15 Kasım 2025 Cumartesi

Dostluğun Diyalektiği Üzerine

Dostluk kavramı, hakkında yazı yazmanın zor olduğu konulardan biri. Fakat hemen hemen her şeyin gerçekliğini ve “ciddiyetini” kaybettiği post-truth çağında dostluk kavramını tartışmak ve pratiğini sergilemek de hayati derecede önemli.

Geçtiğimiz günlerde yayımlanan, Feryal Saygılıgil’in derlediği ve Sanat Kritik Yayıncılık’tan çıkan “Arkadaşlık Üzerine” kitabı üzerine yapılan söyleşi[1] ve Metin Çulhaoğlu’nun (kendisini saygıyla anıyorum) ““Dostluğun diyalektiği” olmalı mı?” yazısı[2] dostluk kavramı hakkında düşünmemiz için bizlere birer pencere açarak cesaretlendiriyor.

Bu cesaretlendirmeden hareketle dostluğu Türk Dil Kurumu’ndaki (TDK) tanımı ve Çulhaoğlu’nun yazısında bahsettiği Yalçın Küçük anısı üzerinden tartışmaya çalışacağım.

Dostluk ve Diyalektik

TDK’ye göre dostluk “dost olma durumu”, dost ise “sevilen, güvenilen, gönüldaş, iyi anlaşılan kimse; yâr, düşman karşıtı” demek.

Çulhaoğlu’nun anlatımına göre Yalçın Küçük, 1978’de Türkiye İşçi Partisi (TİP) yönetimine karşı polemiklerinde Behice Boran için “dostluklarının diyalektiği yok” demiş. Çulhaoğlu diyalektik yerine “sürekliliği” veya “dinamiği” kelimesini kullanmayı tercih etmiş.

Dostluğu “sevilen, güvenilen, iyi anlaşılan” kişilerle birlikte yaşama olarak, diyalektiği ise (en kaba haliyle) üç temel yasasıyla, yani “niceliğin niteliğe ve niteliğin niceliğe dönüşümü, karşıtların iç içe geçmesi, yadsımanın yadsınması” olarak düşünüyorum.

İlkin dostlarımızı diğer insanlardan ayırarak “dost” niteliğine dönüştürenin güven duymayı ve iyi anlaşmayı sağlayan eylemlerin sürekliliğinde ve çokluğunda olduğunu düşünüyorum. Güven duygusu, iyi anlaşıldığını ortaya koyan ve birlikte yapılan eylemlerin sonucunda zamanla “inşa edilmektedir”. Bu birlikte eylemler ne kadar sürekli ve çok sayıda olursa dostluk da o kadar iyi temellere sahip olur.

Fakat dostlarla her zaman iyi anlaşmak mümkün değildir ve güven sadece iyi anlaşılan eylemlerle inşa edilemez. “Dost acı söyler” düsturundan yola çıkarak dostların her zaman iyi anlaşamayacağını, hatta zıt ve ayrı fikirlerde olabileceğini söyleyebiliriz. Bu farklı söylemler ve eylemler sonucunda dostluk ilişkisi devam ettirildiği taktirde duyulan güven duygusunun da derinleşebileceğini öngörebiliriz. Bu derinleşme aynı zamanda dostluğun temellerini “iyi”den “sağlam”a dönüştürebilir.

Ve bu “sağlam” temellere sahip dostluk hâli, bireylerin kendileri kadar dostlarında da kendileri olmalarıyla, tabir-i caizse yadsınmanın yadsınmasıyla zirve noktasına ulaşabilir. Bu nokta bireylerin arasındaki hırs, kibir, iddia vb. gibi birbirlerini öteleyen (kimi zaman da düşmanlaştıran) davranışların olabildiğince azaldığı, bireylerin birbirlerini içererek aştıkları ve kendilerini gerçekleştirdikleri bir sürecin (“devrim” de diyebiliriz sanki!) başlangıcıdır.

Dolayısıyla gerçek ve sağlam temellere sahip bir dostluğun diyalektiğe sahip olduğunu iddia edebiliriz. Yalçın Küçük’ün söylediği bağlamda politik bir dostluğun (ya da yoldaşlığın) diyalektiği olabilir mi sorusuna gelince, bunun da asgari bir diyalektiğe sahip olması gerektiğini ileri sürebiliriz. Fakat her politik dostluk ya da yoldaşlık böyle olmak zorunda mı?

Entelektüel “itibarına”, milletvekilliği veya başkanlık koltuğuna, “şeflik” otoritesine sahip olmayı değil de toplumu ve dünyayı değiştirmeyi sahici bir şekilde istiyorsa, evet.


[1] https://www.youtube.com/watch?si=xn0JlrKg7znumFO9&v=FS4VjI_r28s&feature=youtu.be

[2] https://laborans.org/Article/Details/39

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Trump’ın Avrupa’yla Dansı

Geçtiğimiz hafta yayımlanan 2025 Ulusal Güvenlik Stratejisi belgesi, dünya gündeminin zirvesinden inmiyor. Belge hakkındaki tartışmaların ön...