci olmayan kaynakların yazıları da dahil olmak üzere geniş bir literatür, tüm bu durumlarda kitlelerin kapitalist sistemin varlığını hoş görme konusundaki isteksizliğinin ve toplumun kaderini kendi ellerine alma içgüdüsel dürtülerinin, egemen sınıflar arasında geniş bir kargaşa, bölünme, hatta neredeyse felçle eşzamanlı olarak ortaya çıktığını doğrulamaktadır - Lenin'in klasik devrimci durum tanımı. Bu tabloyu tüm dünyaya genişletirsek, 1920'lerin Çin devrimi ve 1930'ların başındaki Vietnam ayaklanması, İkinci Dünya Savaşı'nın sonunda, sömürge ve yarı-sömürge ülkelerde dünya çapında bir devrimci hareketi tetikleyen iki güçlü devrimle birleşti. O halde, Isaac Deutscher ve George Novack'ın Troçki'nin yazılarından oluşan bir kitapçığın[32] başlığı olarak seçtikleri “Sürekli Devrim Çağı”nın bu yarım yüzyılı tanımlamak için kullanılması, tarihsel deneyimin yeterli bir özeti olacaktır.

Krassó şimdi makalesinin en sıra dışı ifadesine geliyor: 1920'lerde, 1930'larda ve 1940'ların başındaki Avrupa devriminin yenilgileri, "Stalin'in bakış açısının Troçki'ninkinden üstünlüğünün yadsınamaz olduğunu" kanıtlıyor (s. 79). Çünkü Troçki devrimlerin zafer kazanacağını öngörürken, Stalin "Avrupa'da devrimlerin başarıya ulaşma olasılığını göz ardı etti". Ama tam tersi değil miydi? Troçki, ne Avrupa'da ne de başka bir yerde devrimlerin otomatik olarak zafer kazanacağına hiç inanmıyordu. O sadece, Komünist Hareketin doğru bir politika izlemesi için yorulmadan mücadele etti; bu politika, ilk seferinde olmasa da ikinci veya üçüncü seferinde devrimci durumları devrimci zaferlere dönüştürebilirdi. Stalin, yanlış politikaları savunarak bu devrimlerin yenilgisine büyük katkıda bulundu. Çinli komünistlere Çan Kay-Şek'e güvenmelerini telkin etti ve Çan Kay-Şek'in Şangay işçilerini toplu katliama uğratmasından hemen önce yaptığı bir konuşmada, bu celladı "sadık bir müttefik" olarak gördüğüne dair sarsılmaz inancını dile getirdi.[33] Alman komünistlerine, sosyal demokrasinin ana düşmanları olduğunu ve Hitler'in ya iktidarı ele geçiremeyeceğini ya da birkaç aydan fazla iktidarda kalamayacağını, çok yakında gerçek galip gelenlerin kendileri olacağını söyledi. İspanyol komünistlerine, devrimlerini durdurmalarını ve "liberal" burjuvazi ile ittifak kurarak "önce savaşı kazanmalarını" gerektiğini ifade etti. Fransız ve İtalyan komünistlere, birkaç komünist bakan ve birkaç kamulaştırma nedeniyle “tamamen” burjuva olmayacak “yeni bir demokrasi” kurmalarını belirtti.

Tüm bu politikalar felaketle sonuçlandı. Yine de Krassó felaketlerin bilançosunu çıkarırken, Stalin'in bakış açısının Troçki'ninkinden inkâr edilemez bir şekilde (!) üstün olduğu sonucuna varıyor, çünkü, görüyorsunuz, o "Avrupa devrimlerinin başarı olasılığını göz ardı etti"! Belki de 3. Enternasyonal'in Stalin çizgisinin, Komintern'in dünya devriminin bir aracı olmaktan çıkıp Sovyet hükümetinin diplomatik manevralarına basit bir yardımcısına dönüşmesi ve tek bir ülkede sosyalizmi inşa etme teorisi, Avrupa'da başarılı devrimlerin olmamasıyla bir ilgisi vardı? Yoksa Krassó, Stalin'e bu yenilgileri kasten örgütleme niyetini atfetmeye kadar ileri mi gidecekti... sırf kendi bakış açısının Troçki'nin bakış açısına göre "üstünlüğünü" "kanıtlamak" için?

Marksistler olarak son bir soru sormamız gerekiyor. Stalin'in Komünist Enternasyonal alanındaki "hataları", onun "anlayış eksikliği" veya "Rus taşralılığı"nın tesadüfi sonuçları olarak açıklanamaz, tıpkı Sovyetler Birliği içindeki politikalarının feci sonuçlarının, tamamen Marksist olmayan "kişilik kültü" formülüyle açıklanamayacağı gibi.[34] Onun "yanlış" taktikleri, Sovyetler Birliği’nin veya uluslararası proletaryanın çıkarlarına hiçbir şekilde uymuyordu. Bu taktikler, kurtarılabilecek milyonlarca insanın ölümüne, on yıllarca süren önlenebilir fedakarlıklara ve faşizmin demir yumruğu altında yıllarca süren korkunç acılara mal oldu. Öyleyse, Stalin'in neredeyse 30 yıl boyunca, Sovyet ordusu dışında, dünyanın herhangi bir yerinde, Komünist Partilerin iktidarı ele geçirme girişimlerine sistematik olarak karşı çıkması veya bunları sabote etmesi gerçeğini nasıl açıklayabiliriz?[35] Elbette, bu şaşırtıcı gerçeğin toplumsal bir açıklaması bulunmalıdır. Böylesine sistematik bir politika, ancak Sovyet toplumu içindeki özel bir toplumsal grubun, yani Sovyet bürokrasisinin özel çıkarlarının bir ifadesi olarak açıklanabilir.

Bu grup yeni bir sınıf değildir. Üretim sürecinde özel ve nesnel olarak gerekli bir rol oynamaz. Sosyalist demokrasinin gelişmesi için elverişsiz nesnel koşullar altında iktidarı ele geçiren proletaryanın ayrıcalıklı bir uzantısıdır. Proletarya gibi, bu grup da temelde üretim araçlarının kolektif mülkiyetine bağlıdır ve kapitalizme karşıdır: Stalin’in sonunda kulakları ezmesinin ve Nazi işgaline karşı çıkmasının nedeni budur. Ekim Devrimi’nin temel sosyo-ekonomik kazanımlarını yok etmedi; aksine, sosyalizmin temel hedefleriyle giderek daha fazla çelişen yöntemlerle de olsa, onları korudu. Ekim Devrimi'nden doğan toplumsallaşmış üretim biçimi, dışarıdan gelen tüm saldırılara ve içeriden gelen tüm yıkıcı saldırılara başarıyla direndi. Yüz milyonlarca insana üstünlüğünü kanıtladı. Bu, aynı zamanda, dünya devriminin, kötümserlerin varsaydığı gibi on yıllarca kesin olarak geriye atılmak yerine, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra neden bu kadar kolay bir şekilde yeniden yükselip önemli zaferler kazanabildiğini de açıklayan temel tarihsel eğilimdir.

Ancak proletaryadan farklı olarak, bu kesim temelde muhafazakâr bir bakış açısına sahiptir ve dünya devriminin yeni bir yükselişinden korkar, çünkü bunun kendi ülkesinde işçilerin militanlığının yeni bir aşamasını tetikleyeceğini ve kendi iktidarını ve ayrıcalıklarını tehdit edeceğini düşünür. 1920'ler ve 1930'larda "tek ülkede sosyalizm" teorisi ve pratiği, 1950'ler ve 1960'larda "barış içinde bir arada yaşama" teorisi ve pratiği gibi, bu bürokrasinin toplumsal olarak çelişkili doğasının mükemmel bir ifadesidir. Emperyalizm tarafından yok olma tehdidi altında olduğunda kendini kesinlikle savunacaktır; hatta dünya ölçeğinde toplumsal güç dengesini bozmadan yapabileceği durumlarda "etki alanını" genişletmeye bile çalışacaktır. Ancak temelde statükoya bağlıdır. Amerikalı devlet adamları uzun vadede bunu fark etmişlerdir. Krassó, en azından Lenin'in ölümünden bu yana Rus dış politikasının bu mantığının farkında olmalı ve bu tutarlı davranış için toplumsal bir açıklama bulmaya çalışmalıdır. Troçki'nin ortaya koyduğundan başka bir açıklama bulamayacaktır.

Bürokrasi ve onun savunucuları, elbette, bu politikayı, başka yerlerdeki devrimler tarafından "kışkırtılması" halinde tüm kapitalistlerin birleşerek Sovyetler Birliği'ne saldırması tehdidine karşı Sovyetler Birliği'nin savunulmasıyla ilgili olduğunu belirterek rasyonalize etmeye çalışabilirler. Aynı şekilde, sosyal demokratlar da, burjuvazinin devrimci faaliyetler tarafından "kışkırtılması" halinde, işçi sınıfı örgütlerini ve kazanımlarını savunmak için devrimlere karşı çıktıklarını sürekli olarak savunmuşlardır. Ancak Marx bize, partileri ve toplumsal grupları kendi akıl yürütmelerine ve kendi ilan ettikleri niyetlerine göre değil, toplumdaki nesnel rollerine ve eylemlerinin nesnel sonuçlarına göre değerlendirmemiz gerektiğini öğretmiştir. Bu anlamda, Sovyet bürokrasisinin gerçek toplumsal niteliği, eylemlerinin toplamında yansır; tıpkı Lenin’e göre, emperyalist ülkelerdeki sendika bürokrasisinin ve sosyal-demokrasinin küçük-burjuva üst kademelerinin sosyalist devrime karşı tutarlı muhalefetlerinin gerçek toplumsal niteliklerini açıklaması gibi.

İşte yine başlangıç noktamıza geri döndük. Marksistler, siyasi kurumların göreli özerkliğini anlarlar; ancak bu anlayış, bu kurumların toplumsal kökenlerini ve son tahlilde hizmet ettikleri toplumsal çıkarları sürekli olarak araştırmayı gerektirir. Aynı zamanda bu kurumlar, ilk başta hizmet ettikleri söylenen toplumsal sınıfların üstüne çıktıkça, kendi iradelerinden bağımsız olarak, kendini savunma ve kendini sürdürme eğilimine daha fazla kapıldıkları ve ortaya çıktıkları sınıfın tarihsel çıkarlarıyla daha fazla çatışmaya girebilecekleri anlamına da gelir. Marx ve Lenin sorunu bu şekilde anlamışlardır. Bu bağlamda, Krassó'nun Troçki'nin "partilerin" ve "ulusların" özerkliği olasılığını "hafife aldığı" yönündeki suçlaması, onun bir Marksist ve Leninist olduğu yönündeki bir suçlamadan ibarettir. Troçki'nin bu günahın yükünü memnuniyet duymadan metanetle taşımaya razı olacağına eminiz.



[1] Troçki'ye hakkını vermek gerekirse, 1917'den önce Lenin'in de yaklaşan Rus devrimi için stratejik hedef olarak proletarya diktatörlüğünün kurulmasını reddetmiş olduğunu eklemek gerekir. Ekim Devrimi'nin zaferi, Lenin'in devrimci öncü parti teorisi ve pratiği ile Troçki'nin sürekli devrim teorisi ve pratiğinin tarihsel bir birleşiminden kaynaklanmıştır.

[2] Avusturya Sosyal Demokrasisi'nin Hainfelder Programı 1889'da açıkça şöyle der: "Sosyalist bilinç, proleter sınıf mücadelesine dışarıdan aktarılması gereken bir şeydir." Kautsky, 17 Nisan 1901 tarihli Die Neue Zeit ("Akademiker und Proletarier") dergisinde devrimci aydınlar ile işçiler arasındaki ilişki sorununa odaklanmış bir makale yayımladı ve bu makalede Lenin'in örgütsel kavramlarının çoğunu formüle etti. Yayımlanma tarihi göz önüne alındığında, bu makalenin (iki makaleden oluşan bir dizinin parçası) Lenin'in Ne Yapmalı? adlı eserine doğrudan ilham verdiği şüphesizdir.

[3] Troçki'nin işçi partisine sızan amatör aydınlara karşı duyduğu içgüdüsel güvensizliğinin Marx'tan kaynaklandığını ve Lenin tarafından da tamamen paylaşıldığını eklemek gerekir; Krassó bu noktayı ustaca unutmaktadır. Bkz. Marx-Engels: Bebel, Liebknecht, Bracke ve diğerlerine 17-18 Eylül 1897 tarihli genelge (s. 455-6, Marx Engels: Ausgewählte Schriften, Band II, Verlag für fremdsprachige Literatur, Moskova, 1950 ve V. I. Lenin: "Bir adım ileri, iki adım geri", s. 270, Selected Works Vol. I, 1947, Foreign Languages Publishing House, Moskova, burada Lenin, "proletaryanın disiplininden ve örgütlenmesinden korkan burjuva aydınlarını" küçümser. Krassó'nun, Troçki'nin hayatının sonunda, her zaman nefret ettiği ve hor gördüğü Burnham-Schachtman tipi "salon aydınları" ile tartışmak zorunda kalmasında (s. 84) keşfettiği "en büyük ironiye" gelince, Krassó, Engels'in Dühring ile, Lenin'in ise Bulgakov ile tartışmak zorunda kaldığını unutuyor. Bu iki kişi de Burnham veya Schachtman'dan kesinlikle üstün değillerdi. Burada, Marksizmin tüm ustalarının çok iyi anladığı bu tür eğitici polemiklerin parti kurmadaki işlevini anlamayan Krassó'dur.

[4] Krassó'nun alıntı yaptığı Troçki'nin metninde açıkça belirtildiği gibi, Troçki, 1917 devriminde Menşeviklerin uzlaşmacı politikası kendisi için netleştiği andan itibaren "Menşeviklerle birliğin imkansız olduğunu" anlamıştı.

[5] Isaac Deutscher: The Prophet Armed, s. 259, Oxford University Press, 1954.

[6] Dördüncü Enternasyonal'in Kurucu Konferansı, Sosyalist İşçi Partisi tarafından yayımlandı, New York, 1939, s. 16.

[7] Lenin, 1 Kasım 1914'te şöyle yazmıştı: "2. Enternasyonal öldü, oportünizm tarafından alt edildi... 3. Enternasyonal'in görevi, kapitalist hükümetlere karşı devrimci saldırı için proletaryanın güçlerini örgütlemektir. (Lenin-Zinoviev: Gegen den Strom, s. 6, Verlag der Kommunistischen Internationale, 1921).

[8] Lenin, 1908'de şöyle yazmıştı: Bu başarının temel ön koşulu, elbette, seçkinleri sosyal demokrasiyi kurmuş olan işçi sınıfının, nesnel ekonomik nedenlerle, örgütlenme kapasitesi bakımından kapitalist toplumun diğer tüm sınıflarından farklı olmasıdır. Bu ön koşul olmadan, profesyonel devrimcilerin örgütlenmesi sadece bir oyun, bir macera olurdu... Ne Yapmalı? broşürü, önerdiği profesyonel devrimcilerin örgütlenmesinin ancak " temel olarak mücadele için ortaya çıkan gerçek devrimci sınıf" ile ilişkili olarak bir anlam ifade ettiğini defalarca vurgulamaktadır (V. I. Lenin: "Zwölf Jahre", Sämtliche Werke, Cilt XII, s. 74).

[9] "Tarihsel mücadelelerin, ister siyasi, ister dini, ister felsefi ya da başka herhangi bir ideolojik düzlemde yürütülsün, aslında toplumsal sınıflar arasındaki mücadelenin az ya da çok açık ifadeleri olduğu yasasını ilk keşfeden Marx'tı. Bu yasa uyarınca, bu sınıfların varlığı ve dolayısıyla çatışmaları da, ekonomik durumlarının gelişmişlik düzeyi, üretim ve değişim biçimleri tarafından koşullandırılır..." (Engels, 'Louis Bonaparte'ın 18 Brumaire'i'nin üçüncü Almanca baskısının Önsözü, s. 245, Marx-Engels: Seçilmiş Eserler, Cilt I, Moskova, Yabancı Diller Yayınevi, 1958.)

[10] 1920'lerin en acıklı belgelerinden biri, Stalin'in 1925'te yazdığı Soru ve Cevaplar adlı broşürdür. Bu broşürde Stalin, Sovyet hükümetinin dış politikasının proleter enternasyonalizmden vazgeçmesi, dünyanın bölgelerini emperyalizmle etki alanlarına bölmesi veya Komintern'i feshetmesi durumunda, Parti ve Devlet’in yozlaşmasının mümkün olduğunu belirtir. Elbette bu olasılıkları tamamen dışlar, ancak 18 yıl sonra bunların gerçekleşeceğini kendisi de fark edecektir.

[11] Sol Komünizm, Çocukluk Hastalığı adlı eserinde Lenin, komünist öncünün iktidarı muzaffer bir şekilde ele geçirebilmesi için önce "tüm işçi sınıfının", "en geniş kitlelerin" desteğini kazanması gerektiğini vurgular (Seçilmiş Eserler, Cilt II, s. 573, Moskova, Yabancı Diller Yayınevi, 1947).

[12] Marx-Engels: Seçilmiş Eserler, Cilt I, s. 244, Yabancı Diller Yayınevi, Moskova 1958.

[13] Ancak tamamen ayrı değildir - tıpkı faşist bürokrasinin tekelci sermayeden asla tamamen ayrılamayacağı gibi. Ancak her iki durumda da, sınıfın ortak tarihsel çıkarlarının savunulması (birinci durumda kolektif mülkiyet, diğerinde özel mülkiyet), aynı sınıfın kapsamlı bir siyasi mülksüzleştirilmesiyle ve hatta birçok üyesinin büyük bireysel zorluklarla karşılaşmasıyla birleşmektedir.

[14] K. Marx: Fransa'da İç Savaş-Fr. Engels: 'Fransa'da İç Savaş'ın Önsözü, s. 516-9, s. 483, içinde: Marx-Engels: Seçilmiş Eserler, Cilt I, Moskova, Yabancı Diller Yayınevi, 1958.

[15] Kautsky: Der Ursprung des Christentums, 13. baskı, Dietz, Stuttgart, 1923, s. 499.

[16] Lenin'in SBKP’nin VIII. Kongresi öncesinde (19 Mart 1919) Parti Programı üzerine yaptığı konuşmada, bürokrasi konusuna defalarca geri dönüyor: Rusya'nın kültür eksikliği... Sovyet iktidarını zayıflatıyor ve bürokrasiyi yeniden yaratıyor... "Bürokrasi kendilerini komünist kılığına sokuyor..." "Bürokratizme karşı sonuna kadar, tam bir zafer elde edene kadar mücadele etmek, ancak tüm halkın ülke yönetimine katılmasıyla mümkündür..." (Lenin: Seçilmiş Eserler, Cilt II, s. 447, 450, Moskova, Yabancı Diller Yayınevi, 1947).

[17] Örnekler: 'Bu kötülüğün (bürokratizm) önümüzde daha net, daha kesin ve daha tehditkâr bir şekilde yükseldiğini görüyoruz' (21 Nisan 1921); 'siyasi iktidarın proletaryaya ait olduğu bir devlette grev mücadelesine başvurmak, ancak proleter devletin bürokratik deformasyonlarıyla açıklanabilir ve haklı gösterilebilir...' (17 Ocak 1922); "Ama Moskova'yı -4.700 sorumlu komünisti- ve bu bürokratik makineyi, bu dağı düşünürsek, kim liderlik ediyor ve kime liderlik ediliyor? Komünistlerin bu dağı yönettiğini söylemenin çok zor olduğunu düşünüyorum. Gerçekte, onlar yönetmiyorlar; yönetiliyorlar." (27 Mart 1922); "Bürokrasi ülkemizde sadece Sovyet kurumlarında değil, Parti kurumlarında da var." (2 Mart 1923) 26 Aralık 1922'de kaleme aldığı vasiyetnamesinin üçüncü ekinde Lenin, onlarca işçinin Merkez Komitesi’ne girmesini önerir, ancak bu işçilerin Sovyet aygıtında çalışmış olanlar arasından seçilmemesi gerektiğini, çünkü onların zaten bürokratik virüsle enfekte olduklarını belirtir.

[18] Krassó'nun söylediği gibi, Lenin'in vasiyetinde "ona (Troçki'ye) özel bir güven göstermediğini" (s. 75) söylemek doğru değildir. Vasiyet, Troçki'yi Merkez Komitesi'nin en yetenekli üyesi olarak sunar. Elbette Lenin'in onun zayıflığı olarak gördüğü yönlerini vurgular, ancak Troçki ile Stalin arasında keskin bir çatışma çıkacağını öngörür ve Stalin'i merkezi örgütsel konumundan uzaklaştırmayı önerir. Bunun anlamı açıktır.

[19] Krassó'nun bu hatalara ilişkin kaydı birçok konuda yanlıştır. "İşgücünün militarizasyonu" fikrini yanlış bir şekilde Troçki'ye atfederken, gerçekte bu fikir, SBKP’nin IX. kongresinde kabul edilen kolektif bir parti kararıydı. Troçki'nin Lenin'in vasiyetinin yayımlanması için mücadele etmediğini iddia eder; gerçekte ise Troçki bu konuda parti liderliğinde yenilgiye uğramış ve daha sonra ele alacağımız nedenlerle disiplini bozmak istememiştir. Krassó, Troçki'nin "Stalin'in onu partiden atmaya kararlı olduğunu tamamen gözden kaçırdığını" belirtir. Bu, 1923 için doğru olabilir, ama o zamanlar kimse bunu görmüyordu ve Stalin'in kendisi de muhtemelen bu kadar aşırıya gitme niyetinde değildi. Ancak Troçki, parti ve devletteki durumun ciddiyetini diğer Bolşevik liderlerden daha önce fark etti ve bu durum, Stalin'in kendine özgü karakteriyle birleşince, sadece ihraçlara değil, kanlı baskılara da yol açacaktı. Krassó, Troçki'nin Stalin-Zinovyev-Kamenev üçlüsünün dağılmasına hiç aldırış etmediğini yazıyor. Ancak bu dağılmanın sonucunda Troçki ile Zinovyev-Kamenev arasında Birleşik Sol Muhalefet'in kurulduğunu ve bu birleşik cephesinin 1927-28'de Troçki ve arkadaşları tarafından değil, Zinovyevciler tarafından parçalandığını eklemeyi unutuyor.

[20] Lenin'e hak vermek gerekirse, bu hataları yaparken, devletin ve partinin bürokratikleşmesi sürecini frenlemeyi amaçlayan bir dizi önlem almaya çalıştığını da eklemek gerekir. Fabrikalardaki "üçlü" sistemi, yöneticilerin yetkilerini etkili bir şekilde sınırladı. Sendikaların hakları genişletildi (bu noktada Lenin, Troçki'nin sendika önerilerini eleştirirken haklıydı). Parti kadroları için "maksimum gelir" ilkesi savunuldu. Fraksiyonlar kaldırılırken, eğilim oluşturma hakkı pekiştirildi ve Şlyapnikov, muhalif görüşlerinin yüzbinlerce kopya basılacağına dair söz aldı. Ancak tarih, proletarya siyasi olarak pasifleştikçe ve bürokrasinin gücü her alana yayıldıkça, tıpkı 1920'lerin sonlarında ve 1930'ların başlarında olduğu gibi, bu güvenceleri birkaç hızlı hamle ile ortadan kaldırma olasılığının da arttığını göstermiştir.

[21] Krassó, "sürekli devrim" formülünü "en derin görüşlerinde bile bilimsel (1) kesinlikten yoksun olduğunu gösteren beceriksiz bir tanım" olarak nitelendirir (s. 68). Bu formülün Marx tarafından ortaya atıldığını görmezden geliyor gibi görünüyor.

[22] Troçki, Komintern Program Taslağı'na yönelik eleştirisinin bir bölümünde, Stalin ve müttefiklerinin, sosyalist devrimin bir ülkede zafer kazanma olasılığı meselesini, yani sosyalist örgütlenmenin ve ekonominin inşasının başlamasının gerekliliğini, sosyalizmin nihai zaferi, yani tam gelişmiş bir sosyalist toplumun kurulması meselesiyle kasten karıştırdıklarını ayrıntılı bir şekilde göstermektedir (The Third International after Lenin, s. 24-40, Pioneer Publishers, New York, 1936). İlginçtir ki, 1924'te, Lenin ve Leninizm kitabının ilk Rusça baskısında Stalin'in kendisi şöyle yazmıştır: "Sosyalizmin nihai zaferi için, sosyalist üretimin örgütlenmesi için, tek bir ülkenin, özellikle de Rusya gibi bir köylü ülkesinin çabaları yetersizdir." Krassó tarafından kafa karıştırıcı bir şekilde yorumlandığı üzere (s. 79-80), Troçki'nin "tek ülkede sosyalizm"in imkansızlığına dair öne sürdüğü ekonomik nedenler, "inşa etmeye başlama" değil, "nihai zafer" açısından bakıldığında tamamen makul hale gelir. Açıkçası, tam anlamıyla sosyalist bir ekonominin, en gelişmiş kapitalist ekonomiden daha yüksek bir emek verimliliğine sahip olması gerekir; bu konuda Stalin ve Buharin bile hemfikirdi. Troçki, özünde otarşik bir ekonomide, emperyalist ülkelerin uluslararası işbölümü sayesinde elde ettiklerinden daha yüksek bir emek verimliliğine ulaşmanın imkansız olacağını savundu. Hiçbir yerde bunun SSCB içinde planlı ekonominin kaçınılmaz bir "yıkımına" yol açacağını iddia etmedi. Sadece bunun Sovyetler Birliği'nin sınıfsız bir topluma ulaşmasını engelleyecek şiddetli çatışmaların ve çelişkilerin kaynağı olacağını belirtti. Tarihsel deneyim bu öngörüyü tamamen doğrulamıştır.

[23] Tarihin bu temel kavramın doğruluğunu kanıtladığını düşünüyoruz. Bugün bile, Nazi emperyalizmine karşı kazanılan savaşın ve Troçki'nin 1920'lerin başından itibaren kaçınılmaz olarak gördüğü ikinci şiddetli çatışma olan kulakların sınıf olarak tamamen tasfiye edilmesinin ardından, Sovyetler Birliği'nin kaderi ulusal ve uluslararası düzeyde mevcut ve gelecekteki toplumsal çatışmaların sonucuna bağlı olmaya devam ediyor. Son tahlilde, Sovyetler Birliği'nin kaderi -tüm insanlığın kaderi gibi- ABD'deki emekçi kitlelerin, bu ülkenin yöneticilerini, iktidar deliliğinin son aşamasına ulaşmadan ve nükleer bir dünya savaşı başlatarak, 1944-45'te Hitler'in benzer koşullarda yaptığı gibi, "kızıl olmaktansa ölmeyi tercih ederiz" sloganını kabul ettiklerini pratikte göstermeden önce, silahsızlandırma kapasitelerine bağlıdır.

[24] Bu, Stalin'in Troçki'nin programının tamamını değil, sadece gerekli iç mantığı olmayan bazı kısımlarını benimsediğinin bir örneğidir. Muhalefet, 1923'ten itibaren Çariçin’de bir traktör fabrikası kurulması için mücadele etmişti. Teklif kabul edildi. Ancak 1928'den önce uygulamaya geçirilmedi. Eğer traktör üretimi 1924-25'ten itibaren başlamış olsaydı ve kolhozlar kademeli olarak kurulmuş olsaydı, yoksul köylüler, özel sektöre kıyasla kooperatif sektöründe daha yüksek işgücü verimliliği ve daha yüksek köylü geliri temelinde gönüllü olarak bunlara katılmış olsaydı, sanayileşme ve tarımın kolektifleştirilmesinin birleşimi, Sovyetler Birliği’nin 1950'lerin sonlarına kadar acısını çekmeye devam ettiği, 1928-32'de tanık olunan trajediden tamamen farklı bir duruma yol açmış olacaktı.

[25] Muhalefet, Stalin'in uyguladığı işçi ve köylülerin yaşam standartlarını acımasızca düşürme politikasına alternatif olarak, sadece zengin köylülere özel bir vergi uygulanmasını ve idari harcamaların radikal bir şekilde azaltılmasını, böylece yıllık bir milyar altın ruble tasarruf edilmesini önerdi. Beş yıllık plan yerine sekiz veya on yıla yayılan ilk Beş Yıllık Plan'ın hedeflerine, halkın büyük çoğunluğunun tüketiminde çok daha az fedakarlıklarla ulaşılabilirdi.

[26] Sadece iki alıntı: "İlk Bolşevik devrimi, dünyadaki ilk yüz milyon insanı emperyalist savaşın, emperyalist dünyanın pençesinden kurtardı. Gelecek devrimler, tüm insanlığı bu savaşların ve bu dünyanın pençesinden kurtaracak." (14 Ekim 1921). “Devrimci çalışmanın örgütlenmesini, yapısını, yöntemini ve içeriğini gerçekten anlamak için özel bir öğrenme süreci gerekir. Eğer bu gerçekleşirse, dünya devriminin perspektiflerinin sadece iyi değil, aynı zamanda mükemmel olacağına da inanıyorum." (15 Kasım 1922) (Lenin: Sämtliche Werke, Band 33, 1966 baskısı, s. 37 ve 418, Dietz Verlag, Berlin).

[27] Kuşkusuz, “siyasi kurumların özerkliğinin hafife alınması”nın tipik bir örneği...

[28] L. Troçki: Lenin Sonrası Üçüncü Enternasyonal, s. 81-82, New York, Pioneer Publishers, 1936.

[29] Georg Lukács: Lénine, s. 28-29, E.D.I. Paris, 1965.

[30] Rudolf Hilferding: Das Finanzkapital, Verlag der Wiener Volksbuchhandlung, s. 477'de finans sermayesini büyük iş dünyasının başarıya ulaşmış diktatörlüğü olarak nitelendiren son paragrafla bitiyor ve büyük iş dünyasının bu diktatörlüğünü nihayetinde proletarya diktatörlüğüne dönüştürecek "antagonistik (toplumsal) çıkarların müthiş çatışması"nı öngörür.

[31] Lenin'in 1915'te yazdığı "II. Enternasyonal'in Çöküşü" başlıklı broşür (Lenin-Zinoviev: Gegen den Strom, s. 129-70), Avrupa'da devrimci bir durumun gelişmekte olduğu ve devrimci sosyalistlerin kitlelerin devrimci duygularını ve eylemlerini teşvik etmek için harekete geçmeleri gerektiği fikrine odaklanmaktadır. Komünist Enternasyonal'in ilk iki kongresine yaptığı katkılarla bu analizi tüm sömürge ve yarı-sömürge ülkelerine kadar genişletir.

[32] Laurel Edition, Dell Publishing Company, 1964, New York.

[33] Çin Komünist Partisi'nin Maoist liderliği, 1925-27 döneminde ÇKP'nin lideri Chen Tu Hsui'yi bu hataların başlıca sorumlusu olarak göstermeye devam etmesi ve onun yalnızca Komünist Enternasyonal'in ve her şeyden önce Stalin'in kişisel talimatları doğrultusunda hareket ettiği gerçeğini gizlemesi, tarihsel gerçeğin kasıtlı bir şekilde çarpıtılmasıdır.

[34] Ancak birçok kişi, Krassó'nun da ima ettiği gibi (s. 80), Stalin'in politikası, SSCB'nin İkinci Dünya Savaşı'ndaki zaferiyle haklı çıkmamış mıdır? Bu tür şeyleri, bu zafer için ödenen muazzam bedeli ve sayısız önlenebilir kurban ve yenilgiyi (savaş sırasında da dahil: Sovyetler Birliği'nde bu tema etrafında kocaman bir literatür ortaya çıkmıştır!) sessizce görmezden gelmek, gerçekliğin çarpıtılmış bir resmini sunmaktır. Beşinci kattaki bir adam asansörü kullanmayı ve hatta ışığı açmayı reddediyor, ama karanlıkta dar bir merdivenden inmek istiyor. Beklendiği gibi kayıyor, merdivenlerden düşüyor, ama sağlam yapısı sayesinde boynunu değil, sadece iki kolunu ve bacağını kırıyor ve dört yıl sonra koltuk değnekleriyle tekrar yürüyebiliyor. Bu, elbette sağlam bir yapının kanıtıdır; ama bu, asansörü kullanmamak için bir gerekçe olabilir mi?

[35] Bugün bildiğimiz gibi, Stalin de Yugoslav ve Çinli komünistleri iktidarı ele geçirmemeleri için ikna etmeye çalıştı. Vietnam Komünist Partisi'ne Fransız sömürge imparatorluğu içinde kalmasını ve adını "Fransız Birliği" olarak değiştirmesini emretti. Onun yetiştirdiği parti, Fidel Castro'nun Küba'da zaferle sonuçlanan sosyalist devrim mücadelesine girmeyi birkaç yıl boyunca inatla reddetti. Bu gerçekler, basit bir psikolojik açıklamadan ziyade sosyolojik bir açıklamaya ihtiyaç duymuyor mu?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Trump’ın Avrupa’yla Dansı

Geçtiğimiz hafta yayımlanan 2025 Ulusal Güvenlik Stratejisi belgesi, dünya gündeminin zirvesinden inmiyor. Belge hakkındaki tartışmaların ön...