Çevirenin Notu: Nicolas Krassó’nun “Troçki’nin Marksizmi” adlı makalesi New Left Review’in Temmuz-Ağustos 1967 tarihli 44. sayısında yayımlanmıştı. Makalenin çevirisini uzunluğundan dolayı üç bölüm halinde paylaşmıştım, aşağıdaki linklerden ulaşabilirsiniz.
Ernest Mandel’in bu makaleyi eleştirdiği “Troçki'nin
Marksizmi: Bir Karşı Eleştiri” başlıklı makalesi ise New Left Review’in Ocak
1968 tarihli 47. sayısında yayımlanmıştı.
Krassó’nun Mandel’in eleştirisine yanıt verdiği “Ernest
Mandel'e Yanıt” başlıklı makalesi ise New Left Review’in Mart 1968 tarihli 48. sayısında
yayımlanmıştı.
Ernest Mandel’in bu makaleye yanıt verdiği “Troçki'nin
Marksizmi: Yanıta Verilen Yanıt” başlıklı makalesi ise New Left Review’in
Temmuz-Ağustos 1969 tarihli 56. sayısında yayımlanmıştı.
Makalenin çevirisini uzunluğundan dolayı üç bölüm halinde
paylaşıyorum.
Nicolas Krassó’nun “Troçki’nin Marksizmi” adlı
makalesi:
Birinci bölüm için tıklayınız: https://gcmalatya.blogspot.com/2025/10/ceviri-trockinin-marksizmi-1-nicolas.html
İkinci bölüm için tıklayınız: https://gcmalatya.blogspot.com/2025/10/ceviri-trockinin-marksizmi-2-nicolas.html
Üçüncü bölüm için tıklayınız: https://gcmalatya.blogspot.com/2025/10/trockinin-marksizmi-3-nicolas-krasso.html
Ernest Mandel’in “Troçki'nin Marksizmi: Bir Karşı
Eleştiri” başlıklı makalesi için tıklayınız:
https://gcmalatya.blogspot.com/2025/11/ceviri-trockinin-marksizmi-bir-kars.html
Nicolas Krassó’nun “Ernest
Mandel'e Yanıt” başlıklı makalesi için tıklayınız:
https://gcmalatya.blogspot.com/2025/11/ceviri-ernest-mandele-yant-nicolas.html
Nicolas Krassó, 1920'lerde Bolşevik Parti içindeki
mücadelede Stalin'in kazandığı zaferi, "Troçki'nin Marksizmi"nin iki
temel zayıflığıyla açıklamaya çalıştı: onun "sosyolojizmi", yani
siyasi kurumların özerk rolünü sürekli hafife alması; ve onu Bolşevik rejimin
1920-21 döneminde işçi sınıfına karşı uygulamak zorunda kaldığı sert baskıcı
önlemlerle özdeşleştiren "yöneticiliği". Bu açıklamaların tarihsel
gerçeğe uymadığını ve 1917 sonrası Rus devriminin kaderini (dünya devriminin
kaderinden bahsetmeye gerek bile yok,) yeterince açıklamadığını gösterdik.
Krassó yanıtında, hem genel teorik argümanlarla hem de
tartışmaya sunduğum bazı olgusal materyalleri çürütmeye çalışarak hipotezini
savunmaya çalışıyor.[1]
Her iki girişim de başarısız oluyor. Bu iki girişim, ilk yazısından daha açık
bir şekilde Krassó'nun analizinin temel zayıflığını ortaya koyuyorlar. Bu
zayıflık, çağdaş tarihi anlamak, yorumlamak ve ona göre hareket etmek için
Marksist yöntemden uzaklaşmaktan ibarettir.
Deneycilik ve Marksist Tarih Yazımı: İlk yaklaşım
“Analizimin tüm amacı, Troçki’nin bir Marksist olarak
düşünce ve pratiğinin bütünlüğünü, yani kendine özgü karakterini ve
tutarlılığını yeniden inşa etmeye çalışmaktı. Mandel’in cevabı, böyle bir
bütünlüğü arama girişiminden vazgeçiyor” diye yazıyor Krassó.[2]
Başka bir deyişle: Krassó, Troçki’nin düşünce ve pratiğini, keşfetmeye
çalıştığı bazı temel ilkeler tarafından yönetilen bir bütünlük olarak görmeye
çalışıyor. Aynı düzeyde ona cevap vermeyi reddetmek — Troçki'nin Marksizminin
benzersizliğine ilişkin tanımını kabul etmek ya da Troçki'yi yorumlamak için
kendi "temel ilkesini" başka bir "temel ilke" ile
değiştirmek — "ampirizm" olarak kınanmaktadır.
Bu makalenin sonunda, Troçki'nin Marksizminin farklılık
özelliği olarak düşündüğümüz şeye geri döneceğiz. Ama önce Krassó'nun
teorik argümanını olduğu gibi ele alalım. Marksist diyalektiğin bakış
açısından, süreçler temel fikirler tarafından değil, çatışan güçler tarafından
yönetilir. Herhangi bir tarihsel süreç, toplumsal nitelikteki temel çelişkiler
tarafından yönetilir. Bir yaşam sürecinin esasen fikirler tarafından
yönetildiğini ve açıklandığını düşünmek, Marx'tan Hegel'e doğru bir geri adım
atmak demektir. Bu fikirleri değişmez, kalıcı ve kendi iç çelişkileriyle ya da
kendileriyle yaşayan pratik arasındaki çelişkilerle ilgisiz olarak görmek,
Hegel'den Kant'a doğru bir geri adım atmak demektir.
Troçki'nin yaşamının, anahtarı ideolojik bir
"kavram" olan bir "birlik" oluşturduğunu varsaymak; bu
kavramı "sosyolojizm"in asli günahıyla özdeşleştirmek; Troçki'nin
Bolşevik Parti’ye katıldıktan sonra tarih ve siyasette "öznel
faktörün" rolüne en büyük önemi verdiği, Leninist parti teorisinin en
sadık savunucusu olduğu ve hem politikacı hem de tarihçi olarak bize
"siyasi kurumların özerk rolü"nün kesin olarak anlaşılmasının en
güzel örneklerinden bazılarını verdiği tarihsel gerçekliği inkar etmek, Troçki'nin
Marksizmi için gerçeğe aykırı bir "açıklama" ortaya koymaktır. Bu,
hem teorik hem de pratik olarak gerçeklikten kopuk, keyfi ve soyut bir zihin inşasıdır.
Krassó'nun tezinin metodolojik zayıflığı, Troçki'nin
faaliyetlerinin tüm temel yönlerini tutarlı bir şekilde açıklayamamasından daha
derindir (diyalektik teorinin ampirizme üstünlüğü, ampirik verileri
reddetmesinde değil, bunları tutarlı bir şekilde açıklama kapasitesinde
yatmaktadır; ve Troçki'nin örneğin 1917, 1923, 1933 veya 1938'deki teorisi ve
eylemleri, onun "siyasi kurumların özerk rolünü hafife alması" bakış
açısıyla tutarlı bir şekilde açıklanamaz). Bu zayıflık, Marksist sosyoloji ve
tarih yazımının en büyüleyici yönlerinden birinin, birey ve tarihsel süreç
arasındaki ilişkinin köklerine kadar uzanır.
Her bireyin önemli bir çalışma nesnesi olarak kabul
edilebileceğini, yaşam sürecinin diyalektik olarak incelenip açıklanabileceğini
inkâr etmiyoruz. Ancak elbette, bu tür teorik faaliyetlerde uyguladığımız şeyin
sosyoloji değil, bireysel psikoloji olduğu açıktır.[3]
Bu yöntem, tarihsel süreçte sadece marjinal bir rol oynayan bireylerle ilgilendiğimiz
sürece uygundur. Marx'ın tarihi anlamaya yönelik en büyük katkısı, tam da tarihsel
sürecin bireysel psikolojilerin basit bir etkileşimi, iç içe geçmiş sayısız
"vaka öyküsü" olarak açıklanamayacağı noktasında yatmaktadır. Bu
anlayışın gerektirdiği şey, kavramsal bir toplumsal arabuluculuktur: toplumsal
sınıfın arabuluculuğu. Dünya tarihi, çatışan bireylerin tarihi değildir (bu
bireyler çok gerçek ve bazen çok önemli olsalar da); dünya tarihi, sınıf
mücadelesinin tarihidir. Tarihin anlaşılmasıyla ilgili bireysel
özlemlerin, ihtiyaçların, çabaların ve fikirlerin birleşimi, bunların toplumsal
sınıflardaki birleşimidir. Uygar yaşamda tarihi şekillendiren çatışmalar, toplumsal
sınıflar arasındaki veya toplumsal sınıfların içindeki çatışmalardır.[4]
Tarihte kilit rol oynayan bireyler, bunu ancak belirleyici bir dönüm
noktasında, toplumsal oluşumların ihtiyaçlarını ve özlemlerini üstün bir
şekilde ifade etmeyi başardıkları için yapabilirler. Onları tarih sahnesine
iten toplumsal güçlerin benzersiz ilişkisi kökten değiştiğinde, tarihsel
rolleri de sona erer.[5]
Troçki'yi değerlendirirken, tarihteki rolünün
açıklamasını Troçki'nin "içsel düşüncesinde", yani bireyin bir
yönünde bulmaya çalışmak yanlış bir başlangıçtır. Tarihsel analizi bireysel
psikolojiyle tamamlamanın faydasını inkar etmiyoruz, ancak şu ana kadar bu
konuda elimizde olanlar pek ikna edici değil. Tarihi bireysel psikolojiyle
açıklama olasılığını şiddetle reddediyoruz. 1920'lerde Sovyetler Birliği'ndeki
siyasi mücadele, 1920'lerde ve 1930'larda dünya komünist hareketindeki siyasi
mücadele, yüz milyonlarca insanın kaderini etkilemiştir. Böylesine büyük
boyutlu bir çatışmanın sonucunu, şu ya da bu bireyin kişisel özellikleriyle
açıklamak —X'in zulüm uygulama çılgınlığı vardı, Y'nin mide ülseri vardı, Z “siyasi
kurumların özerk rolünü hafife aldı”— yalnızca Marksist olmamakla kalmıyor, gülünç
de oluyor.
Krassó'nun temel zayıflığı budur. Bu noktada, "Ernest
Mandel'e Yanıt" adlı yazısı ek bir bilgi sunmamaktadır. Troçki ve Lenin'in
Sovyetler Birliği'ndeki siyasi ve toplumsal mücadelenin şu ya da bu aşamasında
ne düşünüp ne düşünmedikleri ya da ne yaptıkları hakkında çok şey duyuyoruz.
Ancak, ne Rusya'da ne de dünya ölçeğinde, toplumsal güçlerle ilişkili olarak
devrimin iniş çıkışları hakkında hiçbir açıklama yapılmamaktadır. Krassó, tüm
sorunun süreksiz bir yönüne, yani 1921 sendika anlaşmazlığına böyle bir
açıklama getirmeye yönelik çekingen bir girişimde bulunduğunda, toplumsal
sınıfların, bu durumda proletaryanın fiziksel varlığını inkar edecek kadar
ileri gidiyor. Bu koşullar altında, bilimsel tarih yazımına yer yoktur.
Krassó'nun "Troçki'nin Marksizmini" anlamadaki başarısızlığı,
Marksizmin kendisinin terk edilmesiyle sonuçlanıyor.
Lenin, Troçki ve Parti Teorisi
Krassó, "parti örgütlenmesi teorisinde Alman ve
Avusturya Sosyal Demokrasisi teorisyenlerinden büyük ölçüde esinlenen Troçki
değil, Lenin'di" şeklindeki ifademize şaşırıyor. Şaşkınlık elbette bir
kanıt değildir. Lenin'in parti teorisini profesyonel devrimciler kavramıyla
özdeşleştirme girişimi de, "Troçki'nin daha sonraki herhangi bir aşamada (ilk
başta anlamadığı halde – E.M.) Lenin'in parti teorisinden gerçekten ders
çıkardığına dair hiçbir kanıt yok" iddiası da bir kanıt değildir.[6]
Krassó, profesyonel devrimciler kavramının Lenin'in parti
teorisinin temel önermesi olmadığını hatırlamıyor gibi görünüyor; bu, diğer
temel varsayımlardan kaynaklanan bir sonuçtan ibarettir. Kendisi daha önce
Lenin'in devrimci parti teorisindeki "temel tezini",
"sosyalizmin bir teori olarak, devrimci entelijansiyayı da içeren bir
parti aracılığıyla işçi sınıfına dışarıdan getirilmesi gerektiği" şeklinde
doğru bir şekilde tanımlamıştı.[7]
Victor Adler ve Kautsky'den esinlendiğini söylediğimiz "temel tez"
budur. Ve Krassó, alıntıladığımız kaynakları okuma zahmetine girseydi, Lenin'in
devrimci parti teorisinin temel unsurlarının aslında 1890'ların başında Alman
(ve Avusturya-Alman) sosyal demokrasisi tarafından üretildiğini kabul etmek
zorunda kalacaktı.
Lenin, parti teorisinin Alman sosyal demokrasisinden
esinlendiğine dair inancını hiçbir zaman gizlememiştir. Elbette Lenin'in
Kautsky ve arkadaşlarıyla yakın ideolojik bağları olduğuna dair bu iddialarında
abartılı ifadeler var; bunlar hizip kavgasının hararetinde ortaya atılmıştı.
Lenin'in, 1905 devriminden sonra aynı konuya geri döndüğünde, özellikle öncü
parti ile sınıf arasındaki gerekli bütünleşme konusunda, Ne Yapmalı? kitabında
kullandıklarından daha bütünleşik ifadeler kullandığı da doğrudur; bunları
Krassó'ya verdiğimiz ilk yanıtta belirtmiştik.
Ancak tüm bunlar konunun özünden uzak. Vurguladığımız nokta,
Lenin'in 1917 öncesindeki örgütsel anlayışının, Troçki'ninkinden çok sosyal
demokrasininkine yakın olduğuydu. Bu yakınlığın kaynağı çok açıktır: Lenin,
sosyal demokratlar gibi, örgütlü işçilerin örgütsüz işçilere karşı
oynaması gereken öncü rolü vurgulamıştı; Troçki ise bu örgütün önemini küçümsemişti.
Ancak Rosa Luxemburg ile birlikte, ve Lenin'den daha önce, örgütlenmenin kendi
başına devrimci önderliğin garantisi olmadığını, hatta işçi sınıfının
devrim yolunda ilerlemesini engelleyen bir tuzak haline gelebileceğini
anlamıştı. Parti aygıtının potansiyel muhafazakarlığını keskin bir
şekilde sezmişti. Bunu "sosyolojizm" olarak bir kenara iten herhangi
bir Marksist parti teorisi, 1914'ten bu yana işçi sınıfı hareketinin tarihi
hakkında hiçbir şey anlamamış demektir.
Bunu kasıtlı olarak söylüyoruz: 1914'ten beri. Krassó'nun
analizinde tamamen eksik olan şey, Lenin'in 4 Ağustos 1914'ten sonra yaşadığı
travmatik deneyimin belirlediği parti ve Enternasyonal'e karşı tutumunun
değerlendirilmesidir. Krassó'nun analizindeki bu "boşluk" tesadüfi
değildir. Lenin'in sosyal demokrasi üzerine yazdıklarını göz ardı ederek, o
tarihten itibaren Leninizm’in temel taşı haline gelen şeyi, yani parti
teorisiyle devrimci programın ve pratiğin birleşimini, rahatlıkla ortadan
kaldırmaktadır. Böyle bir birleşim olmadan, parti "örgütü"
sınıf mücadelesi açısından sadece boş bir kabuk haline gelmekle kalmaz, aynı
zamanda düşman toplumsal güçlerin potansiyel bir aracı haline de gelebilir.
Krassó, Troçki'yi "Troçki'nin sonraki düşüncesinde programın
fetişleştirilmesi" ile suçlayıp buna "Lenin'in düşüncesinin dayanağı
olan parti yapısı"nı karşıt olarak öne sürdüğünde[8]
, objektif olarak hem Troçki'yi hem de Lenin'i karalamaktadır. Bolşeviklere
katıldıktan sonra Troçki, programı parti yapısından asla ayırmadı. 1914'ten
sonra Lenin de parti yapısını devrimci program ve pratikten asla ayırmadı; 4
Ağustos 1914'te dersini almıştı.[9]
Troçki'nin Mart 1917'den sonra Lenin'in parti teorisini
sadece teoride değil, pratikte de anladığını ifade ettiği tüm örnekleri burada
saymak bizi çok uzağa götürür.[10]
Kendimizi bir alıntıyla sınırlayacağız:
"Sendikalist teorinin liderliği atadığı ve aslında proletaryanın
kitlesel sendika örgütlerinin üzerinde yer alan inisiyatif alan azınlık, biçimsiz
kalamaz. Ancak işçi sınıfının bu inisiyatif alan azınlığı doğru bir şekilde
örgütlenmişse, devrimci dönemin amansız taleplerine uygun iç disiplinle
bağlıysa, doğru doktrinle, bilimsel olarak inşa edilmiş proleter devrim
doktriniyle donanmışsa, o zaman sendikaların ve işçi hareketinin diğer tüm
biçimlerinin üzerinde duran, onları ideolojik olarak besleyen ve tüm
çalışmalarını yönlendiren Komünist Parti'den başka bir şey elde edemeyiz.
... Bu nedenle, Sosyalist Partinin mevcut devrimci kanadını
ve Fransız sendikacılığının devrimci kesimini tamamen içine alması gereken
Fransız Komünist Partisi’ni yaratmanın zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. Parti,
mevcut Sosyalist Parti’den, CGT'den ve yerel sendikalardan tamamen bağımsız,
katı bir şekilde merkezileştirilmiş, ayrı ve bağımsız bir aygıt yaratmalıdır.
. . . Çıkış yolu şudur: derhal merkezi bir Komünist
Parti'nin inşasına başlamak ve her şeyden önce, işçi hareketinin başlıca
merkezlerinde, mevcut gazetelerin aksine, örgütsel iç eleştiri ve soyut
propaganda organları değil, proleter kitlelerin mücadelesi için doğrudan
devrimci ajitasyon ve siyasi liderlik organları olacak günlük gazeteler kurmak.[11]
Nicolas Krassó da dahil olmak üzere herhangi birinin,
Lenin'in Ne Yapmalı? adlı eserinde ifade ettiği parti teorisi ile
Troçki'nin 1920'de yaptığı bu açıklama arasında herhangi bir fark bulmak zor
olacaktır.
1923 Seçeneklerinin İçeriği
Troçki'yi "romantik bir efsane ve sembol" olarak
sunma çabasında Krassó'nun önündeki en büyük engel, Troçki'nin 1923-33
döneminde hem Rus Bolşevik Partisi’ne hem de Komünist Enternasyonal'e önerdiği
somut ve kesin alternatif yoldur. Krassó, Krassó'nun yorumladığı sürekli devrim
teorisi ile Troçki'nin Sovyetler Birliği içinde hızlandırılmış sanayileşme
mücadelesi arasında temelsiz bir "çelişki" kurarak işe başladı.
Krassó'nun sadece tutarsızlık gördüğü yerde —ki bu da Troçki'yi
"yorumlama" girişimlerinin tutarsızlığını kanıtlıyordu— mantıksal bir
karşılıklı ilişki olduğunu gösterdik: hem ulusal hem de uluslararası düzeyde
proletaryanın ağırlığını güçlendirmeye yönelik bilinçli bir çaba.
Ernest Mandel'e Yanıtı’nda Krassó bir adım daha ileri
giderek, Troçki ve Sol Muhalefet'in 1920'lerde Stalin'in politikalarına
herhangi bir alternatif program sunduğunu açıkça reddediyor. Bu saçma önermeyi
desteklemek için, kronoloji konusunda şeffaf bir hileye başvurur: Sovyet
proletaryasının sayısı 1921'de üçte iki oranında azaldığı için,
1923-24'te bu proletaryanın kademeli olarak seferber edilmesi ve yeniden
siyasallaştırılması politikası gerçekçi değildi ve Troçki'nin hızlandırılmış
endüstriyel birikim önerilerinin "1928'deki umutsuz ekonomik
durumla, yani kulakların şehirleri fiilen abluka altına almasıyla hiçbir
ilgisi yoktu."[12]
Bu tür bir "mantık" karşısında insan hayrete düşüyor.
Proletaryanın 1921'de gerçekten üçte iki oranında azaldığını
kabul edelim (bu rakamların güvenilirliği konusunda ciddi şüphelerimiz var;
bunların aşırı abartılı olduğunu başka bir zaman kanıtlamaya çalışacağız).
Ancak, Krassó'nun ifadesini tekrarlamak gerekirse, 1923’te, hele ki 1926'da proletarya
"parçalanmış ve dağılmış" halde kalmadı.[13]
Solomon Schwartz'ın aktardığı resmi Sovyet istatistiklerine göre, 1897 ile 1913
arasında 7,9 milyondan 11,2 milyona yükselen ücretli ve maaşlı çalışanların
sayısı, 1922/23'te 6,6 milyona düştü, ardından 1923/24'te hızla 7,4 milyona,
1924/25'te 10,2 milyona, 1925/27'de 10,9 milyona ve 1928'de 11,6 milyona
yükseldi. Büyük ölçekli sanayide, 1913'te 2,8 milyondan 1922/23'te 1,7 milyona
düşen işçi sayısı, 1923/24'te 1,8 milyona, 1924/25'te 2,2 milyona, 1925/26'da
2,7 milyona, 1926/27'de 2,8 milyona ve 1928'de 3,1 milyona yükseldi. İnşaat
işçilerinin sayısı 1923/24'te 200.000'den 1926/27'de 550.000'e ve 1928'de
700.000'e fırladı. Savaş öncesi rakamların çok sayıda ev emekçisini (2
milyondan fazla) içerdiği ve bu kategorinin 1920'lerde 200.000 civarına düştüğü
göz önüne alındığında, 1926 civarında, kelimenin tam anlamıyla sanayi
proletaryasının devrim öncesi seviyeyi çoktan aştığı söylenebilir. Bu, gerçekten
de "parçalanmış ve dağılmış" bir proletaryadan çok uzaktır![14]
Yine de, proletaryanın 1921'de gerçekten "üçte iki
oranında azaldığını" kabul etsek bile, yukarıda alıntılanan rakamların
gösterdiği şey, 1921'den 1928'e kadar proletaryanın sayısal, ekonomik ve toplumsal
olarak yeniden yapılanma sürecidir. Ulusal gelirin yüzde 60'ından
fazlasını üreten bir toplumsal sınıfın (ki bu 1926 gibi erken bir tarihte bile böyleydi)
potansiyel bir toplumsal güce sahip olduğunu elbette kimse inkar edemez. Ancak
Krassó'ya hatırlatmalıyız ki Troçki, 1921'de ekonomik ve sosyal olarak en zayıf
durumuna düşmüş olan işçi sınıfının devleti ve ekonomiyi yönetme rolünü derhal
geri kazanmasını önermedi. Bu, Troçki'nin reddettiği "İşçi
Muhalefeti"nin politik olarak yanlış ve gerçekçi olmayan tutumuydu.
Ekonomik (ve endüstriyel) faaliyetlerdeki canlanma, fabrikaların yeniden
açılması, işçi sınıfının fiziksel olarak yeniden canlanması, politik açıdan
egemen bir sınıf olarak yeniden canlanması için gerekli ön koşullardı. Bu
nedenlerle Troçki, NEP'e dönüşü ve ekonomik canlanmaya verilen acil öncelikleri
kararlı ve doğru bir şekilde destekledi.
Ancak bu, bir sürecin sadece başlangıcıydı. Ekonomi yeniden
işler hale geldiğinde, reel ücretler yükseldi, ücretlilerin sayısı arttı,
sanayi üretimindeki keskin artış nedeniyle ekonomideki ağırlıkları yeniden
belirleyici hale geldi ve proletaryanın siyasi rolünün yeniden
canlanması için nesnel koşullar bir kez daha ortaya çıktı. Bu noktada, Parti’nin
bilinçli müdahalesi ya böyle bir canlanmayı destekleyebilir ya da güçlü bir
fren görevi görebilirdi. Sol Muhalefet'in programı, işsizliği ortadan
kaldırmayı, sanayileşmeyi hızlandırmayı, Sovyet demokrasisinin kapsamını
genişletmeyi, emekçi kitlelerin kendini ifade etmesini ve kendi faaliyetlerini
yürütmesini desteklemeyi ve uluslararası devrimin şansını güçlendirmeyi
önererek böyle bir canlanmayı kolaylaştırmaya yönelik tutarlı bir girişimdi; ve
bu da Sovyet işçilerinin özgüvenini ve militanlığını artıracaktı.
İktidar kanadı, kitlesel işsizliği ve "Sovyetlerin"
kitleleri manipüle etmesini sürdürerek, proletaryayı devlet ve ekonominin
yönetiminde herhangi bir önemli rolden giderek daha fazla kopuk hale getirerek;
Parti dışındaki işçi demokrasisinin kalıntılarını ve Parti içi demokrasinin
güçlü geleneklerini de aşındırarak, proletaryanın militanlığını ve öz-faaliyetini
azaltmak için elinden gelen her şeyi yaptı. Çatışmanın nesnel bilançosu budur.
Krassó, "Sorunun özü şuydu: proletaryanın 'pasifliği' değil
(Mandel'in ifadesiyle) — öznel bir konjonktürel durum, ama onun parçalanması ve
dağılması — nesnel bir yapısal durum"[15],
diye yazdığında sorunu mükemmel bir şekilde özetliyor ve aynı zamanda kendi
tezini çürüten örtük bir yanıt da veriyor. 1923 ile 1928 arasında, sanayi
üretiminin devrim öncesi seviyeye ve ötesine yükseldiği bir dönemde,
"parçalanma ve dağılmanın" "nesnel, yapısal bir durum"
olduğunu iddia etmek elbette imkansızdır. 1923'ten sonra pasifliğin "öznel
konjonktürel durumu"nun aşılmasının nesnel bir olasılığı vardı.
Bu başarılamadıysa, bunun nedeni partinin oynadığı kilit roldü. Verili
gerçekler karşısında başka türlü bir yorum, "siyasi kurumların özerk
rolünü ciddi şekilde küçümsemek" demektir; ve bunu artık açıkça ve haklı
olarak Krassó'nun sorumluluğuna bırakabiliriz.
Sol Muhalefet'in, sadece zengin köylüler ve Nepmenler'e özel
bir vergi uygulayarak ve devlet harcamalarını azaltarak yatırımı finanse etme
programına ilişkin olarak Krassó şu yorumu yapmaktadır: "Devlet
harcamalarını azaltarak birikimi finanse etmek, geri kalmış herhangi bir ülkede
ütopik bir hayaldir!"[16]
Aynı şekilde, geri kalmış bir ülkede sosyalist devrim ve Sovyet devleti
kurmanın da "ütopik bir hayal" olduğunu söyleyebiliriz; elbette
birçok yaşlı ve genç Menşevik, bu konuda Krassó ile aynı fikirde olacaktır.
Krassó'nun Lenin'in Devlet ve Devrim adlı eserini ve "ucuz
devlet" üzerine kapsamlı açıklamalarını, Lenin'in Ekonomik Felaket ve
Bununla Mücadele Yolları adlı eserini ve diğer birçok yazısını okuyup
okumadığını merak ediyorum. Muhtemelen tüm bunları yazan Lenin, sadece
"örgüt yapısı" ile ilgilenen "gerçekçi" Lenin ile
karıştırılmaması gereken "romantik bir Troçkist" idi. Ve muhtemelen
onun planı, az gelişmiş Rusya için değil, Britanya veya Almanya için
tasarlanmıştı.
Sadece zengin köylüleri vergilendirmekte "ütopik"
bir yan yoktur; Stalin'in tarım politikasının felaketle sonuçlanan deneyiminden
bu yana, işçi devletlerindeki birçok hükümet tam da bunu yapmaya çalışmıştır.
"Gerçekçi" Mao da benzer türden politikaları şiddetle savunmuştur.
Devlet harcamalarını (çoğu az gelişmiş ülkede büyük bir kısmı israf edilen)
aşağıdan sıkı bir kontrol altında tutmayı ve giderek artan sayıda devlet
işlevini işçilere ve köylülere devretmeyi savunarak bu harcamaları azaltmaya
çalışmak hiç de "ütopik" değildir.[17]
Sol Muhalefet programının bu konudaki önerileri, SSCB'nin en iyi ekonomi
uzmanları tarafından hazırlandı; bu uzmanların arasında, daha sonra ilk Beş
Yıllık Plan'da Rusya'nın ağır sanayisini kuran Preobrajenski ve Piatakov da
vardı. Bu uzmanları romantik hayallere kapılmakla suçlamak pek ciddi bir yaklaşım
değildir.
Aslında Sol Muhalefet platformunun verdiği rakamlar,
Krizhanovski'nin 1920'lerin başında ülkenin sanayileşmesi için hazırladığı ilk
kapsamlı planda ortaya koyduğu rakamlarla örtüşmektedir. Bu rakamlar, ilk Beş
Yıllık Plan sırasında gerçekte olanlarla da örtüşmektedir.
Aradaki fark, tüketimdeki fedakarlığın dört buçuk yıla
sıkıştırılmak yerine on yıla yayılmış olacağıdır. Böylelikle, özellikle
işçilere ve emekçi köylülere yük olmak yerine, nüfusun daha ayrıcalıklı
kesimlerine yoğunlaştırılabilirdi.
Bu planın ortalama işgücü verimliliği (yatırımların verimliliği)
üzerindeki olumsuz etkisi önemsiz olurken, o yıllarda yoğunlaşan
fedakarlıkların işgücü verimliliği üzerindeki etkisi felaket boyutlarına
ulaştı.
Son olarak, Sol Muhalefet'in programında israf ve kayıplar
azaltılacakken, Stalin'in "çarpıcı" sanayileşme planında on kat
arttı, çünkü üreticilerin reel gelirindeki düşüşün yol açtığı yatırım
verimliliğindeki feci düşüş, halkı "disiplin altına almak"la meşgul
olan ve ekonomik büyüme açısından gelirlerin tamamen israf olmasına neden olan
yüz binlerce denetçi ve polis ihtiyacını doğurdu.
Bu şekilde, ekonomik büyümenin temposu, üreticilerin tüketim
düzeyi ve Sovyet demokrasisinin derecesi birbiriyle ilişkilidir, ancak bu
ilişki, Stalinizm’in birçok savunucusunun genel olarak varsaydığı (ve
Krassó'nun ima ettiği gibi) ters yöndedir. Daha fazla Sovyet demokrasisi ve
üreticilerin daha yüksek anlık tüketimi, yatırımların üretken etkisini önemli
ölçüde artırır, üretken olmayan tüketim ihtiyacını azaltır ve ekonomik büyüme
oranını düşürmez, aksine yükseltir.
Krassó'nun argümanından çok rahat bir şekilde çıkardığı
zaman faktörü, gerçekten de hayati önem taşır. Bu aynı zamanda, Krassó'nun,
Troçki'nin 1923'teki alternatif ekonomi politikasının 1928'de şehirleri
ablukaya alan kulaklara bir cevap olmadığı şeklindeki oldukça absürt iddiasına
da bir cevaptır. Elbette cevap değildi, çünkü bu alternatif politikanın asıl amacı
tam da 1928'deki gibi bir durumun ortaya çıkmasını önlemekti!
Troçki ve yoldaşları, 1923 gibi erken bir tarihte, kırsal
kesimde artan farklılaşmanın, küçük meta üretiminin büyümesinin kaçınılmaz bir
sonucu olduğu konusunda uyarıda bulunmuşlardı. Troçki, bunun, pazarlanabilir
gıda fazlasının zengin köylülerin elinde giderek yoğunlaşmasına ve köydeki zengin
köylülerin siyasi alandaki ağırlığının artmasına yol açabileceği konusunda
uyarıda bulunmuştu. Stalin ve Buharin bunu şiddetle reddettiler. Küçük meta
üretiminin refahından güçlenenlerin zengin köylüler değil, orta halli köylüler
olduğunu iddia ettiler. Troçki'nin sınıf mücadelesinin artacağını öngördüğü
yerde, onlar artan bir uyum gördüler. Özel tarımı, sosyalist sanayinin
genişletilmiş yeniden üretiminin... özel köylülere devlet tahvillerinin satışı
yoluyla finanse edilebileceği noktaya kadar, "sosyalizmin inşası”na
"entegre etmeyi" önerdiler.
Troçki, bu toplumsal uyumla ilgili ütopik hayalleri
reddetti. Bu tehlike akut hale gelmeden yıllar önce, partiye ve proletaryaya
kulakların tehlikesi konusunda uyarıda bulundu. Aslında, bu tehlikenin alacağı
şekli tam olarak öngörmüştü: Şehirden köye daha fazla sanayi ürünü akışı
sağlanmadığı sürece şehre yiyecek ulaştırmayı reddetmek. Bu "dağırım grevi"nin
yol açacağı siyasi hesaplaşmayı öngörmüştü. Ve Stalin-Buharin'in gıda
fazlasının kulakların elinde toplanmasını destekleyen politikasına karşı,
gerçekçi bir alternatif politika önerdi. Bu alternatif politika şuydu: bir
yandan kulakları vergilendirmek suretiyle sanayileşmeyi hızlandırmak; diğer
yandan, makineleşmiş tarıma dayalı devlet traktör fabrikaları ve kooperatif
çiftlikleri kurarak tarımı kademeli olarak kolektifleştirmek. Böylece yoksul
köylüler, bu çiftliklerde gelirleri ve yaşam standartları başlangıçtan itibaren
eski sefil çiftliklerinden daha yüksek olacağı için, kademeli olarak bu
çiftliklere akın edeceklerdi.
Tarımın kademeli olarak makineleşmesinin temelini oluşturan hızlandırılmış sanayileşme; zengin köylülerin lehine değil, onların aleyhine olan köylülerin hızlandırılmış farklılaşması; şehir ve kırsal kesimde yoksulların artan siyasi faaliyetlerine doğru hızlandırılmış yönelim ve dolayısıyla hızlandırılmış demokratikleşme — bunlar Troçki'nin programının tutarlı unsurlarıydı. Krassó, bu programın "köylülük sorununa siyasi bir çözüm içermediğini" söylemekle yetiniyor. Bu şaşırtıcı iddiayı destekleyen hiçbir kanıt sunulmuyor ve özellikle gerçekler ve objektif analizler tam tersini gösterdiğinden, Krassó'nun iddiası tek başına kabul edilemez.
[1]
NLR 44, s. 47 ve 84.
[2]
NLR 48, s. 90.
[3]
Burada, bireyin yaşam sürecini şekillendiren faktörlerden toplumsal faktörlerin
çıkarılması gerektiğini ima etmiyoruz. Ancak bunlar, bireyin kariyerini
açıklamak için kullanıldıklarında, ulusların veya insanlığın kaderini
şekillendiren güçler olarak düşünüldüklerinden farklı bir çerçevede, farklı bir
düzeyde ve farklı bir bütünlükle hareket ederler.
[4]
Bu ayrımın mantığı, Engels'in Joseph Block'a yazdığı 21-22 Eylül 1890
tarihli mektupta ikna edici bir şekilde ifade edilmiştir: "Tarih, nihai
sonucun her zaman birçok bireyin iradesi arasındaki çatışmalardan doğduğu şeklinde
yazılır ve bu iradeler de yaşamın belirli koşulları tarafından
şekillendirilmiştir. Böylece, birbiriyle kesişen sayısız kuvvet, tek bir
bileşkeye -tarihsel olaya- yol açan sonsuz bir dizi paralelkenar güçler vardır.
Bu da yine, bilinçsizce ve irade olmaksızın bir bütün olarak işleyen bir gücün
ürünü olarak görülebilir. Çünkü her bireyin iradesi diğer herkes tarafından
engellenir ve ortaya çıkan şey, hiç kimsenin istemediği bir şeydir. Böylece
tarih, şimdiye kadar doğal bir süreç gibi ilerlemiştir ve esasen aynı hareket
yasalarına tabidir. Ancak bireylerin iradelerinin... istediklerini elde
edememeleri, ancak bir toplam ortalamaya, ortak bir sonuçta birleşmeleri
gerçeğinden, bunların sıfıra eşit olduğu sonucuna varılmamalıdır. Aksine, her
biri sonuca katkıda bulunur ve bu ölçüde sonuca dahil edilir. (Marx-Engels, Seçilmiş
Mektuplar, Progress Publishers, Moskova, 1965, s. 418).
Bkz. ayrıca Lenin: "Karşıt eğilimlerin bütününü
inceleyerek, bunları toplumun çeşitli sınıflarının yaşam ve üretim
koşullarına kesin olarak tanımlanabilir bir şekilde indirgeyerek, belirli bir
'hakim' fikrin veya onun yorumunun seçiminde öznellik ve keyfiliği bir kenara
bırakarak ve istisnasız tüm fikirlerin ve çeşitli eğilimlerin maddi üretim
güçlerinin koşullarından kaynaklandığını ortaya koyarak, Marksizm,
sosyo-ekonomik sistemlerin yükselişi, gelişimi ve çöküşü sürecinin kapsamlı ve
bütüncül bir şekilde incelenmesi için bir yol göstermiştir. İnsanlar kendi
tarihlerini kendileri yaparlar, ama insanların, halk kitlelerinin güdülerini ne
belirler, yani çelişen fikirlerin ve çabaların çatışmasına neden olan nedir? (Collected
Works, Cilt 21, s. 57, Progress Publishers, Moskova, 1964).
[5]
Bkz. "Belli bir zamanda, belli bir ülkede, şu ya da bu kişinin ortaya
çıkması elbette tamamen tesadüftür. Ama onu ortadan kaldırırsanız, onun yerine
geçecek birine ihtiyaç duyulur ve bu kişi, iyi ya da kötü, uzun vadede mutlaka
bulunur." (Engels’in H. Starkenburg’a 25 Ocak 1894 tarihli mektubu,
Marx-Engels Selected Correspondence, s. 467).
[6]
NLR 48, s. 91.
[7]
NLR 44, s. 66.
[8]
NLR 48, s. 92.
[9]
Bkz. Lenin: “Avrupa’da sosyalizm, dar ve ulusal sınırlar içinde kalmış,
nispeten barışçıl bir aşamadan ortaya çıkmıştır. 1914-15 savaşının patlak
vermesiyle devrimci eylem aşamasına girmiştir; oportünizmle tam bir kopuşun,
onu işçi partilerinden kovma zamanının geldiğine şüphe yoktur... Devrimci bir
örgütün inşasına başlanmalıdır — bunu yeni tarihsel durum, proleter devrimci
eylem çağı gerektirmektedir — ancak bu, devrimci enerjinin boğucuları olan eski
liderlerin, eski partinin üstünden, onun yıkılmasıyla başlanabilir.”
(Collected Works, Cilt 21, s. 249, s. 252–3).
[10]
Bkz. Levi'nin 1921'de KPD'den ayrılmasına karşı tutumu; 1923 yaz-sonbaharında
Almanya'da yaşanan devrimci krizde partinin oynadığı kilit role karşı tutumu;
1926-27'de Çin Komünist Partisi'nin özerkliğinin korunmasının mutlak
gerekliliğine karşı tutumu vb.
[11]
On the Coming Congress
of the Comintern, 22 Temmuz 1920. Leon Trotsky: The First Five Years of the Communist
International, Cilt I, s. 93–4, New York, Pioneer Publishers.
[12]
NLR 48, s. 99.
[13]
NLR 48, s. 95.
[14]
Solomon Schwartz: Les Ouvriers en Union Sovietique, Paris, Rivière,
1956, s. 50–53.
[15]
NLR 48, s. 95.
[16]
NLR 48, s. 99.
[17]
Bkz. Lenin'in son makalesi: "Daha az ama daha iyi." "Devlet
aygıtımızı en üst düzeyde ekonomik hale getirmeliyiz... ancak hükümet
mekanizmamızı tamamen temizleyerek, içinde kesinlikle gerekli olmayan her şeyi
en üst düzeyde azaltarak, ayakta kalabileceğimizden emin olabiliriz." (Collected
Works, Cilt 33, s. 501–2).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder