12 Ağustos 2025 Salı

(Çeviri) Eleştirel Araştırmanın Eleştirisi (2) – Jean-Paul Sartre

Çevirenin Notu: Jean-Paul Sartre’nin Diyalektik Aklın Eleştirisi kitabının ilk cildinin ikinci kısmı olan “Eleştirel Araştırmanın Eleştirisi”nden bu hafta “Bütünlük ve Bütünselleştirme” ve “Eleştirel Araştırma ve Bütünselleştirme” başlıklı bölümlerin çevirisini yayımlıyorum.

3 - Bütünlük ve Bütünselleştirme

Tartışmayı daha ileri götürmeden önce bu bakış açısından hareketle, bütünlük ve bütünselleştirme kavramları arasında net bir ayrım yapmalıyız. Bütünlük, parçalarının toplamından kökten farklı olmakla birlikte, bu parçaların her birinde şu ya da bu biçimde bütünüyle mevcut olan ve kendisiyle ya bir ya da daha fazla parçasıyla ilişkisi ya da bunların tümü veya bazıları arasındaki ilişkilerle ilişkisi aracılığıyla ilişki kuran bir varlık olarak tanımlanır. Eğer bu gerçeklik yaratılmışsa (bir resim ya da bir senfoni buna örnektir, eğer entegrasyon aşırıya götürülürse), yalnızca imgeselde (l'imaginaire), yani bir imgelem ediminin bağıntısı olarak var olabilir. Tanımı gereği hak iddia ettiği ontolojik statü, kendinde-olanın, hareketsiz olanın statüsüdür. Bütünlük görünümünü üreten sentetik birlik bir etkinlik değil, yalnızca geçmiş bir eylemin kalıntısıdır (tıpkı bir madalyonun birliğinin, darbedilmiş halinin edilgen kalıntısı olması gibi). Dışsal varlığı sayesinde, kendinde-varlığın ataleti bu birlik görünümünü kemirir; edilgen bütünlük ise aslında sonsuz bölünebilirlik tarafından aşındırılır. Dolayısıyla, parçalarını bir arada tutmanın etkin gücü olarak bütünlük, yalnızca bir imgelem ediminin bağıntısıdır: senfoni ya da resim, başka bir yerde gösterdiğim gibi, kurutulmuş boyalar dizisi ya da bunların analoğu olarak işlev gören seslerin birbirine bağlanması yoluyla yansıtılan imgelemlerdir. Pratik nesneler söz konusu olduğunda - makineler, aletler, tüketim malları, vs. - şimdiki eylemimiz, onların eylemsizliğini bütünleştirmeye çalışan praksisi bir şekilde yeniden canlandırarak onları bütünlükler gibi gösterir. Aşağıda bu atıl bütünlüklerin çok önemli olduğunu ve daha sonra pratik-atıl olarak adlandıracağımız türden bir ilişkiyi insanlar arasında yarattığını göreceğiz. Bu insani nesneler insan dünyasında dikkate değerdir, çünkü pratik-atıl statülerine orada kavuşurlar; yani praksis (onları yaratan emek ve onları kullanan emek) ile içlerindeki eylemsizliği karşı karşıya getiren çelişki nedeniyle kaderimize ağır gelirler. Ancak, bu açıklamaların da gösterdiği gibi, bunlar birer üründür; ve bütünlük, sanılanın aksine, yalnızca bütünselliğin düzenleyici bir ilkesidir (ve hepsi bir anda kendi geçici yaratımlarının atıl topluluğuna dağılır).

Gerçekten de, herhangi bir şey farklı olanın sentetik birliği olarak görünecekse, bu gelişen bir birleşme, yani bir faaliyet olmalıdır. Bir yaşam alanının sentetik birleşimi yalnızca onu üreten emek değil, aynı zamanda onu yaşama faaliyetidir; kendisine indirgendiğinde, eylemsizliğin çokluğuna geri döner. Dolayısıyla bütünselleştirme bütünlükle aynı statüye sahiptir, çünkü çokluklar aracılığıyla, her parçayı bütünün bir ifadesi haline getiren ve bütünü parçalarının dolayımıyla kendisiyle ilişkilendiren sentetik emeği sürdürür. Ancak bu gelişen bir faaliyettir ve çokluk kendi orijinal statüsüne geri dönmeden sona eremez. Bu eylem, praksisin farklılaşmamış bağıntısı olarak, bütünleştirilecek olan toplulukların biçimsel birliği olan pratik bir alanı tanımlar; bu pratik alan içinde, faaliyet en farklılaşmış çokluğun en titiz sentezini gerçekleştirmeye girişir. Böylece, çifte bir hareketle, çokluk sonsuza kadar çoğaltılır, her bir parça diğerlerine ve oluşma sürecindeki bütüne karşı konumlandırılırken, bütünleştirici faaliyet tüm bağları sıkılaştırarak her bir farklılaşmış unsuru hem dolaysız ifadesi hem de diğer unsurlarla ilişkisindeki aracısı haline getirir. Bu temelde, diyalektik Aklın anlaşılabilirliğini ortaya koymak kolaydır; o, bütünselleştirme hareketinin ta kendisidir. Dolayısıyla, yalnızca bir örnek vermek gerekirse, olumsuzlamanın olumsuzlanmasının bir olumlama haline gelmesi, bütünselleştirme çerçevesinde gerçekleşir. Praksisin ilişkisel alanı olan pratik alanda, her belirleme bir olumsuzlamadır, çünkü praksis, belirli toplulukları farklılaştırırken, onları diğerlerinin oluşturduğu gruptan dışlar; ve gelişen birleşme aynı anda en farklılaşmış ürünlerde (hareketin yönünü gösterir), daha az farklılaşmış olanlarda (süreklilikleri, dirençleri, gelenekleri, daha sıkı ama daha yüzeysel bir birliği gösterir) ve ikisi arasındaki çatışmada (gelişen bütünselleşmenin mevcut durumunu ifade eder) görünür. Daha az farklılaşmış toplulukları belirleyerek onları diğerlerinin seviyesine yükseltecek olan yeni olumsuzlama, toplulukları birbirlerine karşıt hale getiren olumsuzlamayı ortadan kaldırmak zorundadır. Dolayısıyla, bir belirlemenin bir olumsuzlama olduğu ve bir olumsuzlamanın olumsuzlanmasının zorunlu olarak bir olumlama olduğu yalnızca (alanının sınırlarını zaten tanımlamış olan) gelişen bir birleşme içinde söylenebilir. Eğer diyalektik Akıl varsa, o zaman ontolojik bakış açısından, o yalnızca gelişen bir bütünselleştirme olabilir ve bütünselleşmenin gerçekleştiği yerde ortaya çıkar, ve epistemolojik bakış açısından, o yalnızca bu bütünselleşmenin prensipte kendi prosedürlerinde bütünselleştirici olan bir bilgiye erişebilirliği olabilir. Ancak bütünselleştirici bilginin yeni bir bütünselleştirme olarak ontolojik bütünselleştirmeye ulaştığı düşünülemeyeceğinden, diyalektik bilginin kendisi de bütünselleştirmenin bir momenti olmalıdır ya da başka bir deyişle, bütünselleştirme kendi içinde özsel bir yapı ve bir bütün olarak süreç içinde bütünselleştirici bir süreç olarak kendi düşünümsel yeniden bütünselleştirmesini içermelidir.

4 - Eleştirel Araştırma ve Bütünselleştirme

Dolayısıyla diyalektik bütünselleştirici bir faaliyettir. Tek yasası gelişen bütünselleştirme tarafından üretilen kurallardır ve bunlar açıkça birleşme ile bütünleşmiş arasındaki ilişkiyle ilgilidir.[1] Yani, bütünselleştirici sürecin bütünselleştirilmiş parçalardaki etkin mevcudiyet biçimleri. Ve kendisi de bütünselleştirici olan bilgi, belirli bir türdeki belirli kısmi yapılarda mevcut olduğu ölçüde bütünselleştirmenin kendisidir. Başka bir deyişle bütünselleştirme, sentetik birleştirmenin biçimsel, meçhul bir faaliyeti olarak kalırsa, bilinçli olarak kendi kendine mevcut olamaz, ancak birleştirdiği ve bütünselleştirme faaliyetinin hareketiyle kendilerini bütünselleştirdikleri ölçüde onu etkin bir şekilde somutlaştıran farklılaşmış gerçekliklerin dolayımıyla mevcut olabilir. Bu açıklamalar, eleştirel araştırmanın ilk özelliğini tanımlamamızı sağlar: eleştirel araştırma bütünselleştirmenin içinde yer alır ve ne bütünselleştirme hareketinin düşünümsel bir tanınması ne de bilinen bütünselleştirmenin özel, özerk bir bütünselleştirmesi olabilir. Aksine, bütün parçalarında somutlaştığı ve bu parçalardan belirlilerinin aracılığı ile kendisinin sentetik bilgisi olarak gerçekleştiği ölçüde, gelişmekte olan bütünselleşmenin gerçek bir momentidir. Pratikte bu, eleştirel araştırmanın herkesin düşünümsel deneyimi olabileceği ve olması gerektiği anlamına gelir.



[1] [Birkaç örnek: Bütün, parçanın içinde mevcut anlamı ve kaderi olarak tamamen mevcuttur. Bu durumda, parça belirleniminde (bütünün olumsuzlanması) bütüne karşıt olduğu için kendisine karşıttır ve parçalar birbirlerine karşıt oldukları için (her parça hem diğerlerinin hem de bütünün olumsuzlanmasıdır, bütünselleştirici faaliyetinde kendisini belirler ve kısmi yapılara bütünsel hareketin gerektirdiği belirlenimleri verir), her parça diğer parçalarla ilişkilerinde bütün tarafından dolayımlanır: bir bütünselleştirme içinde, çokluklar (mutlak dışsallığın, yani niceliklerin bağları olarak) birbirlerini ortadan kaldırmaz, aksine içselleştirir. Örneğin, yüz kişi olma olgusu (grupları tartışırken göreceğimiz gibi) yüz kişiden her biri için diğer doksan dokuz kişiyle sentetik bir içsellik ilişkisi haline gelir; onun bireysel gerçekliği yüzüncü olmanın sayısal özelliklerinden etkilenir. Böylece nicelik (Engels'in Hegel'i izleyerek söylediği gibi) ancak dışsallığın ilişkilerini bile yeniden içselleştiren bir bütün içinde nitelik haline gelebilir. Bu şekilde Bütün (bütünselleştirici bir eylem olarak) parçalar arasındaki ilişki haline gelir. Başka bir deyişle, bütünselleştirme bir içsellik ilişkisi olarak parçalar arasında (belirlenimleri içinde düşünüldüğünde) bir dolayımlamadır: bir bütünselleştirme içinde ve aracılığıyla, her bir parça her biriyle ilişkisinde hepsi tarafından dolayımlanır ve her biri hepsi arasında bir dolayımlamadır; olumsuzlama (belirlenim olarak) her bir parçayı diğerlerine, hepsine ve bütüne bağlayan sentetik bir bağ haline gelir. Ancak, aynı zamanda, karşılıklı koşullanan parçaların bağlantılı sistemi, mutlak bir birleşme eylemi olarak bütüne karşıdır, tam da hareket halindeki bu sistemin, gelişen bir sentez olarak bütünün fiili somutlaşması ve mevcut gerçekliği (burada ve şimdi) dışında var olmadığı ve olamayacağı ölçüde. Benzer şekilde, iki (ya da n + 1) parçanın, tam da bütünün etkin cisimleşmesi oldukları için, kendi aralarında sürdürdükleri sentetik ilişkiler, onları diğer tüm parçalara, bağlantılı bir sistem olarak diğer tüm parçalara ve sonuç olarak, gelişen bir sentez, her parçada etkin bir mevcudiyet ve yüzeysel bir örgütlenme olarak üçlü gerçekliği içinde bütüne karşı koyar. Burada sadece birkaç soyut örnek veriyoruz; ancak bunlar gelişen bir bütünselleşme içindeki içsellik bağlarının anlamını göstermek için yeterlidir. Açıktır ki bu karşıtlıklar durağan değildir (eğer bütünselleştirme bütünlüğe yol açsaydı, öyle olabilirlerdi); daha ziyade gelişen eylemi pratik etkinliğine dönüştürdükleri ölçüde içsel alanı sürekli olarak dönüştürürler. 'Bütün' olarak adlandırdığım şeyin bir bütünlük değil, bütünselleştirici eylemin, kendisini çeşitlendirdiği ve bütünselleştirilmiş çeşitliliklerde kendini somutlaştırdığı ölçüde birliği olduğu da aynı derecede açıktır].

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Trump’ın Avrupa’yla Dansı

Geçtiğimiz hafta yayımlanan 2025 Ulusal Güvenlik Stratejisi belgesi, dünya gündeminin zirvesinden inmiyor. Belge hakkındaki tartışmaların ön...