Çevirenin Notu: Jean-Paul Sartre’nin Diyalektik Aklın Eleştirisi kitabının ilk cildinin ikinci kısmı olan “Eleştirel Araştırmanın Eleştirisi”nden bu hafta “Bütünlük ve Bütünselleştirme” ve “Eleştirel Araştırma ve Bütünselleştirme” başlıklı bölümlerin çevirisini yayımlıyorum.
3 - Bütünlük ve Bütünselleştirme
Tartışmayı daha ileri götürmeden önce bu bakış açısından hareketle,
bütünlük ve bütünselleştirme kavramları arasında net bir ayrım yapmalıyız.
Bütünlük, parçalarının toplamından kökten farklı olmakla birlikte, bu
parçaların her birinde şu ya da bu biçimde bütünüyle mevcut olan ve kendisiyle
ya bir ya da daha fazla parçasıyla ilişkisi ya da bunların tümü veya bazıları
arasındaki ilişkilerle ilişkisi aracılığıyla ilişki kuran bir varlık olarak
tanımlanır. Eğer bu gerçeklik yaratılmışsa (bir resim ya da bir senfoni buna
örnektir, eğer entegrasyon aşırıya götürülürse), yalnızca imgeselde (l'imaginaire),
yani bir imgelem ediminin bağıntısı olarak var olabilir. Tanımı gereği hak
iddia ettiği ontolojik statü, kendinde-olanın, hareketsiz olanın statüsüdür.
Bütünlük görünümünü üreten sentetik birlik bir etkinlik değil, yalnızca geçmiş
bir eylemin kalıntısıdır (tıpkı bir madalyonun birliğinin, darbedilmiş halinin edilgen
kalıntısı olması gibi). Dışsal varlığı sayesinde, kendinde-varlığın ataleti bu birlik
görünümünü kemirir; edilgen bütünlük ise aslında sonsuz bölünebilirlik
tarafından aşındırılır. Dolayısıyla, parçalarını bir arada tutmanın etkin gücü
olarak bütünlük, yalnızca bir imgelem ediminin bağıntısıdır: senfoni ya da
resim, başka bir yerde gösterdiğim gibi, kurutulmuş boyalar dizisi ya da
bunların analoğu olarak işlev gören seslerin birbirine bağlanması
yoluyla yansıtılan imgelemlerdir. Pratik nesneler söz konusu olduğunda -
makineler, aletler, tüketim malları, vs. - şimdiki eylemimiz, onların
eylemsizliğini bütünleştirmeye çalışan praksisi bir şekilde yeniden
canlandırarak onları bütünlükler gibi gösterir. Aşağıda bu atıl bütünlüklerin
çok önemli olduğunu ve daha sonra pratik-atıl olarak adlandıracağımız türden
bir ilişkiyi insanlar arasında yarattığını göreceğiz. Bu insani nesneler
insan dünyasında dikkate değerdir, çünkü pratik-atıl statülerine orada
kavuşurlar; yani praksis (onları yaratan emek ve onları kullanan emek) ile
içlerindeki eylemsizliği karşı karşıya getiren çelişki nedeniyle kaderimize
ağır gelirler. Ancak, bu açıklamaların da gösterdiği gibi, bunlar birer
üründür; ve bütünlük, sanılanın aksine, yalnızca bütünselliğin düzenleyici bir
ilkesidir (ve hepsi bir anda kendi geçici yaratımlarının atıl topluluğuna
dağılır).
Gerçekten de, herhangi bir şey farklı olanın sentetik birliği olarak
görünecekse, bu gelişen bir birleşme, yani bir faaliyet olmalıdır. Bir yaşam
alanının sentetik birleşimi yalnızca onu üreten emek değil, aynı zamanda onu
yaşama faaliyetidir; kendisine indirgendiğinde, eylemsizliğin çokluğuna geri
döner. Dolayısıyla bütünselleştirme bütünlükle aynı statüye sahiptir, çünkü
çokluklar aracılığıyla, her parçayı bütünün bir ifadesi haline getiren ve
bütünü parçalarının dolayımıyla kendisiyle ilişkilendiren sentetik emeği
sürdürür. Ancak bu gelişen bir faaliyettir ve çokluk kendi
orijinal statüsüne geri dönmeden sona eremez. Bu eylem, praksisin
farklılaşmamış bağıntısı olarak, bütünleştirilecek olan toplulukların biçimsel
birliği olan pratik bir alanı tanımlar; bu pratik alan içinde, faaliyet en
farklılaşmış çokluğun en titiz sentezini gerçekleştirmeye girişir. Böylece,
çifte bir hareketle, çokluk sonsuza kadar çoğaltılır, her bir parça diğerlerine
ve oluşma sürecindeki bütüne karşı konumlandırılırken, bütünleştirici faaliyet
tüm bağları sıkılaştırarak her bir farklılaşmış unsuru hem dolaysız ifadesi hem
de diğer unsurlarla ilişkisindeki aracısı haline getirir. Bu temelde,
diyalektik Aklın anlaşılabilirliğini ortaya koymak kolaydır; o, bütünselleştirme
hareketinin ta kendisidir. Dolayısıyla, yalnızca bir örnek vermek gerekirse,
olumsuzlamanın olumsuzlanmasının bir olumlama haline gelmesi, bütünselleştirme
çerçevesinde gerçekleşir. Praksisin ilişkisel alanı olan pratik alanda, her
belirleme bir olumsuzlamadır, çünkü praksis, belirli toplulukları farklılaştırırken,
onları diğerlerinin oluşturduğu gruptan dışlar; ve gelişen birleşme aynı anda
en farklılaşmış ürünlerde (hareketin yönünü gösterir), daha az farklılaşmış
olanlarda (süreklilikleri, dirençleri, gelenekleri, daha sıkı ama daha yüzeysel
bir birliği gösterir) ve ikisi arasındaki çatışmada (gelişen bütünselleşmenin
mevcut durumunu ifade eder) görünür. Daha az farklılaşmış toplulukları
belirleyerek onları diğerlerinin seviyesine yükseltecek olan yeni olumsuzlama,
toplulukları birbirlerine karşıt hale getiren olumsuzlamayı ortadan kaldırmak
zorundadır. Dolayısıyla, bir belirlemenin bir olumsuzlama olduğu ve bir
olumsuzlamanın olumsuzlanmasının zorunlu olarak bir olumlama olduğu yalnızca
(alanının sınırlarını zaten tanımlamış olan) gelişen bir birleşme içinde
söylenebilir. Eğer diyalektik Akıl varsa, o zaman ontolojik bakış açısından, o
yalnızca gelişen bir bütünselleştirme olabilir ve bütünselleşmenin gerçekleştiği
yerde ortaya çıkar, ve epistemolojik bakış açısından, o yalnızca bu bütünselleşmenin
prensipte kendi prosedürlerinde bütünselleştirici olan bir bilgiye
erişebilirliği olabilir. Ancak bütünselleştirici bilginin yeni bir bütünselleştirme
olarak ontolojik bütünselleştirmeye ulaştığı düşünülemeyeceğinden, diyalektik
bilginin kendisi de bütünselleştirmenin bir momenti olmalıdır ya da başka bir
deyişle, bütünselleştirme kendi içinde özsel bir yapı ve bir bütün olarak süreç
içinde bütünselleştirici bir süreç olarak kendi düşünümsel yeniden bütünselleştirmesini
içermelidir.
4 - Eleştirel Araştırma ve Bütünselleştirme
Dolayısıyla diyalektik bütünselleştirici bir faaliyettir. Tek yasası gelişen
bütünselleştirme tarafından üretilen kurallardır ve bunlar açıkça birleşme ile bütünleşmiş
arasındaki ilişkiyle ilgilidir.[1]
Yani, bütünselleştirici sürecin bütünselleştirilmiş parçalardaki etkin
mevcudiyet biçimleri. Ve kendisi de bütünselleştirici olan bilgi, belirli bir
türdeki belirli kısmi yapılarda mevcut olduğu ölçüde bütünselleştirmenin
kendisidir. Başka bir deyişle bütünselleştirme, sentetik birleştirmenin
biçimsel, meçhul bir faaliyeti olarak kalırsa, bilinçli olarak kendi kendine
mevcut olamaz, ancak birleştirdiği ve bütünselleştirme faaliyetinin hareketiyle
kendilerini bütünselleştirdikleri ölçüde onu etkin bir şekilde somutlaştıran
farklılaşmış gerçekliklerin dolayımıyla mevcut olabilir. Bu açıklamalar,
eleştirel araştırmanın ilk özelliğini tanımlamamızı sağlar: eleştirel araştırma
bütünselleştirmenin içinde yer alır ve ne bütünselleştirme hareketinin
düşünümsel bir tanınması ne de bilinen bütünselleştirmenin özel, özerk bir bütünselleştirmesi
olabilir. Aksine, bütün parçalarında somutlaştığı ve bu parçalardan belirlilerinin
aracılığı ile kendisinin sentetik bilgisi olarak gerçekleştiği ölçüde, gelişmekte
olan bütünselleşmenin gerçek bir momentidir. Pratikte bu, eleştirel araştırmanın
herkesin düşünümsel deneyimi olabileceği ve olması gerektiği anlamına gelir.
[1] [Birkaç örnek: Bütün, parçanın içinde mevcut anlamı ve kaderi olarak
tamamen mevcuttur. Bu durumda, parça belirleniminde (bütünün
olumsuzlanması) bütüne karşıt olduğu için kendisine karşıttır ve parçalar
birbirlerine karşıt oldukları için (her parça hem diğerlerinin hem de bütünün
olumsuzlanmasıdır, bütünselleştirici faaliyetinde kendisini belirler ve kısmi
yapılara bütünsel hareketin gerektirdiği belirlenimleri verir), her parça diğer
parçalarla ilişkilerinde bütün tarafından dolayımlanır: bir bütünselleştirme
içinde, çokluklar (mutlak dışsallığın, yani niceliklerin bağları olarak)
birbirlerini ortadan kaldırmaz, aksine içselleştirir. Örneğin, yüz kişi olma
olgusu (grupları tartışırken göreceğimiz gibi) yüz kişiden her biri için
diğer doksan dokuz kişiyle sentetik bir içsellik ilişkisi haline gelir; onun
bireysel gerçekliği yüzüncü olmanın sayısal özelliklerinden etkilenir.
Böylece nicelik (Engels'in Hegel'i izleyerek söylediği gibi) ancak dışsallığın
ilişkilerini bile yeniden içselleştiren bir bütün içinde nitelik haline
gelebilir. Bu şekilde Bütün (bütünselleştirici bir eylem olarak) parçalar
arasındaki ilişki haline gelir. Başka bir deyişle, bütünselleştirme bir
içsellik ilişkisi olarak parçalar arasında (belirlenimleri içinde
düşünüldüğünde) bir dolayımlamadır: bir bütünselleştirme içinde ve
aracılığıyla, her bir parça her biriyle ilişkisinde hepsi tarafından
dolayımlanır ve her biri hepsi arasında bir dolayımlamadır; olumsuzlama
(belirlenim olarak) her bir parçayı diğerlerine, hepsine ve bütüne bağlayan
sentetik bir bağ haline gelir. Ancak, aynı zamanda, karşılıklı koşullanan
parçaların bağlantılı sistemi, mutlak bir birleşme eylemi olarak bütüne
karşıdır, tam da hareket halindeki bu sistemin, gelişen bir sentez
olarak bütünün fiili somutlaşması ve mevcut gerçekliği (burada ve şimdi)
dışında var olmadığı ve olamayacağı ölçüde. Benzer şekilde, iki (ya da n
+ 1) parçanın, tam da bütünün etkin cisimleşmesi oldukları için, kendi
aralarında sürdürdükleri sentetik ilişkiler, onları diğer tüm parçalara,
bağlantılı bir sistem olarak diğer tüm parçalara ve sonuç olarak, gelişen bir
sentez, her parçada etkin bir mevcudiyet ve yüzeysel bir örgütlenme olarak üçlü
gerçekliği içinde bütüne karşı koyar. Burada sadece birkaç soyut örnek
veriyoruz; ancak bunlar gelişen bir bütünselleşme içindeki içsellik bağlarının
anlamını göstermek için yeterlidir. Açıktır ki bu karşıtlıklar durağan değildir
(eğer bütünselleştirme bütünlüğe yol açsaydı, öyle olabilirlerdi); daha ziyade
gelişen eylemi pratik etkinliğine dönüştürdükleri ölçüde içsel alanı sürekli
olarak dönüştürürler. 'Bütün' olarak adlandırdığım şeyin bir bütünlük
değil, bütünselleştirici eylemin, kendisini çeşitlendirdiği ve bütünselleştirilmiş
çeşitliliklerde kendini somutlaştırdığı ölçüde birliği olduğu da aynı derecede açıktır].
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder