11 Kasım 2025 Salı

(Çeviri) Ernest Mandel'e Yanıt - Nicolas Krassó

 Çevirenin Notu: Nicolas Krassó’nun “Troçki’nin Marksizmi” adlı makalesi New Left Review’in Temmuz-Ağustos 1967 tarihli 44. sayısında yayımlanmıştı. Makalenin çevirisini uzunluğundan dolayı üç bölüm halinde paylaşmıştım, aşağıdaki linklerden ulaşabilirsiniz. Ernest Mandel’in bu makaleyi eleştirdiği “Troçki'nin Marksizmi: Bir Karşı Eleştiri” başlıklı makalesi ise New Left Review’in Ocak 1968 tarihli 47. sayısında yayımlanmıştı. Krassó’nun Mandel’in eleştirisine yanıt verdiği “Ernest Mandel'e Yanıt” başlıklı makalesi ise New Left Review’in Mart 1968 tarihli 48. sayısında yayımlanmıştı.

Nicolas Krassó’nun “Troçki’nin Marksizmi” adlı makalesi:

Birinci bölüm için tıklayınız: https://gcmalatya.blogspot.com/2025/10/ceviri-trockinin-marksizmi-1-nicolas.html

İkinci bölüm için tıklayınız:  https://gcmalatya.blogspot.com/2025/10/ceviri-trockinin-marksizmi-2-nicolas.html

Üçüncü bölüm için tıklayınız:  https://gcmalatya.blogspot.com/2025/10/trockinin-marksizmi-3-nicolas-krasso.html

Ernest Mandel’in “Troçki'nin Marksizmi: Bir Karşı Eleştiri” başlıklı makalesi için tıklayınız: https://gcmalatya.blogspot.com/2025/11/ceviri-trockinin-marksizmi-bir-kars.html

 

Ernest Mandel'in Troçki'nin Marksizmine yönelik eleştirime verdiği yanıt bazı yorumları gerektiriyor. Ortaya attığı üç temel soruyu ele almak ve tartışmayı bunlara odaklamak son derece faydalı olabilir. Böylelikle tartışmalı yerel meselelerin çoğu bu şekilde çözüme kavuşacaktır. Analizimin tüm amacı, Troçki'nin bir Marksist olarak düşünce ve pratiğinin birliğini, yani kendine özgü karakterini ve tutarlılığını yeniden inşa etmeye çalışmaktı. Mandel'in yanıtı, böyle bir birlik arayışından vazgeçmektir. Kronolojik olarak, 1904’teki Troçki'yi 1905’tekinden ve 1912’deki Troçki'yi 1917’dekinden ayırmaktadır; 1926’daki Troçki’yi de 1922’dekinden ayırıyor. Yapısal olarak, Troçki'nin düşüncesi bir siyasetçinin pratiğinden koparılmıştır. Amacım, Troçki'nin bir bütün olarak ele alınan faaliyetinin belirli farklılıklarının, soyut ilkelerle basitçe özdeşleştirilemeyeceğini göstermekti. Mandel, Troçki'nin parti içindeki liderlik tarzına, askeri komutan olarak rolüne veya devlet yöneticisi olarak siciline neredeyse hiç değinmez. Bu nedenle, başlangıçta, Mandel'in orijinal makalenin tezlerine seçici eleştiriler getirdiğini vurgulamak önemlidir. Troçki'nin Marksizmine karşı bir karşı teori sunmamıştır. Bu yolu seçerek ampirizm riskini göze almıştır. Bunun bir sonucu olarak, geleneksel Troçki-Stalin karşılaştırmasına geri dönme eğilimi tekrar tekrar ortaya çıkmaktadır ve bu çıkmazdan kurtularak özgürce tartışmayı sağlamak makalenin amaçlarından biriydi. 1920'lerde Troçki ve Stalin arasındaki mücadele genellikle ilkeler arasında bir mücadele olarak görülür. Ancak Troçki-Stalin kutuplaşması, Lenin'in vasiyetinde öngördüğü gibi bir felaketti. Bugün, Troçki ve Stalin'i değerlendirmek için gerekli başlangıç noktası Lenin'dir. Bu, tüm tartışmanın gidişatını belirleyen aksiyomdur. Mandel, Troçki'nin düşüncesini ayrı bölümlere bölerek, onu pratiğinden ayırarak ve soyut bir zıtlıkla ilişkilendirerek, Troçki'yi tarih veya Marksizm içinde uygun bir yere yerleştirmekten kendini alıkoymuştur.

1. Troçki ve Parti

Mandel, Troçki'nin tutarlı bir sosyolojizm sergilediğini ve siyasi kurumların özerk rolünü sürekli küçümsediğini reddediyor. Troçki'nin kariyerinin ilk dönemi -1902-17- burada kritik öneme sahiptir. Mandel'in argümanı iki yönlüdür. Troçki'nin devrimci parti modelinin Alman SPD'sinden türetildiğini reddediyor -bu, Lenin'in Ne Yapmalı? adlı eserindeki modelinin aksine, işçi sınıfının kitlesel üye olduğu parti fikridir. Oysa Troçki’nin parti hakkındaki tek yazısı, 1904'te Lenin'e yönelttiği sert eleştiriydi (Nashi Politicheskye Zadachi). Deutscher açıkça şu yorumu yapar: "Proletaryanın vekili olarak hareket eden bir parti anlayışına (yani, Troçki'nin Lenin'in anlayışının karikatürü – N.K.), Axelrod'un Avrupa sosyal demokrat partilerini model alan 'geniş tabanlı bir parti' planına karşı çıktı."[1] Aynı broşür, Rusya için böyle bir modelin başlıca savunucuları olan Menşevik liderlere övgüler yağdırıyordu. İki yıl sonra, Sonuçlar ve Olasılıklar adlı eserinde Troçki, Batılı Sosyal Demokrat partilere karşı büyük bir şüphe duyduğunu dile getirdi, ancak bu onu devrimci parti anlayışını gözden geçirmeye değil, bu anlayışı tamamen unutmaya yöneltti. Sonuç, kitle güçlerine dolaysızca güvenmek, daha sonra kendisinin de itiraf edeceği gibi “sosyal devrimci kadercilik” oldu.[2]

Ancak Mandel parti örgütlenmesi teorisinde büyük ölçüde Alman ve Avusturya Sosyal-Demokrasisi teorisyenlerinden esinlenen kişinin Troçki değil, Lenin olduğunu iddia eder. Lenin'in teorisinin tüm vurgusunun, devrimi yapmaya adanmış profesyonel devrimcilerden oluşan bir partinin kurulması olduğu düşünüldüğünde, böyle bir iddia şaşırtıcıdır; zira bu fikir Kautsky ve Adler için kabul edilemez bir anlayıştır. Menşeviklerle yaşanan tarihi ayrışma başka neye dayanıyordu? Troçki'nin o dönemde bunun önemini kavrayamamış olması tesadüf değildir. Troçki'nin daha sonraki herhangi bir aşamada Lenin'in parti teorisinden gerçekten ders çıkardığına dair hiçbir kanıt yoktur. 1917'de kararlı bir şekilde Bolşeviklere katıldı ve Ekim Devrimi sırasında etkili bir rol oynadı. Ancak Mandel, şu sözleriyle siyasi düşüncesinin süregelen sınırlılığını istemeden de olsa ortaya koymaktadır: "Troçki, 1917 devriminde Menşeviklerin uzlaşmacı politikası (italikler ona ait) netleştiği andan itibaren Menşeviklerle birliğin imkânsız olduğunu anlamıştı."[3] Aynen öyle. Troçki, Lenin'e, Menşeviklerle ayrılığının tarihsel gerekçesi olan partinin örgütlenme teorisi nedeniyle değil, 1917'deki ayaklanma politikası nedeniyle katıldı. Hiç kimse bu dönüşümün önemini küçümsememelidir. Ancak Ekim Devrimi'nden sonra Bolşevik Parti içinde Troçki'ye karşı süregelen şüphe ve güvensizliği yaratan şey, tam da bu ikisi arasındaki farktı.

Bu temel gerçek kavranmadıkça, parti içi mücadelenin sonraki bütün tarihi oldukça anlaşılmazdır. Mandel bu konuyla hiçbir yerde yüzleşmez. Bu konuya tek atfı, 1917'den sonra "Troçki'den daha iyi bir Bolşevik yoktur" ifadesini içeren bir Lenin alıntısıdır. Ancak, Mandel'in kaynak olarak gösterdiği Deutscher'in de açıkça belirttiği gibi, bu "alıntı" yalnızca bir söylentiden ibarettir. Lenin'in bir sohbette böyle bir ifade kullandığına dair kesin bir kanıt yoktur.[4] Ancak olumsuz nitelikte bir kanıt mevcuttur: Gerçek şu ki, Lenin'in 1917'den sonraki tüm ciltler dolusu yazılarında, Troçki'nin Marksizmi veya Bolşevizme geçişinin niteliği hakkında hiçbir yorumda bulunmamıştır. Bu gerçeği ortaya koymak için pek çok fırsatı varken bu sessizliği gerçekten ilginçtir. Vasiyetinde Troçki hakkındaki kısa ve özlü yorumu, sahip olduğumuz tek güvenilir yargıdır.

Elbette, 1930'larda Troçki, tarih yazılmasında partinin rolüne muazzam bir vurgu yapmıştı. Ancak, daha önce de belirttiğim gibi, dördüncü bir enternasyonal kurma girişimi şeklinde ortaya çıkan bu vurgu, yalnızca Lenin'in teorisini gerçek anlamda benimseme konusundaki yetersizliğini yansıtıyordu. Ancak geçmiş hataların bilinci, yeni hatalar üretme eğilimindeydi. Troçki, Lenin'in parti teorisini veya partinin toplumla ilişkisini hiçbir zaman derinlemesine incelemedi veya deneyimlemedi. 1930'larda bunu yeniden üretmeye çalıştığında, onu karikatürize etti; ona, Marksizminin önceki tüm karakteriyle uyumlu, ancak Lenin'inkinden uzak, iradi ve idealist bir bakış açısı kazandırdı. Dolayısıyla, Mandel'in alıntıladığı cümlede şöyle yazabilirdi: “İnsanlığın tarihsel krizi, devrimci liderliğin krizine indirgenmiştir.[5] 1930'larda dünya tarihinin muazzam toplumsal, ekonomik ve politik tıkanıklıkları bir “liderlik” meselesine “indirgenmiştir”. Böylesine idealist bir formülasyon, Lenin'in düşünce tarzıyla kesinlikle bağdaşmaz: öznelcilik ve tekçilik apaçık ortadadır. Buradaki liderlik anlayışının bir sonucu, Troçki'nin sonraki düşüncesinde programın fetişleştirilmesidir. Bu, devrimci etkinliğin en belirgin örneği haline gelir; Lenin'in düşüncesinin dayanağı olan parti yapısından kökten koparılmıştır. Böylece tasarlanan program, Lenin'in örgütlenme konusundaki ısrarının aksine, onu kalıcı olarak toplumsal yapı ve içinde işleyen nesnel çelişkilerle ilişkilendirdiği, siyaset üstü idealist bir erdem haline gelir. Dolayısıyla iki "parti inşası" deneyiminin pratik sonuçları arasında muazzam bir fark vardır. Biri, dönemin Rus toplumunun en derin iç hareketine kilitlenmişti. Diğeri ise Batı'da hiçbir zaman bir etki yaratamadı. Troçki, hayatının sonunda, başlangıçta görmezden geldiği Lenin'i hatırladı. Onu yeniden bulmayı ise asla başaramadı.

2. 20’lerin Mücadelesi

Parti içi mücadelenin somut seyri, ancak Troçki'nin Leninist olmayan geçmişi ışığında anlaşılabilir. Zira onu hem Eski Muhafazakârlardan ayıran hem de parti içinde sayısız taktiksel yanlış hesaplamaya sürükleyen şey buydu. Parti içi yaşamdan uzun süre uzak kalmasının nesnel ve öznel sonuçları burada belirleyici oldu. Mandel, Troçki'nin Stalin'e karşı mücadelesinde ardı ardına hata yaptığını ve Stalin'in 1923 itibarıyla örgütsel olarak partinin hâkimi olduğunu söylemenin çelişkili olduğunu savunur. "Bu iki düşünce tarzı kesinlikle birbirini dışlıyor mu? İlk durumda, Stalin'in zaferi rakibinin hatalarının sonucuydu. İkinci durumda ise kaçınılmazdı."[6] Aslında, iddia edilen, Stalin'in örgütsel olarak 1923'te partinin hâkimi olduğu ve ancak Eski Muhafazakârların siyasi birliğinin onu yenebilecek tek güç olduğuydu. Partinin örgütsel hâkimi, ülkenin mutlak hâkimi değildi. Kendini kolektif liderliğin temsilcisi olarak sunan Stalin’e gerçek bir kolektif liderlik tarafından başarıyla meydan okunabilirdi. Çünkü 1923'te Buharin, Troçki, Zinovyev ve Kamenev'in ittifakı şüphesiz galip gelirdi.[7] Bu diyalektik formülasyon, temel meseleyi tanımlar: Bu siyasi birlik neden hiç gerçekleşmedi? Mandel, bunun sorulması gereken doğru soru olduğunu dolaylı olarak kabul eder, ancak kendisi bunu umutsuz ve agnostik bir şekilde sorar: "Trajedi, Bolşevik Parti'nin diğer liderlerinin bürokrasi tehlikesini ve Stalin'in Sovyet bürokrasisinin temsilcisi olarak mutlak iktidara yükselmesinin tehlikesini zamanında görememiş olmalarıydı. Hepsi sonunda tehlikeyi bir şekilde fark ettiler, ancak aynı anda ve yeterince erken değil. Stalin'in iktidarı görünüşte bu kadar kolay ele geçirmesinin temel açıklaması budur."[8] İşte bu formülasyon, kabul ettiği olguya hiçbir açıklama getirmemektedir. Diğer Bolşevik liderlerin Stalin'in iktidara yükselmesinin tehlikesini “zamanında görememesi” söz konusu olduğunda, tek olası nedenler tesadüf veya sapmadır. Buna karşılık, benim kendi açıklamam Eski Muhafazakârların bölünmesini hemen açıklayabiliyor. Troçki, diğer Bolşevik liderler tarafından bir müttefik olarak değil, Leninist olmayan geçmişi, askeri üstünlüğü, Savaş Komünizmi dönemindeki otoriter rolü ve sendika tartışmalarındaki emir verici tavrı nedeniyle başlıca tehdit olarak görülüyordu. Bonapartizm, Mandel'in ima ettiği gibi, Troçki'nin 1930'larda yeniden keşfettiği Marksist bir kategori değildi:[9] Bu, Buharin, Zinovyev ve diğerlerinin Troçki'de gördükleri tehlikenin ta kendisiydi. Aynı zamanda, Troçki'ye yönelik bu şüpheleri tetikleyen parti deneyimi eksikliği, Troçki'nin bu şüpheleri anlayıp üstesinden gelmesini engelleyen şeydi. O, genel olarak hizip mücadelesinde kaybolmuştu ve bu mücadeleyi her zaman toplumun genelindeki sosyolojik çatışmaların ideolojik bir yansıması olarak yorumlama eğilimindeydi. Bu nedenle, Zinovyev'i ve ardından Buharin'i baş düşmanı olarak görüyordu, çünkü onlar farklı zamanlarda baskın koalisyonun "ideologları"ydılar: simetrik bir hata. Troçki, uzun süredir ana rakibinin Stalin olduğunun farkında olmayan bir muhalefetin lideri oldu. Sonuç olarak, partiyi aslında kendisine karşı birleştirdi. Kağıt kaplan korkusu, parti görevlilerinin gerçek bir kaplan üretmesine neden oldu; bunu on yıl sonra öğrendiler. 1920'lerde, olumsuz bir merkez olarak Troçki, partideki otoriter ve bürokratik eğilimleri hızlandırdı. Stalin'in iktidarının "ilkel birikimi", Eski Muhafazakârların Troçki'ye karşı kendilerini savunmasından doğmuştu. Troçki'ye göre Eski Muhafazakârlar, gerici Rusya'nın toplumsal baskısına ürkekçe boyun eğiyorlardı. Parti görevlileri içinse Troçki tehlikeli bir maceracıydı. Dolayısıyla Troçki'nin partiyi saf "ilkeler" üzerinden bölme çabası, ironik bir şekilde, ona karşı "ilkesiz" bir ittifakın oluşmasına neden oldu. Stalin, gerçekçiliği sayesinde destek kazandı, çünkü parti mekanizması kitlelerden yalıtılmışlığının son derece bilincindeydi. Stalin ne sağcı ne de solcuydu ve parti mekanizmasının adamları içgüdüsel olarak onun merkezci olmadığını da hissediyorlardı. Onlar için Stalin, muazzam bir çekiciliğe sahip, temel ve tek amaçlı bir fikri temsil ediyordu: İktidar korunmalıydı. Stalin'in göreceli gerekliliği, durumun ataletinden kaynaklanıyordu. İktidarı korumak ve kapitalist olmayan bir şekilde gelişmek için en az dirençle karşılaşılan yol buydu. Böylece Stalin, muhalifleri için bile iktidarın kendisiyle özdeşleştirildi. Buharin, 1928'de Kamenev'e şöyle demişti: "Durumumuz umutsuz değil mi? Ülke yok olursa, biz de onunla (yani partiyle) yok oluruz. Ülke toparlanmayı başarırsa ve Stalin zamanla yön değiştirse bile, biz yine yok oluruz."[10] Troçki bu karmaşayı hiçbir zaman anlayamadı. Sonuç, Stalin'in zaferini garantileyen, makalemde belgelenen bir dizi siyasi hataydı.

Eski Muhafazakârlar sorununun kritik önemi, o dönem Rusya'sının sosyo-politik bağlamının bir ürünüydü. Zira partinin siyasi yapısı, İç Savaş'tan sonra fiili bir toplumsal boşlukta varlığını sürdürdü. Troçki'nin parti içindeki hatalarının belirleyici niteliği de siyasi kurumların özerkliğini genel olarak hafife almasının doğal bir ifadesi olan bu durumdan kaynaklanıyordu. Sosyolojizm her zaman teorik bir hatadır: ancak özellikle 1920'ler Rusya’sında felaket sonuçlar doğurdu. Çünkü kitlesel toplumsal güçlerin diyalektiği İç Savaş'ta geçici olarak felce uğramıştı. İşçi sınıfının parçalanması, onu siyasi süreçten kasıtlı bir aktör olarak neredeyse tamamen dışlamıştı. Kronstadt'tan sonra kimse kitlelere bir çağrıda bulunmayı (Mao'nun 1960'larda Çin'de, çok farklı bir tarihsel durumda yapacağı gibi) düşünmeye cesaret edemedi. Böylece sosyalizmin kaderi aniden devrimin zirvesine fırlatılırken, temeli aşınmaya başladı. Troçki'nin bu durumu temel olarak yanlış anlaması, Mandel'in 1920’lerdeki genel bakış açısına dair çelişkili açıklamasında görülebilir. Mandel, bir yandan Troçki'nin siyasi programının “gerçekçi olmadığını”, çünkü “uygulanması için öznel (italikler ona ait) koşulların mevcut olmadığını” söylüyor. “Sovyet proletaryası edilgen ve parçalanmıştı. Sol Muhalefet'in programına sempatiyle bakıyordu, ancak yorgunluk içindeyken bu program uğruna savaşmak için gerekli militanlıktan yoksundu. Krassó'nun düşündüğünün aksine, Troçki hiçbir zaman bu konuda en ufak bir yanılsamaya kapılmadı.”[11]Ancak bir sonraki meselede Mandel tam tersini söylüyor. Troçki'nin mücadelesi, kaçınılmaz yenilginin bilincinde “programı kurtarmak” için verilen bir onur mücadelesi değildi. Çünkü “Sovyet işçi sınıfı edilgendi - ancak edilgenliği uzun bir süre boyunca mekanik olarak önceden belirlenmemişti. Uluslararası devrimin herhangi bir yükselişi, Sovyetler Birliği içindeki toplumsal güçlerin ilişkilerindeki herhangi bir değişiklik, bir uyanışa yol açabilirdi. Bu değişikliklerin doğrudan aracı yalnızca Komintern ve Sovyetler Birliği Komünist Partisi olabilirdi.”[12] Bu iki iddia birbiriyle bağdaşmazdır. Bunlar sadece Troçki'nin izlediği yolun geriye dönük olarak haklı gösterilmesinin ne kadar zor olduğunu gösterir. Gerçek şu ki, Troçki programının "gerçekçi olmadığını" düşünmüyordu. 1928'de Rakovski ile yaşadığı tartışma bunu açıkça ortaya koymaktadır, çünkü Rakovski tam olarak bunu düşünüyordu. Valentinov'a yazdığı mektup, belki de on yılın en öngörülü toplumsal analizi olarak öne çıkıyor: Troçki bunu kesin bir dille reddetti. Bunu yapmasının nedeni elbette Sovyet proletaryasının doğrudan savaşma potansiyeline inanmasıydı; bu, aslında onun parti içi mücadeleye yönelik yaklaşımının bir varsayımıydı. Eleştirel olarak hafife aldığı şey, İç Savaş'tan sonra işçi sınıfının parçalanma derecesiydi. Lenin, bir kez daha, tam tersine, bunun son derece farkındaydı. Sorunun formülasyonu karakteristik olarak radikaldi: "Büyük ölçekli sanayiniz nerede? Bu ne tür bir proletarya? Sanayiniz nerede? Neden atıl durumda?" diye sordu 1921'de. Sorunun özü buydu: Proletaryanın "pasifliği" (Mandel'in ifadesi) -öznel, konjonktürel bir durum- değil, parçalanması ve dağılması -nesnel, yapısal bir durum. Sayıları üçte iki oranında azalmış ve iyi militanları öldürülmüş veya parti görevlerine transfer edilmiş olduğu için kompozisyonu değişmişti. Parti içi mücadelenin sosyolojik arka planı budur ve Lenin on yılın başında, Rakovski ise sonunda bunu fark etmişti. Toplumsal güçlerin hemen üstün geleceğine inanan Troçki ise bunu fark etmemişti.

Bu, SBKP'nin Sovyet Rusya'nın nesnel toplumsal yapısından tamamen kopuk bir siyasal varlık olduğu anlamına mı geliyor? Elbette hayır. Marx'ın düşüncesi, hem siyasal otoritenin karmaşık toplumsal bütünlük içindeki özerkliğini hem de uzun vadede ekonomi tarafından belirlenmesini temellendirdi. Troçki'nin yaptığı hatanın tam tersi, siyasal kurumların, her zaman zorunlu olarak eklemlendikleri sosyo-ekonomik oluşumdan soyutlanmış, her şeye gücü yeten bir rol üstlendiğine inanmaktır.[13] Mandel, böyle bir inancın sonuçlarını mükemmel bir şekilde tanımlamaktadır: “Saf güç siyaseti, aktörlerini kendi eylemleri üzerindeki tüm kontrolünü kaybedecekleri noktaya kadar alçaltır. Bu eylemlerin bilinçli amaçları ile nesnel sonuçları arasındaki bağlantılar kaybolur. Buna karşıt olarak, Marksistler bilinçli eyleme öncelik verirler; ve bilinç, toplumsal güçlerin belirleyici rolünün ve bu rolün kaçınılmaz olarak herhangi bir bireyin eylemine dayattığı sınırlamaların bilincini gerektirir... Stalin'in “güç siyaseti”nin özerk olasılıklarına olan inancı onun 'düşmanı' haline geldi, çünkü Stalin’i yaşamının sonuna kadar varlığını fark etmediği toplumsal güçlerin bilinçsiz bir aracına dönüştürdü.[14] Burada, hem müritlerinin hem de düşmanlarının izlediği kişiselleştirmelerden arınmış, Stalin'in tarihsel rolüne dair yeni ve bilimsel bir açıklamanın tohumu bulunmaktadır.[15] Böyle bir açıklama, 1920’lerde parti içindeki zahmetsiz zaferi ile 1930’larda parti içindeki vahşice tasfiyeleri arasında anlamlı bir ilişki kurmalıdır. Çünkü Stalin, parti ve devlet aygıtı içinde yeni bir toplumsal grubun oluşmasından kesinlikle korkuyordu ve tehlikenin farkına vardığında (yaşamının sonuna doğru) kendi taraftarlarını yok etmekten çekinmedi. Daha önce de belirttiğim gibi, Troçki'nin 1930’lardaki “bürokratik restorasyon” uyarılarını ölümcül bir ciddiyetle ele almış gibiydi.[16]

Burada vurgulanması gereken önemli nokta, bürokratizm sorununun -Mandel'in de belirttiği gibi- Lenin'in son yıllarındaki en önemli kaygılarından biri olduğudur. 1920'lerde, kapitalizmin geçici istikrarı bir gerçek haline gelmişti. Lenin, devrimci siyasetin temel uzlaşmazlığı uzlaşma yeteneğiyle birleştirmesi gerektiğini giderek daha fazla vurgulayarak sürekli tekrarlıyordu. Lenin daha 1918'de, Günümüzün Temel Görevi - Solcu Çocukluğu ve Küçük Burjuva Zihniyeti başlıklı makalesinde, Rusların "ne yüksek bir kültür düzeyine ne de uzlaşma alışkanlığına sahip" oldukları yönündeki zayıflığından söz ediyordu.[17] Bir politikacı bir durumun gerçekliğiyle uzlaşmaya ne kadar az istekliyse, çözümüne o kadar az katkıda bulunabileceği açıktır. İşçi Muhalefeti'nin birçoğunun -ilk olarak, en uzlaşmaz ve bürokratizmi reddetmede en kararlı olanların- daha sonra Stalin yönetiminde yetkili olması ve hatta tasfiyelerden kurtulması pek de tesadüf değildir. İlkeleri o kadar yüksekti ki, bunlara uymak mümkün değildi (Dostoyevski'nin çok ilgilendiği bir insanlık durumu). Bu nedenle, daha sonra hiçbir şeyin onlar için önemi kalmadı. Lenin'in, başlangıçta ağırlıklı olarak Troçki tarafından temsil edilen bürokratik ve idari devletçiliğe karşı muhalefeti gerçekçiydi. Ancak İşçi Muhalefeti'nin bu temsilcileri, amaçlarının gerçekçi olmadığını anladıklarında, Stalin'in gerçekçilik anlayışını diğerlerine göre daha kolay kabul ettiler.

Bu, Mandel'in Lenin'in "hayatının son dönemindeki en büyük nihai mücadelesi ve meşguliyeti" olarak adlandırdığı bürokrasiye karşı mücadeleyle son derece alakalıdır. Zira Lenin, sorunu hiçbir zaman idealist bir şekilde, siyasi romantizmin "ya o ya bu" mantığıyla ele almamıştır. Lenin için mesele, bürokrasi ya da bürokrasi olmaması değildi. Lenin, iç ve dış politikaya hâkim olan aşılmaz çelişkilerin son derece farkındaydı. Bunlarla başa çıkmanın tek yolunun bilinçli bir deneme politikası olduğunu düşünüyordu. Bürokratik ve otoriter eğilimlerle mücadele edilmeliydi, ancak bu mücadele sırasında uzlaşmalar kaçınılmazdı. Lenin'in amacı, bürokratizme karşı imkânsız bir zaferi kazanmak değildi; daha ziyade, bürokrasiyi düzeltecek yollar arıyordu. Bu, sendika tartışmalarındaki kritik rolünün önemini gösteriyor. Lenin, Buharin ve Troçki'nin devletçi politikalarına kararlılıkla karşı çıkmış ve sendikaların işçileri var olan Sovyet Devleti'ne karşı savunabilecek konumda olması gerektiğinde ısrar etmiştir: “Yoldaş Troçki, işçi devletinden bahsediyor. İzninizle, bu bir soyutlamadır... Mevcut devletimiz, kapsayıcı bir şekilde örgütlenmiş proletaryanın kendini savunması ve bu işçi örgütlerini, işçileri devlete karşı savunmak ve işçilerin devletimizi savunması için kullanması gereken bir devlettir.”

Lenin bu devleti hiçbir zaman idealize etmemiştir. 1921'de şöyle yazmıştır: İşçi devleti bir soyutlamadır. Gerçekte, şu tuhaf özelliklere sahip bir işçi devletimiz vardır: 1. Nüfusun çoğunluğunu işçiler değil, köylüler oluşturur; 2. Bürokratik bozulmalara sahip bir işçi devletidir. Lenin'in, bürokratik bozulmalarına işaret etmenin ötesinde, "işçi devleti" kavramıyla nitelendirmeyi gerekli görmesi dikkat çekicidir. Rusya'daki durumun özgüllüğünü kavrama ihtiyacının son derece bilincindeydi. "Bürokratizm", "işçi devleti" kavramı kadar soyuttu. Ancak kaba Marksizm, partinin önde gelen kadrolarının düşüncesine egemendi. Hiçbir yeni tarihsel durum kaba Marksizm aracılığıyla doğru bir şekilde kavranamaz; ancak 1920'lerin Rusya'sında olduğu kadar yetersiz kaldığı neredeyse hiçbir durum yoktu. Kaba Marksist bakış açısından, bir çözüm yoktu: parti pes etmeliydi. Buharin ve birçokları aşırı sağ ve aşırı sol pozisyonlar arasında zikzaklar çizerek sığınak aradılar; bunun arka planında bir tür umutsuzluk vardı. Parti 1918'de Amerikalılardan yiyecek kabul etmeye karar verdiğinde Buharin ağladı ve Troçki'ye şöyle dedi: "Partiyi gübre yığınına çeviriyorlar."[18] Troçki ve Stalin, kendi Marksizmlerinin karakterine göre bu duruma farklı tepkiler verdiler. Diğer liderlere kıyasla ezici iradecilikleri nedeniyle bir avantajları vardı. Ancak bu, karşıt biçimler aldı. Burada önemli olan, Troçki'nin Marksizminin Stalin'inkinin olumlu tersi olarak tanımlanamayacağını belirtmektir. İkisinin mekanik olarak eşleştirilmesi, her ikisini de anlamamıza yardımcı olmaz. Stalin'in Marksizminde bir düşman vardı; ancak bu, Troçki'nin Marksizmindeki düşmanı değiştirmez veya ondan bir şey eksiltmez. "Sosyolojizm" ve "güç siyaseti", her ikisi de Leninizm'den temel bir sapmadır.

3. Rusya ve Dünya Devrimi

"Tek Ülkede Sosyalizm ve Sürekli Devrim" tartışması, Mandel'in makalem hakkındaki son yorumlarının odak noktasını oluşturuyor. Bu yorumlar, 1920’lerden bu yana uluslararası devrimci hareketin tarihi hakkında tekrarlanan bazı yanlış anlamaları açıklığa kavuşturmak için bir fırsat sunuyor. Mandel, Troçki'nin tutarlı bir iç ve dış politikaya sahip olduğunu ve her ikisinin de "sürekli devrim"in temel tezlerine dayandığını savunuyor. Sürekli devrim kavramının dayandığı çelişkilere dair analizime açıkça itiraz etmiyor. Bu göz önüne alındığında, analizimin geçerli olduğu varsayılabilir. Mandel’in itiraz ettiği nokta, Troçki'nin tek ülkede sosyalizme karşı polemiklerinin, Sovyetler Birliği'nin dünya pazarının "yıkılması" veya askeri saldırganlık nedeniyle çökeceğine dair herhangi bir düşünceyi ima etmesidir. Ayrıca, Troçki'nin hızlandırılmış sanayileşme ekonomik politikasına, SSCB'deki farklı toplumsal sınıflara yönelik bir siyasi politikanın –halk arasındaki çelişkilerin doğru bir şekilde ele alınması- eşlik ettiğini savunuyor. Ancak her iki noktada da kanıtlar çok açıktır. Troçki, Sürekli Devrim broşüründe şöyle diyor: "Sovyet ekonomisinin krizleri, yalnızca büyümenin getirdiği hastalıklar, bir tür çocukluk hastalığı değil, çok daha önemli bir şeydir; dünya pazarının sert kısıtlamalarıdır."[19] Buradaki tüm tartışması, kapitalist dünya pazarının tek ülkede sosyalizmi imkânsız kılan ekonomik sistem olduğunu varsayar; ancak nedenini veya nasıl olduğunu somut olarak hiçbir zaman açıklamaz. Aynı şey, dışarıdan askeri müdahale tartışması için de geçerlidir. Troçki şöyle yazar: "Ya proletarya iktidara gelir ya da burjuvazi, bir dizi ezici darbeyle, özellikle savaş ve barış konusunda, eylem özgürlüğünü yeniden kazanma yönündeki devrimci baskıyı zayıflatır. Yalnızca bir reformist, proletaryanın burjuva devleti üzerindeki baskısını sürekli artan bir etken ve müdahaleye karşı bir garanti olarak görebilir."[20] Broşürünün bağlamından, SSCB'nin ekonomik veya askeri çöküşünü düşündüğü açıkça anlaşılıyor; zira ilginç bir şekilde eklediği Hruşçovcu şart da bunu gösteriyor: "Geri kalmış bir ülkenin, birkaç Beş Yıllık Plan boyunca kendi güçleriyle güçlü bir sosyalist toplum kurması, dünya kapitalizmine ölümcül bir darbe indirecek ve dünya proleter devriminin maliyetlerini sıfıra indirmese bile en aza indirecektir." Elbette Stalin, böyle bir iddiada bulunmamıştı.[21] Bir kez daha, izole Sovyet devletinin uzun vadede varlığını sürdüremeyeceği varsayımı, bu ifadeyi anlamlı kılan tek varsayımdır.

Bu göz önüne alındığında, Troçki'nin iç sanayileşmeye yönelik siyasi politikasının bu kadar belirsiz olması oldukça mantıklıdır: Uluslararası devrimin gelip durumu kurtarana kadar bir tür acil önlemdi. Mandel, Stalin'in sanayileşme politikasının yol açtığı büyük karmaşaya karşı Sol Muhalefet'in önerdiği alternatifi aktarırken bunun kanıtını bizzat sunar: "Yalnızca zengin köylülere özel bir vergi alınması ve idari harcamaların radikal bir şekilde azaltılmasıyla yılda bir milyar altın ruble tasarruf edilmesi."[22] Böyle bir önerinin demagojik olmasa da akademik niteliği apaçık ortadadır. Devlet harcamalarını azaltarak birikimi finanse etmek, geri kalmış herhangi bir ülkede ütopik bir hayaldir. Troçki'nin bu öneriyi ciddiye aldığına inanmak güçtür. Elbette, E.H. Carr'ın yakın zamanda bu sayfalarda belirttiği gibi (Revolution from Above, NLR 46), bu önerinin kulaklar tarafından şehirlerin fiili abluka altına alındığı 1928'in umutsuz ekonomik durumuyla hiçbir ilgisi yoktu. Troçki'nin sanayileşme programı, tüm ekonomik öngörüsüne rağmen, köylülük sorununa siyasi bir çözüm içermemektedir. Bu nedenle, Stalin tarafından her zaman el konulmaya ve kulaklara karşı bir savaşa dahil edilebilirdi. Preobrajenski ve Piatakov'un 1929'da hızla yeniden saf tutmaları bunun kanıtıdır; muhalefetin sanayileşme programı için mutabık kalınmış bir siyasi formül olsaydı, böyle bir değişim gerçekleşemezdi.

“Sürekli Devrim”in uluslararası perspektifi, bu eksik iç politikanın nihai gerekçesiydi. Mandel'in bu kavrama ilişkin yorumu şimdi ele alınmalıdır. Mandel, bu kavramın özünde ayaklanmanın yakınlığı ve her yerde mevcut olduğu inancıyla özdeşleştirilebileceği fikrini reddeder. Aksine, bu kavramın tek ima ettiği şeyin, tarihsel dönemin, hiçbirinin mutlaka başarılı bir iktidar ele geçirmesiyle sonuçlanması gerekmeyen devrimci durumların sık sık tekrarlandığı bir dönem olduğunu savunur. Kavramın coğrafi sınırları henüz belirsizliğini koruyor olsa da, muhtemelen tüm dünyayı kapsamaktadır. Eğer “sürekli devrim” kavramına bu yorum uygulanırsa, yanlış olmaktan çıkar ve sadece sıradanlaşır. Zira Komintern'de kim tarihsel dönemin, devrimci durumların periyodik yükselişiyle karakterize edildiğini inkâr edebilirdi ki? Hiçbir açıklama bundan daha güvenli veya daha az tartışmalı olamaz. Bir “dönem”, çok uzun yılları kapsar; on yıllarla ölçülür. Patlamalar böyle bir zaman diliminde çok geniş aralıklarla gerçekleşebilir ve yine de “dönemsel” olabilir. Sürekli devrimin sulandırılması, onun sıradanlaşmasına yol açar.

Ancak Mandel'in kavram hakkındaki açıklaması, tartışmalı bir sonucu da içeriyor. 1919'dan sonra Avrupa'da çok sayıda devrimci durum yaşandığını ve bunların hiçbirinin sosyalist bir devrime yol açmadığını savunarak, bu başarısızlıkların sorumluluğunun esasen Komintern ve onu kontrol eden Sovyet Partisi'ne atfedilmesi gerektiğini savunuyor. "Yirmiler, otuzlar ve kırkların başındaki işçi sınıfı yenilgilerinin ana sorumluluğu, doğrudan yetersiz liderliğe yüklenebilir.”[23] Sürekli devrim burada, Sovyet dış politikasının tarihsel olarak suçlanmasının gerekçesi haline geliyor. Bunun, Troçki'nin 1930’lara ilişkin vizyonunun doğru bir yorumu olduğuna şüphe yok. Peki bu, tarihin doğru bir anlatımı mıdır? Mandel, Stalin'in politikalarına yönelik psikolojik açıklamaları haklı olarak eleştiriyor ve sosyolojik açıklamalar talep ediyor. Ancak, 1922'den bu yana yaşanan her önemli devrimci yenilgiyi SSCB’nin politikalarına atfetmeye çalışırken, aynı hatayı farklı bir düzeyde tekrarladığını görmüyor. Troçki'nin hatası tam da buydu ve siyasi bir kurum olarak ulusun önemini sürekli küçümsemesinden kaynaklanıyordu.[24] Gerçek şu ki, Komintern son tahlilde dünyanın her ülkesindeki devrimci hareketlerin kaderini belirlemedi. Bu, her Marksist için aşikâr olmalıdır. Aksine inanmak, yeni doğan Sovyet devletinin dünya meseleleri üzerindeki önemini ve etkisini orantısız bir şekilde abartmaktır. Dünyanın herhangi bir yerindeki her toplumsal hoşnutsuzluk veya devrim patlamasından "Kremlin"in sorumlu olduğu şeklindeki kaba anti-Komünist inanç, burada kaba Marksist karşıtını buluyor: Kremlin, her toplumsal hoşnutsuzluğun bastırılmasından ve karşı-devrimin her zaferinden sorumlu hale geliyor. Bu, dünya tarihinin rasyonel bir değerlendirmesiyle bağdaşmayan bir kavramdır. Bu görüş, tam da Troçki'yi eleştirdiğim sosyolojik tekçilik üzerine kuruludur: "herhangi bir somut siyasi sistemdeki ifadesinin ötesine yükselen, gezegensel bir toplumsal yapı" varsayımı. Bu iradeci sonuç, SSCB'ye kötü niyetli bir mutlak güç atfetmektir. Nitekim Mandel, "İkinci Dünya Savaşı'nın 50 milyon kurbanının" Komintern’in politikasının "sonucu" olduğunu yazmaktan çekinmez. Bu düşünce akımının idealizmi ve Marksizm’den uzaklığı ortadadır.

Karşı-devrimci egemenlik uluslararası alanda Stalin'e atfedildiğinde, Sovyetler Birliği'nin zaferini engellediği iddia edilen "devrimci durumların" yeri konusunda artık nesnel bir sınırlama kalmamıştır. Mandel'in metninde kıl payı kaçırılan devrimler çoğalmaktadır: Almanya için en az dört, İspanya için üç, Fransa için üç ve hatta belki de Britanya için bir tane - hepsi "devrimci durumlar"dır. Listeye şöyle bir bakmak bile bunun tarihten ne kadar uzak olduğunu gösterir. Troçki, Britanya Genel Grevi'ni o dönemde genel bir devrimci ayaklanmanın işareti olarak selamlamıştı. Ancak örgütlü Britanya işçi sınıfı, "toplumun kaderini kendi ellerine alma içgüdüsel dürtüsünü" gösteremedi. Tamamen sınırlı hedefler için mücadele etti ve bu hedeflerin mutlak yenilgisine razı oldu. (Britanya Komünist Partisi, Troçki'nin hatasıyla tezat oluşturan konjonktürü doğru bir şekilde değerlendirdi.) 1945'te Fransa ve İtalya'daki durum, ulusal komünist partilerin silahlı iktidar mücadelesini oldukça sorunlu hale getirdi. Yunanistan'ın kaderi bunun kanıtıdır. Orada Sol, Fransa veya İtalya'dakinden çok daha güçlüydü ve ülke emperyalizm için Fransa veya İtalya'dan çok daha az hayati önem taşıyordu. Yunan Devrimi yine de İngiliz-Amerikan işgali tarafından acımasızca ezildi. Thorez ve Togliatti'nin şansı KKE'den [Yunanistan Komünist Partisi-ç.n.] çok daha azdı. İspanya İç Savaşı da bir başka örnektir. Mandel, İspanyol Komünistlerinin 1936-37'de savaş halindeki Cumhuriyet içinde başarılı bir devrim gerçekleştirebileceklerini ve ardından Franco'ya karşı askeri zafer kazanabileceklerini ima eder. Oysa onlar, o dönemde Cumhuriyetçi güçlerin yalnızca küçük bir azınlığıydılar ve 1936'da askeri güçler dengesi netleştikten sonra savaşı kazanma şansları çok azdı. Almanya'da sosyalist bir devrim olasılığı da çok düşüktü. KPD [Almanya Komünist Partisi-ç.n.], hiçbir zaman 1918'de Sosyal Demokratlar tarafından karşı-devrim amacıyla kasıtlı olarak yeniden silahlandırılan ve donatılan ve sonrasında sürekli olarak genişletilen Wehrmacht ile başa çıkacak güce sahip değildi. Bu stratejik durum, Nazizm'in dikkate alınmasından önceydi. Nazizm’i başarılı bir şekilde kontrol altına almak bir şeydi; proleter devrim ise bambaşka bir şeydir.

Elbette, Stalin'in Fransa, İtalya ve özellikle Almanya'daki politikaları yanlıştı. Özgün makalemde Üçüncü Enternasyonal'in arka arkaya yaptığı hataları vurgulamıştım. Dahası, Troçki'nin Komintern’in Almanya'daki politikalarına yönelik eleştirisi mükemmeldi (bu arada, bu yıllarda yazdığı en iyi polemiklerin, Halk Cepheleri döneminde benimsediği "solcu" bir konumdan değil, Brandler'inkine paralel "sağcı" bir konumdan yazılmış olması belki de önemlidir). Ancak tüm bu durumlarda, Stalin'in uluslararası politikaları nihayetinde ulusal düzeyde verilen ve karara bağlanan bir mücadelede ikincil bir faktördü. Sınıf mücadelesinin temel birimi ulustu; Komintern politikalarının Moskova'da ilan edilmesi bunu değiştirmedi. Stalin'in uluslararası politikaları ancak ulus olarak ulusun ortadan kaldırıldığı savaşta belirleyici hale geldi. Ardından, tam da ulusal sınırların kaldırılması ve kuşattıkları toplumsal yapıların geçici olarak dağılmasıyla, Sovyet eylemlerinin rolü üstün hale geldi. Doğu Avrupa'da Kızıl Ordu, tersine bir koridor oluşturduğunda, Komintern’in hiçbir direktifinin başaramayacağı bir şeyi başardı.

Troçki'nin ulus-devlet siyasi kurumunun özerkliğini küçümsemesindeki temel hatası, "yanlış Komintern politikaları" nedeniyle Üçüncü Enternasyonal'e sadık partilerin saflarında hiçbir devrimin mümkün olmadığı yönündeki varsayımında açıkça görülmektedir. Oysa tam da bu düşünce çarpıcı bir şekilde çürütüldü ve böylece -aksine- bu politikaların herhangi bir ülkedeki devrimci mücadele üzerindeki etkisinin ne kadar ikincil olduğu teyit edildi. Çin Devrimi'nin muazzam ayaklanması, ki Vietnam, Yugoslavya ve Arnavutluk'taki diğer zaferlerden bahsetmeye bile gerek yok, bunu kesin olarak göstermiştir. Bu on yılların dünya tarihindeki temel dönüm noktası olan Çin Devrimi, Troçki'nin düşüncesini etkileyen tüm temel hataları bir araya getiriyor. Bu devrim, Komintern'e veya Stalin'e hiçbir zaman açıkça meydan okumayan veya karşı çıkmayan bir partinin önderlik ettiği zaferle sonuçlanan bir devrimdi. Troçki bunun imkânsız olduğuna inanıyordu ve bu yüzden yeni bir Enternasyonal kurma kararı aldı. Bu Enternasyonal, ülkelere dayanıyordu ve ana güç kaynağı köylülüktü, ancak sosyalist programını veya ideolojisini asla terk etmedi. Troçki, Mao ve Çin Partisi'nin 1927'den sonra Çin'in kırsalına çekilmesini açıkça kınamış ve onların salt bir köylü hareketine dönüşeceğini öngörmüştü. Troçki'nin sosyolojizmine dair bundan daha belirgin bir örnek düşünülemez.[25] Bu, dönemin belirleyici siyasi olgusuna ilişkin yargısıydı ve siyasi kurumları doğrudan toplumsal güçlere dönüştürme konusundaki sürekli eğilimini ve böyle bir teorik sapmanın yol açtığı önemli hataları son derece açık bir şekilde ortaya koymaktadır. (Troçki'nin Çin üzerine yazdıkları, Kızıl Ordu Komutanı olarak öğrendiği gerilla savaşının devrimci potansiyelini kavrayamadığını göstermektedir: Bu konuda hem Lenin hem de Mao -farklı zamanlarda- ondan üstündüler.) Troçki böylece Uzun Yürüyüş ve Japonya’ya Karşı Savaş'ın muazzam zaferlerinin hiçbir zaman tam olarak farkına varamadı. Marksizminin kategorileri, bu son derece önemli olayları anlamasını engelledi. Mao, Çin partisinin liderliğini ele geçirip tüm tarihsel rotasını yeniden belirlediğinde, Troçki’nin Çin konusunda daha önceki berraklığı hiçbir işe yaramadı. Bundan sonra, yüzyılın ortasında dünya devriminin merkezi olacak olan Çin deneyimi Troçki’nin gözünden kaçmıştı.

Elbette Stalin'in de gözünden kaçmıştı. Ama asıl mesele tam da buydu. Stalin'in politikaları, dünya devrimci hareketi üzerinde yaşam ve ölüm gücüne sahip Cehennem Tanrıçaları[26] değildi. Bunlar, Sovyet devletinin ihtiyatlı ve muhafazakâr hamleleriydi; bu devlet 1944-45'te ulusal sınırlarını aştığı zaman hariç, başka yerlerdeki olaylar üzerinde yalnızca sınırlı bir etkisi vardı. Stalin'in politikaları, Batı'daki devrimin başarısızlığından nihai olarak sorumlu değildi; tıpkı Doğu'daki devrimin başarısından sorumlu olmadığı gibi. Komintern'in tavsiyelerini görmezden gelecek kadar canlılığa sahip olan partiler, devrimi kazanmak için yeterli mücadele gücüne sahip olanlardı; Komintern'in hatalı direktiflerine uysalca uyanlar, burjuvaziyi bozguna uğratma olasılığı düşük partilerdi. Stalin'in bu yıllarda sık sık yanılmış olması, Troçki'nin tam tersine haklı olduğu anlamına gelmez. Leninizm, yaratıcısıyla birlikte yok olmuştu ve bu on yıllar boyunca karşılıklı suçlamalar, Leninizmin yokluğunun yarattığı boşlukta yankılanıp durdu.

Özet

Özetle: Troçki'nin siyasi kurumlara karşı kayıtsızlığı, Ekim Devrimi öncesinde onu Lenin'den ayırmış ve Bolşevik Parti'den dışlamıştır. Daha önceki teorisi ve pratiği, 1920'lerde onu Parti içinde tecrit etmiş ve nihayetinde yenilgisini sağlamıştır. 1930'larda ise soyut enternasyonalizmi, dünya devrimci hareketinin farklı kollarının temel gelişimini yöneten karmaşık ulus-içi dinamikleri anlamasını engellemiştir. Troçki'nin sosyolojizmi tutarlı bir bütünlük oluşturur. Troçki’nin teorik ve siyasi pratiğine yönelik eleştirilerin, Ekim Devrimi ve İç Savaş sırasındaki olağanüstü başarılarını hiçbir şekilde gölgelemediğini söylemeye gerek yoktur. Aksine, makalemde vurguladığım gibi, ikisi organik olarak birleşmişti: Troçki, kusurlarının tüm erdemlerine de sahipti.

Bu, hayatının son dönemi için de geçerlidir. Bu yılların, "kendisi için trajik bir kader haline gelen, önceki on yılın büyük dramasıyla kurduğu sembolik ilişkinin hâkim olduğu” bir dönem olduğunu yazmıştım. "Faaliyetleri son derece anlamsızdı." Ancak bu, 1920’li yılların teatral jestlerinin ve taktiksel uzlaşmalarının anlamsızlığı değildi. Artık bir perspektif eksikliği de değildi. Yeni çıkmazında, belli bir büyüklük buldu. "Olması gereken" ile "olan" arasındaki ayrımın, 1930’larda nesnel bir tarihsel temeli vardı. Troçki'nin "olması gereken"i yine de geçerliydi, çünkü sosyalizmin milliyetçilik ve otokratik bir sistemle birleşmesi saçmalıktı. Ancak o zamana kadar, bunun belirli bir tarihsel varlığa ulaşma olasılığı yoktu. Troçki, kendini bu "olması gereken"le özdeşleştirerek bir mit haline geldi. Ütopik sosyalistlerin ekonomik anlamda yanlış olsalar da, nihai, dünya-tarihsel anlamda bir gerçeği temsil ettiklerini yazan Engels'ti. Troçki için de benzer bir şey söylenebilir. Mandel, Troçki’nin “Sovyet demokrasisinin ve devrimci enternasyonalizmin ilkelerini” temsil ettiğini iddia eder. Ancak gerçeklik asla yalnızca ilkelerden ibaret değildir. Troçki'nin itibarı için ödemesi gereken bedel, gerçek dışı, romantik bir mit ve sembol haline gelmekti. O, klasik anlamda bir devrimciydi. Post-klasik bir çağda ve arenada hayatta kalması, onun trajedisiydi. Bu temel kategoriyi tekrar belirtmek yerinde olacaktır. Çünkü Marksizm, kutsanmış bir iyimserlik değildir: dayanılamaz bir dönemin zekâsı ve onu dönüştürme hareketidir.



[1] The Prophet Armed, s. 90.

[2] Permanent Revolution, s. 49.

[3] NLR 47, s. 34.

[4] The Prophet Armed, s. 259.

[5] NLR 47, s. 35.

[6] a.g.e., s. 37.

[7] İlk makalemde, sol ve sağ politikaların nesnel olarak birbirini tamamlayıcı nitelikte olduğuna dikkat çekmiştim; bu Mandel'in göz ardı ettiği temel bir tezdir. Partinin karşı karşıya olduğu sorun, bu sentezin alacağı biçimdi. Aslında, solcuların ve sağcıların başaramadığı sol-sağ birliği, Stalin tarafından üç şekilde desteklendi. İlk olarak, resmi Sovyet politikasının zikzaklarında sağcılık ve solculuğun temel bir karışımıyla. İkinci olarak, böyle bir parti karşıtı bloğun gerçekten var olduğu mitini yaratarak. Üçüncü olarak, hapishanelerde solcuların ve sağcıların birliğini sağlayarak.

[8] a.g.e., s. 40.

[9] a.g.e., s. 37.

[10] The Prophet Armed, s. 450.

[11] NLR 47, s. 45.

[12] a.g.e., s. 45.

[13] Her şeyi örgütsel bir çerçeve içindeki bir iktidar mücadelesine indirgemekle suçlanmam tuhaf. Güç siyasetini takdir etmiyorum. Kelimenin daha geniş anlamıyla siyaset bile, görece yapısal bir özerkliğe sahip olsa da, her zaman salt siyasetten daha fazlasıdır. Sosyalist devrimciler için bu bilinçli bir tercihtir.

[14] a.g.e., s. 36.

[15]Mandel'in Stalin'in 3. Napolyon ile karşılaştırılabilecek vasat bir kişi olduğunu ima etmesi yanlıştır. O "cüceler arasında bir dev" de değildi. Kişisel özellikleri elbette tarihsel rolünün gerekli bir koşuluydu, ancak bunların etkisini belirleyen siyasi bağlamdı. Troçki'nin olumsuz özelliklerinin, Stalin'in yükselişinin doğuşunda olumlu özelliklerinden -Übergreifendes Moment[Kapsayıcı Anlarda]- daha önemli olması mümkündür.

[16] NLR 44, s. 83. 1930'larda kolektifleştirmenin bir kampanya olarak yürütülme biçiminin, Stalin'in birçok görevlisinin liderlerine şüpheyle bakmasına neden olduğu açıktır. Stalin, o dönemde kendi yarattığı kişileri tasfiye etti ve yerlerine kendi yarattığı kişileri koydu. Bu şekilde, Troçki'nin programının bir kısmını gerçekleştirdiği söylenebilir. Çoğunluğu işçi sınıfı kökenli gençler, Eski Muhafazakârların yerini aldı. (Daha sonra ülkenin liderleri oldular: Hruşçov, Malenkov ve diğerleri). 1934 Kongresi'nin, yani Galipler Kongresi'nin ezici çoğunluğu tasfiye edildi. Sosyolojik olarak asıl değişiklik, eski sol ve sağ muhalefetin, yani siyasi olarak önemsiz hale gelenlerin gösterişli yargılamalarıyla gizlenmişti. Parti ve devlet görevlileri, Stalin döneminde asla istikrarlı ve kalıcı bir toplumsal grup olma fırsatını yakalayamadılar.

[17]Lenin, 1918 tarihli bu makalesinde, iktidarı ele geçirmenin bir hata olduğunu düşünenlere karşı şöyle yazıyordu: 'Böyle bir iddiayı ancak, hiçbir zaman “uyumun” olmayacağını, ne toplumun ne de doğanın gelişiminde var olamayacağını, ancak tek başına ele alındığında tek taraflı olacak, bazı tutarsızlıklar taşıyacak bir dizi girişimle, bütün ülkelerin proletaryasının devrimci işbirliğiyle muzaffer sosyalizmin yaratılacağını unutan “atkılı adam” ileri sürebilir.”'

[18] Lunaçarski bir keresinde Troçki'nin kişiliği hakkında şöyle bir yorumda bulunmuştu: "Troçki devrimci rolüne büyük önem verir ve muhtemelen insan hafızasında gerçek bir devrimci liderin halesiyle yer almak için her türlü kişisel fedakarlığı, hatta en büyük fedakarlığı, yani hayatını feda etmeye hazırdır." Bunda bir gerçeklik payı var. Troçki, her zaman makul ölçütlerle haklı gösterilemeyen “dramatik” politikalara ve açıklamalara düşkündü. Lenin'in son yıllarındaki trajedinin aksine, onun trajedisinin Schiller tipinde olduğu söylenebilir. Marx ve Engels'in, Lassalle'ın Sickingen dramasını Shakespeare dramasıyla karşılaştırarak Schiller tipi olarak nitelendirip eleştirdikleri hatırlanacaktır.

[19] Permanent Revolution, s. 30.

[20] a.g.e., s. 143.

[21] a.g.e., s. 26. İlk makalemde Stalin'in bu konudaki bakış açısının Troçki'ninkinden üstün olduğunu söylemiştim. Rusya'nın yalnızlığı bir gerçekti. Ancak mesele bununla bitmiyordu. Ocak 1918'de Almanya ile Barış Antlaşması Merkez Komite'de görüşülürken Stalin, Batı’daki devrimci hareketler söz konusu olduğunda gerçeklerin değil yalnızca olasılıkların olduğunu ve olasılıkların hesaba katılamayacağını söylemişti. "Hesaba katmamak mı?" diye sordu Lenin. Bu, o zamanlar ve daha sonrasında ikisi arasındaki belirleyici farktı. Lenin hiçbir zaman gerçekleri göz ardı etmedi, ancak olasılıkları her zaman hesaba kattı.

[22] NLR 47, s. 44.

[23] NLR 47, s. 48.

[24] Burada Troçki ile Lenin arasında öğretici bir karşıtlık vardır. Bunun iyi bir örneği, iki dünya savaşı sırasında sırasıyla Norveç ve Sırbistan'a karşı takındıkları tavırlarda görülebilir. Troçki, Almanların Norveç'i işgal ettiği 1940 yılında Norveç hakkında şöyle yazmıştı: "Norveç'te iki hükümet bir süredir mücadele ediyor: Güney'de Alman birlikleri tarafından korunan Norveçli Nazilerin hükümeti ve Kuzey'de kralın başındaki eski Sosyal Demokrat hükümet. Norveç'te söz konusu olan, savaşan Norveç hükümetlerinin yalnızca yardımcı araçları olduğu iki emperyalist kamp arasındaki doğrudan ve yakın çatışmadır. Dünya arenasında ne müttefiklerin ne de Almanya'nın kampını destekliyoruz. Dolayısıyla, Norveç'in içindeki bu geçici araçlardan herhangi birini desteklemek için en ufak bir nedenimiz veya gerekçemiz yok." (In defence of Marxism, s. 171-2). Başka bir deyişle, Norveç ulusal davasının Almanlara karşı göreceli adaletini kabul etmeyi reddetti. Aralarındaki bariz farklılıklara rağmen, Birinci Dünya Savaşı hakkındaki klasik devrimci görüşleri mekanik ve soyut bir şekilde yeniden üretiyordu. Buna karşılık, 1914'te Lenin tüm politikasını, emperyalistler arası bir mücadele olarak Dünya Savaşı'nı mutlak bir şekilde kınamaya dayandırdı; ancak Sırpların Avusturya-Macaristan ve Alman İmparatorluklarına karşı verdiği ulusal mücadelede göreceli bir adalet olduğunu savundu. Sırbistan'a yönelik yağmacı seferlerinden bahsetti. Lenin’in Marksizm’i her zaman diyalektikti; hem temel hem de ikincil çelişkileri bütünleştiriyordu.

[25] Troçki'nin Çin Devrimi'ni küçümsemesi, sıradan Amerikalı entelektüellere ve temsil ettikleri küçük siyasi gruplara verdiği önemle son derece açık bir tezat oluşturmaktadır. Çin Komünist Partisi'ni bir köylü olgusu olarak görmezlikten gelmesine yol açan sosyolojizm, onu Amerikan işçi sınıfının -en gelişmiş kapitalist ülkenin proletaryası olduğu için- 1930'larda belirleyici bir tarihsel güç olduğuna ve bu nedenle kendi sınırları içindeki ideolojik tartışmaların muazzam bir öneme sahip olduğuna inanmaya yöneltmiştir. Burnham, Schachtman ve diğerleriyle yaptığı tartışmaların aşağılayıcılığı (bu tartışmaların geçersizliğinin farkında olmasıyla daha da belirginleşmiştir) da bundan kaynaklanmaktadır.

[26] Yunan mitolojisinde Cehennem Tanrıçaları, Gaia ve Uranüs'ün kızları olan üç kardeşlerdir: Mégère (Yunanca’da “Nefret”), Tisiphone (Yunanca’da “İntikam”), Alecto (Yunanca’da “Amansız”).

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Trump’ın Avrupa’yla Dansı

Geçtiğimiz hafta yayımlanan 2025 Ulusal Güvenlik Stratejisi belgesi, dünya gündeminin zirvesinden inmiyor. Belge hakkındaki tartışmaların ön...