Çevirenin Notu: Nicolas Krassó’nun “Troçki’nin Marksizmi” adlı makalesi New Left Review’in Temmuz-Ağustos 1967 tarihli 44. sayısında yayımlanmıştı. Makalenin çevirisini uzunluğundan dolayı üç bölüm halinde paylaşıyorum.
Birinci bölüm için tıklayınız: https://gcmalatya.blogspot.com/2025/10/ceviri-trockinin-marksizmi-1-nicolas.html
İkinci bölüm için tıklayınız: https://gcmalatya.blogspot.com/2025/10/ceviri-trockinin-marksizmi-2-nicolas.html
1930-1986 yılları arasında yaşamış olan Macar Marksist
Nicolas Krassó, 15 yaşında bir komünist gençlik yapılanmasına girerek devrimci
mücadelesine başlamıştır. István Meszáros’un da arkadaşı olan Krassó, 18
yaşından itibaren Lukács ile birlikte çalışmaya başlamıştır. 1956 Macar
ayaklanmasına katılan Krassó, ayaklanmanın bastırılmasının ardından
İngiltere’ye geçmiş ve ölene kadar da orada kalmıştır.
Tek Ülkede Sosyalizm ve Sürekli Devrim
Bu konudaki tartışma, 1920'lerin ideolojik tartışmalarını
domine etti. Lenin, Brest-Litovsk döneminde şüphesiz doğru bir tutum ortaya koymuştu.
Bolşeviklerin her zaman yanlış kesinlikler değil, çeşitli olasılıklar üzerinde
düşünmeleri gerektiğini söylemişti. Genel olarak Batı'da devrimlerin gerçekleşip
gerçekleşmeyeceği konusunda spekülasyon yapmak saflıktı. Bolşevik stratejisi,
Avrupa'da bir devrim olacağı varsayımına dayandırılmamalıydı; fakat bu olasılık
da göz ardı edilmemeliydi. Ancak Lenin'in ölümünden sonra, bu diyalektik tutum
Parti içinde kutuplaşmış karşıtlıklara neden oldu. Stalin, uluslararası devrim
olasılığını fiilen göz ardı etti ve tek ülkede sosyalizmin inşasını Bolşevik
Parti’nin hem gerekli hem de mümkün olan tek görevi haline getirdi. Troçki,
uluslararası devrimlerin yardımı olmadan Ekim Devrimi’nin başarısızlığa mahkum
olduğunu ilan etti ve bu devrimlerin kesinlikle gerçekleşeceğini öngördü. Her
iki durumda da Lenin'in tutumunun çarpıtıldığı açıktır.
Stalin'in, Avrupa devrimlerinin başarı olasılığını göz ardı
ederek, bunların nihai yenilgisine etkili bir şekilde katkıda bulunduğu iddia
edilebilir — bu suçlama, Almanya ve İspanya'ya yönelik politikalarına karşı
sıklıkla dile getirilmiştir. Gerçekten de, tek ülkede sosyalizmde kendi kendini
gerçekleştiren kehanet unsuru vardı. Ancak, Stalin'in politikalarının Lenin'in
stratejisinin değersizleştirilmesini temsil ettiği yönündeki bu eleştiri göz
önüne alındığında, Stalin'in bakış açısının Troçki'ninkine üstün geldiği
yadsınamaz. Bu, yukarıda tartışılan iktidar mücadelesinin ortaya çıktığı "tarihsel-pratik
bağlamın bütününü" oluşturur. Stalin'in parti aygıtı içindeki konumu ne
kadar güçlü olursa olsun, temel stratejik çizgisi siyasi olayların gidişatı
tarafından geçersiz kılınmış olsaydı, ona pek bir fayda sağlamazdı. Aksine,
tarih tarafından doğrulandı. Stalin'in 1920'lerdeki nihai, sarsılmaz gücü
burada yatıyordu.
Troçki'nin Anlayışı
Buna karşılık, Troçki'nin stratejik anlayışı neydi?
"Sürekli Devrim" ile neyi kastetti? 1928'de yayınladığı aynı adlı
broşüründe, aynı formülde birbirinden farklı üç kavramı ele almıştı: herhangi
bir ülkede devrimin demokratik ve sosyalist aşamaları arasındaki doğrudan
süreklilik; zafer kazandıktan sonra sosyalist devrimin kendisinin sürekli
dönüşümü; ve herhangi bir ülkedeki devrimin kaderinin, dünyanın her yerindeki
dünya devriminin kaderiyle kaçınılmaz olarak bağlantılı olması. Birincisi,
yukarıda tartışılan ve artık tüm sömürge ülkelerinde bir yasa olarak ilan edilen
Ekim Devrimi hakkındaki görüşünün genelleştirilmesini ima ediyordu. İkincisi sıradan
ve tartışmasızdı — Sovyet Devleti'nin durmaksızın değişime uğrayacağını kimse
inkâr edemezdi. Kritik kavram ise üçüncüsüydü: Sovyet devriminin hayatta
kalmasının yurtdışındaki devrimlerin zaferine bağlı olduğu görüşü. Troçki'nin tüm
siyasi duruşunun dayandığı bu iddiayı destekleyen argümanları ise şaşırtıcı
derecede zayıftı. Aslında, tek ülkede sosyalizmin neden uygulanabilir olmadığına
dair sadece iki gerekçe sunmaktaydı. Her ikisi de son derece belirsizdir.
Bunlardan birincisi Rusya'nın dünya ekonomisine dahil olmasının, onu kapitalist
ekonomik abluka ve yıkıma karşı umutsuzca savunmasız hale getireceği
yönündedir. "Dünya pazarının sert kısıtlamaları"ndan söz ediliyor, ama
bunların yeni kurulan Sovyet Devleti üzerinde tam olarak ne gibi bir etkisi
olacağına dair hiçbir açıklama yapılmıyor.[1]
İkincisi, Troçki, SSCB'nin askeri olarak savunulamaz olduğunu ve Avrupa
devrimlerinin yardımı gelmedikçe dış güçlerin işgaline maruz kalacağını savunuyor
gibi görünüyor. Bu argümanların hiçbirinin o dönemde haklı olmadığı ve her
ikisinin de gerçek olaylar tarafından doğrulanmadığı gayet açıktır. Sovyet dış
ticareti, ekonomik gerileme ve teslimiyetin değil, ekonomik kalkınmanın
motoruydu; 1920'ler ve 1930'larda hızlı ekonomik büyümenin bir faktörüydü.
Dünya burjuvazisi de Sovyetler Birliği'ne birleşik bir saldırı düzenleyerek
Moskova'ya uluslarüstü ordular göndermedi. Aksine, kapitalistler arasındaki
çelişkiler o kadar büyüktü ki, İç Savaş'tan sonra emperyalistlerin SSCB'ye
saldırısını 20 yıl geciktirdi. Almanya sonunda Rusya'yı işgal ettiğinde, Stalin
önderliğinde sanayileşmiş ve silahlanmış ve burjuva müttefiklerinin desteğini
alan Sovyet Devleti, saldırganları zaferle geri püskürtebildi.[2]
Dolayısıyla, Troçki'nin tek ülkede sosyalizmin yok olmaya mahkûm olduğu tezinin
hiçbir gerçekliği yoktu.
Teorik Hata
Burada ayrılması gereken önemli nokta, Sürekli Devrim
kavramının altında yatan temel teorik hatadır. Troçki, bir kez daha, tek bir
ülkedeki (somutlandırılmış) kitlesel toplumsal güçler şemasından —burjuvaziye
karşı yoksul köylülerle ittifak halindeki proletarya— yola çıkarak, bu
denklemi, "uluslararası" burjuvazinin "uluslararası"
proletarya ile karşı karşıya geldiği dünya ölçeğine doğrudan aktararak
evrenselleştirdi. Bu muazzam sıçramayı sağlayan basit "Sürekli
Devrim" formülüydü. Atladığı tek şey, ulusun siyasi kurumu, yani
uluslararası ilişkilerin tüm resmi yapısı ve bunların oluşturduğu sistemdi.
"Sıradan" bir siyasi kurum —üstelik burjuva bir kurum— sosyolojik
yasaların kaçınılmaz olarak dayattığı devasa bir sınıf çatışması karşısında
fosfor gibi buharlaştı. Daha önce herhangi bir parti örgütlenmesinden bağımsız
bir sınıf eylemi idealizmi üreten siyasi düzeyin özerkliğine saygı
gösterilmemesi, şimdi küresel bir Gleichschaltung, yani somut bir uluslararası
sistemdeki eklemlenmelerin üzerinde yükselen küresel bir toplumsal yapı üretti.
Her iki durumda da aracı düzey, yani parti veya ulus, tamamen göz ardı edildi.
Bu idealizmin Marksizmle hiçbir ilgisi yoktur. "Sürekli
Devrim" kavramının özgün bir içeriği yoktu. Bu, farklı sorunları tek bir
çatı altında birleştirmek için tasarlanmış, ancak hiçbirini doğru bir şekilde
açıklamayan ideolojik bir kavramdı. Avrupa'da başarılı devrimlerin yakında
gerçekleşeceği beklentisi, tekçi bakışın doğal bir sonucuydu. Troçki, Rusya ile
Batı Avrupa toplumsal yapıları arasındaki temel farklılıkları anlayamamıştı.
Onun için kapitalizm tek ve bölünmezdi ve devrim gündemi de Vistula Nehri'nin[3]
her iki yakasında da tek ve bölünmezdi. Bu biçimsel enternasyonalizm (Rosa Lüksemburg'unkini
anımsatan), aslında çeşitli Avrupa ülkeleri arasındaki somut uluslararası
farklılıkları ortadan kaldırıyordu.[4]
Stalin'in Batı Avrupa proletaryasına karşı duyduğu içgüdüsel güvensizliği ve
Rus öznelciliğine olan güveni, 1920'lerde Avrupa'nın parçalı yapısına dair daha
doğru, ancak dar ve eleştirel olmayan bir farkındalığı gösteriyordu. Olaylar,
bir toplumsal yapıyı diğerinden ayıran birim olarak ulusun kalıcı önemine olan
inancını haklı çıkardı.[5]
Versay Avrupa'sında siyasi gündemler, coğrafi sınırlar arasında birbirinin
yerine geçemezdi. Tarih, Paris, Roma, Londra veya Moskova'da farklı zamanlarda
akıyordu.
Kolektifleştirme ve Sanayileşme
1920'lerin ideolojik tartışmalarını domine eden ikinci ve
ikincil konu, Rusya'nın ülke içindeki ekonomi politikasıydı. Burada tartışmanın
özü tarım politikasıyla ilgiliydi. Lenin, Sovyetler Birliği'ndeki kırsal kesim
için genel bir stratejik hat belirlemişti. Kolektifleştirmeyi, ancak gelişmiş
tarım makinelerinin üretimi ve köylüler arasında bir kültür devrimi ile
birlikte yürütülürse mantıklı olan, zorunlu ve uzun vadeli bir politika olarak
görüyordu. Kolektif ve özel sektörler arasındaki ekonomik rekabetin, sadece
köylüleri düşmanlaştırmamak için değil, aynı zamanda kolektif çiftçiliğin
verimli olmasını sağlamak için de gerekli olduğunu düşünüyordu. Farklı kolektif
tarım biçimlerinin denenmesini savunuyordu. Bu pilot projeler, elbette, belirli
illerin kolektifleştirilmesi için son tarihler belirleyen ve farklı bölgelerin
parti örgütleri arasında komşularından önce hedeflerine ulaşmak için
"sosyalist rekabet" başlatılan Stalinist kolektifleştirmenin tam
tersiydi. Ancak Lenin'in ölümüyle birlikte, onun diyalektik stratejisi yine
kutuplaşmış zıtlıklara bölündü. Buharin, şehirlerin aleyhine köylülerin özel
olarak zenginleşmesini savunan aşırı sağcı bir politika savunuyordu:
"Büyük köylü arabamızı arkamızda çekerek, çok küçük adımlarla
ilerleyeceğiz." Preobrajenski ise hızlı sanayileşme için artı-değer birikimi
yapmak amacıyla köylülerin (teknik ve ekonomik anlamda) sömürülmesini
savunuyordu.
Bu şiddetli çelişen formüller, Lenin'in politikasının tam da
korumak için tasarladığı zorunlu bir tamamlayıcılığı gizliyordu. Çünkü köylüler
ne kadar fakirse, kendi tüketimlerinin ötesinde o kadar az artı-değere sahip
oluyor ve sanayileşme için o kadar az "sömürülebilir" oluyorlardı.
Buharin'in köylülerle uzlaşma politikası ve Preobrajenski'nin köylüleri proletaryaya
karşı konumlandırma politikası, Lenin'in politikasının eşit derecede çarpıtılmasıydı.
Lenin'in politikası, köylüleri ezmek veya onlara savaş açmak değil, kolektifleştirmeye
çalışmaktı. Her iki kahraman da Bolşevik muhafazakarların çoğunda yaygın olan
kaba bir Marksizm sergiledi. Preobrajenski, ilkel sosyalist birikimin Sovyet
toplumunun demir gibi, kaçınılmaz bir "yasası" olduğunu ısrarla
savundu. Buharin, SSCB'deki ekonomi politikasının siyasi karar alma sürecine
tabi olduğunu iddia ettiğinde, Preobrajenski onu Lukacsizm ile suçladı. Buharin
ise o dönemde Tarihsel Materyalizme Giriş adlı eserinde, Marksizmin gelecekteki
olayları fizik kadar kesin bir doğrulukla tahmin edebilen bir doğa bilimine
benzediğini yazdı. Bu tür formülasyonlar ile Lenin'in Marksizmi arasındaki muazzam
fark aşikârdır. (Elbette Lenin, savaş sırasında İsviçre'de Kapital, Hegel,
Feuerbach ve genç Marx'ı inceleyen tek Bolşevik liderdi.)
Leninizm'in bu parçalanışı göz önüne alındığında, tek ülkede
sosyalizm tartışmasında olduğu gibi, bir görüşün diğerinden üstün olduğu
şüphesizdir. Burada, elbette, ülkedeki toplumsal farklılaşmayı kontrol altına
almanın ve kırsal kesimin ürettiği artı-değeri Sovyet kontrolüne geçirmenin gerektiğini
vurgulayan Preobrajenski ve Troçki haklıydılar. Hızlı sanayileşmenin
zorunlulukları, Troçki ve Preobrajenski tarafından, partinin diğer üyelerinden
çok daha erken ve çok daha net bir şekilde görülmüştü. Bu, o yıllarda onların
büyük tarihsel başarısıydı. Troçki'nin planlı sanayileşme ve ilkel sosyalist
birikim çağrısı, 1923'teki On ikinci Parti Kongresi'ne kadar uzanır. Bu
konudaki cesur öngörüsü, Buharin'in gerici ekonomik eğilimlere uyum sağlaması
ve Stalin'in o yıllardaki tereddütleriyle tezat oluşturur. Sovyetler
Birliği'nin sonraki tarihi, o dönemde savunduğu politikaların nispeten adil
olduğunu doğruladı. Ekonomik tartışmadaki başarılarının, Tek Ülkede Sosyalizm
tartışmasındaki hatalarıyla ilişkisi nedir? Bu sadece tesadüfi mi? Cevap şu
gibi görünüyor: Tek Ülkede Sosyalizm tartışması devrimin uluslararası siyasi
ifadeleriyle ilgilendirirken, ekonomik tartışma Sovyet Devleti'nin idari
seçeneklerini ilgilendiriyordu. Burada Troçki, Lenin'in de
belirttiği gibi, bir idareci olarak tüm yeteneklerini ve daha önce tartışılan
devlete karşı özel duyarlılığını gösterdi. Ekonomik tartışmadaki berraklığı, bu
nedenle, Marksizminin genel yapısıyla uyumluydu. Diğer Bolşevikler Yeni Ekonomi
Politikası'nın (NEP) gündelik sorunlarıyla meşgulken, o Sovyet devletinin
ekonomik görevinin son derece farkındaydı. Ancak, SSCB için bir ekonomik
strateji, Sovyet Devleti'nin idari bir kararından daha fazlasını
gerektiriyordu. Bu stratejinin uygulanması, partinin farklı toplumsal sınıflara
yönelik doğru bir siyasi politika izlemesini gerektiriyordu — Mao'nun
daha sonra "halk arasındaki çelişkilerin ele alınması" olarak
adlandıracağı şey.
Troçki bu konuda tutarlı bir bakış açısı sunamadı. Parti
sorunlarını kavrayamaması bunu neredeyse kaçınılmaz kıldı. Sonuç olarak,
politikalarının fiilen uygulaması Stalin tarafından yürürlüğe konuldu ve doğası
değiştirildi. Troçki’yi ve Sol’u yenilgiye uğrattıktan sonra Stalin, Sağ’a yöneldi
ve Muhalefet’in ekonomi politikasını uygulamaya koydu. Ancak bunu, Beş Yıllık
Planların tüm muazzam kazanımlarına rağmen, kalıcı bir tarım krizine yol açan
bir kabalık ve şiddetle yaptı. Troçki, ekonomik politikalarının siyasi olarak
uygulanması sorununu hiçbir zaman somut olarak öngörmemişti. Stalin sorunu
somut bir siyasi cevapla çözdü: Zorla kolektifleştirme felaketi. Troçki,
elbette, kolektifleştirme kampanyalarından dehşetle irkildi. Stalin'i,
politikalarını kendi anlayışına tamamen aykırı bir şekilde uyguladığı için
kınadı. Ancak benzerlik yadsınamazdı. Bu ilişki çeşitli vesilelerle
tekrarlandı. Daha önce tartışılan Lenin Vergisi bunlardan biriydi. Daha sonra,
Deutscher'in yorumladığı gibi, Stalin, Troçki'nin köylülüğe dayalı bir burjuva
restorasyonu veya bürokratik-askeri bir darbe tehlikesi konusunda sürekli
yaptığı uyarıları oldukça ciddiye almış görünüyor. Bu tehlikelerle mücadele
etme yöntemi suikast kampanyalarıydı. Bu anlarda Stalin’in Troçki'ye bakışı, Smerdyakov'un
İvan Karamazov'a bakışıyla aynıydı. Sadece ilhamı pratiğe dökerken doğasını
bozması anlamında değil, aynı zamanda ilhamın kendisinin de bunu mümkün kılan özgün
kusurları olması anlamında da. Bu kusurların neler olduğunu gördük. Gerçek şu
ki, 1920'lerde Leninizm Lenin'in ölümüyle ortadan kalktı. Bundan sonra Bolşevik
Parti, hiçbir liderin veya grubun teorik olarak kavrayamadığı olayların
mantığıyla sürekli olarak bir uçtan diğer uca sürüklendi. Lenin'in diyalektik
stratejisinin parçalanmasıyla, sol ve sağ politikalar birbirinden ayrıldı,
ancak tarihin gereklilikleri nedeniyle sürekli olarak yeniden birleşti. Böylece
Tek Ülkede Sosyalizm, sonunda Sol Muhalefet'in ekonomik programı ile hayata
geçirildi. Ancak bu, stratejinin diyalektik bir birliği değil, sadece Sol ve
Sağ politikaların bir birleşimi olduğu için, sonuç Stalin'in kaba, doğaşlama
pragmatizmi ve iç ve dış politikasındaki sayısız, maliyetli zikzaklar oldu.
Komintern'in tarihi, özellikle bu şiddetli değişimlerle doluydu ve bu
değişimlerde, eski hataları aşma çabalarıyla eski hatalara yenileri
ekleniyordu. Parti, bu yılları Stalin'in temel siyasi pragmatizmi, koşullar
değiştiğinde veya sonrasında uyum sağlama ve yön değiştirme yeteneğiyle atlattı.
Bu pragmatizmin zafer kazanması, Lenin'in ölümünden sonra Bolşevik Marksizmin
ne kadar hızlı bir düşüş yaşadığını vurgulamaktadır.
Bu düşüşün trajedisi, tarihsel sonuçlarında yatıyordu. Rus
devriminden sonra, küçük bir lider grubunun teorik anlayışının, insanlığın tüm
geleceği için ölçülemez bir fark yaratabileceği bir durum vardı. Şimdi, kırk
yıl sonra, o dönemde yaşanan gelişmenin meyvelerini kısmen görebiliyoruz, ancak
nihai sonuçları henüz görmedik.
1927–40 Efsanesi
Troçki, devrimci hareketin örgütlü birliklerinin dışında,
bir franc-tireur [başına buyruk] olarak siyasi hayatına başlamıştı.
Devrim sırasında, büyük bir halk tribünü ve askeri örgütleyici olarak ortaya
çıktı. Yirmili yıllarda, Rusya'da Muhalefet’in başarısız lideriydi. Yenilgisi
ve sürgününün ardından bir efsane haline geldi. Hayatının son dönemi, onun için
trajik bir kadere dönüşen önceki on yılın büyük dramasıyla olan sembolik
ilişkisi tarafından domine edildi. Faaliyetleri tamamen beyhude hale geldi.
Kendisi tamamen etkisizdi — hayali bir siyasi hareketin lideriydi, akrabaları
Stalin tarafından katledilirken ve gittiği her yerde tutuklanırken çaresizdi.
Bu acınası yıllarda temel amacı, Stalin'in Rusya'da ihtiyaç duyduğu hayali olumsuz
merkezi sağlamaktı. Stalin'in tasfiyelerinden sonra Bolşevik Parti içinde artık
muhalefet kalmadığında, Troçki Muhalefet Bülteni'ni yayımlamaya devam etti.
Moskova duruşmalarında baş sanığı oydu. Stalin, parti aygıtını
"Troçkist" tehdide karşı seferber ederek demir yumruklu
diktatörlüğünü kurdu. Adının efsanesi o kadar büyüktü ki, Batı Avrupa
burjuvazisi sürekli ondan korkuyordu. Ağustos 1939'da Fransız büyükelçi
Coulondre, Hitler'e, Avrupa'da bir savaşı çıkması durumunda, Troçki'nin nihai
galip olabileceğini söyledi. Hitler, bunun Fransa ve İngiltere'nin kendisine
savaş açmaması için bir neden olduğunu söyleyerek cevap verdi.
Troçki'nin hayatının bu evresi iki düzeyde ele alınabilir.
Siyasi örgütler kurma çabaları — Dördüncü Enternasyonal — başarısızlığa mahkûmdu.
Batı'nın sosyo-politik yapılarına aşina olmaması — Sürekli Devrim tartışmasında
zaten açıkça görülen — onu, 20. yüzyılın ilk on yılında Rusya'da yaşananların
1930'larda Batı Avrupa ve ABD'de de tekrarlanabileceğine inandırdı. Bu hata,
elbette, devrimci bir partinin doğasını da aynı şekilde anlamamasıyla bağlantılıydı.
Yaşlılığında Troçki, Lenin'in anladığı açıdan partinin önemini hafife almasının
büyük bir hata olduğunu düşünüyordu. Ama Lenin'den ders almamıştı. Gençliğinde
olduğu gibi, Lenin'in parti yapısını taklit etmeye yönelik girişimi, yine
sadece bir karikatürüne yol açtı. Bu, partinin örgütsel biçimlerinin dışsal bir
taklidiydi ve içsel doğasını hiç anlamıyordu. Kendini içinde bulduğu yeni
toplumların karakterinden emin olmayan ve Lenin'in teorileştirdiği şekliyle parti
ile toplum arasındaki zorunlu ilişkiyi fark etmeyen Troçki'nin örgütsel
girişimleri, boşuna bir gönüllülüğe dönüştü. En büyük ironisi, hayatının
sonlarında kendisini sık sık, her zaman nefret ettiği ve hor gördüğü, Leninist
devrimcinin tam zıttı olan salon entelektüellerinin arasında bulmasıydı. Bunların
çoğu, özellikle Amerika Birleşik Devletleri'nde, Burnhamlar, Schachtmanlar ve
diğerleri gibi, onun davasına katılan yoldaşlarıydı. Troçki'nin Burnham gibi
kişilerle ciddi tartışmalara girmesi elbette acınası bir durumdu. Onlarla
ilişkisi, Batı'nın kendisine yabancı ortamında ne kadar kaybolmuş ve yönünü
kaybetmiş olduğunun açık bir kanıtıydı.
Troçki'nin sürgünde yazdığı yazılar, elbette, bu talihsiz
girişimlerden çok daha önemlidir. Bu yazılar, daha önce anlatılan teorik yapıya
önemli bir katkı sağlamazlar. Ancak Troçki'nin, imkânsız bir tarihsel çıkmaza
girmiş klasik bir devrimci düşünür olarak konumunu teyit ederler. Onun
karakteristik, ancak tutarsız olan kitlesel toplumsal güçlere yönelik sezgisi,
sonraki yazılarına değer katan şeydir. Rus Devriminin Tarihi, sık sık
belirtildiği gibi, her şeyden önce kitle psikolojisi ve onun tamamlayıcı zıttı
olan bireysel portreler üzerine parlak bir çalışmadır. Bu kitap, Bolşevik Parti'nin
Ekim Devrimi'ndeki rolünü anlatan bir anlatıdan çok, onun önderliğinde zafere
ulaşan kitlelerin destanıdır. Troçki'nin sosyolojizmi burada en özgün ve güçlü
ifadesini bulur. Zorunlu olarak içerdiği idealizm, siyasi veya ekonomik
değişkenlerin kalıcı bir öneme sahip olduğu görüşünü açıkça reddeden bir devrim
görüşünü üretir. Sınıf psikolojisi, toplumsal güçler ve fikirler gibi değişmez
ikilinin mükemmel birleşimi, devrimin belirleyici unsuru haline gelir:
"Devrimin ele geçirdiği bir toplumda sınıflar çatışır.
Ancak, devrimin başlangıcı ile sonu arasında toplumun
ekonomik temellerinde ve sınıflarının toplumsal alt tabakasında meydana gelen
değişikliklerin, kısa bir sürede asırlık kurumları yıkıp yenilerini yaratabilen
ve bunları tekrar yıkabilen devrimin seyrini açıklamak için yeterli olmadığı
açıktır. Devrimci olayların dinamiği, devrimden önce zaten oluşmuş olan
sınıfların psikolojisindeki hızlı, yoğun ve tutkulu değişiklikler tarafından
doğrudan belirlenir." [6]
Troçki'nin Alman faşizmi üzerine yazdığı denemeler, mülksüzleştirilmiş
küçük burjuvazinin sınıf doğası ve paranoyalarının bir patolojisidir. Bu
denemeler, muazzam öngörüleriyle, Nazizmin felaketle sonuçlanacak etkilerini ve
Komintern'in Üçüncü Dönemi’nin Nazizme karşı izlediği politikaların aptallığını
öngören, o yılların tek Marksist yazıları olarak öne çıkmaktadır. Troçki'nin
Sovyetler Birliği üzerine yazdığı sonraki eser, yayımlandığı demagojik başlığın
[İhanete Uğrayan Devrim] ima ettiğinden daha ciddiydi.[7]
Burada, hayatı boyunca sürdürdüğü sosyolojizmi bir avantajdı.
Devrim öncesi ve sonrası pratik siyasi mücadelede, siyasi
kurumların özgül etkinliğini hafife alması onu hatadan hataya sürükledi. Ancak
sonunda Stalin yönetimindeki Sovyet toplumunun doğası sorunuyla yüzleşmeye
çalıştığında, bu onu daha sonra "Kremlinoloji" olarak adlandırılan
standartlara göre Rusya'yı yargılama tuzağından kurtardı. Birçok takipçisi
Sovyetler Birliği'nde keyfi olarak yeni "yönetici sınıflar" ve
"kapitalist restorasyonlar" uydururken, Troçki Sovyet devleti ve
parti aygıtını analiz ederken, tam tersine bunun bir toplumsal sınıf olmadığını
vurguladı.
Troçki'nin Marksizmi böyleydi. Gençliğinden yaşlılığına
kadar tutarlı ve karakteristik bir bütünlük oluşturuyordu. Troçki bugün
Plekhanov, Kautsky, Luxemburg, Buharin ve Stalin ile birlikte incelenmelidir,
çünkü Marksizmin tarihi Batı'da hiçbir zaman yeniden inşa edilmemiştir. Ancak
bu yapıldığında, o dönemin tek büyük Marksisti olan Lenin'in büyüklüğü
anlaşılabilecektir.
[1]
Troçki, sıra dışı bir pasajda, Rusya'da sosyalizm mümkün olsaydı, dünya devrimi
gereksiz olurdu, çünkü Rusya o kadar büyüktü ki, SSCB'de sosyalizmin başarılı
bir şekilde inşası, her yerde proletaryanın uluslararası zaferine eşdeğer
olurdu, diyor. "Geri kalmış bir ülkenin birkaç beş yıllık planın sonucunda
kendi güçleriyle güçlü bir sosyalist toplum inşa edebilmesi, dünya
kapitalizmine ölümcül bir darbe vuracak ve dünya proleter devriminin maliyetini
sıfıra indirgemese de en aza indirecektir.”
Elbette bu, Kruşçev'in 1960'ların başında dolaylı
olarak savunduğu görüşün aynısıdır. Bu görüşün burada kullanılması, Troçki'nin Sürekli
Devrim'deki tüm argümanının ne kadar zayıf olduğunu göstermektedir.
Troçki'nin Tek Ülkede Sosyalizm'e karşı argümanı, bu kadar düşük bir üretim
gücü ve kültürel birikim düzeyine sahip bir toplumda gerçek bir sosyalizmin imkânsız
olduğu değil, Sovyet Devleti'nin ekonomik ya da askeri olsun, dış saldırılara
karşı hayatta kalamayacağıydı. Onun için mesele Sovyet sosyalizminin niteliği
değildi. Yukarıdaki alıntı, Troçki'nin tartışmalarda sosyalizm ile Sovyet
ekonomik gelişimi arasında özel bir eşitlik kabul ettiğini göstermektedir.
[2]
Troçki her zaman, kapitalizm ve sosyalizm arasındaki çelişkinin burjuva ülkeleri
arasındaki çelişkiden daha temel olduğunu ve bu nedenle bu ülkelerin Sovyetler
Birliği'ne saldırmak için birleşmek zorunda kalacaklarını savunmuştur. Bu, uzun
vadede belirleyici olan çelişki ile herhangi bir konjonktürde baskın
olan çelişki arasındaki temel karışıklığın klasik bir örneğidir.
[3]
Polonya’nın en uzun nehri olan Vistula’nın iki yakasında da farklı yerleşim ve
yaşam alanları bulunmaktadır. Yazar bu farklılığa atıf yapmaktadır. (ç.n.)
[4]
Gramsci, birkaç yıl sonra Troçki'nin enternasyonalizmi hakkında zekice bir yorumda
bulundu: "Troçki'nin ünlü Sürekli Devrim teorisinin, manevra savaşı
teorisinin politik yansıması olup olmadığı düşünülmelidir — son tahlilde,
ulusal yaşamın yapılarının embriyonik ve gevşek olduğu ve 'siper veya kale'
haline gelemeyen bir ülkedeki genel ekonomik-kültürel ve sosyal koşulların
yansımasıdır bu. Bu durumda, görünüşte "batılı" olan Troçki'nin
aslında kozmopolit, yani yüzeysel olarak ulusal ve yüzeysel olarak batılı veya
Avrupalı olduğunu, Lenin'in ise son derece ulusal ve derinlemesine Avrupalı
olduğunu söyleyebiliriz..." Not: Sul Machivelli. s. 67.
[5]
Lucio Magri bunu Critica Marxista dergisinin Mayıs-Haziran 1965
sayısında yayımlanan “Valori e Limiti delle Esperienze Frontiste” başlıklı
makalesinde ele almaktadır. Stalin’in Soğuk Savaş’ı daha sonra basitçe
“uluslararası düzeyde sınıf mücadelesi” olarak tanımlaması, devletleri
sınıflarla eşdeğer görmesi, Troçki’nin 1920’lerde yaptığı hatanın tam tersini
ama aynı hatayı temsil ediyordu.
[6]
History of the Russian
Revolution, s. xvii (italik benim).
[7]
The Revolution Betrayed.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder